29 Kasım 2008 Cumartesi

GÜZEL BİR ÇALIŞMA

28 Kasım 2008 Cuma

M.S.2150 THEA ALEXANDER (2)

Neda
Neda, içinde bulunduğu sersemlikten kısmen sıyrılarak, "Ama ne zaman çalışmaya başlayacağım ve nerede?" diye sordu.
"Yarın" dedim. "Burada, kendi dairende çalışabilirsin. Bu
akşam yazı makinesini getirip sana bırakacağım. Küçük, taşınabilir, elektrikli bir makinedir ve kullanması kolaydır."
Sonra onu biraz benimle birlikte yeni rahat oturma odasında oturmaya ikna ettim. Yarım saat boyunca bana, yazdığı öykülerden söz etmesini sağladım ve yeni işini bahane ederek üniversitedeki dersleri bırakmayı düşündüğünü hissedince, istediği bütün dersleri almayı sürdürebileceği konusunda ona güvence verdim. Orada bulunduğum sürece kararlı bir biçimde en olumlu ve en güven verici telepatik mesajları ona akıtmaya devam ettim. Yanından ayrılırken neredeyse mutluluktan uçuyordu ve artık yüzü de o ilk gördüğüm çirkin yüze hiç benzemiyordu.
Daireme geri dönünce dinlenmek istedim. Yeni güçlerimle ilgili bütün bu uygulamaların yorgunluğunu duyuyordum, oturmak iyi geldi. Birkaç dakika dinlendikten sonra günlüğümü alıp son olayları yazdım.
Kari gelince günlüğümü ona uzatıp, bir çift biftek pişirmek üzere mutfağa yöneldim.
Yemek hazırlarken 2150'nin bu konudaki rahatlığını özlediğimi fark ettim.
Neda'dan ayrıldığımdan beri her on beş ya da yirmi dakikada bir ona sevgiyle kabul edildiğini ifade eden ve kendine güven duymasını sağlayacak düşünceler gönderiyordum. Ve bu
işe yarıyor gibiydi.
Yemek boyunca Karl'a Neda ile ilgili tasarılarımdan söz ettim ve ondan yardım istedim. Neda'ya yardımcı olma konusundaki isteğimi tamamen uygun bulan Kari, bundan böyle üniversitenin daktilo servisine bağımlı olmaktan kurtulacağı için sevinç duyduğunu söyledi. Ama ona Neda'ya tümüyle yeni bir
201
M.S.2150
kişilik kazandırmaya yönelik uzun vadeli plânlarımı anlatmadım. Karl'ı önce Neda'yla tanıştırmaya karar vermiştim, sonra onunla bu konuyu daha ayrıntılı biçimde konuşacaktım.
Akşam sekize doğru, elimizde yazı makinesi, Neda'nm alt kattaki dairesine indik. Bizi biraz çekinerek karşıladı, ama sonra oldukça rahat bir tavırla Karl'la inceleme tezimizin nasıl daktilo edileceği konusunu görüştü. Ben söze hemen hemen hiç karışmayarak konuşmayı Kari'a bıraktım. Yaklaşık bir saat sonra oradan ayrılırken, Neda'da sağladığım gelişme yüzünden kendimi kutluyordum. Ama Kari beni gerçeğe döndürdü.
Kendi dairemize çıktığımızda, "Gerçekten Jon" dedi, "çirkin olduğunu söylerken şaka yapmamışsın."

"Bundan pek etkilenmiş görünmüyordun" diye yorum yaptım.
Karl güldü ve "Yeteri kadar etkilendim" dedi. "Hadi Jon! Çok iyi bir insan olabilir, ama ona hiç bakmadın mı? Tanrım! Sanki yürüyen bir yıkıntı gibi."
"Hmm" diye karşılık verdim. "Gerçekten o kadar kötü göründüğünü mü düşünüyorsun, ha?"
Kari başını salladı. "Biliyor musun, eğer onun için yiyecek alış verişi yapabiliyor ve ona kalacağı bir daire sağlayabiliyorsan, en azından giyebileceği birkaç uygun giysi de alabilirdin gibime geliyor" dedi.
"Evet, biliyorum Kari" diye kabul ettim, "üstündekiler çok kötü. Ona biraz çeki düzen vermek isterdim, ama kadın giysilerinden hiç anlamam. Belki senin kız arkadaşlarından biri Neda için birkaç güzel giysi seçmene yardım edebilir."
Karl şaşkın bir ifadeyle, "Bunu benim yapmamı mı istiyorsun?" diye sordu.
"Elbette" diye açıkladım, "erkek olarak ona ne kadar olumlu yaklaşır ve ne kadar çok ilgi gösterirsek, kendine duyduğu nefretin o kadar çabuk kendine güvene dönüşmesini sağlayabiliriz."

202
Neda
"Ama... ama Jon" dedi Karl dili dolaşarak, "ona yeni yüz ve beden veremezsin, onu kandırmak kesinlikle doğru olmaz."
"Onu kandırmıyorum" diye karşılık verdim. "Görünüşü nasıl olursa olsun, o değerli ve ilgiyi hak eden bir insan en azından senin ve benim böyle düşündüğümüzü bilmesini sağlayacağım."
"Evet ama, ya başkaları?" diye Kari karşı koydu. "Herkes onu eski çirkin haliyle görmeye devam edeceğine göre, bu sorunu çözmekte ona nasıl yardım edeceksin? Kendisiyle ilgili birbiriyle çatışan düşünceleri yüzünden benliği yaşadığı sürece bir savaş alanı durumunda olacak."
"Fiziksel açıdan çekici hale gelebileceğini sanıyorum" dedim. "Her şey bir yana, dokuz-on kilo kadar şişmanlarsa bu kadar sıska görünmeyecektir."
"Şuna en az yirmi kilo desen daha iyi olur!" diye yanıtladı Kar. "Çünkü boyu 1.62 metre kadar olmalı, ama onu üstündekilerle ıslatıp tartsak bile ancak kırk kilo çeker. peki bicim kazanacak kadar şişmanlayacağını varsaysak dahi, yüzündeki o burnu nasıl gizleyeceksin?"
"Hmm" diye uzun uzadıya düşündüm, "burnu konusunda haklısın. Ama küçük bir plastik ameliyatın bu sorunu çözeceğinden kuşkum yok. Bunu karşılayabiliriz, karşılayamazmıyız?"
Karl bana şaşkın bir bakış fırlattı, sonra "Oğlum" dedi "sen çizmeyi iyice aştın. Bu ameliyatın giderlerini elbette karşılayabiliriz, ama Jon, sen neden söz ettiğini biliyor musun1? Senin bu küçük projenin bize sonuçta kaça patlayacağından haberin var mı? Bırak, sana anlatayım... bu iş bir servete ma] olacak!"
"Bu parayı daha iyi kullanacak bir yol bulamadım Karl" dedim. "Ayrıca Makro toplumda kalmayı başarırsaır^ uç av sonra paraya gereksinme duymayacağım."
203
M.S.2150
"Ama başaramazsan" diye Kari homurdandı, "sadece hesabını tamtakır hale getirmiş olacaksın."
Karl'ın karamsar tavrı beni güldürdü. "Keyfine bak!" dedim. "Eğer mikro adam kendi çıkarı için bir milyon kazanabi-liyorsa, ben kendi çıkarlarımı gözetmediğim için bu milyonu Makro güçlerimin yardımıyla daha kolay kazanabilirim, bundan hiç kuşkum yok."
Kari, biraz da alayla, "Aklında başka hangi tasarılar var?"
diye sordu.
"Kesin olarak bilmiyorum" dedim. "Belki de bir diğerine başlamadan önce bunun nasıl yürüdüğünü görsem daha iyi
olur."
"İşte bu sağlıklı bir fikir!" dedi Kari rahatlayarak.
Bir süre 2150 hakkında konuştuk, sonra Karl'a M.D.'ye dönmek ve ona bazı sorular sormak için sabırsızlandığımı söyledim, özellikle de gerçekleştirmeye kalkıştığım bu mucize konusunda neler yapabileceğimi sormak istiyordum; erkenden yatmaya gittim.

204
BÖLÜM 12
On Beş Metre Sıçramak
Dudaklarıma kapanmış sıcacık dudakların yumuşak baskısı ve ruhsal titreşimlerimizin zihnimde yankılanmaya başlayan tmılarıyla uyandım. Büyük bir istekle karşılık verdim; çok geçmeden Carol'la fiziksel, duygusal ve zihinsel düzeyde kurduğumuz bağlantının o kendimizi yitirdiğimiz coşkusunda buluştuk. Yoğunluğu giderek artan bu hazzm giderek daha çok farkmda-lığma vararak, sonunda Makro Uyum'da birleşmenin keyfine
ulaştık.
Sakin ama mutlu, birbirimize sarılmış yatarken, Carol'la
yaşadığım cinsel beraberliklerin mikro geçmişimdekilerden ne kadar farklı olduğunu bir kez daha düşündüm. Carol'u ve Makro Uyum'u tanımadan önce, cinsel ilişki kurduğumda ya suçluluk veya korku duyar, ya da en azından doyumsuzluk hissederdim. Makro toplumdan önce acaba Makro Uyum'a ulaşmış olan var mıydı, merak ettim.
"Pek ender" diye Carol düşüncelerimi yanıtladı, "bu da genellikle ikiz ruhlar arasında gerçekleşirdi."
"İkiz ruhlar da ender olarak aynı zamanda bedenlendik-lerine göre" dedim, "bu durum mikro adamın cinsel düş kırıklıklarının nedenini kısmen açıklıyor."
"Makro Uyum'a ulaşmayan cinsel ilişki sadece yüzeysel bir doyum sağlar" diye açıkladı Carol.
"Dur bir dakika" dedim. "Bu, Makro toplumdan önce ya-
205
M.S.2150
sanan cinsel beraberliklerin büyük çoğunluğunda gerçek doyuma ulaşılamadığı anlamına geliyor."
"Doğru" diye Carol başıyla onayladı. "Genellikle o ilişkilerde, eşler gerçek özlemlerini giderememiş oldukları için, elde ettikleri yüzeysel doyumun altında hep yeni baştan denemeye yönelik güçlü bir istek kalıyordu."
"O halde sen, seninle ben de cinsel beraberliğimiz sırasında Makro Uyum'a ulaşamazsak, bunun doyurucu olmayacağını söylemek istiyorsun."
"Bu doğru" diye yanıtladı Carol. "Eğer Alfamız'm diğer kızlarıyla cinsel ilişki kurmak isteseydin, senin bu isteğine olumlu yanıt vermekle ne kadar özverili davranmış olacaklarını şimdi anlayabilirsin."
"Ruhsal tınılarının benimkinden çok farklı olduğunu ve birlikte Makro Uyum'a ulaşamayacağımızı bilecekler, yine de benim bunu öğrenmemi sağlamak için hoşnut olmayacakları bir beraberliğe gönüllü olacaklardı" dedim.
"Ama" diye ekledi Carol, "kendini çıkar gözetmeden bir başkasına verirsen, bu o kadar da tatsız bir deneyim olmaz."
Başımı salladım. Bu durum" dedim, "mikro adamın kendisini cinsel açıdan neden böylesine suçlu, endişeli ve düş kırıklığı içinde hissettiğini iyice açıklıyor. Neredeyse cinselliği hemen her zaman kendi bencil amaçları doğrultusunda kullanıyor, bu yüzden de tam bir doyuma ulaşması mümkün olmuyor."
Carol "Haklısın" diye yanıtladı, "ayrıca, sadece çocuk yapmaya yönelik cinsel ilişkiyi uygun bulan mikro bakış açısı da yanlış, çünkü mikro adam çocuklarını kendi malı gibi görüyor ve bu nedenle onları bencilce amaçları için kullanıyor."
"Mikro adam en çok da, çocukları aracılığıyla ölümsüzlüğe erişme umudunu taşıyor olmalı" diye fikir yürüttüm.
"Evet" diye Carol hafifçe güldü. "İnsan yüzyıllar boyu, elinde harp, yüzünde mutlu bir gülümsemeyle buluttan buluta dolaşarak sonsuza dek yaşayabileceği, ölümsüzlük dediği şu gök-

206
On Beş Metre Sıçramak
lerdeki cenneti aradı. Ancak henüz geçmiş yaşamlarını hatırlamaya yetecek kadar m-M süreci boyunca yol almamıştı ve eğer insan geçmiş yaşamlarım hatırlayamıyorsa, ondan ölümsüzlüğün gerçek anlamını idrak etmesi beklenemez. Tıpkı, doğuştan kör olan birinden renklerin ne ifade ettiğini kavramasının beklenemeyeceği gibi."
"İnandığınız dinlerin çoğu bu sorunun büyümesine neden oldu" diye devam etti. "İnsan ruhunun ölümsüz geçmişini yadsıyan bir din ölümsüz bir geleceği öğretmekte güçlük çeker."
Söyledikleri üzerinde biraz düşündüm, sonra "Şimdi Hıristiyanlığın önemli açmazlarından birini görebiliyorum" dedim.
"Doğru" diye onayladı Carol. "Gerçeklerini papazların yardımıyla belirleyen bir din 'mikro'dur. Makro adam gerçekleri, 'geçmişi bilme' ile ilgili Makro gücünün yardımıyla, olan her şeyi içeren evrensel akaşik kayıtları okuyarak öğrenir."
"Yani" diye sordum, "senin kendi geçmişinle ilgili kişisel akaşik kayıtlarında bulamadığın herhangi bir şeyi evrensel akaşik kayıtlarda bulabileceğini mi söylemek istiyorsun?"
"Evet" diye açıkladı, "bu sistem, olan her şeyin video bandına sahip evrensel bir M.D. gibi düşünülebilir."
"O halde" dedim, "herhangi bir şeyi öğrenmek için kimsenin o konudaki yorumuna bağımlı değilsin. Lao-Tzu, Buda ya da İsa, neler söylediler ya da söylemediler diye tartışmak yerine, sadece evrensel akaşik kayıtları araştırıp, yaşamlarındaki her olayı gözünle görüp, kulağınla duyabilirsin."
Carol başıyla evetledi ve "Kesinlikle öyle" dedi. "Tarihteki bütün büyük filozofları bu yolla izledik."
"Tanrım, kulağa büyüleyici geliyor! Bunun nasıl yapıldığını bana gösterebilir misin Carol? Bugün olabilir mi?" diye sordum, bu akıl almaz yeni kaynakla bağlantı kurmaya can atıyordum.
"Bu sana bağlı Jon" dedi, "ama seni uyarmalıyım, her ne kadar akaşik kayıtları kullanmak eğitim yöntemi olarak çok

207
M.S.2150
önemliyse de, bilinç düzeyini yükseltmek açısından o kadar yararlı değil. Makro farkındalığa ancak, bütün zamanların büyük filozoflarını beslemiş olan tüm bilgeliğin ve sevginin kaynağıyla, makrokozmosla -ya da başka bir anlatımla evrensel zihinle- bağlantı kurma ve bu bağlantıdan öğrenilenleri günlük yaşama uygulama yoluyla ulaşılabilir."
Girişmeye can attığım bu yeni, olağanüstü deneyimin, üçüncü bilinç düzeyine erişme çabalarımı kolaylaştıracak etkisi olmadığını duymak beni düş kırıklığına uğrattı. İstemeye istemeye de olsa çok daha önemli olan gerçek hedefime ulaşıncaya dek, kısıtlı zamanımı bu yeni beceriyi öğrenmek için har-camamaya karar verdim.
Carol içimdeki çatışmayı hissetti ve telepatik yolla, kararımı akıllıca bulduğunu söyledi; sonra da kahvaltı için Alfa'da-ki diğer arkadaşlarımıza katılmadan önce birlikte canlandırıcı bir banyo yapmayı önerdi.
Kahvaltıdan sonra Carol, kendisi Merkez'deki M.D. aygı-tıyla çalışacağı için bana da odamızdakini kullanmayı önerdi, ama ben ona Merkez'e kadar bir yürüyüş yapıp, bu kirletilmemiş dünyanın berrak mavi göğünün altındaki o güzelim gölün, ağaçların ve çiçeklerin keyfini çıkarmayı yeğlediğimi söyledim.
"Sizin kirletilmiş dünyanızla ilgili kayıtları okuyabilir, tüm bu gaddarlığı gösteren video bantları izleyebilirim" dedi, "ama ancak o dönemdeki geçmiş yaşamımı hatırladığımda, bizim şu andaki dünyamızın güzelliğini gerçekten takdir edebiliyorum."
"Hey bu doğru!" diye hatırladım. "Sen bundan önce en son 20. yüzyılda yaşamıştın, değil mi? 1990'larda da öldüğünü söylemiştin."
"Evet" diye yanıtladı, "1970'lerde öğrenciydim, gezegenimizin böyle kıyasıya kirletilmesine karşı çıkmak için her fırsatı değerlendirdim. Yaygın protestolara karşın, çıkar çevreleri bildiklerini okudular ve kirliliği 80'lerde o dereceye vardırdılar

208
On Beş Metre Sıçramak
ki 70'lerin çevre kirliliği yanında hafif kaldı."
"Ondan sonra da durum giderek kötüleşmiş" dedim, "ve bunu düzeltmek için de hiçbir şey yapılmamış."
"Oh, ufak tefek pek çok şey yapıldı" diye yanıtladı, "ama artık yarım yamalak önlemlerle soruna çözüm bulmak için çok geç kalınmıştı. Dünya çapında bir işbirliği sağlayacak, dünya çapında bir hükümet gerekiyordu ve mikro yaşam felsefesine sahip mikro adamın bunu gerçekleştirmesi mümkün değildi. Birleşik bir dünya hükümeti, sağlık, güvenlik ve refah açısından tüm insanlara eşit ilgi göstermeyi içeren bir Makro bakış açısı gerektirir. Mikro adam bu hedefe erişmek için gerekli olan özveriyi göstermeye istekli değildi."
"Sanırım" dedim, "mikro adamın acılar içindeki sefil ölümüne üzülürken mikro açıdan bakmış oluyorum, oysa kendi bencil mikro tutumunun sonuçlarını öğrenmesi için bunun tek yol olduğunu biliyorum, ama yine de kendimi bu acıklı ölümlerden sorumlu hissediyorum."
Carol "Mikro adam Makro adamın doğabilmesi için yok olmak zorundaydı" diye karşılık verdi. "Ölüm sadece, ruhun tekâmülü ve Makro birikimin etkisi göz önüne alınmadığında kötü bir olaydır."
Konuşurken Gama binasından çıkmış, göl boyunca Merkez'e doğru yürüyorduk, birden durdum ve parmağımla gölün üstündeki bir karaltıyı gösterdim.
"Baksana Carol!" dedim şaşkınlıkla, "gerçekten gölün üstünde yürüyen biri mi var?"
"Evet" diye yanıtladı, "herhalde sekizinci veya dokuzuncu bilinç düzeyinde olan biri havada kalma (levitasyon) çalışması yapıyor."
"Neden onuncu bilinç düzeyinde olan biri değil?" diye sordum.
"Çünkü" diye yanıtladı Carol, "onların çalışma yapmalarına gerek yok."

209
M.S.2150
Karaltı, havada kalışını iyice gözleyemeyeceğim kadar uza-ğımdaydı, çok geçmeden de suya dalarak gözden kayboldu.
"Her kimse, sanırım yoruldu" diye fikir yürüttüm, "şimdi de biraz yüzmek zorunda!"
"Belki" diye yanıtladı Carol, "ama belki canı biraz da yüzmek istemiş olabilir. Neden biz de biraz çalışmıyoruz? Böylece sen de havada durmayı öğrenebilirsin."
Carol bunları söyler söylemez havaya sıçradı ve yumuşak bir biçimde yere inmeden önce on saniye kadar, topraktan seksen beş santim yükseklikte yüzer gibi kaldı.
"Bu kadar ilerlemiş olduğunu bilmiyordum" dedim. "Ne tür bir düşünce ürettin?"
"Sadece" diye karşılık verdi, "gözümde kendimi havada yüzerken canlandırdım."
"Hmtn!" diye mırıldandım. "Sanırım, en azından deneyebilirim." Denedim, ama hemen yere indim.
Carol şaşkınlığımı görüp "Makro Bağlantı'nı -her şeyle mak-rokozmik birlik içinde olduğun o hali- zihninde canlandırıp titreşimlerini yükseltmeyi unuttun" dedi.
Haz dolu bir dinginlik ve büyük bir hafiflik hissedene dek Carol'un önerisini uyguladım. Sonra kendimi yerden bir buçuk metre kadar yükselmiş düşledim ve kolayca bu yüksekliğe ulaştım. Üstüme yorgunluk çökmeden önce beş saniye kadar o yükseklikte kaldım, sonra yumuşak bir biçimde aşağı inmeye başladım, ama toprağa yarım metre kala PK gücüm tükendi ve güm diye düştüm.
Bu inanılmaz başarım yüzünden heyecan içinde kalmıştım; yani kendimi, Jon Lake'i havada dururken düşünmek bile... Vauv!
Hemen aşağı inmek koşuluyla, yerden sekiz-dokuz metre, hatta daha da yükseğe çıkmış bir görüntümü de kolaylıkla zihnimde oluşturabileceğime karar verdim. Ama ilk gösterdiğim

210
On Beş Metre Sıçramak
çaba beni yorgun düşürmüştü, bu yüzden bir sonraki denemeyi iyice dinlenene dek ertelemeyi uygun buldum.
"Eğer istersem, 1976'da yeni bir dünya yüksek atlama rekoru kırabileceğimden hiç kuşkum yok" dedim. "Aman Tanrım, Olimpiyat oyunlarına bile katılabilirim!"
Carol "Bu yeni bir dünya sırıkla atlama rekoru da olabilir" diye yanıtladı, "üstelik sırık kullanmana da gerek kalmaz! Ama mikro adam olağandışı şeyler yapan birinden ürker, bu yüzden dikkatli olmanı öneririm."
"Evet" dedim, "mikro adam korktu mu, sakınmak gerek. Doğrusu garip bir yaratık diye, ya da ulusal savunma aracı olarak kilit altında tutulmak istemezdim."
Carol başıyla onayladı. "Mikro adam, yanında aşağılık duygusuna kapıldığı birinden nefret etme eğilimi içindedir. İşte bu nedenle Makro güçleri yeterince gelişmemiş olanlarımızın Mikro Adası'nı ziyaret etmeleri tehlikeli oluyor."
"Mikro Adası'ndan söz etmişken" dedim, "sen, ikimizin toplam Makro gücünün bizi korumaya yeteceği kanısına varır varmaz oraya gitmek istiyorum."
"Tamam" diye yanıtladı Carol, bu arada Danışma Merkezi'ndeki odamın önüne gelmiştik. "Hazır olduğumuzu düşündüğümde sana haber veririm."
Sonra sevgiyle elimi sıkarak "Öğle yemeğinde görüşürüz" dedi, ardından da uzun koridor boyunca yürüyüp gitti.
Danışma Merkezi'ndeki göle bakan o çok sevdiğim odamda koltuğuma oturur oturmaz M.D.'ye, Makro güçlerin mikro adama yardıma yönelik nasıl kullanılabileceği konusunda sorular sormaya başladım. M.D. bana mikro adam istemedikçe ve hazır olmadıkça ona kimsenin yardım edemeyeceğini defalarca anlatmaya çalıştı. Bunun yeterli istek ve inanca sahip olmakla aynı şey olduğunu söyledi.
Özellikle Neda'ya nasıl yardım edebileceğimi sorduğumda, PK'nın bedendeki yedi salgı merkezini etkilemek için kul-

211
M.S.2150
lanılabileceğini ve böylece fiziksel görünümde değişiklikler yapılabileceğini öğrendim.
Sabahın geri kalan saatlerini salgı sisteminin diyagramlarını inceleyerek ve Neda'nın fiziksel görünümünü çok çekici bir hale getirmek için PK'yı nasıl kullanabileceğimi elimden geldiğince öğrenerek geçirdim. Başlangıçta bütün bunlar insanı bunaltacak kadar karmaşık ve anlaşılmaz görünüyordu ama M.D. sonu gelmez bir sabırla bilgi sunan, gelmiş geçmiş en büyük kaynaktı. Öğleye doğru Neda'nın görünümünü düzeltmeye yönelik olanaklar konusunda umutlanmıştım.
Carol bana katılınca, önce biraz suyla beslenme tabletlerimizi yuttuk, sonra eğlence alanlarına doğru yola çıktık. Yol boyunca yine çakıl taşlarıyla PK çalışması yaptık ve ben Ca-rol'a 1976'daki Neda ile ilgili umutlarımdan söz ettim. Carol da bu konuda yapacaklarımın Makro güçlerimi geliştirmek açısından benim için iyi bir uygulama olacağını söyledi.
Bu arada tam bir sonraki adımı atacakken, ayağım havada kaldı. Önümde yaklaşık 170 santim uzunluğunda, güneş banyosu yapan bir yılan vardı. Belli ki Carol yılanı görmemişti, çünkü üstüne doğru yürüyordu. Kolunu yakaladım ve Carol'u kendime çektim.
Şaşırarak bana baktı, sonra bütün bunların benim için ne kadar yeni olduğunu hatırlayıp, "Tamam Jon" diyerek içimi rahatlatmaya çalıştı, "korkmuyorum; korkmadığını için de yılan bana zarar vermez."
Sonra elimi tuttu ve ben -az çok ikircikli- Carol'un beni yılana biraz daha yaklaştırmasına izin verdim, öyle ki yılanın kuyruğundaki çıngırağı açık seçik görebildim. Hemen durdum ve "Belki çıngıraklı bir yılan sana zarar vermez Carol, çünkü sen korkmuyorsun, ama ben -kahretsin- korkuyorum!" dedim.
"O halde burada dur" diye önerdi Carol, "sana bir şey göstereceğim."
Bana göre öldürücü bir çıngıraklı yılan olan nesneye doğ-

212
On Beş Metre Sıçramak
ru yürüdü, üzerine eğildi, ellerini altından geçirerek onu yumuşak bir biçimde kollarına aldı ve bana doğru yürümeye başladı. Ağzım kurumuştu, bedenimdeki her gözenekten ter fışkırıyor gibiydi, kalbim sistemimin dayanma gücünün üzerinde salgılanan adrenalinin etkisiyle gümbür gümbür atıyordu. Yılandan oldum olası korkardım ve Carol'un kollarındaki de benim için ayrıcalıklı değildi. Sonra ilk kez o uğursuz çıngırağın sesini duydum, yılanın başını çarpıcı biçimde geriye çektiğini de gördüm, gözleri ölümle tehdit edercesine üzerime dikilmişti.
Kendimi geriye atarak "Lütfen Carol" diye kekeledim, "daha fazla yaklaşma!"
Carol durdu ve kollarında çok kızgın görünen yılana yatıştırıcı sözler söylemeye başladı. Bir iki saniye geçti geçmedi, o çılgın çıngırak sesi şaşılacak biçimde kesildi ve yılanın sımsıkı kıvrılmış bedeninin gevşemeye başladığını gördüm. Önümde gerçekleşen bu mucizevi olayı izlerken, Carol'a, yılanı eline aldığı ilk andan beri -hatta bu öldürücü sürüngen kızgınken bile -zarar gelmeyeceğine inanmış olduğumu fark ettim. Sadece kendim için korkmuştum. Utanç ve sıkıntı içinde kaldım.
"Korktuğun için seni kınamıyorum" dedi Carol. "Belli ki, geçmiş yaşamlarında yılanlar yüzünden büyük acı çektin, belki de öldün. Sonra bunun yarattığı korku öyle güçlendi ki, hep içinde kaldı."
"Buna inanabilirim" diye yanıtladım, "çünkü kendimi bildim bileli yılanlardan hep korkarım. Besbelli bu yılan korkumu sezdi ve tepki gösterdi."
Carol "Doğru Jon" diye onayladı. "Hiçbir hayvan Makro sevgi gösteren bir insana saldırmaz."
"Kabul" diye itiraf ettim, "Makro adam korkmaz, ama belli ki ben bu konuda pek Makro değilim. Yapabileceğim bir şey var mı?"
"Elbette" diye yanıtladı Carol, "Makro Bağlantı deneyimin olduğuna göre, yapman gereken tek iş tüm korkularından kur

213
M.S.2150
tulana dek her şeyle bir olduğun o hali zihninde yeniden canlandırmak. Kendi kendinden de korkamazsın ya!"
Yanıtı kuşkularımı gidermemişti, ama sonuçta Carol'un telepatik yardımıyla Makro Bağlantı deneyimimi zihnime geri getirmeyi başardım. Kurduğumuz bu çok güçlü telepatik bağı Makro Bağlantı anılarımın canlanmasını sağlayana dek sürdürdük; ancak, yaklaşık kırk beş dakika sonra yılana yaklaşabilir hale geldim, ona dokunabildim, hatta yılanı elime bile alabildim. Beni bu kadar güç duruma sokan elbette sadece kendi kuşkularım olmuştu.
Yılanı güneşlendiği yere geri bıraktık ve yürüyüşümüzü sürdürdük. Carol'a yılanlardan kaynaklanan korkum hakkında ne düşündüğünü sordum, acaba bu korkuyu yenmiş olabilir miydim? Carol güldü ve bunun o kadar kolay olmayacağını söyledi, ama bu korkuyla böylesine başarılı bir biçimde yüz yüze geldikten sonra, önemli ölçüde azalmış olmalıydı. Biraz evvel yaptığımız çalışmayı yinelersek, bu sorunumdan kısa sürede tamamen kurtulabilirdim. Canlı bir zehirli yılanı korkmadan elimde tutabileceğim düşüncesini o güne kadar aklımın köşesinden bile geçirmemiş olduğumu itiraf etmeliydim. Sonra Carol'a diğer vahşi hayvanların durumunu sordum.
Gezegenin kirlenmesine ve nüfus patlamasına bağlı olarak pek çok hayvan türünün yok olduğunu söyledi. Yine de, Makro toplum kurulunca mümkün olduğunca çok tür koruma altına alınmıştı. Böylece insan hayvana ve onun beslenme zincirine kıyasıya zarar vermekten en sonunda vazgeçtiği için, neredeyse soyu tükenmiş hayvanlardan büyük bir kısmının yaşama dönmesi mümkün olmuştu. Leopar, kaplan ve aslan gibi büyük kedi türlerinin varlıklarını sürdürdüklerini duymak hoşuma gitti.
"Ama sayıları çok artarsa ne yapacaksınız?" diye sordum.
"Oh" dedi, "biz gezegenimizin tüm ekolojik dengesini denetim altında tutuyoruz, ama öldürerek değil, sadece doğada
214
On Beş Metre Sıçramak
zaten var olan bu dengeyi koruyarak... böylece hiçbir tür gereğinden fazla yavrularnıyor."
"Nüfus patlamasından söz etmişken" dedim, "Danışma Merkezi'ne ya da eğlence alanlarına giderken pek kimseyi görmüyorum ve buna gerçekten şaşıyorum. Neden?"
Carol "Toplu halde olmaya gerek duymuyoruz" diye yanıtladı, "çünkü yalnız olmaktan korkmuyoruz. Aslında telepatik gücümüz olduğuna göre hiçbir zaman yalnız kalmayız, ama hiç kimsenin de izni olmadan zihinsel ve fiziksel dokunulmazlığını zedelemeyiz. Ayrıca sen Deltamız'm büyük bir bölümünü henüz görmedin, sadece Gama öğrenci alanını biliyorsun."
"Bu doğru" diye kabul ettim, "gerçi ilk geldiğimde bahçeleriniz ve korularınız arasında biraz dolaşmıştım, ama gördüğüm tek insan Lea oldu."
Carol "Unutma" diye hatırlattı, "her Delta'nm, büyük bölümü ağaçlı parklara ayrılmış 100 mil karelik bir yaşam alanı var. Makro davranış biçimine sahip olan on bin kişi burada kalabalık bir ortam yaratmaksızın rahatça yaşayabilir."
"Bir gün" dedim, "gölün çevresi boyunca yürümeli ve diğer Gama binalarını görmeliyim."
"Neden bunu şimdi yapmıyoruz?" diye sordu Carol.
"İyi de" diye yanıtladım, "eğer doğru hatırlıyorsam, göl beş mil uzunluğunda ve iki mil genişliğinde; bulunduğumuz yerden bakılırsa oldukça uzun bir yol -on beş milden fazla... oysa bugün ben Neal ve Jean'la buluşmak istiyordum."
Carol "Makro Bağlantı'dan kaynaklanan enerjiyi kullanıp yolun büyük bölümünü koşarak alırsak, her ikisini de yapabiliriz" dedi.
"Yani" diye sordum, "kendimizi her yorgun hissedişimizde son Makro Bağlantımız'ı zihnimizde canlandırıp enerjimizi tazeleyeceğiz, böylece yorgunluğumuz da giderilmiş olacak, öyle mi?"
"Bir bakıma" diye yanıtlardı. "Gerçekte yapacağımız şey
215
M.S.2150
Makro Bağlantı anımızı sürekli olarak canlı tutmak, böylece biraz PK kullanarak kendimizi hafiflemiş hissedebilecek ve çok hızlı koşabileceğiz. Bedenin sadece birkaç kilo ağırlığında olduğunu düşün, sonra da yerçekiminin çok az, örneğin bilinen gücünün onda biri kadar olduğunu..."
Önce bütün bunlar bana çok karmaşık geldi ve Carol'un söylediklerinin mümkün olabileceğine inanmakta büyük güçlük çektim. Pek gülünç görünen bir çıkış yaptım, ama koşmaya başladıktan sonra, aramızdaki telepatik bağın yardımıyla Carol'un zihnini kullanma biçimini anlamaya başladım. Aynı telepatik bağ sonuçta yılanla ilgili korkunun üstesinden gelmemi mümkün kılmıştı, şimdi de -Lea'nın 2150'ye ilk geldiğimde koştuğu gibi- koşmayı öğrenmemi sağladı.
Koşmaktan her zaman hoşlanmış birine göre, böyle muazzam adımlarla havada uçuyormuşçasma, arada sevinçten en az on beş metre sıçrayarak koşmak, bedenin kendini en mükemmel ifade ediş biçimiydi. Diğer Gama binaları gibi ilgimizi çeken yerlerin önünden geçerken adımlarımızı yavaşlatıyorduk. Buralarda eskiye oranla daha çok insan görüyordum.
Yolumuzu Gama binalarını dolanarak sürdürüyorduk.
Önce, Makro toplumun güzel insanlarının güneşin altında çırılçıplak oyunlar oynayıp yüzdükleri o canım plaja hayran olarak, göl kıyısı boyunca koştuk. Bizi telepatik olarak selâmladılar ve bana "2150'ye hoş geldin" dediler. Sonra Gama binalarının arkasındaki parklardaki fundalıkları ve çiçek bahçelerini geçerek, bakımı bütün Gamalarca ortaklaşa üstlenilen geniş sebze bahçelerine ulaştık.
Burada yaşayanlarla kıyaslanırsa yine de fazla insan görmemiştik. Biner kişi barındırdığını bildiğim geniş Gama binalarının önünden geçerken bile çevrede bir avuç insanla karşılaşmıştık. Ancak, ikişer Gama tarafından paylaşılıyor görünen büyük eğlence alanlarına geldiğimizde gördüğümüz insan sayısı artmıştı, ama onlar bile kalabalık oluşturmuyorlardı, ko-

216
On Beş Metre Sıçramak
caman alanlarda taş çatlasa yüzer kişi vardı. Makro adamın, zamanında aşırı insan yoğunluğundan patlayacak hale gelmiş bir gezegende bugün dengeli bir nüfus dağılımını gerçekleştirmiş olması beni mutlu etti. Ama bu dengeye karşın yine de mik-ro adamın "her aileye ayrı bir ev" isteğinden tamamen vazgeçilmişti.
Gölün ucundaki yönetim binasına geldiğimizde, en azından altı mil koşmuş olduğumuzu kavradım, ancak kendimi hiç de yorgun hissetmiyordum, tersine her zamankinden daha canlıydım.
Bu binayı çevreleyen dizi dizi yüksek ağaçlara hayranlıkla baktım. Sonra ana kapıdan, 2150'de karşılaştığım en ufak tefek adamın çıktığını gördüm. Boyu 1.70 metreden uzun değildi, ona yaklaştığımızda yüzünde yaşlılığın belirtilerini fark ettim. Rana 45 yaşında görünüyordu, ama bu adam en azından 55'inde vardı. Önünde durduğumuzda, Carol sol elini tuttu ve adamı sevgiyle selâmladı.
Sonra adam da beni aynı geleneksel biçimde selâmladı ve "Delta 927'ye hoş geldin" dedi. "Adım Hugo, sizin Deltarınızım."
Onu hemen sevdim, Delta'nın böylesine sıcak ama aynı anda da güçlü bir adamı önder olarak seçmiş olmasına hiç şaşmamıştım. "Teşekkür ederim" dedim. "Burada olmaktan ne kadar mutluluk duyduğumu anlatamam."
Carol, Delta gölünün çevresindeki gezimizden söz etti, sonra Hugo yaşıyla ilgili dile getirmediğim sorumu yanıtladı.
"197 yılımı doldurdum" diye açıkladı. "1953 yılında Brezilya'da doğmuştum. Haklısın, daha genç görünebilirdim, ama ben insanların yaşlandıkları bir devirde büyüdüm, ayrıca yakında tekâmül-aşacağım için bedenimin de yaşlanmasına izin veriyorum."
"Ölmeyi tasarladığınızı mı söylemek istiyorsunuz?" diye sordum şaşkınlıkla. M.D.'nin bana bir ara bu konuda vermiş olduğu bilgiyi hatırlamıştım. Makro toplumun üyeleri o yaşam-

217
M.S. 2150
larında öğrenebilecekleri her şeyi öğrendiklerine karar verdiklerinde, astral ve fiziksel bedenleri arasındaki bağı koparıyorlar, böylece fiziksel beden ölürken, ruh m-M süreci boyunca bir üst düzeye çıkmakta özgür kalıyordu. Bu işleme tekâmül-aşma diyorlardı.
Kendini öldürme geçmişten kaçma anlamına gelirken, tekâmül-aşma -tekâmül etme ve aşama yapma sözcüklerinin 2150'ye özgü kısaltması- geleceği kucaklamayı ifade ediyordu.
"Evet, bir başka boyutta ikiz ruhlarımla buluşmak istiyorum" diye yanıtladı Hugo. "Ayrıca, bu yaşam süremde yapabileceğim her şeyi yerine getirdim, artık ayrılma zamanı geldi."
Kararsız ifademe güldü, sonra "Endişelenmene gerek yok Jon" diye sözlerini sürdürdü. "Hemen tekâmül-aşmayı düşünmüyorum. Aslında, benden sonraki önder seçilene kadar birkaç ay geçer, sonra da elbette yeni Deltar görevi üstlenmeye hazır olana dek buradan ayrılamam."
Onu bu yaşamda tekrar görmeyi umut ettiğimi söyledim. Sonra Carol'la ben koşumuza devam ettik.
Gölün öbür yakasında yüzen ve kumsalda eğlenen daha çok sayıda insan gördük. Carol öğleden sonranın bu saatlerinin dışarıda geçirilecek en güzel zaman olduğunu söyledi. Sonra Neal ve Jean ile buluşmak üzere hızımı artırmak isteyip istemediğimi sordu.
"Daha ne kadar hızlanabiliriz?" diye karşılık verdim.
"Çok daha fazla" diye yanıtladı. "Sadece hafif ve hızlı olduğunu düşün."
Öyle yaptık ve göl kıyısından ayrılarak Gama binalarının arkasındaki pek az insanın bulunduğu parklara yöneldik. Çok geçmeden koşumuz bir tür alçaktan uçuşa dönüştü. Ne kadar hızla yol aldığımızı bilmiyordum, ama inanılmayacak kadar kısa bir süre içinde gölün tüm çevresini dolaşmış ve üçüncü öğrenim basamağının eğlence alanına varmıştık. Koşuya başladığımızdan bu yana bir saatten az zaman geçmişti ve ben şimdi

218
On Beş Metre Sıçramak
biraz yorgunluk hissetmeye başlamıştım, ama bundan hiç rahatsızlık duymuyordum. Hatta birkaç dakika Neal ve Jean'in futbol oyunlarını bitirmelerini bekledikten sonra onlarla tenis oynamaya başladık. Bu kez birinci sette PK kullanmamayı kararlaştırmıştık.
PK kullanmadığımız bu seti Jean ve ben kazandık, ama ancak ucu ucuna. Daha sonraki PK kullandığımız iki seti kaybettiğimiz halde, aramızdaki fark bir önceki güne kıyasla daha az olduğu için sevindim. Umduğumdan çok daha çabuk ilerliyordum.
Tenisten sonra yine havuza girdik ve takım halinde oynanan, üç boyutlu satranca benzer, insanı hayran bırakan ama çok karmaşık bir oyun oynadık. Ben deneyimsiz olduğum için çocuklara karşı Carol'la birlik olduk, yedi yaşındaki bu küçüklerin olağanüstü zekâları beni bir kez daha şaşırtmıştı. Üç oyunda bizi açıkça yendiler, ama hiç olmazsa sonuncu oyunda içinden çıkılması oldukça güç ayrıntıların bir kısmını kavradım ve böylece az kaldı yeniyorduk.
Bu arada Makro dansa katılmak üzere Gama'ya ve kendi Alfalarımıza dönme vakti gelmişti. Yine koşmaya başladık, ama şimdi Jean benim yanımda, Neal ise hemen Carol'un önünde, hep birlikte koşuyorduk. Hiç böyle hızlı koşan çocuklar görmemiştim. Kuşkusuz, 7 yaşındaki bu küçükler benim 20. yüzyılımın tüm atletizm rekorlarını kolayca kırabilirlerdi. Gama binasının girişinde birbirimize "hoşça kaim" diye el salladık ve hepimiz kendi Alfa'larımıza yöneldik, bu arada telepatik olarak da birbirimize ertesi gün birlikte neler yapacağımızı hatırlatıyorduk.
Alfa'ya dönünce kendimi ikinci kez Makro dans denen bu bale, folk dansı ve jimnastik karışımı hoş ve canlı hareketlerin içinde buldum. M.D. bize eşlik eden heyecan verici müziği, odanın her yanından geliyormuş hissini uyandıracak biçimde düzenlenmiş bir hoparlör sistemi ile yayıyordu. Telepati konu-

219
M.S.2150
sundaki becerim arttığı için, odadakilerin şimşek gibi gelip gitmelerine ve insanın başını döndürecek hızdaki diğer hareketlerine şimdi daha iyi ayak uydurabiliyordum. Joyce'u omuzlarımda bulmak veya Alan'm beni havaya fırlatması ya da düzenli biçimde birbirimizin üstünden ve altından takla atarak geçmek beni artık şaşırtmıyordu. Aramızdaki telepatik bağlantıyı kullanarak ne yapılacağını önceden biliyor ve kendimi az çok o hareketi karşılamaya hazırlıyordum, oysa başlangıçta böyle dönüşlerin insan bedenini aşan hareketler olduğunu düşünmüştüm.
İlk Makro dans deneyimim beni şaşkınlık içinde bırakmıştı, kendi gözlerimle gördüklerime inanamamıştım, oysa şimdi Makro güçlerin -heyecan ve şaşkınlık uyandırsalar da mucize olmadıklarını kabul edebilir durumdaydım. Yine de gün boyu PK kullanmak bana ağır gelmişti, bu yüzden on beş dakika sonra kendimi çok yorgun hissettim ve yorgunluğuma anlayış gösteren Alfam'a dansı erken bitirdikleri için minnet duydum.
Kısa süre sonra Betamız'm havuzunda rahatça yüzüyor, büyük bir hoşnutlukla Betam'in geri kalan 99 üyesinin suyun içindeki canlı hareketlerini seyretmekle yetiniyordum. İnsan ırkının yetiştirdiği en büyük atletleri izlemekte olduğumdan en ufak bir kuşkum yoktu ve yine inanıyordum ki, arkadaşlarım bedensel inceliğin, becerinin ve üstün insana özgü dayanma gücünün doruğuna erişmişlerdi. Birkaç çift kendilerini, birleşmiş bedenlerini kaldıran suyun ritmine bırakmışlar, oyun oynar gibi aşk yapıyorlardı. Suya dalan Carol'un ıslak göğüsleri kalçalarımı dolanarak göğsümü buldu, bacakları bedenimi sardı ve biz hazla birbirimizin olduk. Açıkça ve özgürce ifade edilen aşkın dizginlenmemiş coşkusunu yaşarken, ilk fırsatta Kari ve Cindy'den özür dilemeye karar verdim.
Havuzdan ayrılmadan önce Leo, Betanınız, bir tür su balesi düzenledi. İzlerken insanın soluğu kesiliyordu. Ertesi gün bu oyuna katılmaya yemin ettim.

220
On Beş Metre Sıçramak
Akşam yemeğinden sonra Alfa arkadaşlarımın muhteşem şarkılarını dinledim, Nancy ve Steve'in 20. yüzyılın en büyük opera sanatçılarını kıskandıracak kadar güzel sesleri olduğunu fark ettim. Müzik eşliğinde söylemek için M.D.'ye başvurmaları yeterliydi, çünkü M.D.'de akla gelebilecek her türlü müziğin bandı vardı. Carol, akşam yemeklerinden sonra genelde şarkı söylediklerini anlattı. Benim gelişim nedeniyle yaptığımız uzun sohbetler yüzünden o akşama kadar şarkılarını dinleyememiş-
tim.
Bütün gece bu şarkıları dinleyebilirdim, hatta telepati gücümün yardımıyla bir kısmına katılabileceğimi fark ettim. Ama Alan -bu keyfin bitmesini hiç istemediğim bir anda- danışma saatinin geldiğini, benim de Rana'yı görmeye gitmem gerektiğini söyledi. O akşam Rana'yla buluşacağımız için sevindim, çünkü ondan tüm Makro güçleri kullanıp, üçüncü kez Makro Bağ-lantı'ya ulaşmamı sağlamasını rica edecektim.
Rana niyetimi hemen anladı -ya da belki önceden biliyordu- çünkü 'Makro Bağlantı kurmakta sana nasıl yardımcı olabileceğimi düşünüyorsun?" diye sordu.
"Şey... ben... bilmiyorum" diye karşılık verdim, sorusu beni oldukça şaşırtmıştı. "Ama, ne de olsa sen onuncu bilinç dü-zeyindesin, eğer bana nasıl yardım edileceğini bilen biri varsa
o da sensin."
"Evet" diye yanıtladı Rana, "ama son buluştuğumuzda sana her şeyi istek ve inancın belirlediğini söylemiştim. Bu ikisini sana hiç kimse veremez."
"Tamam" dedim, "ama ben seninle güçlü bir telepatik bağ kurarsam, sen Makro Bağlantı sağlandığında ben de benimkine çok daha kolay ulaşabilir duruma gelebilirim diye düşünmüştüm."
Rana başını salladı. "Bu seninle benim aramda işe yaramaz, çünkü ruhsal tınılarımız birbirinden çok farklı. Ama sen tüm direnmelerinden tamamen arınabilsen, belki Lea'yla bu-

221
M.S. 2150
nu başarabilirsin. Yine istek ve inanç noktasına geliyoruz. Lea' yla telepatik bağlantı içinde olsan da, yeterli istek ve inancın olmadıkça Makro Bağlantı'ya ulaşamazsın. Ayrıca ikiz ruhunun Makro Bağlantı kurmasını da engelleyebilirsin. Ve tabii, Lea Makro güçlerini senin uzay-zaman aktarımım sürdürmeye yönelik kullandığı için, şu anda kendisi bile gerçek anlamda Makro Bağlantı kuramıyor olabilir."
Rana düşüncelerimi algılayarak, "Hayır Jon" dedi, "bunun kolay bir yolu yok, en azından benim bildiğim kadarıyla yok. Ben de, kendi kişisel gelişmemin ya da gelişmememin sorumluluğunu yüklenmek yerine, kolay yolları arayarak pek çok yaşam süresi geçirdim."
Rana'yla görüşmemizin bundan sonraki bölümünde neler konuşulduğunu pek hatırlamıyorum. Biraz utanmış, ama daha çok düş kırıklığına uğramıştım.
Akşamın geç saatlerinde yatmaya hazırlanırken, Rana bana istediğim biçimde yardım edemeyeceğini söylediğinden beri bunalım içinde olduğumu fark ettim. Carol elbette bu halimi algıladı ve bütün bunalımların bastırılmış isteklerden kaynaklandığı konusunda bir şeyler söyledi.
Onu pek dinleyemedim, çünkü aklım yine üç ay içinde üçüncü bilinç düzeyine erişmek gibi olanak dışı görünen bu işin altından nasıl kalkacağım konusuna takılıp kalmıştı.
Makro Bağlantı'ya ulaşmakta bir kez daha başarısız oldum, bu durum beni öyle düş yıkımına uğrattı ki, Makro Uyum bile sağlayamadım.
Başarısızlıklarımı ve önümde duran görevi düşünerek uzun süre uyanık yattım.

222
BOLUM 13
Kayıp
Neredeyse iki aydır bu günlüğe hiçbir şey yazmamıştım. Daha önceki tüm yıllarım boyunca elde ettiğim başarılardan ve uğradığım başarısızlıklardan çok daha fazlasını bu iki ay içinde yaşadım. Çok dolu olduğum için yazmaya vakit bulamadığımı söyleyebilirdim, ama bu kısmen doğru olurdu. Gerçek şu ki, başarısızlıklarımı yazmak istemedim, sadece başarılarımı anlatmak istedim; oysa vicdanım birine değinmeden diğerinden söz etmemi engelliyordu. Sonunda yine vicdanım beni bugüne kadar olanları yazmaya zorladı. Ayrıca üçüncü bilinç düzeyine erişmek için bana verilen sürenin bitimine bir ay kala geçmiş iki ayı yeniden gözden geçirmek yararlı olabilir.
Herkesinki gibi benim sorunlarım da, bütün başarısızlıkların başarıya, bütün başarıların da başarısızlığa giden yollar olduğu Makro gerçeğini kabule yanaşmamaktan kaynaklanıyordu. Bu ikincisi henüz görmediğimiz bir ders olduğu için, başarısızlığa dönüşen başarıyı anlatmakla söze başlayacağım. Neda'ya gösterdiğim ilgi ve onu sevgi görmesini engelleyen çirkinliğinden kurtarıp, en azından biraz hoşa gidecek kadar çekici hale getirme isteğim böyle bir sonuç verdi.
Kari, rica ettiğim gibi, Neda'ya kız arkadaşlarından birinin yardımıyla birkaç yeni giysi aldı, ayrıca ona araştırma notlarımızı vererek vaktini daktilo işi ile değerlendirmesini sağladı. Bu arada ben de telepati ve PK güçlerimi kullanarak Neda'

223
M.S.2150
yi etkilemeye çalışıyordum.
Mutluluğunu ve geleceğe yönelik umudunu canlı tutmak için zihnini olumlu ve onu benimseyen düşüncelerle bombardıman etmeyi sürdürdüm. Öyle ki, 1976'da neredeyse uyanık olduğum her saati onun zihnine odaklanarak geçirdim. Sadece olumlu, güç verici düşünceler göndermekle kalmıyor, aynı zamanda neleri yemesi ya da hangi jimnastik hareketlerini uygulaması gerektiği konusunda öneriler yolluyordum. Fiziksel görünümünü mümkün olduğunca kısa süre içinde düzeltmeye kararlıydım ve her türlü şifayı vermekte kullanılan PK'nın bu konuda tek başına yeterli olamayacağını da biliyordum.
Yine de dikkatle bedenin salgı bezleri ve sinir sistemi merkezlerine uygulandığında, PK'nın ne kadar çok iş yapabildiğini sevinerek ve şaşarak gördüm. Ayrıca 2150'de günün bir bölümünü M.D.'den, duygu ve düşüncelere dayalı bazı şifa ve gelişme yöntemlerini öğrenerek geçiriyordum. Makro toplumun araştırmaları sonucu bulunmuş bu yöntemler insana mucize gibi geliyordu.
Düşünce ve duyguların fiziksel bedenimize ve bu bedendeki bütün değişimlere biçim verdiğini öğrendim. M.D. bu işlemi, hücresel yanıt diye adlandırılan bir tür otomatik tepki olarak tanımladı. Varlığımızın her hücresi düşünce ve duygularımızdan aldığı komutu sadakatle yerine getiriyordu.
M.D.'nin ve bu yeni bilginin yardımıyla, giderek gelişen PK gücümü, zihnimi ve duygularımı Neda'nm fiziksel yapısını değiştirmek ve içinde sevinç dolu hücresel yanıtlar uyandırmak amacıyla kullanmaya başladım. PK dış güzellik sağlarken, bu yöntem de içsel bir güzellik yaratıyordu.
Sağladığım gelişme başlangıçta oldukça yavaştı, öyle ki cesaretimi yitiriyor ve üç ayın Neda'nm yüzünde önemli değişiklikler yaratmaya yetip yetmeyeceği konusunda kuşkuya kapılıyordum. Ama sonra, dördüncü haftanın sonuna doğru, duru-görü yeteneğimi sadece aurasını değil, aynı zamanda bedenin-

224
Kayıp
deki yedi salgı merkezini ve her sinir ağını görebilecek kadar geliştirdim. Şimdi PK gücümü nereye yönelteceğimi ve çabalarımın o andaki sonucunu açıkça görüyordum. Bundan sonra sağladığım gelişme öyle hızlandı ki, Kari ortalıkla başını sallaya sallaya homurdanarak dolaşmaya başladı. Beşinci haftanın sonunda Neda'nm fiziksel değişimini tamamlamıştım.
Boyu 1.62 metreydi, şimdi 1.67 metre olmuştu. 48 kilo ağırlığındaydı, şimdi 63 kilo ağırlığında heyecan uyandıran biçimli bir kadın bedenine sahipti. Onu değiştirirken Lea'mn, Ca-rol'un ve Alfamdaki Diane'nin bir bileşimini düşünmüştüm. Onlardaki mükemmelliğe erişemesem bile, yine de en iyimser umutlarımın üstüne çıkmayı başarmıştım. Kari için de bu kadarı fazlaydı. Birkaç akşam sonra, ben Neda'ya yönelik çalışmalarımı bitirdiğimde, genç kızın dairesine yaptığı giderek uzayan ziyaretlerinden birinden dönen Kari benimle konuşmak istediğini söyledi.
"Artık senin akıl almaz Makro güçlerin ve 2150'deki toplumunla ilgili herhangi bir kuşku beslemiyorum" dedi, "ama Neda'ya ne yaptığının gerçekten farkında mısın?"
"Ne demek istiyorsun?" diye sordum. "Ne yaptığımı biliyorsun. Fiziksel ve psikolojik bir yıkıntı alıp, bunu güzelliğin ve iç barışın zaferine dönüştürdüm."
"Fiziksel güzelliği konusunda" diye yanıtladı Kari, "söyleyecek sözüm yok. Aman Tanrım, o yüzü, burnu ve bedenindeki her şeyi böyle güzelleştirmeyi nasıl becerebildin, hiçbir zaman anlayamayacağım. Ona bakmak insana büyük keyif veriyor. Etkisine kapılmamak için zorlanıyorum." Düşüncelerini algılayarak araya girdim, "Ama psikolojik değişimi seni mutlu etmiyor."
Kari yanıtlamadan önce beni sorgulayan biçimde uzun uzun baktı. "Seni anlamıyorum Jon" dedi. "Onu sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel olarak da yeniden yarattığını fark edemiyor musun? Sadece senin düşünmesini istediğin bi-

225
M.S.2150
çimde düşünüyor ve bu konuda sen ona pek geniş bir alan bırakmıyorsun. Örneğin, gelecekle ilgili kuşku ya da endişe duyma hakkını elinden alıyorsun."
"Bir dakika Kari" diye kestim, "ona geleceğinden güven duymayı aşılamanın neresi yanlış?"
"Lanet olsun!" diye patladı. "O bir kukla değil, ama sen kendini onun kuklacısı olarak görüyor gibisin. Oysa onun kendi gücünü kendi hatalarını yaparak oluşturmaya hakkı var.
Kendi huzurunu korumak için çocuğunun hata yapmasına fırsat vermeyen aşırı baskıcı ana-babalar gibisin. Peki, böyle davranmak nasıl sonuç veriyor? Benim kadar iyi biliyorsun ki, bu mikro dünyanın sorunlarıyla başa çıkmayı öğrenmesine izin verilmeyen çocuk ailesine öfkeyle bağımlı kalıyor; böylece kendine olan saygısını tümüyle yitiriyor. Tanrı aşkma Jon! Bu kadar ay araştırmalarımız üzerinde çalıştıktan sonra, kimse bunu bizden iyi bilemez!
Onu aşağılık, iğrenç, mutsuzluk veren aile ilişkilerinden kurtarıp, senin aileyi oynadığın başka bir ilişki içine hapsettin."
Karl'ın sözleri önce beni incitti; bu önemli ve kendi çıkarlarıma yönelik olmayan çalışmamı değerlendiremediği için ona kızdım. Neda'ya bizim daireye gelmesi için telepatik bir komut gönderdim, böylece Karl'ın suçlamalarını çürütmekte bana yardımcı olabilirdi. Geçen süre boyunca Neda'nm zihnini benimkine öyle alıştırmıştım ki, biraz sonra bizimle birlikte olacağından hiç kuşkum yoktu. Neda'yla ilgili sadece tek bir düş kırıklığım olmuştu, o da herhangi bir Makro gücünü harekete geçirememiş olmamdan kaynaklanıyordu. Gerçi benim telepatik önerilerime tepki veriyordu ama, bunların benden geldiğini anlamıyordu; bu yüzden de aramızda gerçek anlamda bir telepatik iletişim kurulamıyordu.
Neda'nm bize katılmasını beklerken, Karl'ın suçlamalarını elimden geldiğince dürüst bir biçimde değerlendirmeye

226
Kayıp
çalıştım. "Belki de" diye düşündüm, "Neda'yı mutsuzluktan korumak isterken biraz aşırı gitmiş olabilirim. "Ama onu kukla yerine koymadığımdan emindim. Bu suçlamayı gereğinden fazla heyecan yüklü ve abartılı buldum. Ayrıca bütün bunları sadece Neda için yapmıştım. Karl'a egoma yönelik olmayan başka Makro etkinliklerimden de söz etmeye karar verdim.
"Kari" dedim, "geçen hafta üniversitenin hastanesine giderek şifa verici PK güçlerimi son dönemlerini yaşayan iki kanser hastasına başarıyla uyguladım. Bu hastalar, benim çabalarımdan habersiz oldukları için, kanserin etkisiyle çürüyerek yavaş yavaş ölmek yerine operatörün bıçağı altında çabucak ölme olasılığından yararlanmayı yeğleyip ameliyat olmuşlardı. Tahmin et bakalım! İkisi de mucizevi bir şekilde iyileşti. Yine de bazı kuşkucu doktorlar, hiç kimse böyle bir kanserden bu kadar kısa sürede tamamen iyileşemeyeceği için, bu hastalarla ilgili daha evvelki muayene sonuçlarının yanlış olduğunu ileri sürüyorlar."
Kari yavaşça başını sallayarak bana yorgun bir ifadeyle gülümsedi. "Beni sadece başkalarına iyilik yaptığına inandırmaya çalışıyorsun" dedi. "Sanırım, Makro güçlerinle iyileştire-meyeceğin hastalık olmadığını düşünüyorsun."
"Haklısın Kari" dedim. "Hastanedeki tüm koğuşları dolaştım ve durumu tehlikeli düzinelerce hastaya şifa verdim. Bir gece önce akciğerinden ve böbreğinden vurulmuş birini bile birkaç dakika içinde iyileştirebildim. Onu bulduğumda ameliyat olmayı bekliyordu, ama ölmek üzereydi. Ayrıca şeker, verem, mafsal iltihabı, zatürree, sara, kalp hastalıkları, çoklu skleroz, frengi, felç, böbrek yetmezliğinin yanı sıra oldukça çok sayıda kırığı neredeyse tamamen iyileştirdim."
"Tamam, tamam" diye Kari araya girdi. "Sana inanıyorum, ama Neda burada, kapının önünde duruyor, sanırım onu içeriye davet etmeliyiz."
Kari Neda'ya doğru yürüdü ve onu buyur etti. Sonra ona

227
M.S.2150
yukarıya geliş nedenini sordu, daktilo etmek üzere başka yazı mı istiyordu?
"Oh, hayır" diye yanıtladı Neda. "Elimde bol bol iş var, ayrıca sen saat başı gelip yenisini getiriyorsun, bu durumda hafta sonuna kadar yeterince doluyum."
"Evet" diye güldüm, "sanırım bizim sevgili koca Karlımız yeni bir tutku edindi," biraz sustum ve sonra devam ettim, "... yani araştırmalarımızla ilgili en azından üç ya da dört kitap çıkarmak gibi bir tutkuya kapıldı."
Kari bir parça telaşla "Biliyorsun" dedi, "daktilo işi yüzünden çalışmalarımıza büyük sekte vurulmuştu, şimdi birinin tüm mesaisini bize ayırması beni çok sevindiriyor."
Yine güldüm. "Giderek artan sevincinin farkındayım" dedim. "İtiraf etmeliyim ki, seni pek az şu son birkaç günkü kadar keyifli gördüm."
"Evet, sahi, ben... ben..." Kari kekelemeye başlamıştı, sonra Neda'ya baktı ve ne söyleyeceğini tamamen unuttu.
Hemen hatırlattım, "Yukarıya neden geldiğini sormak istiyordun?"
"Oh, evet" diye onayladı Kari minnettarlıkla, "bu doğru Neda. Sana yardımcı olmak için yapabileceğimiz bir şey var mı?"
Neda "Oh, hayır" diye yanıtladı, yüzünde onun için yeniden biçim verdiğim bembeyaz kusursuz dişlerim gösteren sevimli bir gülümseme belirmişti, "sadece birden Jon'un benimle konuşmak istediği gibi bir duyguya kapıldım."
"Oh, demek öyle, huh" dedi Kari, bana kuşku dolu bir bakış fırlatarak. "Yani tam daktilo yazarken birdenbire böyle bir düşünceye kapıldın."
Başka bir göz kamaştırıcı gülümsemeyle "Bu doğru Kari" diye yanıtladı Neda. "Dikkatimi daktiloya veremedim, hemen yukarı çıkıp Jon'un ne istediğini öğrenmem gerektiğini düşündüm."

228
Kayıp
"Taman Svengali"" dedi Kari öfkeyle bana bakarak, "ortaya biraz önceki düşüncelerimi destekleyecek kanıtlar koyduğun için sana teşekkür etmek istiyorum. Bu konudaki deneyimini de esir tüccarı olarak yaşadığın o geçmiş hayatında edinmiş olmalısın!"
"İşte şimdi haksızlık ediyorsun Kari" dedim. "Ben sadece Neda'nm yeni yaşamı hakkındaki duygularını sana kendi ağzıyla anlatmasını sağlamak istemiştim."
Neda "Oh Jon" diye haykırdı, "biliyorsun, böylesine mutlu olabileceğimi asla hayal bile etmemiştim. Yeni görünüşüm, seninle ve Karl'la olan yaşantım bana hâlâ gerçek dışı geliyor. Kendimi hep bütün bunların, seninle karşılaşmadan önceki o kâbusa benzeyen yaşamımdaki çirkin halimle uyanıp da sona erecek bir düş olmadığına inandırmaya çalışıyorum."
"Pekâlâ" diye karşılık verdi Kari, "madem bu kadar mutlusun, neden geldiğinden beri hiç apartmandan dışarı çıkmadın? Derslerine devam etmekten neden vazgeçtin? Kendini insan ırkından tamamen soyutlamış durumdasın."
"Ama dışarı çıkmak için istek duymadım ki" diye yanıtladı Neda. "Gereksinmem olan her şeyi sen ve Jon bana getirdiniz. Derslerime gelince, sizin tezinizle ilgili çalışmamın şu anda çok daha eğitici ve önemli olduğunu düşündüm."
"Her şey bir yana Kari" diye ekledim, "ona yirmi dört saat boyunca çalışmasını gerektiren işi yükleyen sensin."
"Tamam" diye kabul etti Kari, "bunun için özür dilerim ve her ikinizin önünde itiraf ederim ki Neda, sana çoğu kez iş getirdiğimde asıl amacım seni görmekti. Öyle bir güzelliğe eriştin ki, bu güzellikte başka hiç kimseye rastlamadım. Sadece senden uzak duramaz hale gelmiştim. Ama şimdi bunu açıkça söylediğime göre, artık kendini bütün gün daktilo yazmak zorun-

Svengali: Başkalarını hipnotizmayla etkisi altına alan roman kahramanı (George du Maurier'in Trilby adlı romanından).
229
M.S. 2150
da hissetmene gerek yok. Dışarı çıkıp biraz hareket edebilirsin."
"Ama yeteri kadar hareket ediyorum" diye yanıtladı Ne-da. "Özellikle de Jon bütün bu jimnastik aletlerini getirdiğinden ve beni bunları düzenli bir biçimde kullanmaya özendirdiğinden beri."
"Evet, biliyorum" dedi Kari, "ama Neda, Jon'un ve benim dışımda başkalarını da görme isteği hiç duymuyor musun?"
"Başkalarını da görmem gerektiğini mi söylemek istiyorsun?" diye sordu. "Madem sen ve Jon dışarı çıkıp başkalarını görmemi istiyorsunuz, ben de bunu sevinerek yaparım."
"Oh Tanrım!" diye inledi Kari. "Bunu duyuyor musun Jon? Senin ve benim söylediklerimi yapmaktan başka bir dileği yok, özellikle de senin telepatik yolla ya da sözcük kullanarak yapmasını istediklerinden başka."
Birden tüm bedenimin ürperdiğini hissettim, "Neda" dedim, "ben uzaklara gidip bir daha hiç dönmeyebilirim, peki o zaman ne yapacaksın?"
Kari ve ben o güzel yüzünün yavaş yavaş korkudan donduğunu gördük, gözlerini dolduran dehşeti fark ettik. Başını sallamaya ve kuşku içinde ağlamaya başladı. Karl'ın bana suçlayan bir bakış fırlattığını gördüm, onu kollarına almış, yumuşak bir biçimde yatıştırıcı sözler mırıldanıyordu. İri yaşlar Ne-da'nın abanoz yanaklarını lekeliyordu, başını öne arkaya sallayarak, günün birinde yaşamından çıkabileceğim düşüncesinden kurtulmaya çalışıyordu.
Ona olumlu, mutluluk verecek düşünceler yollamayı denedim, ama zihnim uyuşmuş gibiydi, onunla telepatik bağlantı kurmaya boşuna uğraştığımı fark etmeye başladım. Kendi zihnimi denetim altında tutamayacak kadar altüst olmuştum. Ne yapmıştım? Bu düşünce beynimde yankılanıyordu. Ben ne yapmıştım? Karl'la birlikte Neda'yı sakinleştirmeyi başarana dek bir

230
Kayıp
süre geçti, ancak ondan sonra Kari onu dairesine geri götürebildi. Yaklaşık bir saat sonra döndüğünde, ben olayı iyice düşünmüş ve bazı acı veren sonuçlara varmıştım. İçeri girer girmez Karl'ın ilk söylediği şey, benimle biraz daha konuşmak istediği oldu.
"Ben de seninle konuşmak istiyorum Kari" diye yanıtladım. "Beni kuklacı ya da esirci olarak nitelediğinde bu doğruydu, ne demek istediğini şimdi anlıyorum. Neda'yı mutlu etmekte başarısızlığa uğrama düşüncesine katlanamadığını için, zihnini neredeyse tamamen denetim altına aldım. Ben... ben bu akşama dek onun bana ne kadar bağımlı hale geldiğini fark edememiştim. Hayır, bana ne kadar bağımlı hale geldiği ifadesi doğru değil! Doğrusu, benim onu kendime ne kadar bağımlı hale getirdiğim!"
Karl yavaşça başını salladı. "Tann'yı oynamaktan keyif duydun" dedi. "Şu eski deyişi bilirsin: güç baştan çıkarıcıdır. 2150 ile ilgili anlattıkların düşünülürse güç Makro adamı baştan çıkarmıyor, ama mikro adamı baştan çıkardığı kesin ve bu mik-ro adam biziz Jon, sen ve ben mikro adamın birer örneğiyiz."
"Evet" diye kabul ettim. "Makro güçlerimi geliştirirken, bunları egoma yönelik kullanmamayı öğrenememiştim. Rana beni yeni güçlerimi çıkarcı bir biçimde kullanırsam mutsuz olacağım konusunda uyarmıştı. Bunları çıkarcı bir biçimde kullanmadıkça -ya da çıkarcı bir biçimde kullanmadığımı sandıkça- korkacak bir şey olmadığından emindim. Rana'nm ne demek istediğini şimdi anlıyorum."
"O halde" diye Kari sordu, "hastanede iyileştirdiğin insanları bana anlatırken, gerçekte bu konuda kendini övdüğünü de anlayabiliyor musun? Aslında o insanlara değil de kendi gururuna hizmet ettiğini fark edebiliyor musun?"
Bana acı veren bir kabulle başımı eğdim ve "eski bir söz daha vardır" dedim, "kendini yücelten kişi aşağılanır."
"Tamam" dedi Karl, "ben de birden Makro güçlerimi ge-

231
M.S.2150
liştirmiş olsaydım, hiç kuşkusuz ben de onları yanlış kullanırdım. Büyük olasılıkla dünya nüfusunun yarısını şimdiden yok ederdim, özellikle de gezegenimizi kirlettiklerini bilen, ama mik-ro ceplerini doldurmak için böyle davranmayı kendilerine hak sayan şu piçleri ortadan kaldır'rdım. Belki de böbürlenme güdüsüyle insanları iyileştirmez, ama duyduğum nefret yüzünden onları öldürürdüm. Yine de şu andaki sorunumuz bu değil, şimdi Neda'ya verdiğin zararı nasıl gidereceğiz, ona bakalım."
"Son derece üzgünüm" diye özür diledim. "Onu incitmek gibi bir niyetim yoktu." Sonra biraz daha düşünerek "Ben tehlikeli olabilirim Kari" diye ekledim.
"Böyle bir endişem yok Jon" dedi. "Ama sen yeni plânlar yapmadan önce Neda'nın durumunu çözülmeyelim."
Sonraki birkaç günü Neda'ya Makro felsefenin ilkelerini öğretmekle geçirdim. Kavramları bu denli çabuk öğrendiğini görmek beni sevindiriyordu, çünkü biliyordum ki, kendine ve başkalarına Makro açıdan bakabilirse, korku, yalnızlık duymayacak ya da herhangi bir deneyimden kaynaklanan hoşnutsuzluğu yaşamayacaktı.
Bir hafta süreyle Neda'ya Kişisel Tekâmül rehberliği yaptıktan sonra, okuması için ona bu günlüğü verdim. Konuyu daha önce Karl'la tartışmıştık, Neda'nın günlükte ortaya konan yabancı kavramlarla bu kadar çabuk yüz yüze gelmesine Kari başlangıçta karşı çıktığı halde, sonunda gereğinden fazla koruyucu bir rol üstlenmek istemediğimiz için defteri verme konusunda anlaştık. Neda'nın Makro toplumla ilgili kavramları coşkuyla karşılaması ve benim 1976'nın dünyasını bırakma ve yaşam boyu Makro toplumun üyesi olma yolundaki isteğimi benimsemesi, verdiğimiz kararın doğru olduğunu kanıtladı.
Makro felsefe ve K.T. rehberliğim Neda için gerçi yararlı oldu ama, eğer Kari ona sırılsıklam aşık olmasaydı, aramızdaki sağlıksız bağımlılığın tamamen ortadan kalkması çok daha uzun zaman alırdı. Kari uyumadığı ve ders vermediği her da-

232
Kayıp
kikasmı Neda'ya adamıştı. Onu evden çıkarıp, bir erkekle gezmenin keyfine vardıran da yine Kari oldu. Ama derslerine geri dönmesini sağlayamamıştı, neden çok mantıklıydı, çünkü üniversite öğrencisi olan ve kaydını Neda Cricksley olarak yaptıran kız artık ortada yoktu.
O sıralarda bir akşam Kari Neda'nın yanından ayrıldıktan sonra odamıza gelerek, Neda'nın kimliği ile ilgili yasal sorunu nasıl çözeceğini bilmediğini söyledi.
"Neden söz ediyorsun?" diye sordum.
"Yani" diye yanıtladı Kari, "eski sınıfına dönmesini sağ-layamıyoruz, çünkü profesörleri ve sınıf arkadaşları onu tanımayacaklar ya da başka bir anlatımla Neda Cricksley olduğunu kabul etmeyecekler. Uydurma bir adla gelecek dönem için kayıt yaptırmayı düşündük, ama geçmiş okul kayıtları olmaksızın öğrenci kabul etmeyecekleri aklımıza geldi. Kabul edilebilir düzmece okul kayıtlarını nasıl bulabileceğimizi de bilemiyoruz."
"Haydi" dedim, "bir çözüm bulacağınızdan hiç kuşkum yok! Bu o kadar da zor görünmüyor."
"Evet" dedi Kari çarpık bir sırıtışla, "sana henüz her şeyi anlatmadım. Görünüşe göre Neda'nın annesi üniversiteyi aramış, Neda'nın derslere devam etmediğini ve psikoloji bölümünde de kızının bölüme bağlı bir araştırmayı daktilo ettiği konusunda herhangi bir kayıt bulunmadığını öğrenmiş."
"Bütün bunları sen nasıl öğrendin?" diye sordum.
"Bölümün ilan tahtasında bir not vardı" diye açıkladı, "Neda'nın kayıp olduğu belirtiliyor ve bulunduğu yer hakkında bilgisi olanın kampus polisi ile bağlantı kurması isteniyordu."
"Hmm" dedim, "belki de annesini arayıp durumu açıklamam iyi olur."
Karl başını salladı. "Bunu salık vermem" dedi. "Neda'yla bu konuda konuştum. Şu anda bir işi var ve annesinin onu bu yüzden para sızdırmak için aradığını düşünüyor. Ayrıca kadın

233
M.S.2150
Neda'yı görmek isteyecek, oysa biz Neda Cricksley'in eski bedenini ortaya çıkaramayacağız, bu kesinlikle böyle!"
"Başka bir anlatımla" dedim, "annesinin beni kızını kaçırmakla -belki de cinayetle- suçlayacağını düşünüyorsun."
Kari "Tamamen öyle" diye başıyla doğruladı, "ne o, ne polis ne de seni yargılayacak jüri anlattıklarına inanır, yine de deli olduğunu savunmak işine yarayabilir."
Sonraki birkaç saati Bayan Cricksley'le konuşmanın gerekip gerekmediğini tartışarak geçirdik, Kari buna şiddetle karşıydı ve beni sürekli Neda'ya yeni bir kimlik bulup, eski Neda' yi çözülememiş bir kayıp olayı olarak bırakmak konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Neda'nm adının apartmanın girişindeki posta kutusunda bulunduğuna, ayrıca telefonun da onun adına kayıtlı olduğuna işaret ettim; Neda'yı ciddi bir biçimde aramaya başladıklarında, bunlar polisin işini mutlaka kolaylaştıracaktı.
Kari hâlâ karşı koyuyor, ben de sabahleyin Bayan Cricksley'le görüşmem gerektiği konusunda direniyordum. Kızını görmesi mümkün olmasa bile, onu Neda'nm güvenlikte olduğuna inandırmaya çalışacaktım. O gece yatmaya giderken, Neda'nın annesini nasıl ikna edebileceğimi düşünüp durdum.
2150'ye döndüğümde Rana'yla görüşme sırasında ilk "önceden bilme" deneyimimi yaşadım. Geçmiş yaşamlarımı gözden geçirme çalışması yapıyordum, birden bilinçli zihnimde iki polis tarafından sorguya çekildiğim görüntüsü belirdi. Güçlü bir biçimde, bu olayın çok yakında gerçekleşeceği duygusuna kapıldım. Rana da benimle aynı düşünceyi paylaşınca, ona 1976'daki Neda'nın kimliği ile ilgili sorunumdan söz ettim. Bu konudaki çözüm yollarını olası sonuçlarıyla birlikte tartıştık. Bilge bir K.T. rehberi insanlara hiçbir zaman doğrudan çözüm önermez, ama sorunlarına Makro açıdan bakmalarına, böylece seçenekler bulup, bu seçeneklerin sonuçlarını görmelerine yardımcı olur. Ben de Rana'dan somut bir çözüm alamamıştım

234
Kayıp
ama, bir dizi yol arasından Kari ve Neda için uzun vadede en iyi sonuçları getirecek gibi görünen bir tanesine karar vermiştim. Hemen orada, rehberlik odasında 1976'da erkenden kalkma isteğiyle uyudum.
Saat 5'te uyanıp Neda'ya telefon ettim, mümkün olduğu kadar çabuk giyinip yukarı gelmesini rica ettim. Sonra Karl'ı uyandırarak biraz sonra polisin hem bizi hem de Neda'yı görmeye geleceğini haber verdim. Kari nereden bildiğimi sormadı, sadece ziyaretçilerimiz gelmeden önce ne kadar vaktimiz olduğunu öğrenmek istedi. "İki saatten biraz fazla" diye tahminimi söyledim, Neda'nm da az sonra bize kahvaltıda katılacağını ekledim.
Neda geldiğinde Karl'la ben tıraş olup giyinmiştik. Çabuk kahvaltımızı yaparken, plânımın ana hatlarını belirledim. Önce Neda'nm bütün eşyalarını Karl'm pikabına taşıyacaktık. Al-lahtan henüz fazla eşyası yoktu, bu yüzden arabayı yerleştirmek kolay olacaktı. Sonra Karl'a kendisi için de bir bavul hazırlamasını ve hemen evlenip kısa bir balayı yolculuğuna başlayabilecekleri yakın bir eyalete gitmek üzere Neda ile birlikte yola çıkmalarını önerdim.
Kari dişlerini göstererek güldü ve "İşte şimdiye dek duyduğum en iyi plân, Jon" dedi. Sonra Neda'nm elini tutarak, "Umarım Neda da böyle düşünüyordur" diye ekledi.
Neda her ikimize de utangaç ama sevimli bir gülümsemeyle bakarak, plânımın onu da sevindirdiğini itiraf etti.
Bu ilk bölümde anlaşınca, daha sonraki adımları plânlamaya başladım. Önce öğrencilerine Karl'm güzel kız arkadaşıyla kaçtığını söyleyerek derslerini üstlenecektim. Neda da Neda Dailey diye düzmece bir adla evlenecek ve geri kalan yaşamında Neda Johnson olacaktı.
Kari başlangıçta, Neda uydurma bir ad kullanırsa bu evliliğin yasal olmayacağından endişe etti, ama Neda Kari onu sevdiği sürece bunun bir sakıncası olmadığını söyledi. Ardın-
235
M.S.2150
dan da, eğer 2150'de yasal evliliğe hiç gerek duyulmadan birlikte yaşanabiliyorsa, onların da yasallığı biraz tartışmalı bir evliliği pekâla sürdürebileceklerini ekledi.
Kahvaltıdan sonra Neda'ya eşyalarını arabaya taşımakta yardım ettim, bu arada Kari da kendine bir iki hafta yetecek kadar giysiyi bavuluna yerleştiriyordu. Beni hafta sonu telefonla araması için Karl'la anlaştık, eğer bana erişemezse benden haber alabilmek için Snuffy'yi arayacaktı. Saat 7'den birkaç dakika önce Kari ve Neda el sallayıp, sabahın alacakaranlığında uzaklaştılar.
7'yi çeyrek geçe iki polis dairenin kapısını çaldı. Bana üniversiteden aldıkları bir fotoğrafımı göstererek, Bayan Cricksley' in beni bu resimden kızını kaçıran adam olarak teşhis ettiğini söylediler. Onlara gerçi Neda Cricksley'i daktilo olarak işe aldığımı, ama onun işi beğenmeyip birkaç gün önce hem işi hem de daireyi bırakıp gittiğini anlattım. Sonra memurları Neda' nm yeni boşalttığı daireyi gözden geçirmeye davet ettim.
Sadece Neda'nınkini değil, benim dairemi de aradılar. 1976' nın polisi, 2150'deki arkadaşlarım gibi durugörü sahibi olmadığı için şükrettim, çünkü yatakta Neda'nm beden ısısının bıraktığı elektron izleri hâlâ duruyordu ve polis durugörü sahibi olsaydı bu izleri görecekti!
Onlara oda arkadaşımın bir gün önce yeni eşiyle birlikte halayına çıktığını söyleyince, önce Karl'ı bulmak için büyük bir istek gösterdiler, ama Karl'la Neda'nm yeni çektiğim bir fotoğrafını ortaya çıkarınca, yeni gelinle kayıp kız arasında en ufak bir benzerlik bulunmadığını gördüler.
İki memuru beni tutuklamalarına gerek olmadığı konusunda ikna etmek için tüm Makro güçlerimi kullandım, çünkü öğleden sonra karakola gidip, tüm söylediklerimin kontrol edilmesini sağlamak ve başka sormak istedikleri ne varsa onları da yanıtlamak üzere yalan makinesine bağlanmaya hazırdım. Onları inandırmakta öyle başarılı oldum ki, beni Karl'ın der-

236
Kayıp
sine gecikmemem için üniversiteye arabalarıyla götürmeye bile razı oldular.
Karl'm üç sınıfıyla da ders yaptım ve öğrencilerle Karl'm kaçması konusunda şakalaştım. Daha sonra karakola gittim. İki polisin başı şefleriyle dertteydi, beni sabahleyin neden salıverdiklerini açıklayamıyorlardı bir türlü. Tam zamanında içeri girdim, şef onları beni bulup getirmeleri için tekrar göndermek üzereydi.
Neda hakkında sabah uydurduğum masalı bir kez daha anlattım, ama bu defa yalan makinesine bağlıydım ve polis şefi ile iki sert ifadeli dedektif tarafından sorgulanıyordum. Zihnimi ve dolayısıyla bedenimi kontrol yeteneğim doğal olarak yalan makinesinin hikâyemi desteklemesini sağladı. Sonra Bayan Cricksley'le yüzleştirildim, ama olağanüstü Makro ikna gücümün yardımıyla bu tatsız görüşmeden de temize çıktım; bu arada da polislere eğer Neda'ya bir zarar geldiyse bunda Bayan Cricksley'in payı olabileceği düşüncesini kuvvetle aşıladım. Ben karakoldan ayrılırken, yalan makinesine bağlanma sırası Bayan Cricksley'e gelmişti.
Ondan sonraki hafta içinde yerel gazete Neda'nm bir fotoğrafını da ekleyerek, kayıp üniversite öğrencileriyle ilgili bir yazı yayınladı. Kısa süre önce iki kız öğrenci daha kaybolmuştu. Tecavüze uğramış cesetleri iki hafta evvel kampusun yakınındaki koruluğa gömülü olarak bulunmuştu; ilk akla gelen Ne-da'nın da aynı katilin kurbanı olma olasılığıydı. Yine de Neda' nm eski resmine bir bakış bile, onun seks cinayetine kurban gittiğini düşünmeyi güçleştiriyordu. Ayrıca ailesi son derece yoksul olduğuna göre, para için de kaçırılmadığı açıkça belliydi.
Karakola bir kez daha gittim ve hakkımda ayrıntılı bir araştırma yapmış olduklarını öğrendim; aldıkları sonuçlar insan kaçırabilecek ya da cinayet işleyebilecek biri olmadığımı destekliyordu. Sakat bir Vietnam Savaşı emeklisi ya da çalışmaları ve doktora tezi araştırmalarıyla kızlardan, kampus içi

237
M.S.2150
hareketlerden ve öğrenci eğlencelerinden daha fazla ilgilenen saygıdeğer bir doktora öğrencisi olarak, kafalarındaki suçlu tipi kavramına hiç uymuyordum.
Kari hafta sonuna doğru telefon ettiğinde, polisle ilişkilerim konusunda öyle iyimserdim ki, ona sorunlarımızın ortadan kalktığını, halayının keyfini çıkarmasını söyledim. Ama o, sınıfındaki dersleri tamamlamak üzere Neda'yla birlikte hemen geri dönmek istiyordu. Pazar günü döndüler ve Bay ve Bayan Kari Johnson olarak Neda'mn dairesine yerleştiler. Ertesi gün Kari üniversitedeki hocalığına yeniden başladı. Neda da daktilosunun başına geçti. Polis her ikisiyle de görüşmek istediğinde sorguları sırasında onlarla birlikte olmayı başardım ve polisi, bu iki insanla Neda Cricksley'in kayboluşu arasında herhangi bir bağlantı olamayacağına ikna ettim.
Neda Cricksley olayı da böylece sona ermiş oldu.
Bir öğrencisin kayboluşu, iki öğrencinin de cesetlerinin bulunuşu üniversite çevresindeki korku ve gerilimi öyle yüksek bir düzeye vardırmıştı ki, bu durum ikinci kez geleceği görmemi sağladı.
Bir Pazar sabahıydı, Kari ve Neda döneli tam bir hafta olmuştu. Central Park'm 109. Cadde'deki giriş kapısının yakınındaki bir yerin görüntüsüyle uyandım. İki haydut kılıklı adamın genç bir kızı kovaladığını açıkça görmüştüm ve düş sırasında geçenlerde cesetleri bulunan iki öğrencinin tecavüz edilerek öldürülmesinden de bu iki adamın sorumlu olduğunu biliyordum. Acele etmem gerektiği duygusuyla uyanmıştım, hemen parka gitmeliydim. Geleceği gösteren düşümün somut bir gerçeğe dönüşmesi an meselesiydi.
On dakika sonra parkın yakınma gelmiştim, bir yandan da "keşke şimdi 2150'deki mükemmel bedenime sahip olsaydım" diye düşünüyordum. Saat 7'ye yaklaşıyordu ve park bomboştu. Günün bu saatinde kimseleri görmeden uzun süre parkta dolaşıp vakit kaybedebilirdim.

238
Telepati gücümü bol ağaçlı parkı önüm sıra tarayan bir radar gibi kullanmaya başladım. Beton yol boyunca on dakika yürüdükten sonra genç bir kızın düşüncelerini yakaladım, aramızdaki tepecik yüzünden onu göremiyordum.
Zihnimi onunkine iyice yöneltince, parkın yollarında bisiklete binmekte olduğunu anladım. Geçenlerde on üçüncü doğum günü armağanı olarak bu bisikleti almıştı ve o günden beri sabah-akşam, okuldan önce ve sonra burada bisiklete biniyordu.
Tüm enerjimi kızla kurduğum telepatik bağlantıda yoğun-laştırabilmek için yürümekten vazgeçtim. Bulunduğum yerde bekledim, çünkü kızın bayırı çıkarak görüş alanıma gireceğini hissetmiştim. Ağaçlar karaltılar halinde sabahın bu donuk gökyüzüne doğru uzanıyordu. Yükselmeye başlayan ısı karın büyük bölümünü eritmiş, çalı kümelerinin çevresinde ve yol kenarlarında kirli birikintiler bırakmıştı.
Birden zihnimin küçük kıza bağlı olması nedeniyle kemiklerime kadar ürperdim, çünkü kız iki motosikletli tarafından rahatsız ediliyordu.
Bedenimin tüy kadar hafif olduğunu hayal ettim ve garip bir topal koşusu tutturup bayırın tepesine ulaştım. Patikadan aşağı bakınca, kızın ağaçların arasında koştuğunu ve tıpkı düşümdeki gibi kirli motosiklet ceketleri giymiş, pösteki saçlı iki genç adamın da onu kovaladığını gördüm.
Küçük kız bisikletini bırakmış, korunmak umuduyla ağaçların arasına dalmıştı, ama peşindekiler de motorlarını bırakmışlardı ve ona yetişmek üzereydiler.
Adamların zihinlerine ulaşmaya çalıştım, sarkık bıyıklı ve daha boylu olanı kızın uzun sarı saçlarını avuçladığında, içindeki şehveti ve korkutmaktan duyduğu zevki algıladım. Bu esmer adamın kızı yere çarptığını, sonra iki eliyle belinden kavrayarak onu bir bayrak gibi havaya kaldırdığını giderek artan bir dehşetle gözledim. Şişko arkadaşı kızı zorla kaptı ve koca-

239
M.S.2150
man, et parçası gibi elleriyle tokatlamaya başladı, bu arada her ikisi de kızın giysilerini yırtıyorlardı.
Birden beynimde dalga dalga öfke yükseldi. Zamanda geri kaydım ve bir kez daha kabilemin kadın ve çocuklarına tecavüz eden, onları öldüren beyaz askerlere karşı savaşan kı-zılderili büyücü oldum. Kendimi bu iğrenç saldırganlara doğru koşar buldum, koştukça hızlanıyordum.
Bir anda dirseklerim ıslak toprağa saplandı, küfrettim, sakat bedenim beni engelliyordu. Hâlâ düşmandan otuz metre kadar uzaktaydım.
Küçük kızın acı ve korkuyla attığı yürek paralayıcı çığlıklar beni geçmişten koparıp o ana getirdi ve ayağımın üstünde durmaya çabalarken kıza saldıranlara bağırdım.
Bana şaşırarak baktılar. Şişko olanı, her ikisiyle çatışmayı göze alan tek bacaklı adamın küstahlığına güldü. Ona yöneldim. Aramızda üç metrelik bir mesafe kalınca, yere devirmek amacıyla ayaklarına atıldım. Toprağın üstünde yuvarlanmaya başladık. Bu arada ablak suratlı genç adam yumruğunu indirebilmek için benden uzaklaşmaya çalışıyordu. Ben bir yandan ona bu fırsatı vermemek için çabalarken, bir yandan da orduda aldığım göğüs göğüse savaş eğitimini hatırlamaya uğraşıyordum. Kocaman yumruğunun başımın yanına çarptığını hissettim. Yine de şanslıydım ki, o birkaç dakika boyunca karşı koymayı sürdürebildim. Duyduğum öfke beni hantallaştır-mıştı, ama sonra soğukkanlı bir kızgınlığın vahşetiyle yüzüne ve gırtlağına kısa, güçlü karate darbeleri indirmeye başladım.
Engellenmişlik duygusu ve acı içinde bir çığlık atarak benden kopup ayakları üstüne fırladı. Ağır, öldürücü görünen botlar giymişti. Telepatik olarak, beni bu ağır botlarla ezerek öldürme düşüncesini algılayınca gerekli zamanı da kazanmış oldum. Bot yüzümü yalayarak yıldırım gibi geçerken bacağını yakaladım ve şiddetle bükerek adamı yere devirdim. O daha ne olduğunu anlayamadan, ben öfkemin verdiği büyük bir güç-

240
Kayıp
le çenesini yumruklamaya başlamıştım. Bunu ne kadar sürdürdüm, bilemiyorum, ama bu arada kızın tekrar çığlık atması aklımı başıma getirdi ve bilinçsiz bir surata vurmakta olduğumu fark ettim. Başımı kaldırınca uzun boylu herifi kızın üzerinde gördüm, bir eliyle çocuğun küçücük göğüslerini eziyor, diğer eliyle de giysisinden artakalanları koparıyordu.
Kalktım ve sıçrayarak ona doğru gittim, ciğerlerimi para-larcasma deli gibi hay kırıyordum. Ayaklarının üzerine fırladı, açık saçık sözlerle bağırarak üstüme saldırdı. Tekrar biriyle göğüs göğüse gelmiştim, ikimiz de yere düştük, ama bu kez hasmım benim için fazla hızlıydı, kendimi yere bastırılmış buldum. Bana öfkeyle bakan bıyıklı suratı üzerime eğilmişti, iki güçlü eliyle gırtlağımı sıkıyor ve başımı tekrar tekrar yere vuruyordu. Kurtulmak için iki misli çaba harcadım, ama elleri kıskaç, kolları çelik gibiydi. Çevrem bulanıklaştı... hava alamıyordum. Sadece tek bir umudum kalmıştı. Bedenimi tamamen gevşettim.
Boynumdaki demir pençe baskısını bir an sürdürdü, bir kez daha acıtarak sıktı, sonra gevşedi. Kendimi biraz toparlamaya çalışırken, adamın kızgın suratını benimkinin üzerinde hissediyordum. Başparmaklarımı hızla gözlerine uzattım ve canını iyice yakacak biçimde iki hedefi de vurdum.
Keskin bir çığlıkla sırt üstü düştü, acıyla birleşen düş yı-kımıyla kendinden geçerek yerde yuvarlanmaya başladı. Mümkün olduğunca güçlenebilmek için derin derin soluk almaya çalıştım, sonra adam bana doğru yuvarlanınca her iki kolumu da kaldırarak umutsuzluğun verdiği tüm güçle bileklerimi ensesine indirdim.
Şiddetli bir çatırtı duyuldu ve bedeni gevşedi.
Sendeleyerek ayağa kalktım ve kızın soğuk ıslak toprakta çırılçıplak yattığı yere doğru topalladım, çok yorgundum. Çocuk kendinden geçmişti ya da dövülerek bayıltılmıştı, ama tecavüze uğramamıştı.

241
M.S.2150
Parçalanmış giysilerini giydirdim, sonra da onu paltoma sardım ve bilinçsiz zihnine erişme çabasına giriştim. Duyduğu korku ve dehşeti saptayınca, her şeyin geçtiği, şu anda tamamen güvenlikte olduğu konusunda güçlü bir telkinde bulundum. PK ve durugörüyü aynı anda kullanarak, bedenindeki yara-berenin hızla iyileşmesi için uğraştım. Kısa süre sonra göz kapakları titremeye başladı.
Gözlerini açınca, onunla yumuşak ama kararlı bir biçimde konuşmaya başladım. Kendini şimdi iyi hissedip hissetmediğini, evine kadar bisikletiyle gidebilecek durumda olup olmadığım sordum. Ayağa kalkmasına yardım ettim ve kendi paltomu geri almadan önce onunkinin önünün kalan düğmeleriy-le mümkün olduğunca kapanmasını sağladım. Hem konuşarak hem de telepatik yolla verdiğim güvenle bisikletine bindi ve bana teşekkür ederek çabucak evine yollandı.
Önce kızdan durumu polise bildirmesini ve karakolda saldırganlarla yüzleşmesini istemeyi düşünmüştüm, ama sonra onu böyle bir sıkıntıya sokmaktan vazgeçtim. Saldırganlarla kendim uğraşmaya karar verdim. Onlara ne yapacağımı bilmiyordum, yine de adamları apartmanımızın dördüncü katındaki boş daireye götürmeye karar verdim. Bir sonuca varana kadar onları orada kilit altında tutabilirdim. Ama önce saldırganları iyileştirmeli ve bana boyun eğmeleri için davranışlarını hip-notik etkim altına almalıydım.
Son hasmımın yayılıp yattığı yere geri döndüm ve duru-görüyle yaralarını incelemeye başladım. Boynunun kırıldığını ve bu yüzden ölmek üzere olduğunu anlamam fazla zaman almadı. Çok geç olmadan boynunu onarmak için çalışmaya koyuldum. M.D.'den, üstün zihnin Makro şifa gücünün -eğer doğru biçimde kullanılırsa- sınırsız olduğunu öğrenmiştim. Buradaki sorun hastanın mikro ben'inin çabalarını susturabilmekteydi, verilen şifanın olumlu sonuca ulaşması buna bağlıydı. Yarım saatten daha kısa bir süre içinde boynu tamamen iyileş-

242

Kayip

tirmeyi başarabildim. Bunun 2150'nin ölçülerine kıyasla çok uzun bir süre olduğu düşünülebilir, ama ben hoşnuttum, elimden gelenin en iyisini yapmıştım. Yeniden bilincine kavuşmasına izin vermeden önce bilinçaltına bana boyun eğmesi için güçlü bir telkinde bulundum. Bu arada adının Griff olduğunu algıladım.
Ablak suratlı arkadaşı Judd, kırık çenesiyle hâlâ baygın yatıyordu, şifa çalışmalarıma yeniden başladım. Onun da zihninin derinliklerine inip, bilinçsiz çabalarını susturabildim. Sonra salgı bezleri ve sinir sistemi merkezleri üzerinde çalıştım, böylece bedende iyileşmeyi sağlayan büyük güçleri açığa çıkarmış oldum. Çenesi kısa sürede iyileşti, zihni de davranışlarını hipnotik denetimime bırakmayı kabul etti. Judd bu kabulünü sessizce ayağa kalkıp motosikletinin yanına giderek kanıtladı.
Kendine gelen Griff den de motosikletini çalıştırmasını istedim, arkasına bindim ve verdiğim emirler uyarınca eve doğru yola koyulduk. Judd ise yanımız sıra geliyordu. Ender olarak kullanılan arka kapıdan girdik ve dördüncü kata görünmeden çıktık. Daireye girince, benim iznim olmadan dışarıya çıkmamalarını söyledim, ayrıca ben uyandırana kadar da uyumaya devam etmelerini telkin ettim. Sonra üçüncü kattaki kendi daireme indim ve bitkin bedenimi yatağa bıraktım.
Yaklaşık iki aydan bu yana ilk kez uyuyup da, 2150'de uyanamadım. Sadece bir düş gördüm. Lea yatağımın ayak ucunda duruyor ve üzgün bir yüzle bana bakıyordu.
"Neden öyle üzgün görünüyorsun?" diye sordum.
"Çünkü bu defa seni 2150'ye getiremiyorum" diye yanıtladı. "Öfken zaman-uzay aktarımındaki halkayı kırdı."
"Ne demek istiyorsun?" dedim.
Lea "Bu sabah o iki adama uyguladığın şiddet titreşimlerini öyle düşürdü ki" diye açıkladı, "şimdi bu düşük titreşimleri bizim zaman boyutumuza aktarmak mümkün olmuyor."
"Yani, sadece küçük bir kızı tecavüze uğramaktan, belki

243
M.S. 2150
de cinayete kurban gitmekten koruduğum için mi sana ve Mak-ro aileme dönemiyorum? Olamaz! Bu büyük bir haksızlık!" diye karşı çıktım, bir yerde yanlışlık yaptıklarından kuşkum yoktu.
"Doğru Jon" diye yanıtladı, "sadece çocuğu korumak aktarımı engelleseydi, bu elbette haksızlık olurdu, ama olay o kadar basit değil. Sen kızı Makro bakış açısının gerektirdiği sevgi ve kabullenmeyle değil de, daha çok mikro ben'inden kaynaklanan nefret ve öfkeyle korudun."
"Ama onlarla Makro düzeyde savaşamazdım. Bundan başka ne yapabilirdim?" diye sordum.
"Makro düzeyde" diye yanıtladı, "onlarla kavga etmeye gerek duymazdın, sadece zihinlerindeki dengesizliği giderirdin." "Ama o bozuk zihinleri dengeye getirmem mümkün değildi. Onlar birer canavar!" diye kendimi savundum.
Lea "Sınırlı inançlarınla uyumlu davrandm" dedi. "Onları mikro zorbalıkları yüzünden kınadın, sonra da aynı mikro zorbalığı göstererek onlarla dövüştün."
Birden çenemde ve ensemde şiddetli bir acı hissettim. Kırılmış olduklarını anlayınca dehşete düştüm! Sonra zihnimde Rana'nın sesini duydum. "Yargılama ki, yargılanmayasın, Çünkü hangi yargıyla yargılarsan, onunla yargılanacaksın. Hangi ölçüyle ölçersen, aynı ölçü sana da uygulanacaktır. Neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de, kendi gözündeki merteği görmezden gelirsin?"
"Taman" dedim, "bu sabah verdiğim acıyı şimdi ben de çekiyorum. Ama onlar bunu hak etmişlerdi."
"Elbette" diye Lea yanıtladı, "ama sadece mikro adam cezalandırır. Mikro yaşam biçimini istediğin sürece kendini bu mikro dünyada yaşamaya mahkûm ediyorsun."
"Makro toplumda yaşama şansımı yitirdiğimi mi söylemek istiyorsun?" diye sordum.
"Öz benliğinde yarattığın olumsuz titreşimleri dengeye ge-

244
Kayıp
tirene kadar 2150'ye dönemeyeceksin" diye açıkladı. "Eğer bir ay içinde bugünkü olumsuz eylemini olumlulukla dengelemeyi başarırsan, üçüncü bilinç düzeyine erişme çabalarını sürdürmek üzere 2150'ye geri gelebilirsin. Yine de uzay-zaman akta-rımındaki halkayı kırmış olduğun için bunu yeniden sağlamak büyük enerji gerektirecek. Ayrıca bu durum belki de, sana 2150'de tanınmış olan süreyi kısaltacak..."
"Öyle üzgünüm ki Lea" dedim. "İşleri bu hale getirmeyi hiç düşünmemiştim. Sadece kendimi tutamadım. Üstelik böyle bir durumla tekrar karşılaşabilirim... ama hayır, kendimi tutmalıyım, gelişmek zorundayım. En iyisi, neden olduğum bu olumsuz titreşimlerin etkisini bir an önce gidermeye başlamak." Sonra "Bunu nasıl yapacağım Lea?" diye sordum.
Üzüntüyle gülümsedi. "Bu sorunun karşılığını hâlâ bilmiyorsan Jon" dedi, "bu yaşamında tekrar 2150'ye dönme umudundan vazgeçmelisin."
Verdiği yanıt kulaklarımda çınlayarak uyandım, çenemde ve ensemde dayanılmaz bir acı vardı. Kurbanlarımı iyileştirmiş olduğum için şanslıydım, böylece çektikleri acı uzun sürmemişti. Karma yasasına göre benim acımın da yakında geçmesi gerektiğini düşündüm. Sonra bakış açımın korkunç bir darbe yemiş olduğunu fark ettim. 2150'de geçirdiğim ilk haftadan sonra karmaya göre hiçbir düşünce üretmemiştim, yani karmanın Makro'dan daha dar bakış açıları için bir değer ifade ettiğini öğrendiğimden bu yana.
Son düşünceler zihnimde belirince, sancım azalmaya başladı ve çok geçmeden de kendi kendime çektirdiğim bu acıdan tamamen kurtuldum.
Duyduğum bu somut acı sona erince, yeni dünyamdan sonsuza dek ayrı kalma düşüncesinin uzun vadede vereceği acının çok daha yoğun olacağını anladım. Olumsuz titreşimlerimi dengelemenin bir yolunu bulmalıydım ve bu konudaki en büyük şansımın yakaladığım ve şu anda yukarıda yatan serseri-

245
M.S.2150
ler olduğundan kuşkum yoktu. Onları polise gidip itirafta bulunmaya zorlarsam -ki zihinlerini araştırdığımda iki öğrencinin tecavüze uğrayıp öldürülmesinden gerçekten sorumlu olduklarını öğrenmiştim- belki bu tutumum işime yarardı. Adamlar elektrikli sandalyeden kurtulsalar bile, ömür boyu bir hapishanede kilit altında tutularak cezalandırılacaklardı... Ama bu tür bir öç alış genelde kurbanlarının içindeki kini artırıyordu ve ben Makro açıdan biliyordum ki, düşmanlık duygusu taşıyarak ölenler de karşı öç alma isteğiyle kısa süre içinde tekrar doğmayı seçiyorlardı. Böylece, mikro adamın sınırlı bakış açısıyla göremediği bir olgu ortaya çıkıyor, kin ve öç alma isteği sürekli daha fazla kin ve daha fazla öç alma isteği üretmiş oluyordu. Hayır, mikro adamın soruna yaklaşım biçimini kullanarak olumsuzluğumu dengeleyemezdim. Çözüm bu değildi. Peki ama neydi?
Mikro adama Makro filozoflarca her şeyin çözümünün gösterilmiş olduğunu hatırlayınca kendi kendime üzüntüyle gülümsedim. Kendilerini Hıristiyan sayan uluslara çözüm büyük rehberlerinin tek bir buyruğuyla bildirilmişti: "Birbirinizi seviniz, tıpkı benim sizleri sevdiğim gibi."
Başımı sallayarak, bu buyruğa mikro bakış açısıyla pek kolay uyulamayacağı gerçeğini kabul ettim. Ama bana daha geniş bir bakış açısı -Makro bakış açısı- sunulmuştu ve ben sorunu bu bakış açısıyla çözümlemek zorundaydım. 2150'deki sevgili Lea'ma ancak böyle geri dönebilirdim. Tutsaklarımı bu koşullar altında polise teslim edemezdim, ama onları kanlı eylemlerini sürdürsünler diye serbest de bırakamazdım. Acaba adamları gerçekten yola getirebilir miydim?
Makro güçlerimi kullanarak onları iyileştirmeyi ve kazasız belasız eve getirmeyi başarabildiğini gibi sapık zihinlerini de düzeltmem mümkün müydü? Zihinlerini denetim altında tutabileceğimi ve buyruklarım doğrultusunda davranmalarını sağlayabileceğimi biliyordum, ama beyinlerinin içinde gardi-

246
Kayıp
yan gibi oturarak onları sağlıklı biçimde düşünür hale getiremezdim. Bir yolunu bulup, mikro yaşamlarının uzun vadede getireceği acıyı ve doyumsuzluğu şimdiden görebilmeleri için onlara yardımcı olmalıydım. Bu mucizeyi nasıl gerçekleştirebileceğimi düşünürken, bir yandan da bir tepsiye kâse, kaşık, bir kutu süt ve biraz da kepek ekmeği koyup yukarki daireye yollandım.
Odaya girdiğimde hâlâ hipnotik etki altında uyuyorlardı. Onları çabucak uyandırıp mutfağa götürdüm ve hepimiz mutfak masasının çevresine oturduk. Başlangıçta gözlerinde korku vardı, ama benim konuğum olduklarını, bedenlerini iyileştirdiğim gibi onları zihinsel olarak da sağlıklı hale getirmeye çalışacağımı söyleyince, korkuları kuşkulu bir şaşkınlığa dönüştü. "Eğer" dedim, "bunu başarırsak, polis korkusu olmaksızın yepyeni bir yaşamın keyfini çıkarmakta özgür olacaksınız. Ama başaramazsak -özellikle 'biz' diyordum, çünkü en azından eşit sorumluluk yüklenecekleri bir işbirliği fikrini aşılamak istiyordum- acı ve mutsuzluk getirecek bir gelecek dışında hiçbir şey için söz veremem."
Griff, uzun olanı, başını kaşıdı, sonra da bıyıklarını çekiştirmeye başladı. En sonunda da "Hey baksana" dedi, "ne oluyor, anlamıyorum. Bizi buraya nasıl getirdin? Hem neden polis çağırmadın?"
Bu iki soruyu nasıl yanıtlamam gerektiğini pek bilemiyordum, bu yüzden biraz düşündüm, sonra "Sizi buraya getirebilmek için hipnotize ettim" dedim. "Sizi neden polise teslim etmediğime gelince, bu konu biraz daha karmaşık. Anladığınız gibi, o iki öğrenci kızın tecavüze uğrayıp öldürülmesinden sizin sorumlu olduğunuzu biliyorum. Sadece cezalandırılmanızı istemiş olsaydım, polis çağırırdım. Ama bir kumar oynamaya karar verdim, size çok daha çekici bulacağınızı umduğum bir yaşam biçimi göstereceğim, öyle ki bir daha asla başkalarına zarar vermek istemeyeceksiniz."

247
M.S. 2150
"Hey" diye bağırdı Judd "yoksa sen o dindar kaçıklardan biri misin? Bizi günahlarımızdan arındırmaya falan mı çalışacaksın?"
Başımı sallayarak "Hayır" diye güvence verdim. "Sadece size bazı şeyler anlatacağım. Eğer bu anlatacaklarımdan etkilenmezseniz sizi salıvereceğim, böylece istediğinizi yapmakta özgür olacaksınız."
Bana kuşkuyla baktılar, sonra Griff "şimdi çıkıp gitmekten bizi alıkoyan ne?" diye sordu.
"Koridora açılan kapı ateş gibi kızgın" dedim. "Açmayı denerseniz yanarsınız. Aynı şeyin pencereler için de geçerli olduğunu göreceksiniz."
Bana inanmadıkları belliydi. Her ikisi de ayağa kalktılar ve Griff "Sen tam bir kaçıksın" dedi. "Kapıda hiçbir şey yok. Belki de bizim seni tedavi etmemiz gerek."
Kapıya ilk ulaşan Judd oldu, kapıyı açmak için uzandı, ama kapı koluna dokunur dokunmaz bir çığlık atarak hızla geriye çekildi.
Elini serinletmek için çılgınca havada sallayarak "Vaayy!" diye haykırdı. "Allah kahretsin! Bu deli piç haklı! Elime baksana!"
Kızarmış elini görsün diye Griff e uzattı. Griff, belli ki, Judd'un gerçekten canının yandığını kabul etmişti, çünkü bana dönerek acı bir alayla "Pekâlâ" dedi, "bu küçük numarayı nasıl çevirdin?"
"Her ikinizi de kapının ateş gibi olduğuna inanmanız için hipnotize ettim" diye açıkladım, "ama sizin buna karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu, çünkü bilinçli zihninizi değil, bilinç-altmızı etkiledim. Büinçaltınız benim telkinlerimi taşıdığı sürece bu kapıdan dışarı adım atamayacaksınız."
Judd, hâlâ elini tutarak bana öfkeyle baktı ve "Peki" dedi, "her şey sadece benim zihnimdeyse, bu Allahın cezası kabarcıklar nasıl ortaya çıktı?"

248
Kayıp
"Çünkü bedenin, zihnin ne emrederse yalnızca onu yapar" diye yanıtladım. "Zihnin elinin yandığına inandığı için sinir sistemini yanık acısının algılanmasını sağlamak ve salgı sistemini de bu kabarcıkları üretmek doğrultusunda harekete geçirdi."
"Tamam" diye Griff başıyla onayladı, "verdiğin bilimsel konferans için teşekkürler... Şimdi zihinlerimizle uğraşmayı bırakmaya ne dersin? Bu sabah şanslıydın. İkimize de aynı anda karşı çıkmayı düşünmüyorsun, öyle değil mi? Seni iki parçaya ayırabiliriz."
"Bu sabah bir hata yaptım" diye itiraf ettim, "şimdi bunu ödüyorum. Ama sizinle tekrar dövüşmeyeceğim."
Judd "Yani sadece orada durup seni parçalamamıza izin mi vereceksin?" diye alay etti. Bunu görmeliyim. Öylece durursun haa! Haayıır bayım! Sen deliler gibi dövüşüyorsun. Bunu bu sabah gösterdin, şimdi de yumruğumuz havaya kalkar kalkmaz yine aynı şeyi yapacaksın."
"Hayır, dövüşmeyeceğim" diye yanıtladım. "Dövüşmek zorunda değilim. Eğer bundan böyle birine zarar vermeye kalkışırsanız, sadece kendinize zarar vermiş olursunuz."
Bana kuşkuyla baktılar. "Eğer bana inanmayı öğrenme-diyseniz" dedim, "deneyip kendiniz görebilirsiniz. Ama yine de sizi uyarıyorum, sadece kendi kendinizi incitmiş olacaksınız."
Judd "Çaksana bir yumruk, Griff diye kışkırttı, "blöfünü gör!"
"O da tıpkı senin gibi yaralansın mı?" diye sordum.
Bu arada Griff sakınarak bana yaklaştı, belli ki kararsızdı. Sonunda vurabilecek kadar yakınıma sokuldu ve korkutucu olduğunu umduğu bir ifadeyle bana bakmaya başladı. Ben ayakta duruyor ve gülümsüyordum."
"Unutma" dedim, "seni uyardım, başkasına zarar vermeye kalkışırsan sadece kendin incineceksin."
"Tamam" dedi Griff, "sana inanıyorum, seni incitmeyi

249
M.S.2150
düşünmüyorum."
Sonra geri dönüyormuş gibi yaptı, ama birden durup çeneme doğru aşağıdan yukarıya bir yumruk çıkardı. Griff in de biraz sonra anladığı gibi, bu çok güçlü bir yumruktu, çünkü benimkini yalayarak bir bumerang gibi kendi çenesine çarptı ve dengesini bozarak hızla yere düşmesine neden oldu. Judd "Bu ne biçim iş!" diye bağırdı. "Sen yerinden bile kımıldamadın, ama Griff kendini yere devirdi. Kahretsin! Ne oluyor?"
"Size söylemiştim" dedim, "ama inanmak istemediniz. Bana inanmaya başlamak için daha ne kadar yaralanmanız gerekiyor?"
Griff ayağa kalktı ve yavaşça yaralı çenesine dokundu. Sonra vahşi bir tavırla üzerime gelip hemen önümde durdu. Gözlerinden öfkeyle birleşen kuşkulu bir şaşkınlık okunuyordu. Yumruğunu kaldırdı, bir an durdu, ardından göğsümü dürtmek için işaret parmağını uzattı. Ama sadece artan bir şaşkınlık içinde kendi göğsünü dürtmüş oldu.
Beni düşünceli bakışlarla süzdü. Sözlerime kulak verecek hale gelmeye başladığını hissettim.
"Gerçek olduğuna inandığınız bir şeyin somut sonuçlar doğurduğunu gördünüz" dedim. "Size başımıza gelen her şeyin düşünme biçimimizden kaynaklandığını göstermeye çalışıyorum. Olumsuz düşüncelerimiz bizim için olumsuz sonuçlar, olumlu düşüncelerimiz ise olumlu sonuçlar yaratır."
Judd "Saçma!" diye bağırdı. "Şimdi de olumlu düşünme konusunda bir vaaz dinleyeceğiz, öyle mi?"
"Hayır" dedim, "sadece bunu açıkça kanıtlayacağım. Bundan böyle ürettiğiniz her öfke dolu düşünce -neyle ilgili olursa olsun, ya da neden kaynaklanırsa kaynaklansın- şiddetli bir baş ağrısı oluşturacak ve bu ağrıyı olumsuz düşünceyi barındırdığınız sürece çekeceksiniz."
"Oooff! İsa aşkına!" diye bağırdı Judd, eliyle sıkıca alnını tutmuştu.

250
Kayıp
Griff "Ne oluyor?" diye sordu.
"Şu piç kurusu başımın içine bıçaklar batırıyor" diye bağırdı Judd. "Ooof, bu beni öldürecek! Durdur! Durdur şunu!"
"Bunu durdurabilecek tek kişi sensin Judd" diye açıkladım. "Benim hakkımda olumsuz düşünmekten vazgeçersen ağrı da sona erer."
"Dediğini yap Judd" diye Griff akıl vei'di. "Bu alçak bize büyü yaptı. Sanırım, dediğini yapmak en iyisi."
Belli ki Judd ağrıdan başka hiçbir şey düşünemez hale gelmişti ve kötü düşünceler bu ağrıdan kurtulma yollarını arayan düşüncelerin arasında yok olmuştu. Acıyla çarpılan yüzü şimdi giderek gevşiyordu. Gömleğinin koluyla alnını silerken ağrıdan kurtulmanın verdiği rahatlamayla iç geçirdi.
"İşte" dedim, "yapman gereken tek şey buydu, öfkeyle düşünmekten vazgeçince baş ağrın da geçti. Şimdi sizi yalnız bırakacağım, böylece söylediklerimi düşünebilirsiniz ve hâlâ anlattıklarımla ilgili kuşkunuz varsa sınayabilirsiniz. Sorusu olan var mı?"
"Hey!" dedi Griff. "Bizi burada ne kadar alıkoymayı tasarlıyorsun?"
"Sizi yarın sabaha kadar idare edecek ekmek ve sütünüz var" diye yanıtladım. "Sonra tekrar geleceğim."
Griff "Bizi burada alıkoyarak, insanları kodese tıkan aynasızlar gibi davranıyorsun" diye karşı çıktı ve bana doğru tükürdü.
Birden eliyle yüzünü sıvazlamaya başladı, diğer eliyle de zonklayan alnını tutuyordu. "Bunu demek istemedim" diye uludu. "Özür dilerim... kahretsin! Özür dilerim dedim!"
"Beni ikna etmek zorunda değilsin" diye yanıtladım. "Öfkeli olmadığına kendini inandırmalısın, baş ağrın ancak öyle geçer. Pekâlâ, yarın görüşürüz. Size sevgi dolu, mutlu düşünceler dilerim."
Sonra onları bırakarak Kari ve Neda'nın dairesine indim. Vakit öğleyi epey geçmişti, ama Neda'nm geç saatte hazırla-

251
M.S.2150
yacağı hafif bir öğle yemeğine çağrılıydım ve tam zamanında orada oldum. Sabahtan beri ağzıma bir lokma koymadığım için sofrada daha çok Kari ve Neda konuşurken ben açlıktan sızlayan midemle ilgilendim. Yemekten sonra onlara bu iki gün içinde yaşadıklarımı anlattım.
Kari, tam beklediğim gibi, tutsaklarımı polise teslim etmekten yanaydı. Kadınlara saldıran iki adamın yeni eşiyle aynı binada bulunmasından hiç hoşlanmamıştı. İskemlesini Neda' nmkine yaklaştırarak, kolunu korumak istercesine onun omuzlarına doladı. Ama Neda, bu adamları zihinsel sağlıklarına kavuşturma konusunda benim fikirlerimi destekliyordu.
"Her şey bir yana" diye üsteledi, "Jon'un benim için yaptıklarına baksana! Eğer, aynen benim durumumda olduğu gibi, çirkin bir domuz kulağından ipek bir kese yapabiliyorsa, neden bu serseriler için de bir mucize yaratmasın?"
"Oh, evet" diye yanıtladı Kari, "ama ben de Jon'un Mak-ro felsefesiyle ilgili bir şeyler öğrendim ve Jon'un da kabul edeceği gibi, yardım istemeyen birine yardım edilemeyeceğini biliyorum; çünkü ancak etkin bir biçimde işbirliği yapan birine yardımcı olunabilir. Eğer senin yeterli istek ve inancın olmasaydı, Jon sana yardım edemezdi."
"Bu doğru" diye onayladım. "Neda kalıcı biçimde değişmeyi istedi ve bunun olabileceğine inandı."
"İşte görüyorsun" dedi Kari kaşığını havada sallayarak, "daha bu serserilerle işe başlamadan kaybettin, çünkü birdenbire örnek vatandaşlar olmayı istemeyecekleri kesin... hele böyle olabileceklerine inanmaları daha da küçük bir olasılık."
Bu noktada haklısın Kari" diye itiraf ettim. "Şimdilik gerekli istek ve inanca sahip olmadıkları doğru, ama yarından itibaren, söylediklerime karşı çıkmadan önce biraz düşünmeye başlayacaklar. Ben de onlara yarın Makro felsefeyi öğretmeye başlayacağım."
"İşte bu anlamsız" diye karşı çıktı Kari, "çünkü bunlar

252
Kayıp
bu dünyadaki mikro ayaktakımmın en düşük örnekleri, oysa sen Makro bakış açısının mikro adam için bile anlaşılır olmadığını defalarca söyledin. Ayrıca mikro bakış açısından 'her şeyin bir oluşu' tamamen gerçek dışı bir kavram. Neden vaktini boşa harcıyorsun Jon?" Neden onları doğrudan polise teslim etmiyorsun? Sen böyle insanlarla uğraşmaktan hoşlanmazdın. Bunlar son derece iğrenç ve son derece tehlikeli insanlar. Bunlar hak etmiyorlar..."
"Bu genç adamların yardıma değmediklerini mi söylemek üzeresin?" diye sözünü kestim. "Eğer öyleyse seni uyarıyorum, başkalarını nasıl yargıladığına dikkat et. Rana'nm aktardığı öğütleri hatırla, onların yardıma değmediğine karar verirken, önce kendini aynı yargıyla mahkûm ettiğini bilerek iyice düşün."
Kari yanıt vermek için ağzını açtı, ama Neda yumuşak bir tavırla parmağını onun dudaklarının üzerine koydu. "Lütfen Kari" diye rica etti, "Jon'un söylediklerini bir kere düşün. Her şey bir yana, sırf böyle yargılayıcı düşünceler nedeniyle Jon' un 2150 ile olan bağı koptu. Sadece bu durum bile yeteri kadar üzücü."
Neda'nın Kari üzerinde benim hiç sahip olmadığım kadar doğal bir ikna etkisi vardı, bu yüzden başıyla onaylayıp Neda' mn bakış açısını kabul ettiğini görünce şaşırmadım.
"Sırası gelmişken Kari" dedim, "Neda'nın günlüğümü daktilo ile temize çekmesine karşı çıkmazsın, değil mi? Çünkü evimizdeki yeni konukların hafta sonuna doğru günlüğümde yazılı olanların üzerinde düşünebilecek hale geleceklerini umuyorum, belki ondan sonra Makro yaşam biçimini öğrenmeye başlamak isteyebilirler."
Neda hemen işe koyulmak istedi, ama konuşmamız sona erdiğinde gün bitmiş, akşam olmuştu. Onlardan ayrılırken, Neda'nın Karl'a Makro toplumun ve Makro felsefenin ana ilkelerini benden çok daha kolay kabul ettirebildiğine inanmıştım.

253
M.S.2150
Akşam erken yattım, gerçi 2150'de uyanmayacağımı biliyordum ama Griff ve Judd'la sabah erkenden çalışmaya başlamak istiyordum.
Sonraki üç günü o zamana dek hiç yaşamadığım yoğunlukta bir gerginlik içinde geçirdim. Görünüşe göre tutsaklarım devamlı baş ağrısı çekiyorlardı, bu onları kızdırıyor, kızgınlık baş ağrısı yapıyor, bu onları yine kızdırıyor, kızgınlık daha fazla baş ağrısı yapıyor ve bu böyle sürüp gidiyordu. O öfkeyle sayısız kere bana saldırmaya kalkıştılar ve tabii her defasında kendi kendilerini yaralamış oldular. Hatta birkaç kez de yine kapıyı tutup ellerini yaktılar.
Başlangıçta, verdiğim basit dersleri öğrenmektense kendilerine bu kadar acı çektirmeyi yeğlemelerine şaşmıştım. Ama sonra anladım ki, insan kendi yaşam biçiminin sorumluluğunu üstlenmekten ömür boyu kaçmmışsa, edindiği bu alışkanlıktan öyle çabucak kurtulamıyor. Hem Griff hem de Judd hoşlarına gitmeyen ayrıntıları unutma konusunda birer uzmandı, baş ağrılarına kendi öfkelerinin neden olduğunu, kapının yakacağını ya da bana vurmaya kalkıştıklarında kendilerine vurmuş olacaklarını sürekli unutuyorlardı.
Eğer kaçmayı beceremedikleri için bu kadar öfkelenmese-lerdi, kuşkusuz çok daha hızlı öğreneceklerdi. Ama bir keresinde Rana'mn açıkladığı gibi, insan öfkeyi gerçekte kendine karşı duyuyordu ve bu öfke bir şeyi önce kötü diye nitelemekten, sonra da "kötü" ya da "istenmeyen" bu durumu değiştirmekte yetersiz kaldığını hissetmekten kaynaklanıyordu. Ayrıca Rana mikro adamın genellikle, hoşlanmadığı deneyimlerinin sorumluluğunu kabul etmeyi reddettiğini ve farkında olmadan suçu başkalarına yöneltince de kendini aklanmış hissettiğini anlatmıştı. Bu "gerçeği yok sayma" teknikleri geçici bir süre etki yarattığı ve mikro adam da bu rahatlamanın geçici olduğunu unuttuğu için, sözü edilen davranış biçimi sürdürülüyor ve giderek vazgeçilmesi son derece güç bir alışkanlığa dönüşüyordu.

254
Kayıp
Griff ve Judd da aynı tehlikeli "bu benim hatam değil" kısırdöngüsü içindeydiler.
Kendi yaşamıma baktığımda bile bu davranış kalıbının defalarca tekrarlandığını görebiliyordum. Sadece şimdiki yaşamımı değil, daha pek çok geçmiş yaşamımı gözden geçirdiğimde, almam gereken ders hep aynı oluyordu: Tüm sorunlarımı Mak-ro gerçeği kabul etmeyi reddettiğim için kendim yaratmıştım, çünkü Makro gerçeğe göre insan ancak kendi hatalarından aldığı dersi hatırladığı (hatalarını kabul ettiği) zaman öğrenebiliyordu.
Bir kez daha şu bilinen gerçek ortaya çıkıyordu: Geçmişini unutan, onu tekrarlamaya mahkûmdur.
Kari, tutsaklarım için öngördüğüm koşulları ben de aynen deneyimlersem, başarımın artabileceği konusunda beni daha ilk günün akşamında uyarmıştı. Mikro alışkanlığın verdiği öfkeye kendimi her kaptırdığımda baş ağrısı çekmeye hazır olduğumu ona açıkça söyledim. Ama bunu söylerken geniş bir bakış açısına sahip olduğum için kızgınlık duymanın benim için mümkün olmadığı inanandaydım. Ancak bütün hoşnutsuzlukların biraz kızgınlık yarattığını o anda bilmiyordum. Başka bir anlatımla, herhangi bir şeyi iyiye kıyaslayıp kötü diye nitelediğimde öfke duydum ve ikinci gün ben de baş ağrıları çekmeye başladım.
Makro bakış açısından her şeyin aynı anda iyi ve kötü, çirkin ve güzel olduğunu, hem başarısızlığı hem başarıyı birlikte barındırdığını biliyordum. Ama paranın iki yüzünü de görmekte ya da bu dengeyi içeren Makro açıdan bakmakta uygulamada ne kadar yetersiz olduğumdan haberim yoktu. Tutsaklarımı olumlu düşünme biçimini öğrenmeye yöneltmek üzere muhteşem bulduğum bu plânı tasarlayan ben, şimdi kendi oyunuma düşmüştüm. Üçüncü günün sonuna doğru Griff ve Judd'la birlikte hangimizin daha şiddetli ağrı çektiği konusunda başa baş yarışıyorduk ve ben bir baş (ağrısı!) ileride oldu-

255
M.S. 2150
ğumdan emindim.
Allahtan dördüncü gün işler düzelmeye başladı. Bunun pek çok nedeni vardı ama en önemli etken Neda oldu. Üçüncü günün akşamında ne kadar perişan olduğumu gören Neda, Karl'dan ve benden Griff ve Judd'u görmek için izin istedi, bu günlüğün daktiloya çekilmiş sayfaları elindeydi. Hem Kari hem de ben karşı çıktık, ama Neda ona verebilecekleri herhangi bir zararın gerçekte kendilerine döneceğini, bu yüzden yaralanmasının mümkün olmadığını söyleyerek direndi.
Bunun bir risk olduğunu ve benim de henüz böyle bir riski göze alamayacağımı öne sürdüm. Ama aksi gibi Neda'yla tartışmak sadece baş ağrımı artırıyordu, bu yüzden haklı olabileceğini düşünmeye başladım. Böylece, onu korumak üzere yanında bulunmak koşuluyla isteğine boyun eğdim.
Kari biraz daha direndi, ama Neda'nm onu ikna etmeye yönelik sevimli tavrına pek karşı koyamadığını fark edebiliyordum. Sonuçta Neda'yla birlikte tutsaklarımı görmeye gittik.
Neda'dan dairenin kapısını açmasım rica ettim, çünkü kendi yargımla kendimi öyle bağlamıştım ki, kapı kolu şimdi benim de elimi yakıyordu.
Neda onları çekiciliğiyle hemen büyüledi, böylece çok geçmeden Griff ve Judd'un baş ağrıları sona erdi. Neda da bu fırsatı günlüğü okumaya başlamak için kullandı. Griff in ve Judd' un günlükte anlatılanlara sadece anlamsız bir fantezi olarak bakacaklarından, bunun ötesinde bir kabule hazır olmadıklarından emindim. Ama Neda okudukça ve arada keserek yorumlar yapıp sorularına açıklayıcı yanıtlar verdikçe, her ikisi de günlüğümde yazılı deneyimlerimle öyle ilgilenmeye başladılar ki, Neda'nın okumaya ara vermesini istemez oldular.
Saatin ilerlediğini hatırlattım, ama ancak Neda ertesi gün gelip kaldığı yerden devam etmeye söz verince gitmesine razı oldular.
Neda bir sonraki gün Griff ve Judd'la yaklaşık altı saat ge-

256
Kayıp
çirdiği halde günlüğü okumayı bitirememişti, çünkü sürekli onunla ve geçirdiği değişimlerle ilgili sorular soruyorlardı. Fazla kuşkuya düşmemelerine şaşmıştım, yine de Neda onlara bazı Makro güçlerimi göstermemi istedi. Kanepenin yastıklarını PK ile kaldırarak odanın içinde dolaştırmamdan çok etkilendiler, ayrıca onları yaraladığımda bu yaraları nasıl iyileştirdiğimi hatırladılar. Neda'nm önerisiyle ellerindeki yanıkları da geçirdim ve ondan sonra kapıyla ilgili sorunumuz olmadı, çünkü oraya yaklaşmadılar. Böylece benim elim de kapıda yanmaktan kurtuldu.
Dördüncü gün sona ererken, Griff ve Judd'a ulaşabilmeyi Neda'nın olağanüstü yardımıyla başarabilmiş olduğumuza iyice inanmıştım. Genç kadının kişiliğindeki bu büyük değişikliğe hâlâ şaşıyordum. Kendine güveniyordu, dışa dönük, sabırlı ve sevecendi, daha da şaşırtıcı olan şakacı, coşku dolu ve sürekli gülen biri haline gelmişti. Ondaki bu ruhsal değişiklikleri sorduğumda "Ben geleceğin Makro felsefesinin tüm sorunlarla baş edebildiğini gösteren canlı, soluk alan bir kanıtım" diye karşılık verdi.
"Ama Griff in ve Judd'un yaptıklarını bile bile, onlardan korkmuyor musun?" diye sordum.
Neda güldü. "Geçmişimi hatırladığım sürece, gelecekte beni o kadar üzebilecek başka bir şey olabileceğini düşünemiyorum..."
"Bir dakika" diye kestim, "tecavüze uğramak ya da öldürülmek olasılığına ne diyorsun?"
Şakacı bir tavırla başını salladı, "Korkmamam seni ve Karl'ı endişelendiriyorsa özür dilerim" dedi, "ama delice bir ataklık göstermiyorum, sadece evrenin mükemmel olduğunu ve neyi seçmişsek yalnızca onu deneyimleyebileceğimizi söyleyen Makro felsefeye inanıyorum. Er geç herkes 'her şeyin bir olduğu' gerçeğini öğrenecek. Böylece gelecek giderek daha iyi, daha bilinçli ve sevgi dolu olacak. Şimdiden sonra gelişmek için

257
M.S.2150
kendi seçtiklerimin dışında başıma başka hiçbir şey gelemez. Bunda korkacak ne var?"
Başımı sallayarak "Makro bakış açısını yaşamına uygulamayı bu kadar çabuk nasıl öğrendiğini hâlâ anlayamıyorum" diye karşılık verdim.
"İnsanların tüm sorunlarının yaşamlarındaki kaçınılmaz değişikliklere direnmekten ve bunlara karşı savaş vermekten kaynaklandığını sen söylememiş miydin?" diye hatırlattı.
"Evet" diye yanıtladım, "yine de ben..."
"O halde anlamaya çalış" diye kesti, "benim yaşamımda o kadar çok değişiklik oldu ki, bu değişikliklerden hoşlanmayı öğrendim."
"Bir kaza geçirsen" diye varsaydım, "ve yeni elde ettiğin fiziksel güzelliğini yitirsen, bu değişikliği de kabul edebilir miydin?"
"Evet" diye yanıtladı, "sanırım kabul edebilirdim, çünkü şimdi güzelliğimin ne olduğunu biliyorum -o bir araç. Neden güzelleştiğimi de biliyorum -bu güzelliği 'birlik' felsefesi içinde senin ve benim inancımla yarattık. Ama güzelliğim elimden alınırsa bunun nedeni de yine kendim olacağım, kendi seçimim olacak!
Bu bedeni istediğim sürece ona sahip olacağıma tamamen inanıyorum Jon."
"Sözlerin inancının ne kadar sağlam olduğunu gösteriyor, ayrıca yeterli isteğinin de olduğu belli" diye gözlemimi belirttim. "Bu istek ve inancı taşıdığın, bunları zıt bir istek ya da inançla geçersiz kılmadığın sürece dilediğin her şeye ulaşabilirsin."
"Eskiden güzel ve mutlu olmak için büyük istek duyuyordum" dedi, "ama bunun mümkün olabileceğine inanamı-yordum. Onun için de ne kadar çirkin olduğumu görmesinler diye başkalarından uzak durmak, aralarına karışmayarak da reddedilmekten kurtulmak istiyordum ve bu isteğim öyle güç-

258
Kayıp
lüydü ki, güzel ve mutlu olma isteğimi geçersiz kılıyordu."
"Bütün bunlar sözcüklere vurduğumuzda öyle karmaşık görünüyor ki, Griff ve Judd'a nasıl açıklayacağımızı bilemiyorum" diye içimi çektim.
Neda "Çünkü yeterli inancı taşımıyorsun" diye takıldı. "Ben bunun mümkün olduğuna inanıyorum ve başarmayı istiyorum, onun için başaracağım."
Güldüm, "Beni kendi oyunumla yendin Neda" dedim. "Önümüzdeki günlerde uygulayacağın yöntemin izleyicisi olacağım. Belki de şu gerginlik dolu üç gün boyunca yardım isteyen sesime verilen yanıt sensin. 'Dileyin, o size verilecektir,' hmm. Diledim ve sen buradasın Neda. En iyisi yolundan çekilmeli ve işi sana bırakmalıyım."
Tutsaklarımda bilinç aşaması belirtileri görmek için en az bir hafta gerekli diyordum, ama gerçekte pek çarpıcı bir değişiklik de beklemiyordum. Oysa Pazar gününe doğru -onları yakaladığımdan bu yana sadece bir hafta geçmişti- Griff ve Judd o kadar farklı davranır hale gelmişlerdi ki, üç kıza saldırıp ikisini tecavüz ederek öldüren adamlarla aynı kişiler olduklarına inanmakta güçlük çekiyordum. Bu büyük farkı Neda yaratmıştı. Onu dinlemelerini ve kabul etmelerini sağlamıştı, ardından da beni kabul etmeleri için onları ikna etmeyi başardı.
Anlattıklarımdan Griff in ve Judd'un Makro düzeyde yaşamaya hazır oldukları anlamı çıkarılmamalı, çünkü öğrenmek ancak uygulamayla mümkündür ve onlar da son derece yoğun ve çatışma dolu bir hafta geçirmiş olsalar bile, geçmiş yıllarını dengelemeye yetecek kadar uygulama yapmaya fırsat bulamamışlardı. Yine de yepyeni bir düşünme biçimini öğrenmeye başlamışlardı ve ortadaki sonuçlar şaşırtıcıydı. Griff yeniden doğuşu ve deneyimlediğimiz her şeyi alınacak dersleri dengeleyecek biçimde kendi ruhlarımızın seçtiğini ilk öğrendiğinde fena halde tasalandı.
"Gelecekten ne umabiliriz ki?" dedi isteksizce. "Eğer bize

259
M.S.2150
anlattıklarınız doğruysa, bir sonraki yaşamda büyük olasılıkla kız olarak doğup, tecavüze uğrayarak öldürüleceğiz."
Genelde karma diye adlandırılan bu yasanın, sadece içinde böyle bir yasayı barındırmayan daha geniş bir Makro bakış açısı edinecek düzeyde gelişmeyi reddederlerse, onların gerçeği olacağını açıkladım.
"Yani" diye sordu Judd, "bu Allanın cezası karma denen nesneden kurtulmanın bir yolu mu var?"
"Eh" diye yanıtladım, "karma yasası sadece mikro adamın sorunu, çünkü olumlu, sevgi dolu düşünce ve eylemlerden çok nefret ya da olumsuz düşünce ve eylemleri yeğliyor. Makro düzeyin insanları sevgi yasası uyarınca yaşarlar, bu yasa da cezalandırmayı içermez; temel ilkesi, olan neyse onun sevinçle kabul edilmesidir, çünkü bu 'olan' ruhun kendisi tarafından kendi gelişmesini sağlamak için özenle seçilmiştir."
Griff ve Judd sevgi yasasıyla ilgili daha pek çok soru sordular, sonunda Neda "Eğer başınıza gelen her şeyi sevgiyle kabul edebilirseniz, geleceğinizde kötü ya da sevimsiz olarak niteleyebileceğiniz hiçbir şey olamaz" dedi.
Griff "Yahu, insan böyle davranmayı nasıl öğrenebilir?" diye sordu.
"Öğrenmeyi isteyerek" diye yanıtladı Neda "ve öğrenebileceğine inanarak."
Griff sorularını sürdürdü, Neda'yla ben de yanıtlamaya çalıştık, ta ki Griff bazı düşünceleri not edebilmek için bir defterle kalem isteyerek bizi şaşırtana dek... Bir kez yazmaya başlayınca da, geceleri bile sık sık kalkıp Makro felsefe ve bu felsefeyi yaşamını yeni baştan kurmaya yönelik nasıl kullanabileceği konusunda kendi günlüğünü oluşturmaya koyuldu.
Haftanın son günlerinde hemen hemen hiç baş ağrısı çekmedik. Griff de Judd da büyük aşama içindeydiler, ama Kari hâlâ içtenlikle davrandıklarından kuşkuluydu. "Ne de olsa" diye uyarıda bulundu, "bütün yapmaları gereken şeyin sizin söy-

260

Kayip

lediklerinizi dinler gibi görünmek olduğunu biliyorlar, sonra da yaşamlarını onlardan beklediğiniz biçimde sürdürmeye söz verecekler ve siz de onları salıvereceksiniz."
Neda "Ama gerçekten iyi niyetliler" diye Karl'ı inandırmaya çalıştı.
"Nereden biliyorsun?" dedi Kari. "Unutma, bu herifler yalancılıkta öyle usta olabilirler ki, kafalarına bile vursanız ağızlarından gerçeği atamayabilirsiniz."
"Oh Kari, sen de Jon'la benim yaptığım gibi onlarla uzun saatler geçirmiş olsaydın, böyle kuşku duymazdın. Ayrıca Jon auralarmı görebildiğine göre kaydettikleri gelişmeyi her zaman kesinlikle bilebilecek durumdayız."
"Bu doğru mu Jon?"
"Eh" diye yanıtladım, "onları ilk gördüğümden bu yana auralarına bakmadım, çünkü bunalım içindeydiler, ama yarın denerim. Sadece telepatik olarak şaşılacak kadar ilerlediklerini algılıyorum. Yine de auraları yalan söylediklerini gösterirse, onları burada tutarım."
"Ama eğer auralannda hoş renkler görürsen, onları yarın salıvereceksin, öyle mi?"
"Kesinlikle öyle! Tabii ikisini de bir süre için haftada en azından birkaç kez Kişisel Tekâmül çalışmalarını sürdürebilmeleri için buraya çağıracağım."
"Olur şey değil" dedim, "ben..." o anda şaşkınlıkla fark etmiştim, "ben bir Kişisel Tekâmül rehberiyim! Buna inanabiliyor musun Kari? Ve Neda -o da öyle! Bu çok şaşırtıcı -gerçekten şaşırtıcı!"
Hem Neda hem de Kari Pazar gününün büyük bir kısmını Griff ve Judd'la konuşarak geçirdiler, bu arada ben de bütün dikkatimi auralarına yöneltmiştim. Öğleden sonranın ileri saatlerine kadar, Karl'ın bitmez tükenmez görünen sorularını yanıtlarlarken onları gözledim. Ara sıra öfkelendikleri oluyordu, ama Kari onları zaman zaman fazla sıkıştırdığı halde yine

261
M.S.2150
de bu kızgınlıkları uzun sürmüyordu.
Sadece yedi gün öncesine kıyasla auraları çok daha temiz ve belirgindi. Sonunda en önemli soruyu sordum.
"Bir hafta daha burada kalmak ister miydiniz?" Uzun bir sessizlik oldu, birbirlerine, sonra Neda'ya, Karl'a ve bana baktılar. En sonunda Judd gırtlağını temizleyerek, "Bu hafta bir yığın şey öğrendim" dedi. "Eğer bir sakıncası yoksa, sanırım biraz daha burada kalmak hoşuma gidecek."
Hep birlikte Griff e döndük, gözlerini yere dikmişti. Bu arada Kari bir şey söylemek istedi, ama Neda'nm bakışlarını yakalayınca fikrini değiştirdi. Hepimiz bekliyorduk. Sonra Griff başını kaldırdı, gözlerimin içine dikkatle bakarak, "Ben gitmek istiyorum" dedi. "Günlüğüme insanın uygulayarak -yaparak- öğrendiğini not etmiştim, bu böyle olduğuna göre geçen hafta gerçekten ne öğrendiğimi ancak buradan çıktığımda anlayabilirim. Bu binanın dördüncü katında oturup da dünyanın geri kalanını keşfedemem."
Neda önce Griff i, sonra da Judd'u öptü, ben Karl'm tepki göstermesini bekliyordum, ama bir şey söylemedi. Bunun üzerine "Size, söylemem gereken şeyleri dinledikten sonra gidebileceğinize dair söz vermiştim ve sözümü tutuyorum" dedim, "Ama Griff, umarım bir süre için haftada birkaç kez Ne-da'yla ve benimle konuşmaya gelirsin, bu elbette senin isteğine bağlı."
Judd bu çağrıyı duyup, kendisi için de geçerli olduğuna inanınca Griff le birlikte gitmeye karar verdi. Her ikisi de sık sık gelip, bizimle çok daha ayrıntılı biçimde konuşmaya istekliydiler. Böyle olunca üzerlerindeki öfkeyi baş ağrısına, kapı kolunu ateşe dönüştüren hipnotik telkinleri kaldırdım ve onları
uğurladık.
Ned'e ve Karl'a dairelerine kadar eşlik ettim, orada akşamın geç saatlerine dek oturup konuştuk, geçirdiğimiz haftadan aldığımız dersleri sindirmeye çalışıp, gelecekte olabilecek-

262
Kayıp
leri düşündük.
O gece yatmaya giderken, Neda'nın bu haftaya ilişkin sözlerine tamamen katıldığımı fark ettim: Yaşamımın en etkili dersini deneyimlemiştim, çünkü en büyük riskleri göze almış, en büyük hataları yapmış ve bazı önemli başarılar elde etmiştim.
O halde 2150'nin geleneğine uymalı ve günü, gelişmem için gerekli olan risklerle karşılaştığım için şükrederek ve seçtiğim yaşam biçiminin bu gelişmeyi gelecekte de sürdürmeye yönelik olduğunu bir kez daha kabul ederek bitirmeliydim.

263
BOLUM 14
Atılım
Alfa'daki odamızda bulunan kocaman yatakta uyandığımda sabahtı. Carol ve diğer Alfa arkadaşlarım bana bakıyorlardı.
Carol boynuma sarılarak "Hoş geldin Jon" dedi.
Sonra herkes beni kutladı. Lea ve Rana öbür dokuzuncu ve onuncu bilinç düzeyinde olanlarla birlikte 1976'da geçirdiğim hafta içinde yaptıklarımı izleyebilmişlerdi. En sonunda bazı Makro güçleri kullanabilmenin yanı sıra sevgi gösterebildiğimi, yönetme yeteneğimi geliştirebildiğimi ve bilgece davra-nabildiğimi (üç Makro erdemi kazanabildiğimi) gözlemlemişlerdi; öyle ki şimdi auramın yaydığı renk pembe, mor, yeşil, mavi ve beyaz parıltılı tertemiz bir limoni turuncuydu, ikinci bilinç düzeyine erişmiştim.
Sabahın ilerleyen saatlerinde Danışma Merkezi'ndeki göle bakan odamda, M.D.'den bana bilinç düzeyleri ile ilgili daha ayrıntılı bilgi vermesini rica ettim. Bu çok genel bir soru olduğu için, çok geçmeden kullanabileceğimin ya da anlayabileceğimin çok üstünde bilgiler almakta olduğumu fark ettim. Yine de zaman zaman M.D.'yi kesip, belirli sorular sorarak şunları öğrenebildim:
1- Makro toplumun ta başlarından beri (ki bu başlangıç 1970'lere dayanıyordu) genelde on bilinç (farkındalık) düzeyi olduğu bilinmesine karşın, 2025 yılına kadar hiç kimse üçüncü düzeyin üzerine çıkamamıştı. Sekizinci, dokuzuncu ve onuncu

264
Atılım
düzeye ise 2100 yılına kadar erişilememişti -bu düzeylere ulaşılması Makro toplum için de oldukça yeni bir gelişmeydi.
Makro toplumun ilk yıllarında bilinç düzeyleri nispeten düşük olduğu için, erişilen düzeyin zaman zaman yitirilmesi de söz konusuydu. Bu duruma genelde, Makro güçlerin yada yönetim gücünün kötüye kullanılması neden oluyordu. Yine de son otuz yıl içinde ikinci bilinç düzeyini aşmış hiç kimse
gerilememişti.
Üst düzeyde Makro güç kullanabilen biri henüz ikincibilinç düzeyine bile erişememiş olabilirdi, çünkü bilinç düzeyibir insanın Makro güçleri kullanabilmekteki becerisine göredeğil, kişisel tekâmülüne ya da başka bir anlatımla içinde bulunduğu Makro farkındalığa göre belirleniyordu.
İlk yedi bilinç düzeyinden birinde olup da, farkındalığını hızla artırma çabası içinde bulunanlara, bu atılımı yapabilmek için en elverişli deneyimleri Mik- ro Adası sunuyordu; o halde üçüncü bilinç düzeyine bir an önce ulaşabilme fırsatını ancak oraya giderek yakalayabilirdim. Ama M.D., Mikro Adası'nda aynı zamanda ikinci bilinç düzeyini kolayca yitirme ve birinci düzeye geri dönme olasılığıyla da karşı karşıya kalabileceğim konusunda beni uyardı.
Oraya ne kadar erken gidersem o kadar iyi olacağını düşünerek, Mikro Adası ile ilgili aklıma gelen her soruyu sormaya başladım. Böylece karşılaşabileceğim tehlikeler konusunda bazı önemli bilgiler edindim.
Makro toplumdan gelen bir ziyaretçi Makro güçlerle ko runmadıkça öldürülme tehlikesi altındaydı. Makro ziyaretçile ri öldüren ya da onları Mikro Adası'nda sürekli yaşamak üzere Makro toplum üyeliğinden ayrılmaya ikna edenler, Mikro Adası'nın en büyük kahramanları sayılıyorlardı.
Mikro Adası'nm şimdiki yöneticilerinin hepsi zamanın da Makro toplumun kurucu üyelerinden oldukları için bazı Makro güçler geliştirmişlerdi, ancak sahip oldukları güçleri kişisel

265
M.S.2150
ün ve servet kazanma yolunda kullanıyorlardı, bu durum da Ada halkına hükmetmelerine fırsat veriyordu. Güçlerini kendilerine ün getirecek ve pohpohlanmalarını sağlayacak biçimde kullanma istekleri onları baştan çıkarmıştı. Bir başka anlatımla, ruhun daha üst bilinç düzeylerine doğru gelişme süreci içinde aşması gereken en son ve en büyük engel benlik duygusuydu.
3- Çok zor vazgeçüebildiği için en son aşılabilen bu mikro niteliğin -benlik duygusunun- üstesinden gelebilecek ölçüde bir kişisel gelişme içinde olmalıydım, üçüncü bilinç düzeyine ancak böyle erişebilirdim. Bunu başarmak için de Makro topluma ve Makro toplumun Lea ile Rana dahil tüm üst düzey üyelerine sırtımı dayamaktan gönüllü olarak vazgeçmeliydim.
M.D.'den bu son anlattıklarını açıklamasını istedim, o da bir benzetmeyle, eğer yüzmede ustalık kazanmak istiyorsam can yeleğini bırakmam gerektiğini söyledi. Ben de bundan, benlik duygumun üstesinden gelmek için başkasından yardım alırsam üçüncü bilinç düzeyine ulaşamayacağım sonucunu çıkardım.
Mikro Adası sakinleri tarafından saldırıya uğrama düşüncesi, Griff ve Judd'la olan deneyimim nedeniyle şimdi o kadar korkutucu görünmüyordu. Yine de Makro güçlerini benim kadar ya da benden daha fazla geliştirmiş birinin saldırısına uğramam sorun yaratabilirdi.
O akşam Carol ve Rana ile bu olasılık üzerinde konuştuk ve bazı son derece tedirgin edici bilgiler aldım. Anlaşılan, Mikro Adası yöneticileri benim oraya gitmemi bekliyorlardı.
"Ama beni nasıl bekliyor olabilirler?" diye sordum Rana' ya. "Ben daha önce Mikro Adası'na hiç gitmedim ki!"
Rana "Mikro Adası'nm yöneticileri Makro toplumun kurucu üyelerinden oldukları ve bazıları da oldukça yüksek düzeyde Makro güç kullanabildikleri için senden haberleri oldu" diye yanıtladı. "Telepati, durugörü ve önceden bilme (geleceği görme) yoluyla seninle ilgili pek çok şey öğrendiler."

266
Atılım
"Ve" diye Carol ekledi, "seni öldürmeye ya da Makro yaşam biçiminden vazgeçirmeye karar verdiler."
"Ama neden benimle özellikle ilgileniyorlar?" diye sordum.
"Çünkü" diye Rana yanıtladı, "Lea'nm dokuzuncu ve onuncu bilinç düzeyindeki diğer üyelerimizin yardımıyla ilk zaman-uzay aktarımı projemizi yönettiğini ve senin de Lea'nm ikiz ruhu olduğunu biliyorlar. Seni öldürerek, ya da daha iyisi, seni Makro toplumu açıkça suçlamaya ikna edip Mikro Adası' nda onlarla kalmanı sağlayarak projemizi bozmak istiyorlar."
"Ama bu anlamsız" dedim. "Eğer onlara katılırsam üçüncü bilinç düzeyine erişemeyeceğimi ve bu nedenle zaman içindeki aktarımda sürekliliği koruma şansımı yitireceğimi bilmeleri gerek."
Rana yanıt vermeden evvel beni araştırıcı bir ifadeyle uzun uzun süzdü. En sonunda "Burada sürekli kalmanın bir başka yolu daha var" dedi. "Lea, diğer üyelerimizin yardımıyla zaman içindeki aktarımı başlattığı için, 2150'de kaldığın sürece eğer adadakilerle işbirliği yaparsan, onlar bu işlemi tamamlayabilirler."
"Ama... ama... bu mümkün değil!" diye bağırdım. "M.D. bana, bugüne kadar yedinci bilinç düzeyinin üstünde bulunan hiç kimsenin Mikro Adası'na iltica amacıyla gitmediğini söyledi. Oradakilerin Makro güçleri yeterli olamaz."
Rana ve Carol'un sözlerime katılmadıklarını belirtir biçimde başlarını salladıklarını görünce şaşkına döndüm. Sonra Rana "Mikro Adası'nda Makro toplumun çeşitli düzeylerde Makro güç kullanabilen 1000'den fazla eski üyesi var" dedi. "Hepsi zihinlerini birleştirir de zihinsel bir ağ oluştururlarsa, senin de yardımınla zaman-uzay içindeki aktarımı tamamlamaya yetecek fiziksel gücü ortaya koyabilirler. Böylece ikiz ruhunun yardımı olmaksızın ve sen henüz üçüncü bilinç düzeyinin fiziksel dengesine erişmeden 2150'nin sürekli üyesi haline gelebilirsin." "Tanrım!" diye bağırdım. "O halde onlar bana 2150'yi üçün-

267
M.S.2150
cü bilinç düzeyine ulaşma koşuluna bağlı olmaksızın sunabilecek durumdalar!"
Rana başıyla evetledi. "Ayrıca sana sadece 2150'de sürekli kalmayı değil, aynı zamanda yönetici sınıfta yer vererek, Mik-ro Adası'nın en güçlü üçüncü kişisi olabileceğin bir konumu önermeyi tasarlıyorlar."
"Evet" diye Carol ekledi, "o durumda sen başkanları El-gon ve başkan yardımcıları Sela'nm hemen ardından geleceksin. Elgon, Makro toplumda yedinci bilinç düzeyine kadar yükselmeyi başardıktan sonra gerileyen tek kişi. Bu onu o kadar kızdırmış ki, seksen yıl kadar önce Makro toplumdan ayrılma yolunu seçip, Mikro Adası'nın yönetimini ele geçirmiş. On yıl sonra eski alfa eşi Sela'yı da kandırarak -ki Sela o zaman altıncı bilinç düzeyindeymiş- başkan yardımcısı olarak yanma gelmesini sağlamış."
"Peki ama" diye sordum, "burada ve yakın gezegenlerde yaşayan dokuzuncu ve onuncu bilinç düzeylerine erişmiş herkes ortaklaşa çaba gösterdiği halde, aktarma işlemi beni 2150' de sürekli tutacak biçimde sonuçlandırılamazken, nasıl oluyor da onlar bunu becerebiliyorlar?"
"Oh, dokuzuncu ve onuncu düzeydekiler bunu pekâlâ yapabilirler" diye Carol sakince yanıtladı "ama sen üçüncü bilinç düzeyine ulaşana kadar işlemi tamamlamamayı uygun gördüler."
"Dur bir dakika!" dedim. "Eğer doğru anladıysam, Makro toplumun beni şimdi de burada tutmaya yetecek gücü var, ama içinde bulunduğum farkmdahk düzeyini beğenmedikleri için bunu yapmak istemiyorlar, öyle mi?"
Rana "Evet, öyle," diye yanıtladı. "Ama senin şu anda düşündüğün gibi, bilinç düzeyleri konusunda züppece bir tavır içinde olduğumuz için böyle davranıyor değiliz."
Biraz küskünce "O halde" dedim, "neden üçüncü bilinç düzeyine ulaşmadan Makro toplumun sürekli üyesi olmama izin

268
Atılım
vermiyorsunuz?"
Rana "Sen en azından üçüncü bilinç düzeyinin ruhsal dengesini kazanmadan zamanda aktarım işlemini tamamlarsak" dedi, "mikro baskılara dayanamayıp kısa sürede gerileyerek birinci düzeye ineceğini, hatta belki de sürekli olarak Mikro Adası'nda yaşamayı seçeceğini sanıyoruz."
"Bundan emin misiniz?" diye sordum.
"Hayır" diye yanıtladı Rana içtenlikle, "ama öte yandan üçüncü bilinç düzeyine ulaşsan bile gerileyip Makro toplumdan ayrılma yolunu seçebilirsin, ondan da emin değiliz, yine de hepimiz bu kumarı göze alma konusunda anlaştık."
Carol "M.D.'den öğrendiğime göre" diye ekledi, "onuncu bilinç düzeyindekilerin neredeyse üçte biri sen yedinci bilinç düzeyine erişmeden zamanda aktarım işlemini tamamlamamayı salık vermişler. Ama o zaman Lea'nm seni burada işlemi tamamlamadan sadece üç ay tutabilecek durumda olduğunu bilmiyorlarmış."
Aynı anda hem düş kırıklığı içinde olmanın hem de durumu anlayışla karşılamanın verdiği karışık duygularla, yapış yapış bir soğukluk hissettim. "Zamanın kısıtlı olduğunu öğrenmeden önce hepinizin fikir birliğine vardığı en düşük bilinç düzeyi hangisiydi?" diye sordum.
"Beşinci düzey" diye yanıtladı Carol.
Bir an ikisine de bakakaldım, bu ürpertici bilgiyi enine boyuna kavramaya çalışıyordum. "Yani üçüncü bilinç düzeyine erişsem bile, 2150'de daha üst bilinç düzeylerine çıkama-yabilirim ve siz şimdi bana böyle bir olasılıktan söz ediyorsunuz, öyle mi?"
"Bu doğru Jon" diye Rana yanıtladı. "Pek çoğu senin Makro toplumdaki geleceğine bu çağda doğup büyümediğin için kuşkuyla bakıyor. 1976'nm zaman kavramına göre üç aylık bir sürenin mikro geçmişinin çekiminden kurtulmana yetmeyeceği kanısındalar. Ama biz aramızda oyladık ve eğer kişisel geliş-

269
M.S.2150
men üçüncü bilinç düzeyine yükselirse, sana bir fırsat tanımaya karar verdik."
Rana'yı araştıran bir bakışla uzun uzun süzme sırası bana gelmişti. Sonunda "Onuncu bilinç düzeyine özgü bilgeliğinle ve ilerisini bilme gücünle geleceğimde neler görüyorsun?"
diye sordum.
Gülümsedi ve "Gelecekle ilgili şeyler sadece olasılık olarak bilinebilir ya da tahmin edilebilir" diye yanıtladı, "çünkü istek ve inançlar değiştikçe bunlar da değişirler. Bu noktada geleceğini tahmin etmek akıllıca olmaz. Yine de olasılıkları araştırma konusunda sana yardımcı olmaktan mutluluk duyarım."
Başımı sallayarak, "İkiz ruhum Lea'dan, Carol'dan Alfa'm-dan, senden ve tüm Makro toplumdan mikro bir toplumda sürekli yaşamak uğruna vazgeçebileceğim nasıl düşünülebilir, hâlâ anlayamıyorum" dedim. "Her şey bir yana, 1976'dan geriye doğru tam yirmi yedi yıl mikro bir toplumda yaşadım ve öyle bir toplumun ne kadar hastalıklı ve bencil olduğunu yakından
biliyorum."
Rana "Mikro bir toplum çekicidir, çünkü bencilce isteklerin doyurulmasına veya bazı çabaları gösterenlerin yurtsever, devlet adamı ya da kahraman olarak alkışlanmalarına fırsat verir" diye yanıtladı.
Carol elimi tuttu. Sonra büyük bir duygu yoğunluğu içinde bana bakarak "Ama ben sana güveniyorum Jon" dedi. Mikro ben'inin üstesinden gelebileceğini biliyorum."
"Ve ben de sana güveniyorum" diye Rana ekledi. "Onuncu bilinç düzeyindekilerin oluşturduğu meclis karşısında da sana güvenilmesi gerektiğini savundum, onları işlemin tamamlanması için üçüncü bilinç düzeyini yeterli görmeye ikna eden
sav da bu oldu."
Sonra Lea'nm telepatik sesini duyunca şaşırdım., "Ve ben de sana güveniyorum Jon -her zaman ve sonsuza kadar!"
Carol ve Rana bana gülümsediler, her ikisinin de Lea'nin

270
Atılım
mesajını algıladıklarını biliyordum. Rana "Seni en iyi tanıyan biz üçümüz mikro kuşkularını yenmekte sana elbette inancımızla destek olmalıyız" dedi.
"Kuşkuya düşsem bile" diye yanıtladım, "sizlerle aramdaki bağı koruma isteğim bana o anda gerekli olan olumlu dürtüyü mutlaka verecektir."
"Çok iyi" dedi Carol, "o halde ortada tek bir soru kalıyor, Mikro Adası'na ne zaman gidiyoruz?"
"Yarın" diye yanıtladım.
Rana elini bana doğru uzattı ve "Bir hafta daha beklemenizi özellikle öneririm" dedi, "bu süre içinde Makro güçlerini daha da geliştirirsin. Geliştirebileceğin tüm güce gereksinme duyacağın kanısındayım."
"Bunu geleceği gördüğün için mi söylüyorsun?" diye sordum.
"Hayır" diye güldü, "mantığım öyle söylüyor."
"Pekâlâ diye kabul ettim. "Bir hafta daha bekleriz ve ben Makro güçlerimi geliştirmek için elimden geleni yaparım, ama bu durumda üçüncü bilinç düzeyine erişmek ya da 2150'ye veda etmek üzere sadece iki haftalık bir sürem kalıyor."
Ondan sonraki hafta boyunca Carol, Neal ve Jean'le birlikte PK kullanarak bitmez tükenmez tenis maçları yaptık.
Ayııca 2150'ye özgü satrançla, Makro güçlerimi geliştirmekte son derece yararlı olan "aynılaşma" adlı yeni öğrendiğim bir oyunu oynadık.
Bu yeni oyunda amaç bir nesne, hayvan, insan ya da eylemle "bir" olmak, onun hissettiğini onun hissettiği biçimde hissetmek, onun farkına vardıklarını fark etmek, onun gibi hareket etmek, onun bildiklerini bilmek, onunla karışıp birleşmek ve bir süre "o" olmaktı.
Farkındalıgı ne kadar artırıcı bir deneyim ve ne büyük bir keyif! Ama kendi kişiliğimden vazgeçmekte her defasında zorlandım.

271
M.S. 2150
Çok çalışarak ve gerekli riskleri göze alarak en sonunda, kişiliğimin sadece mikro açıdan bakıldığında var olduğunu, gerçekte hiçbir zaman ayrı bir birey olmadığımı öğrendim.
Yine öğrendim ki, önceden sahip olmadığınız bir şeyi -kişiliğinizi- yitirmenizden zaten söz edilemezdi. Bireyselliğiniz sadece yaptığınız seçimin oluşturduğu bir illüzyon olduğu için, siz ayrı olmayı istediğiniz veya buna gereksinme duyduğunuz her zaman kişiliğiniz yine var olacaktı, çünkü bir düşün yitirilmesi ya da elinizden alınması mümkün olamazdı.
insanlarla aynılaşmak büyüleyiciydi ve çok eğiticiydi, ama aynı zamanda çok zordu ve çok acı verebiliyordu.
Nesnelerle aynılaşmak ise yetişkinler için tehlikeli olabiliyordu. Çocuklar maceradan maceraya atılırken yaşamı heyecan verici buluyorlardı, oysa büyükler bazen yaşamın getirdiği mücadelelerden ve risklerden bıkkınlık duyabiliyorlardı. Böyle bezgin bir hal içindeyken, örneğin büyük bir meşe ağacıyla ya da kımıldamadan duran kocaman sevimli bir kayayla aynıla-şıldığında, öyle kalma isteği ağır basabiliyordu. Bir eylemi yapabilmenin ön koşulu o eylemi yapmayı istemek olduğuna göre, ağaçtan ayrılıp tekrar tam bir insan olmayı meşe ağacı olmaya yeğlemek gerekiyordu.
1976'da ise şifa verme çalışmalarımı sürdürmek için hastaneleri dolaşıyordum. Sadece PK değil, aynı zamanda duru-gö-rü, telepati ve yeni geliştirdiğim 'aynılaşma' yeteneğimi kullanıyor, geleceği görmeyi öğreniyordum. Hastane koridorlarında dolaşırken bir hastanın yakında öleceğini önceden hissedersem, bu olasılığı ortadan kaldırmaya çalışıyordum. Ama böyle bir çaba içindeyken "özgür seçim" gerçeğini keşfetmem ilginç oldu.
Bir öğleden sonra (hatırı sayılır bir telepatik güç kullanarak) başhemşireyi ve iki stajyer doktoru yoğun bakım bölümüne girmeme izin vermeleri için ikna ettim. Orada Bruno'yu buldum. Kırk beş yaşında ufak tefek bir adamdı ve o sabah bir kalp krizi geçirmişti. Onu muayene eden stajyerlere göre du-

272
rum düzelmekteydi. Ama durugörüyle incelediğimde, aurası-mn son derece zayıf olduğunu gördüm. Geleceğine bakınca da onu cenaze arabasının içinde bir tabuta uzanmış giderken algıladım. Bunlar ölümü simgelediği için, vakit geçirmeden Bru-no üzerinde çalışmam gerektiği kanısına vardım. Ama onunla bağlantı kurar kurmaz beklenmedik bir durumla karşılaştım.
Ben onu durugörüyle incelerken, Bruno hareketsiz yatmış uyuyordu, ama uzanıp zihnine eriştiğimde "Merhaba Azar" dediğini duydum, "Yollarımız kesiştiğinden bu yana epey uzun bir süre geçti." Azar yaklaşık 50.000 yıl önce Atlantis'te yaşarken taşıdığım isimdi. O zaman şifa dağıtmakla görevli bir tapmak rahibiydim. Bu eskilerde kalmış adı duyunca, şimdi bağlantı kurduğum zihnin Atlantis'te taşıdığı bedenine şifa vermiş olduğum konusunda güçlü bir sezgiye kapıldım. "Seni birlikte yaşadığımız Atlantis döneminden tanıyor gibiyim" dedim, "peki nasıl oldu da beni bu kadar kolay hatırlayabildin?"
Bruno'nun bilinçli zihni hâlâ uyuyordu, ama bilinçaltının "Eğer uyanık olsaydım, bilinçli zihnimle seni hatırlayamazdım" dediğini işittim. "Bilinçli zihnim uykuda olduğu için, bilinçaltını özgürdü, bu yüzden senin koğuşa girer girmez asistan doktoru içeride kalmana ses çıkarmaması için hipnotize etmeye başladığını gözleyebildim. Sonra seni bazı hastaları durugörüyle incelerken izledim ve zihninin bir zamanlar Azar diye çağrılan bir beden taşıdığını ve beni iyileştirmiş olduğunu hatırladım"
"Gözlendiğimi fark etmemiştim" dedim. Bruno "Biliyorum" diye yanıtladı. "Bilinçli zihnin henüz açığa çıkmamış Makro güçlerinle kıyaslanırsa hâlâ çok sınırlı."
"İyi ama" diye sordum şaşkınlıkla, "Makro güçleri sen nereden biliyorsun?"
"Çünkü, sevgili ve eski dostum" diye devam etti, "ruhumun bir parçası şu anda senin sık sık gittiğin 2150'yi deneyim-liyor. Diğer bir parçası Mikro Adası'nda ayrı bir kültürün oluş-

273
M.S.2150
masına çalışıyor. Gücü tanımak ve bu gücü sonuna kadar kullanmak istiyor, yine de 2085 yılma doğru ölecek..."
"Bekle bir dakika!" diye onu durdurdum, "Sen burada 1976'dasm. Henüz 2000'i bile görmemişken ötesini hiç tahmin edemezsin."
"Hayır Azar, ötesini düşünemeyen sensin! Sanırım, eşzamanlılık kavramım kafandaki tekâmül modeline henüz tam olarak oturtamadın.
Yeri gelmişken, zihninden tekâmül-aşmamı engellemeyi tasarladığım algıladım, buna izin vermeyeceğim. Geçen defa yardımını minnetle karşılamıştım, ama bu kez istemiyorum."
"Yani daha fazla yaşamak istemediğini ve ölmeyi seçtiğini mi söylemek istiyorsun?"
"Doğru" diye yanıtladı. "Ayrıca bu hastanede bedenlerini bırakmaya hazır birkaç zihin daha bulacaksın."
"Ama neden?" diye sordum. "Göreceli olmakla birlikte, oldukça kısa bir süre yaşadın. Seni özleyecek bir ailen olmalı."
Güldüğünü duydum, "Kırk beş yıl önce fiziksel beden edindiğimde, amacımı mümkün olduğunca çabuk gerçekleştirmek ve sonra tekâmül-aşmak için kendi kendime söz vermiştim. Burada tasarladığımdan uzun kaldım."
"Amacın neydi, sorabilir miyim?" dedim.
"Titreşimlerimi dengelemek istiyordum" diye yanıtladı. "Öncelikle 21. yüzyıldaki yaşamımda büyük olasılıkla evlenip, sonra da terk edeceğim bir kadının, bu yaşamda oğlu olarak doğmayı seçtim. Ona sevgi ve yakınlık gösterdim ve kocasının ölümünden bu yana yirmi yıl boyunca baktım, altı ay evvel de öldü."
"Elli yıl sonra oluşturacağın olumsuz titreşimleri şimdiden nasıl dengeleyebilirsin ki?" Acaba bedeniyle birlikte zihni de mi bozuluyordu, merak ettim.
"Geçmiş, şimdi, gelecek gibi kavramların sadece birer mik-ro illüzyon olduğunu anlayacaksın Azar. Makro bakış açısin-

274
Atılım
dan böyle kavramlar yok. Olan her şey eşzamanlıdır.
Birinci soruna geri dönersek, ben kıskanç ve baskı kurmak isteyen bir kadın da oldum ve kocamın yaşamını cehenneme çevirdim. Şimdi yirmi beş yıldır bana aynı şeyleri yapan bir kadınla evliyim. İki çocuğum büyüyüp evlendiler, karımı parasal açıdan iyi durumda bırakıyorum, artık tekâmül-aşabi-lirim, beni geliştireceğini öngördüğüm deneyimlerimi tamamladım."
"Amaçlarını gerçekleştirdiğine göre" dedim, "neden biraz daha kalıp yaşamın keyfini çıkarmıyorsun?"
Zihnimde yine kahkahası yankılandı. "Bu dünyanın olabileceğinden çok daha iyi bir yere gidiyorum" dedi. "Astral bedeninle bazı fızik-ötesi boyutlara geçebilecek duruma geldiğinde, beni ziyaret etmeni isterim. Şimdilik hoşça kal!"
Bruno'nun bedeni şiddetle sarsıldı, gözkapakları sertçe açıldı. Sadece ölüm sonrası titremeleri sürüyordu. Tekâmül-aşmıştı. Tüm varlığımla bir an dondurucu bir boşluk duygusuna kapıldım, çünkü Bruno'nun cansız yüzünden bana bakan Nancy'nin parlak kahverengi gözleriydi.
Daha sonra 2150'de, Rana her insanın öleceği zamanı kendisinin seçtiğini anlattı. Bu seçim genelde bilinçli zihinle değil, ama bilinçaltıyla ya da ruhsal düzeyde yapılıyordu.
Bruno'nun başka pek çok zihnin yardım önerimi kabul etmeyeceğini söylerken haklı olduğunu haftanın geri kalan günlerinde anladım. Acı çekmenin değerine inanan bu kadar çok insan görmek beni şaşırttı.
Orta yaşlı bir kadını hatırlıyorum, mafsal iltihabı vardı ve durumu ciddiydi. Yardım önerdiğimde bilinçaltı "Lütfen acımı giderme" dedi, "çünkü bu acı mikro benliğime gerekli dürtüyü verip, onun çevresindeküerde psikolojik sakatlıklar yaratan ve şimdi de bedenimin sakatlanmasına neden olan o dar görüşlü, bencilce alışkanlıklarından en sonunda vazgeçmesini sağlayacaktır. Eğer acımı giderirsen, bütün bu dersleri yeni baştan al-

275
M.S.2150
mam gerekir, oysa ben şimdi büyümeyi yeğlerim."
Uyanık olsa, bilinçli zihninin bu tür düşünceleri hiçbir zaman kabul etmeyeceğini fark ettim. Bilinçaltının bana söylediklerini duyabilseydi, konuşanın kendi "Yüksek Ben"i olduğunu yadsırdı. Bu dersleri daha az acı çekerek öğrenebileceği başka bir yol olup olmadığını sorduğumda, "Başkalarına verdiğim zararın sorumluluğunu yüklenmeyi bugüne kadar öğrenemedim" diye yanıtladı, "bu yüzden hep aynı dersleri alıp duruyorum. Acı eninde sonunda beni 'bu benim hatam değil' kısır döngüsünü kırmaya zorlayacak. Ancak ondan sonra yetersizliğimi kabul edebilir, bağışlayabilir, bundan ders alabilir ve üstesinden gelebilirim. Bu savaş uzun sürüyor, ama zafer mutlaka gelecek."
Rana'ya kendini bağışlamanın ne anlama geldiğini sorduğumda, bunun kendini kabul etmekle aynı şey olduğunu söyledi. "Eğer kendini bağışlarsan, hatalarını olumlu bir biçimde kabul eder, böylece onları başarıya dönüştürmeyi ve gerekli dersi alarak gelişmeyi öğrenebilirsin" dedi. Ama olumsuz biçimde kabullenme, hatalara boyun eğme insanı öyle bir suçluluk duygusu içine itiyordu ki, sonuçta bu duygudan unutkanlığa sığınarak kurtulmak kaçınılmaz oluyordu. Unutkanlık ise aynı hataların defalarca tekrarlanmasına yol açıyordu.
Rana, karma yasasını geçersiz kılan sevgi yasasından söz etti. Kendimizi sevgiyle tamamen kabul edebiliyorsak, ancak o zaman -yalnız mikro 'benimiz'i değil, aynı zamanda Makro 'benimiz'i de içerecek biçimde- benliğimizin tümüne bakabilirdik. Ve başkalarında -henüz açığa çıkmamış olsa bile- sadece kendimizde olanı görebilir ve başkalarını sadece kendimizi sevdiğimiz (kabul edebildiğimiz) oranda sevebilirdik (kabul edebilirdik).
Rana "insan çektiği bütün hastalıkları ve uğradığı bütün zararları, haksızlıkları gerçekte kendisi yaratır" der. Üniversi-

276
Atılım
te hastanesindeki her hastayı tek tek inceleyene dek doğrusu bu söze pek inanmamıştım.
Ama önce onları kendilerini bağışlamaya ikna edemezsem, hiçbirini iyileştiremediğimi fark ettim. Yine de kendini bağışlamaya hazır birkaç hasta buldum. Bu hastalar rekor denecek bir süre içinde iyileştiler ve hastane çalışanları arasında büyük bir şaşkınlığa neden oldular.
Anladım ki, insanın şaşkınlığı ve duyduğu dehşet de kendisini hep ürküten o boş inançlarından kaynaklanıyordu.
Olan biteni günü gününe yazdığım için, Kari ve Neda Mikro Adası'na yakında yapacağım ziyaret yüzünden giderek daha fazla kaygılanıyorlardı. Kari ortaya çıkabilecek tehlikeler konusundaki uyarılarını destekleyen bölümleri sürekli dile getiriyor, ben de buna karşılık oraya gitme kararımı destekleyen bölümleri tekrarlayıp duruyordum. Neda başarılı olacağımı, bu yüzden benim için endişe etmeye gerek olmadığını savunuyordu. Ama en sonunda o bile, başarım konusundaki değişmez inancının gerçekte duyduğu korkuyu bastırmaya yönelik olduğunu açıkça anladı.
Allahtan Griff ve Judd bizi düzenli aralıklarla ziyaret ediyor ve onu oyalıyorlardı. Her ikisi de içtenlikle yaşam biçimlerini değiştirme çabası içindeydiler. Motosikletliler çetesinden ayrılmışlar ve işe girmişlerdi. Judd bir oto tamirhanesinde çalışıyordu, Griff de inşaat şirketindeydi. 2150'deki geleceğimle yakından ilgileniyorlardı.
Böylece o hafta sona erdi ve bir sabah erkenden Carol ve ben Alfa'mıza, Beta'mıza ve Gama'mızda yaşayanların çoğuna "hoşça kal" diyerek, gölün ucundaki binaya doğru koşmaya başladık. Gama binalarının önünden geçerken, o güne kadar 2150' de görmediğim kadar çok insanla karşılaştık. Hemen hemen herkes dışarıdaydı ve bizi telepatik olarak ya da seslenerek yüreklendiriyorlardı.
Büyük yönetim binasına yaklaştığımızda, Deltamız'm ge-

277

M.S.2150
ri kalan üyelerinin hava gemimizin çevresine toplanmış olduklarını gördük. Makro düzeydeki bu sayıda insanın birlikte ürettiği ve bize doğru akan o olağanüstü sevgi seli beni duygulan-dırmıştı. Araca doğru yönelince, Rana, Eli ve sevgili Lea'mm orada durduklarını gördüm.
Lea'yı kucaklamak için koştum. Sessizce karşı karşıya durduk, biz zihinlerimizi sadece ikiz ruhların erişebildiği bir uyum içinde birleştirirken, kalabalıktan çıt çıkmıyordu. Benim için o gelmiş geçmiş en güzel, en sevimli ve en doyurucu kadındı. Duygularıma kapılarak, yüzümde yaşlarla onu yavaşça öptüm. O da benim yüzümü ellerinin arasına aldı ve öptü. Bu, ruhumun madde dünyasında bedenlenmesinden bu yana tanıdığı en aydınlatıcı öpücüktü.
Lea sonra döndü, Carol'un yüzüne dokundu ve kalabalığa karışarak kayboldu. Deltanınız Hugo'nun ve Ktarımız Eli' nin ellerini sıktım. Eli'yi ilk defa Alfa'daki arkadaşlarımla tanıştığımda görmüştüm, sonra da astral bedeniyle Kton'unu dolaşırken hatırlıyordum. Çok istediğim halde onunla daha fazla birlikte olamamıştım. Bu kadar yakışıklı ve bakışları böylesine bilgelik dolu başka bir adam görmediğimden emindim. Elimi tuttu, sonra beni sıkıca kucakladı. Bir süre gözlerimin ta içine baktı ve "Sen bugüne kadar hiç sormadın" dedi, "Rana istemediği için de sana hiç kimse söylemedi, ama K.T. rehberin olan kadın aynı zamanda bizim Mutarımız, bu nedenle de Üçler Meclisi'nin üyesi."
Biraz garip bir hale girmiş olmalıydım, çünkü M.D.'nin anlattıkları aklıma gelince soluksuz kaldığımı hatırlıyorum. Üç Mutar'dan (100'er milyon kişinin önderleri) oluşan Üçler Meclisi'nin iki erkek ve bir kadın üyesi vardı ve bu meclisin aldığı kararlar Makro toplumun bütün üyeleri için bağlayıcıydı.
Çok özel rehberimin, Rana'nm o kadm olduğunu öğrenmek beni şaşkına çevirdi. Bu durumda Makro topluma üçüncü bilinç düzeyiyle kabul edilmemi sağlayabilmesi son derece do-

278
Atılım
ğal oluyordu. Ona huşu içinde ve ilk kez çekinerek baktım.
Bana doğru geldi ve elimi tuttu. "Şimdi diğer görevlerimi öğrenmeni neden istemediğimi biliyorsun" dedi. "Makro toplumda büyümüş bizler birbirimizden ya da yöneticilerimizden çekinmeyiz, aramızda bir mesafe algılamayız. Ama senin farklı yetiştirildiğini biliyorum."
Söyleyecek söz bulmakta zorlandım, ancak kekeleyerek "Mikro Adası'ndan döndüğümde de hâlâ benim rehberim olacak mısın?" diye sorabildim.
Gülümseyerek "Her ikiniz de istediğiniz ve buna inandığınız sürece sizin rehberiniz olacağım" dedi.
Carol'la birlikte hava gemisine bindik, kapıları kapanmaları için harekete geçirdik.
Eli kalabalığın önüne çıktı. Gür sesi beynimde kocaman bir salonda yankılanıyormuşçasma çınlıyordu.
"Bana verdiğin değer için teşekkür ederim Jon. Bil ki, bu duygun karşılıklı.
Ayrıca bilmen gereken bir şey daha var. Bir ruh 30 yıl gibi kısa bir süre için 20. yüzyıla konuk oldu, tek amacı bir çocuk doğurmaktı.
Yerine getirmesi gereken pek çok başka görevi vardı, bu yüzden orada ancak küçük oğlunu senin Kari Johnson diye tanıdığın ruhun sevgi dolu ilgisine güvenle emanet edebilecek kadar kaldı."
Karşılıklı kapılar birbirine yaklaşıp birleştiler, havalandığımızda Eli'nin dile getiremediğim sorumu yanıtladığını duydum.
"Bu sana güç versin sevgili oğlum... ben senin annenim."

279
BÖLÜM 15
Mikro Adası
Üç saat sonra 3700 mil kadar yol almıştık ve Mikro Ada-sı'nın kuzeydoğu kıyılarına yaklaşıyorduk. Bu kocaman, yarı tropikal Pasifik adası 20. yüzyılın sonlarındaki afetlerin oluşturduğu değişiklikler sırasında okyanusun yüzeyine çıkmıştı. Büyüklüğü 1976'nm Avusturalyası'nm yaklaşık yarısı kadardı. Makro toplum bu doğu kıyısında çok iyi korunan bir üsse sahipti ve adanın iç kısımlarıyla olan ilişkilerini genelde buradan yürütüyordu. Carol, inmeyi düşündüğümüz bu üssün gözle görünmeyen bir güç alanı tarafından korunduğunu ve güç alanının üsse saldırmaya yönelik tüm girişimlere karşı kesinlikle dayanıklı olduğunu söyledi. Makro topluma ait bu bölge gözlerimizin önünde belirince, kara tarafındaki sınırında binlerce insanın birikmiş olduğunu görmek beni şaşkına çevirdi.
"Ne muazzam bir kalabalık!" diye bağırdım. "Mikro Adası sakinleri üssün sınırında genelde böyle olağanüstü bir kalabalık oluştururlar mı?"
"Duyduğum kadarıyla hayır" diye yanıtladı Carol. "Gerçekte Mikro Adası'nda üssümüze on milden fazla yaklaşmak yasayla yasaklanmıştır. Bu bölgeyi devriye polisleri ve köpeklerle gözetim altında tutarlar."
"İyi de" dedim, "ya yasayı kaldırdılar, ya da bugün burada korkunç sayıda insan yasaya karşı davranıyor."
Güç alanı aralandı ve biz içinde büyük yüzme havuzları
280
Mikro Adası
ve eğlence alanlarının da bulunduğu olağanüstü güzellikteki bahçeler ve parklardan oluşmuş 1000 dönümlük bir arazinin ortasındaki Gama binasının yanına indik. Hava gemimiz yere dokunduğunda, çok uzun boylu bir adamın binadan çıkıp bize doğru koştuğunu gördüm. Biz toprağa ayak basana kadar o da bize ulaşmıştı. Carol beni üssün Gamar'ı Orion'la tanıştırdı. Geçtiğimiz hafta boyunca M.D.'nin videosu aracılığıyla sık sık konuştukları için, şimdi eski birer dost gibiydiler.
"Bu kalabalık da niye?" diye sordum.
Orion "Başkan Elgon On sizin gelişiniz onuruna adada bayram ilan etmiş görünüyor" diye yanıtladı. "Başkan yardımcısı Sela Dokuz'la birlikte sizi selâmlamak için hemen sınırın dışında bekliyor. Şu anda burada Makro toplumdan başka hiç kimse bulunmadığı için özür dilerim, ama bu tatil gününü fırsat bilerek, halkı eğitmek amacıyla hepsi adanın iç bölgelerine gittiler."
Carol "Üsse on milden fazla yaklaşmayı yasaklayan yasaya ne oldu?" diye sordu.
"Gelişiniz onuruna" diye Orion açıkladı, "Elgon yasayı bugünlük kaldırdı."
"Böyle bir yasa çıkarmaktaki asıl amacı ne olabilir?" diye sordum.
"Bu sorunu yanıtlamak kolay" dedi Orion. "Elgon ve yardımcıları halkı etkileyeceğimizden korkuyorlar. Hiç kimseyi Makro topluma kaptırmak istemiyorlar, bu yüzden Makro toplum üyeleriyle konuşmaya kalkan bir adalı şiddetle cezalandırılır."
"Peki, Makro topluma yeni üyeler kazandırmakta bu üs başarılı olabiliyor mu?" diye sordum.
"Eğer söz konusu yasa engellemeseydi, daha başarılı olabilirdik" diye yanıtladı. "Yine de her yıl anakaraya gitmeye hazır yüzün üstünde insan buluyoruz."
Gözle fark edilmeyen güç alanının dışında toplanmış in-
281

M.S.2150
sanlara bakınca, aralarında o kadar küçük çocuk görmek ve bunların ana-babalarımn gözetimi olmaksızın kalabalığa karışmalarına izin verilmesi beni şaşırttı.
"Bütün bu küçüklerin ana-babaları nerede?" diye sordum Orion'a. "Çocuklarıyla neden ilgilenmiyorlar?"
"Hepsi orada Jon, ana-babalar çocuklarının yanında" diye yanıtladı. "Sadece sen bu kadar geniş aileler görmeye alışık değilsin. Mikro Adası'nda doğum kontrolü katı bir biçimde yasaklanmıştır. Burada on beş ya da yirmi beş çocuklu aileler görmek garip değildir. Bir çiftin çocuk sayısı ne kadar çoksa, gördüğü saygı da o kadar fazladır."
"Ama neden ailelerini belli sayıda çocuk doğurarak sınırlamıyorlar? Böylece çocuklarına daha iyi bakabilirler" diye fikrimi söyledim. "Bazılarım görünce..."
Orion "Evet, biliyorum" diye karşılık verdi. "Onlar doğum kontrolünü bağışlanmaz bir günah sayan dinlerinin kurbanı. Gerçekte ise, Elgon çocuk sayısını sınırlamanın amaçlarına hizmet edeceğini düşünse bu anlayışı değiştirir, ama tam tersine, açıkça belirttiği gibi onun amacı mikro toplumu Makro toplumdan çok daha kalabalık hale getirmek, bunu başarırsa anakara topraklarını da istemeye hak kazanabilir."
Carol "Kadınlar sürekli hamile olmaktan yorulmuyorlar mı?" diye sordu.
"Evet, gerçekten yorgunlar" diye yanıtladı Orion. "Elgon ve yardımcılarıyla aramızdaki en büyük sorunlardan biri bu. İsteyenlere doğum kontrol hapı vermemizi engelliyorlar. Biliyorsunuz, Elgon'la yardımcıları oldukça gelişmiş düzeyde telepati ve durugörü kullanabiliyorlar; eğer bir erkek ya da kadın onların da algılayabileceği bir ortamda doğum kontrol hapı isterse bunu fark ediyor ve Makro toplumun bir üyesiyle konuşmuş gibi onu aynı yasa maddesiyle cezalandırıyorlar. Bizim doğum kontrol haplarımızın -kullanılan hapın türüne göre- insanı bir yıldan beş yıla kadar kısırlaştırdığını herhalde biliyorsunuz."

282
Mikro Adası
Carol "Böyle bir kültürde bedensel yetersizlik nedeniyle çocuk doğuramamak doğanın bir armağanı olmalı!" diye fikrini söyledi.
Orion "O iş pek öyle değil Carol" diye açıkladı. "Çocuk doğuramayan bir kadın fahişe olarak kullanılır ve evlenmesi yasaktır. Evlenmesinin yasak oluşu da onu gerçekten lekeler, çünkü burada evliliğe büyük saygı gösterilir. Kabul edilen tek boşanma nedeni kadının çocuk doğuramamasıdır."
"Sanırım, boşanmak isteyen bir kadının amacına ulaşması için bir tek hap alması yeterli!" diye yorum getirdim. "Ama eğer hem makro toplum üyeleriyle konuşmak hem de doğum kontrol hapı almak yasaya aykırıysa, bu hapları nasıl elde ediyorlar?"
Orion "Telepatik gücümüzü biliyorlar" diye yanıtladı, "yapmaları gereken tek şey sokaklarda yanımızdan geçerken isteklerini zihinsel olarak belirtmek, biz de hiç kimsenin gözleme-diği bir anda seçtikleri hapı onlara iletiyoruz. Ancak burada bir sorun ortaya çıkıyor, Elgon'un bin yardımcısından biri bazen bize gönderilen bir mesajı algılıyor. O zaman da mesajı gönderen hemen en yakın ceza merkezine götürülüyor ve... neyse, size gaddarlıklarını anlatmama gerek yok, nasılsa kendiniz göreceksiniz."
Dikkatim tekrar sınırın ötesindeki kalabalığa kaydı ve orada bizi bekleyen başkan Elgon'la başkan yardımcısı Sela'yı hatırladım. "Dışarı çıkıp başkanlarıyla tanışmak Carol'la benim için tehlikeli olur mu, ne düşünüyorsun?" diye sordum.
"Şimdilik olmaz" diye yanıtladı. "Seni görkemli bir biçimde karşılamayı ve Mikro Adası'nda yaşam biçiminin kendi inançları doğrultusunda ne kadar erdemli olduğunu sana kanıtlamayı tasarlıyorlar; sonra da, zamanda aktarım işleminin onların yardımıyla tamamlanmasına izin vermen için seni ikna etmeye çalışacaklar."
"Herhalde" dedim, "benim de onlara sonsuza dek arala-

283
M.S.2150
rında kalmayı isteyecek kadar şükran duyacağımı düşünüyorlar, öyle mi?"
Orion beni bir an dikkatle süzdü, sonra "Bunlar çok kurnaz" dedi, "zamanda aktarım işleminin tamamlanmasına izin vermeni sağlamak için akıllarına gelen her hileyi deneyecekler. Eğer amaçlarına sen üçüncü bilinç düzeyine erişmeden ulaşabi-lirlerse, bu farkmdalığım yitirmen anlamına geleceği için, artık ondan sonra Makro toplumda mutlu olamayacağına inanıyorlar."
"Tamam" dedim, "o halde durum ancak zamanda aktarım işlemini tamamlamaya beni ikna edemeyeceklerini fark ettiklerinde tehlikeli olacak. Biz de onlar bunu anlamadan hemen önce buraya döneriz."
Birden Orion'un bunu becerebileceğime inanmadığını kavradım, adalılar karşısındaki başarımdan duyduğu kuşkuyu boş yere gizlemeye çalışıyordu. Ben de onun bu kuşkularını paylaşmaya başladığımı hissettim, ama yürekli bir gülümseme takınmaya çalışarak, "Belki de işler senin düşündüğün kadar kötü gitmeyecek Orion" dedim. "Ama ne olursa olsun bu riski göze almalı ve getirdiği sonuçlardan gelişmek için yararlanmalıyım. Lütfen şimdi dışarı çıkarak Başkan Elgon ve kalabalıkla yüz yüze gelebilmemiz için güç alanını aralar mısın?"
Başıyla yavaşça onayladı, sonra bizimle birlikte sınıra doğru yürümeye başladı, orada durup bize döndü, "Taşıdıkları sayıyı soyadı gibi kullanmayı unutmayın" dedi. "Bu sayı sözde içinde bulundukları farkmdalık düzeyini simgeliyor, bu yüzden onlar için pek önemli."
Carol'un gözlerinin ta içine bakarak ellerini tuttu ve dudaklarına götürüp öptü. Sonra dönüp beni de aynı sıcak sevgiyle uğurlaymca biraz şaşırdım.
Orion, korunmuş bölgenin dışına çıkabilmemiz için güç perdesini araladı. Öte yana ayak bastığımızda, Carol da ben de perdenin ardımızdan tekrar kapandığını durugörüyle algıladık.

284
Mikro Adası
Mikro Adası'nm sanki bütün halkı karşımızdaydı ve her ikimiz de bu kalabalığın önünde şimdi korunmasız olduğumuzu biliyorduk, bizi koruyabilecek tek şey kendi zihinlerimizdi.
Önce kararsızlık içinde durup, karşımızdaki muazzam insan yığınına bakarken, büyük bir alkış koptu ve kalabalık yarılarak ancak rock konserlerinde görülebilecek göz kamaştırıcı kılıktaki iki insana yol verdi. Yaklaştıklarında, adamın en azından 1.85m. boyunda ve çok güçlü bir yapıya sahip olduğunu gördüm. Yakışıklı yüzü sanki granitten oyulmuş gibi sertti. Mavi, sarı, yeşil taşlarla ve öğle güneşinde pırıl pırıl yanan payete benzer binlerce pulcukla işlenmiş beyaz bir kaftan giymişti. "Bu adam Mikro Adası'nm başkanı Elgon On olmalı" diye düşündüm. "Makro toplumun 80 yıl kadar önce yedinci bilinç düzeyinde bulunan eski üyesi."
Farkmdalık düzeyini yitirmiş, sonra da adının sonuna "On" sayısını ekleyerek, kendini onuncu bilinç düzeyinde ilan etmişti. Aura yansıtan tunik giymeye de o sıralarda son vermişti.
Dikkatim Elgon'un yanındaki Sela "Dokuz" diye bildiğim kadına çevrildi, eriştiği altıncı bilinç düzeyini yitiren bu kadın Elgon'un Makro toplumdaki alfa eşiydi. Oradan 70 yıl önce ayrıldığını bildiğim için, şimdi yüz yaşını aşmış olması gerektiği aklıma geldi, ama yirmi beş yaşından bir gün bile almamış gibi görünüyordu. Bir film yıldızının insanı cinsel açıdan uyaran gösterişli güzelliğine sahipti.
Öyle güçlü bir çekiciliği vardı ki, onun bakışlarına yanıt verirken tüm bedenimin titrediğini hissettim. Giysisi insanı afallatan ve şehvet uyandıran çizgiler taşıyordu, olağanüstü büyüklükteki dipdiri göğüsleri açıkta bırakılmıştı ve yukarı kalkık meme uçları pırıl pırıl kırmızı bir maddeyle kaplanmıştı. Giysisinin askıdan biraz daha geniş olan bu üst parçası üzerinde, orasına burasına yeşil zümrütler serpiştirilmiş ermin benzeri bir kürk vardı. Aşağı dökülen kırmızı kadife eteği her iki yandan beline kadar yırtmaçlıydı ve şimdiye kadar gördüğüm en

285
M.S. 2150
heyecan verici bacakları gözler önüne seriyordu.
Birden beynimde Carol'un yumuşak kahkahası yankılandı ve "Lea'yı ve beni daha şimdiden unutmadığım umarım" diyen zihinsel sesini duydum. Bakışlarımı Sela'dan ayırıp Carol'a yöneltmek ve zihnimi onun tertemiz güzelliğiyle yıkamak için sandığımdan da fazla çaba göstermek zorunda kaldım. En sonunda acı bir ifadeyle de olsa gülümsemeyi başardım. "Beni boğulmadan geri çektiğin için teşekkür ederim" dedim.
"Ben de Elgon'un çekiciliğine kapılmak üzereydim" diye itiraf etti Carol. "Ama sonra bu kalabalığın arasında bizi bu ikisinin vereceği cinsel haz olmadan yaşayamayacağımıza inandırmak için telepatik yolla hipnotize etmeye çalışan Elgon'un yüzlerce yardımcısının da olabileceği aklıma geldi."
"Demek ki bu nedenle..." Carol düşüncelerimi keserek, "Zihnini saldırılara karşı uyanık tut ve son Makro Bağlantı'nı hatırla" diyerek uyarıda bulundu.
Makro Bağlantı anılarımı canlandırmaya ancak vakit bulmuştum ki, Sela'nın benimkine bastırdığı bedeninin o tatlı ağırlığını hissettim, ıslak dilinin dudaklarıma dokunması, sonra da ağzımın içine kayması inanılmaz ölçüde heyecan verici bir
duyguydu.
Belli belirsiz Carol'un sesini duydum. "Lütfen beni bırak Elgon" diyordu, "senin de çok iyi bildiğin gibi, daha çok cinsel istekleri uyarmaya yönelik böyle bir selâmlama biçimi bizim törelerimize uygun değil!"
Zihnimin derinliklerinde bir yerlerden topladığım güçle Se-la'yı yumuşak ama kararlı bir tavırla kendimden uzaklaştırdım. Alaycı bir ifadeyle gülümsedi, parlak gözlerinde beni hipnotize etmek isteyen tehlikeli ışıkların dans ettiğini gördüm. Bu ışıklar cehennemin en karanlık gecesinden daha karanlıktı.
Ve aynı anda zengin, zarif dalgalar halinde beline kadar inen o muhteşem, pırıl pırıl parlayan maun rengi saçları gözüme çarptı.
286
Mikro Adası
Elgon derinden gelen bir sesle "Mikro Adası'na hoş geldiniz" dedi, bu sesin de güçlü bir hipnotik etki yarattığını hemen fark ettim. "Adım Elgon On, Mikro Adası'nın başkanıyım."
Becerebildiğim kadar sakin bir tonda karşılık vermeye çalışarak "Teşekkür ederiz" dedim. "Ama şimdi geri dönüp güç perdesinin ardına sığınmamızı istemiyorsanız, hipnotik engelleme yapmaktan vazgeçin!"
Elgon gözlerini benimkilere kilitledi. Birden sanki tehlikeli bir uçurumun kenarında öne arkaya sallanıyormuşum gibi bir duyguya kapıldım, içimden aşağıya, derinliklere düşme isteği geliyordu; bu öldürücü isteği yenebilmek için zihnimin tüm gücünü kullandım. Gözlerimi gözlerinden zorla ayırdığımda, gürleyen bir sesle güldüğünü duydum. Ben Carol'a doğru dönerken, Elgon "Korkma Jon On" dedi, "sen sadece Sela Dokuz'dan ve benden değil, aynı zamanda sana yönelik bin adet beyinden kaynaklanan telepatik telkinlere de karşı koyarak onuncu bilinç düzeyinin özelliklerine sahip olduğunu kanıtladın. Her türlü tahminimizin ötesinde başarı gösterdin. Söz veriyorum, bundan böyle hiçbirimiz boş yere zihnini kontrol etmeye kalkışmayacağız. Sen Jon On'sun ve gerçekten benim kadar büyüksün!"
Sela "Efendim" diye bağırarak önümde diz çöktü, "izin ver de sana adamızı gösterelim ve sorularına gerçeği yansıtan yanıtlar verelim; böylece M.D.'nin zihnine aşıladığı yanlış kavramlar en sonunda 'doğru olan'la dengelenmiş olsun!"
Elgon'a döndüm ve "Pekâlâ" dedim, "bize adanı göster." Sela bu arada ayağa kalkmıştı, başını sallayarak "Adamızı ziyaretle ilgili çağrımız sadece senin için geçerli Jon On" dedi. "Üzgünüm" dedim, "gittiğim her yere Carol'u da götürme konusunda direnmek zorundayım." Bilerek Sela'yı görmezden gelmiş ve sözlerimi Elgon'a yöneltmiştim.
Elgon güçlü omuzlarını silkti ve "Sana olan hayranlığımız o kadar büyük ki" dedi, "isteklerine boyun eğeceğiz."
287
Bunları söylerken işaret etti ve kalabalık ikiye ayrılarak, bize üstü açık büyük bir hava aracının yanma gidebilmemiz için yol açtı. Carol ve ben Elgon'la Sela'nm ardından taşıtın arka bölümüne bindik, iki kişilik görünen pilot kabini, içinde altı döner koltuk bulunan yolcu bölümünden cama benzer bir bölme ile ayrılmıştı. Elgon'un dışında hepimiz oturduk, o aracımız yavaş yavaş uzaklaşana kadar ayakta durup, çılgınca tezahürat yapan kalabalığı selamlamayı sürdürdü.
Kalabalığı ardımızda bırakınca, hava aracımız seksen beş metre kadar yükseldi ve adanın iç bölgelerine doğru son derece düşük -ancak saatte elli millik- bir hızla ilerlemeye başladı. Elgon uzakta kalan kalabalığa son bir kez el salladı, sonra yüzü bize dönük bir biçimde oturarak Mikro Adası hakkında bilgi vermeye başladı. Anlattıklarını ana çizgileriyle özetleyeceğim.
Mikro Adası'nın nüfusu üç milyonun biraz üzerindeydi ve Ada beş eyalete ayrılmıştı. Her eyaletin kendi dili, dini ve rengi vardı. Elgon kendine başkanlık görevini yakıştırdığında, üstün Makro güçlerinden kaynaklanan yetkiyle bu beş eyaletin sınırlarını katı bir biçimde belirlemişti.
Ada kabaca daire görünümündeydi ve Elgon onu -ortada çember içinde 75 mil karelik bir alanı kapsayan ve en büyük yönetici sıfatıyla kendisine ait olan bir genel merkez oluşturacak biçimde- turta keser gibi beş adet üçgene ayırmıştı. Bu bölgeleri neden dinleri, ırkları, dilleri ayrı eyaletler haline getirdiğini sorduğumda, "Dünya tarihi insanoğlunun bölünmüşlük içinde daha hızlı geliştiğini gösteriyor" diye yanıtladı, "çatışma ve rekabet büyüme isteğini kamçılar."
Bir an şaka yaptığını düşündüm, ama gözlerindeki bağnaz parıltıyı görünce son derece ciddi olduğunu anladım.
"Oh biliyorum" diye devam etti, "Makro toplum birlik ve sevgi gibi sofuca düşünceleri kabul etmen için beynini yıkadı, bunlar içinde olduğumuz mikro düzeyde sadece birer aldatma-
288
Mikro Adası
ca. Eğer Tanrı Makro birliği mikro düzeylerde var etmek isteseydi, bunu öyle yapardı. Mikro düzeyde yaşadığımız bu gezegende geçerli olan evrensel yasalar çekişme ve rekabettir. Bu yasaları yadsıyan Makro adamın burada yeri yok, eninde sonunda başka boyutlara geçmeye zorlanacaktır."
"Makro filozoflara göre" diye yanıtladım, "bu gezegen mikro olmaktan çıkıp Makro hale doğru gelişirken, başka boyutlara geçmeye zorlanan mikro adam olmuş."
"Bunlar kendileri çökmekte olan Makro varlıkların mikro adamın yaşam ve dayanma gücünü yok etmek için ileri sürdükleri yalanlar" dedi. "Ama bırak da sana insanlarımızın yaşamlarının ne kadar heyecan verici ve ilgi çekici olduğunu göstereyim, böylece buradaki yaşantıyı Makro toplumun çökmekte olan yaşam biçimiyle kıyaslayabilirsin."
Elgon pilota telepatik bir mesaj yollamış olmalıydı, çünkü birden toprağa yaklaştık ve Elgon da bize tarlalarda ve yakındaki fabrikalarda çalışan insanları gösterebildi. İster fabrikada ya da tarlada ister hizmet işlerinde olsun, mikro adam günde sekiz saat, haftada altı gün çalışıyordu, bu da Elgon'un övünerek anlattığına göre mikro adamı Makro toplumun tembel yaşantısından uzak tutuyordu.
Kendisinin ulusal bayram diye ilan ettiği bir günde bu insanların neden tarlalarda ve fabrikalarda çalıştıklarını sordum. Eğer istersek yaptıkları işleri denetleyebilmemiz için sadece bu bölgedeki insanların çalıştıklarını söyledi, kabul etmedim.
Tarlalarda çalışan insanlara yaklaştığımızda derilerinin sapsarı olduğunu gördüm, oysa hatırladığıma göre üssün dışındaki kalabalık beyaz tenli insanlardan oluşmuştu. Nedenini El-gon'a sorduğumda, ırkların birbirine günahkârca karışması sonucunda ten renklerinin saflığını yitirdiğini söyledi; siyah, kahverengi, kırmızı, sarı ve beyazdan oluşan beş temel ten rengini yapay da olsa sürdürmek için boya kullanıyorlardı. Eyaletler de bu renklere göre adlandırılmıştı.
289
M.S.2150
Hava aracımız, bana 1900'lerin ortasında kırsal bir yerleşim alanını hatırlatan küçük bir kasabanın yakınma indi. El-gon kapıyı bizim için açarak, "Bu köyün veya dilediğiniz herhangi bir köyün insanlarıyla konuşmanızı istiyoruz" dedi. "Biz sizinle gelmeyeceğiz, böylece insanların bizi hoşnut etmek için size yalan söylemediklerinden emin olabileceksiniz."
İnsanların bizimle ne dereceye kadar özgürce konuşabilecekleri konusunda kuşkularım olmakla birlikte, önerisini hemen kabul ettik. Çok geçmeden de yerleşim bölgesinin girişindeki ilk kapılardan birini çalıyorduk. Kapıyı yetmiş yaşlarında görünen yaşlı bir kadın açtı. Yaklaştığımızı televizyonda gördüğünü ve ilk ziyaret ettiğimiz kişi olmaktan gurur duyduğunu söyledi. Bizi küçük ve içinde fazla eşya bulunmayan bir odaya aldı, sert metalden yapılmış iskemlelere oturunca da kendisine ne istersem sorabileceğimi söyledi.
"Bana nasıl yaşadığınızı anlat" dedim. Çirkin, eğri büğrü dişlerini gösteren geniş bir gülümsemeyle, "Dürüst, saygıdeğer, dindar biçimde yaşıyoruz" dedi. "Kadınlarımız ve erkeklerimiz evleniyorlar ve evli kalıyorlar, pek çok çocukları oluyor, kendi evlerinde oturuyorlar, anakaradaki gibi kocaman, kötülük dolu otellerde yaşamıyorlar."
"Cildini neden sarıya boyuyorsun?" diye sordum. "Çünkü" diye açıkladı, "atalarım, Makro toplum saflığımızı ırklar arası evliliklerle bozana kadar sarı tenliydi. Irkımızın görkemli mirasını unutmamak için derilerimizi boyamak zorundayız. Sarı eyaletimizin, sarı dini ve sarı diliyle adamızın en güzel eyaleti olduğunu göreceksiniz."
"Dur bir dakika" dedim, "sen Makro toplumun evrensel dilini konuşuyorsun, sarı dili değil!"
"Başkanımızın dilini okullarda ve televizyondan oğrenı-rı/" diye yanıtladı gururla, "ama e\lirimizde kendi aramızda konuşurken ve o>aletteki ışlerımı/ı yürütürken sadece sarı dili kullanırız."

290
Mikro Adası
"Neden ikinci bir dile gerek duyuyorsunuz?" diye sordum, "insanlar atalarının dilini unuturlarsa onurlarını da yitirirler ve başlarını artık dik tutamazlar" diye karşılık verdi. "Bizim sarı dilimiz, sarı eyaletimizin sarı dine inanmış sarı halkını dünyada eşsiz kılar."
"Sarı din hakkında bilgi verir misin?" diye istekte bulundum.
Fırlak dişlerini gösteren başka bir gülümsemeyle "Sarı dinimize göre" dedi, "Tanrı insanoğlunu yaratırken, insanları beş değişik türe ayırmak istemiş ve bu yüzden beş renk kullanmış. Sarı insan Tanrı'nın en son ve en özenerek yarattığı ırk olduğu için, Tanrı onu kendi yolunda nasıl yaşanacağını diğer ırklara örneklesin diye seçmiş."
Carol soru sormayı o ana kadar özellikle bana bırakmıştı, ama şimdi "Söylediklerine içtenlikle inandığını anlıyorum" diye söze karıştı, "ve bize karşı derin bir nefret duyduğunu hissediyorum."
Kadın Carol'a hor gören bir tavırla bakarak, "Sadece Makro toplumdan olan sana karşı" dedi, "bu adama karşı değil. O, mikro adamın sarı ırkın bütün diğer ırklardan daha yaygın olduğu soylu çağından geldi. Başkanımız Elgon On, Makro toplumdan olan sizlerin, Jon'u kurtarılamayacak kadar baştan çıkaramamış olduğunuzu umuyor. Biz ona gerçeği göstermekle sorumluyuz."
Carol'a tiksinti dolu bir bakış fırlatarak bana döndü ve çocuğuyla konuşan bir anne gibi gülümseyerek konuşmasını sürdürdü, "Din, ırk, dil gibi eski erdemlere ve mikro ailenin edepli, saygın ahlâk ölçülerine bağlı kalıyoruz."
Sonra boğumlu parmağıyla Carol'u göstererek, "İşte orada sadece ahlaksızca zevkleri için yaşayan eski Babil fahişesi duruyor" dedi "Tanrısı, çocuğu, anası-babası yok, ama evliligin kutsal temizliğini ve kendi çocuklarını yetiştirmenin ne demek olduğunu asla öğrenmemeye mahkûm olmuş O ve onun

291
M.S.2150
türü bu dünyayı pisletiyor. Tanrı yakında bu günahkâr kâfirleri yok edecek!"
"Bizimle konuştuğun için teşekkür ederiz" dedim, "ama artık gitsek iyi olur. Başkanınız dışarıda ve biz onu bekletmek istemiyoruz."
Kapıya kadar geçirerek bana mutluluk diledi, doğru yolu bulacağımı umuyordu, Carol'u ise görmezden geldi. Hava aracına dönünce başka bir eyalete gitmek istediğimi söyledim. Çok geçmeden havalanmıştık. Taşıtın üstü saydam bir kapakla kapandı, böylece çok daha hızlı yolculuk yapabilmemiz mümkün oldu. Bu kez Mikro Adası'nın harikalarını anlatarak bizi ağırlama sırası Sela'ya gelmişti.
Herkesin çocuk sahibi olma hakkının bulunduğuna ve kadınların kocalarına sadık kalmaları gerektiğine dikkatimi çekerek söze başladı.
"Söylesene Sela Dokuz" dedim, "sen Elgon On'a sadık mısın?"
Güldü ve "Ben evli değilim" dedi, "çünkü Makro toplum çocuk doğurma yeteneğimi yok etti."
"M.D.'nin anlattığına göre Sela Dokuz" diye Carol araya girdi, "sen sürekli kısırlığı seçmişsin, oysa başka bir seçim yapabilirdin. Ayrıca M.D. bebek doğuramayan ya da doğurmayan kadınların Mikro Adası'nda fahişe olarak kullanıldığını söyledi."
Sela'nın Carol'a bakan gözleri nefretle doldu, ama bana döndüğünde gülümsüyordu. "Makro toplum tarihin en büyük yalan arşivini oluşturdu" dedi, "sonra da bu yalanları yaymak için M.D. adını verdikleri bir makine yaptılar."
"O halde sizin toplumunuzda fahişe yok, öyle mi?" diye sordum.
"Kuşkusuz var" diye yanıtladı. "Mikro adam her zaman cinsel açıdan değişikliğe gereksinme duymuştur. Fahişelik ise kadının bilinen en eski mesleğidir. Mikro alışkanlıklara bağlı-

292
Mikro Adası
yız, buna göre de mikro adam karşılığını ödediği her şeye sahip olur. Zevk veren başka pek çok konuda olduğu gibi, bir fahişenin müşterisi olmak da elbette yasal değil."
'"Zevk veren başka pek çok konuda olduğu gibi' derken ne demek istedin?" diye sordum
Sela" Zevk veren pek çok şeyi yasaklayan yasalarımız var" diye yanıtladı, "Böylece bunların değeri artıyor ve insanlar da satın alacak parayı kazanabilmek için daha çok çalışıyorlar."
"Yani delineceğini bildiğiniz yasalar çıkararak insanları suç işlemeye mi itiyorsunuz?" diye sordum, inanamıyordum.
"Elbette" diye yanıtladı, "hep öyle olmamış mıdır? Üstelik bu en iyi gelir kaynaklarımızdan biri. Ayrıca dünya tarihine bir bak, suç mikro yaşamda her zaman önemli bir yer tutmuştur. Yaşamı heyecanlı ve ilginç bir hale getirir. Yine de yasalar uygun değilse çatışma ve rekabet olmaz."
"Sen ve Elgon yandaşlarınızla birlikte yararlanabilmek için suçlan örgütlü hale getirmişsiniz gibi konuşuyorsunuz" diye düşüncemi söyledim.
Diri, çıplak göğüslerini hafifçe titretecek biçimde omuzlarını silkti, öyle ki görmezden gelmekte zorlandım; bu arada "Doğru Jon" diye yanıtladı, "bu hep böyle yapılagelmiştir, ama herkesin işine yarar, çünkü örgütlü hale gelmesini sağladığımız suçlar, karşılığını ödemeye hazır herkese tadına doyulmaz zevkler sunar, özellikle de bir yasaya aykırı davranmanın verdiği baş kaldırma ve kafa tutma zevkini. Mikro adam bu konuda her zaman başarılı olmuştur."
"Siz ikinizin Makro toplumda yetişip, üst düzey Makro far-kmdalıklara eriştikten sonra, şu anlattıklarınız uğruna her şeyden vazgeçtiğinize inanmak bana zor geliyor" dedim.
"Ama Jon On" diye bağırdı Sela, "biz farkındalığımızı artırmaktan vazgeçmedik ki, bilinç düzeyimizi daha da yükselttik. Ben şimdi dokuzuncu düzeydeyim, Elgon'da onuncu. Anlamıyorsun! Geride bıraktığımız tek şey can sıkıntısı! Burada,

293
M.S.2150
uğrunda kavga verilerek güçlü ve yürekli olanlar tarafından elde edilen yasak meyvelerin o tatlı heyecanı var. Sana söylüyorum Jon On, gurur ve çatışma olmazsa yaşam ölesiye sıkıcı olur, öyle ki yaşamaya değmez."
"Unutmuş olmalısınız" dedim, "ben çatışma ve rekabet yüzünden kirlenen ve yıkılmakta olan 1976'nm dünyasından
geldim."
"Rekabet ve çatışmanın özgürce kol gezmesine izin verilen dönemlerde çevre kirliliği ve aşırı nüfus yoğunluğu tehlikesi olmadığım biliyoruz, bunu da unutmuş değiliz" diye yanıtladı, "çünkü güçlü olan ayakta kalıyor, zayıf olan ise ya yok oluyor ya da en düşük tüketimle en az kirleterek yaşıyordu."
"Ama" dedim, "Makro güçlere sahip bütün bu yardımcılarınıza denetçiler denmiyor mu? Çatışma ve rekabeti kendi çıkarlarınız doğrultusunda sınırlamıyor ve denetlemiyor musunuz?"
"Elbette öyle yapıyoruz" diye dobra dobra yanıtladı, "Çünkü güçlü olan biziz ve eğer güçlüler sevgi, eşitlik ve birlik gibi boş inançlara kapılmamışlarsa güçsüzleri her zaman denetim
altında tutarlar."
"Sizin mikro toplumunuz dahil hiçbir toplumsal kuruluş işbirliği içinde değilse varlığını sürdüremez, bunu kabul etmek
zorundasınız" dedim.
"Evet" diye onayladı, "çatışma ve rekabetin meyvelerinden daha iyi yararlanmak için işbirliği yapıyoruz."
Konuşurken Kırmızı Eyalet'in küçük bir yerleşim merkezinin yakınma indiğimiz için konu burada kesildi. Carol'la birlikte dışarı çıktık ve bu kez kentin bütün sokaklarını dolaştık, evler genelde küçük ve gösterişsizdi. Yine de birkaç büyük ev vardı ve biz en büyük ve en gözalıcı olan evlerden birini seçtik. Bu arada Carol dışarıda ne kadar az insan gördüğümüzden söz etti, sokaklar hemen hemen ıssızdı. Ben daha çalmadan kısa boylu, göbekli bir adam kapıyı açtı, teni parlak kırmızıydı. Bizi
294
Mikro Adası
büyük, savurganca döşenmiş bir oturma odasına buyur ederek, herkesin televizyon başında olduğunu ve başkent Elgon-ya'dan yayınlanan gladyatör oyunlarıyla dönüşümlü olarak bizim gelişimizi izlediğini söyledi.
Bedeni saran, rahat ama aşırı süslü koltuklara yerleşirken "Eh" dedim, "bu da dışarıda neden pek az insan olduğunu açıklıyor. Sözünü ettiğin gladyatör oyunları hakkında bize bilgi verir misin?"
Yüzü aydınlandı, ağzı kulaklarına vararak sırıttı, takma olduğu açıkça belli olan inci gibi dişleri ortaya çıktı. "Oyunlar olağanüstü!" dedi. "Biz de eyaletimizin gladyatörleri ile temsil ediliyoruz. Bu bize üstünlüğümüzü kanıtlamak için fırsat veriyor."
"Yani kırmızı gladyatörlerin diğer renklerin gladyatörle-riyle mi dövüştüğünü söylemek istiyorsun?" diye sordum.
"Evet" diye yanıtladı, "ama oyunlarımız çok çeşitlidir, kişisel yarışmalarda gladyatörler eskiden olduğu gibi kılıçla veya yumrukla dövüşürler ya da güreşirler. Ayrıca futbol, beysbol ve basketbol gibi takım karşılaşmaları yaparız, bir de bayrak kapma gibi daha zor karşılaşmalarımız var."
"Ya" dedim, "çocukken adı böyle bir oyun oynadığımızı hatırlıyorum. Siz nasıl uyarlıyorsunuz?"
"Eyalet içi oyunlar az sayıda gladyatörle oynanıyor" diye açıkladı, ama eyaletler arası yarışmalarda takımlar yüzer kişiden oluşuyor ve oyunlar sekiz yüz metre karelik standart B.K. (Bayrak Kapma) sahalarında oynanıyor. Karşılaşmanın amacı karşı eyaletin bayrağını kapmak. Hem kılıç hem de çıplak elle dövüşen ekipler kullanıyoruz."
"Yani bu karşılaşmalarda birbirinizi gerçekten öldürüyor musunuz?" diye sordum.
"Elbette" diye yanıtladı, "ama gladyatörlerin kılıçlı karşılaşmalarda zırh giymelerine izin verildikten sonra artık eskisi kadar ölüm olmuyor, haftada sadece on ya da on iki kişi ölü-
295
M.S.2150
yor, yine de bu karşılaşmalar düzenlediğimiz en heyecan verici oyunlar olma niteliğini koruyor."
Carol "Bu oyunları ne kadar sık izliyorsunuz?" diye sordu.
"Haftada altı gün çalıştığımız ve Pazar sabahlan da kiliseye gittiğimiz için, oyunları ancak akşamları ve Pazar günleri öğleden sonra izleyebiliyoruz" diye yanıtladı.
"Tanrım!" diye bağırdım, "Bu kadar dövüş seyretmekten bıkmıyor musunuz?"
Güldü ve "Biz kırmızı adamların hiçbir zaman bıkmadıkları tek bir şey var, o da dövüş" dedi.
"Ama bu tür bir vahşet dininize aykırı değil mi?" diye sordum.
"Kırmızı dine göre " diye açıkladı, "Tanrı dört insan ırkı yaratmış, ama bunları görünce düş kırıklığına uğramış ve kendi görkemi adına savaşsınlar diye kırmızı ırkı yaratmış. Biz Tanrı vergisi cesaretimizle ve kendi ırkımıza ve Tanrı'ya duyduğumuz bağlılıkla diğerlerine önderlik etmek üzere seçilmiş ırkız."
Carol bana yavaşça "Kulağa şaşılacak kadar tanıdık geliyor" dedi.
Adam kızarak, "İstersen alay et, aşağılık kadın" diye karşılık verdi, "ama bizim kadınlarımız bize savaşçılar doğurmaktan gurur duyarlar ve hepsi de edepli bir biçimde evlidir."
Konuyu değiştirmenin daha akıllıca olacağını sezerek, "Seçilmiş kırmızı ırkın bir temsilcisi olarak teni kesinlikle kırmızı olmayan Elgon gibi birini başkan diye nasıl kabul edebiliyorsun?" diye sordum.
"Ondaki kırmızılığın gözle görülmediği doğru" diye açıkladı, ama başkanımızın ruhu kırmızı. Beyaz ırkın zayıflığına karşı duyduğu sevecenliği simgelemek için beyaz bir ten taşıyor."
"Göremediğine göre, ruhunun kırmızı olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordum.
"Çünkü kendisine sorduğumuzda, bunu hiçbir zaman yad-

296
Mikro Adası
sımayacağını söyledi" diye karşılık verdi.
Kendi kendime "Şu Elgon ne kadar kurnaz biri" diye düşündüm. Ayrılmadan önce bir soru daha sormaya karar verdim: "Böyle büyük bir evde gösterişli bir yaşam sürebilmek için ne iş yapıyorsun?"
Gururla sırıtarak, "Bunu sormanı bekliyordum" dedi. "Gördüğün gibi Mikro Adası'nda cesaret, çok çalışmak ve iyi bir iş kafasına sahip olmak ödüllendirilir. Ben gençken adanın en ünlü gladyatörüydüm ve çok para kazandım, paramı da toprağa ve risk taşıyan çeşitli işlere yatırdım. Şimdi köydeki evlerin yarısına ve çevredeki arazinin çoğuna sahibim."
Carol odadaki değerli eşyalara göz gezdirerek, "Hiç soyu-labileceğini düşünüp korkmuyor musun?" diye sordu.
Adam Carol'u oldukça küçümseyen bir tavırla, "Biz kişisel mal varlığının önemine inanırız" dedi, "bu yüzden de yasalarımız ve kurallarımız var. Adamızdaki on kişiden biri polis memurudur ve suçlarla mücadele konusundaki yeteneğimizle büyük gurur duyuyoruz. Örneğin ben Kırmızı Eyaletimiz'de en yetkili on polis görevlisinden biriyim ve doğrudan Başkan Elgon tarafından atandım."
Carol kendini tutamayıp araya girdi, "Mikro Adası dünyada polise gereksinme duyulan tek yer" dedi, "çünkü burası dünyada suç işlenen tek yer. Eğer kişisel mal varlığına bu kadar değer vermeseydiniz, güvenliği sağlamak için onca insan gücünü harcamanıza gerek kalmazdı."
Carol konuşurken ev sahibimiz ona öfkeyle bakıyor ve şişman kırmızı yüzü daha da kızarıyordu. "Her zaman sadece riskleri göze almaya hazır, heyecan verici ve ödüller sunan yaşamlar isteyen güçlü, cesur ve becerikli insanlar büyük para sahibi olmuşlardır" dedi.
Artık Carol'u açıkça aşağılıyordu, "Sizin Makro toplumunuz akla gelebilecek her türlü ahlâksızlığı özendirerek ve cesaret, ırksal bağlılık, kişisel mal edinme gibi erdemleri yadsı-

297
M.S.2150
yarak üyelerinin içinde namus ve gurur duygularını bütünüyle yok etti."
Ayağa kalkarak odanın içinde kızgınlıkla ördek gibi yürümeye başladı, bir yandan da bağırıyordu, "Dünya tarihi boyunca günahkârlığın, kötülüğün, tanrısızlığın bu kadar yayılmasına hiç fırsat verilmemişti. Ama Tanrı'yla sonsuza kadar oynanmaz! Sen ve senin Tanrı tanımaz, ödlek soyun çok yakında yeryüzünden silinip gideceksiniz."
Ev sahibinin öfkeyle bir tarafına inme inmeden oradan ayrılmamızın daha iyi olacağını düşündüm. Bize vakit ayırdığı için teşekkür ettim ve aceleyle izin isteyerek kalktık. Ev sahibimizden işittiklerimiz nedeniyle oldukça üzgün bir halde hava aracına geri döndük. Bize anlattıklarına coşkuyla inandığı konusunda en ufak bir kuşku beslemiyorduk. Ayrıca hiç kimse bize onun evini seçelim diye baskı yapmamıştı.
Bir kez daha havadaydık, Elgon o ana kadarki izlenimlerimi sordu. Ona dürüstçe gördüklerimden acı duyduğumu söyleyince, gerçekten canı sıkılmış bir ifadeyle kıvırcık uzun siyah saçlı kocaman başını birkaç kere arkaya öne salladı ve sonra "Makro toplumun seni bize karşı böylesine zehirlemiş olduğunu duymak beni üzdü" dedi, "öyle ki insanlarımızın ne kadar gurur dolu ve mutlu olduklarını, yaşamlarını ne kadar özgürce ve temiz bir biçimde sürdürdüklerim göremiyorsun."
"Elgon On" diye sordum, "herkesin -yoksul ve sağlıksız olanların bile- burada Mikro Adası'nda gerçekten mutlu yaşadığına mı inanıyorsun?"
Elgon sorumu oldukça içten ve ikna edici bir tavırla yanıtladı. "Sen insanlar için en önemli şeyin zenginlik, sağlık ya da ün değil, ama kişisel gurur olduğunu anlayamıyorsun Jon On. Önemli olan başkasından üstün olduğun duygusunu taşımaktır."
Bu söylediğini beynime yerleştirmem için biraz bekledi,
sonra devam etti, "Biz burada Mikro Adası'nda insanlar ken-
298
Mikro Adası
dileriyle gururlansınlar diye pek çok fırsat yarattık; kendi aileleri, kendi ırkları, kendi dinleri, kendi dilleri, kendi mal varlıkları, kendi eyaletleri var. Makro toplum bütün bunları üyelerinden esirgedi ve böyle yaparak insanlarının yaşamını büyük bir can sıkıntısına dönüştürdü, öyle ki artık yaşamak ya da ölmek umurlarında değil. Mikro Adası'na gelip yasalarımızı de-liyorlar, böylece heyecan verici bir biçimde yaşamayı becereme-seler de, heyecan verici bir biçimde ölmenin tadına varıyorlar."
Şimdi baş sallama sırası bendeydi. "Özür dilerim" dedim, "ama ben durumu böyle göremiyorum Elgon."
"Senden söylediklerime inanmanı istemiyorum" diye yanıtladı, "sadece gözlerinin ve kulaklarının sana anlattığına inan! Daha çok insanla konuş! Yoksul olanlarla konuş! Bizim sistemimiz içinde kaybedenler diye nitelediklerinle konuş! Sana, bu düzende kaybetmiş sayılabilecek en korkak insanın bile Makro toplumda rastlayacağın herhangi birine kıyasla kendisiyle daha çok gururlandığını ve yaşamını daha büyük bir coşkuyla sürdürdüğünü söylüyorum. Ama yine de sen bana güvenme, kendin gör, kendin işit!"
Elgon'un önerisine uyup, daha çok insanla konuşmaya karar verdim. O da bizi Kahverengi Eyalet'teki köylerden birinin yakınma indirdi. Carol'la birlikte on sekiz çocuklu bir ana-babayla görüştük. Anne sadece otuz altı yaşındaydı, on iki yaşında evlenmiş, ilk çocuğunu on dört yaşında kucağına almış, sonra da her yıl doğurmaya devam etmişti; bu çocuklardan on
sekiz tanesi yaşıyordu.
Aile çok yoksuldu, evleri küçüktü ve bir yatakta yedi kişi uyuyorlardı. Yine de aileleriyle ve gladyatör olmak üzere eğitim gören beş büyük oğullarıyla pek gururlanıyorlardı. Yarıcı olarak bir çiftlikte çalışıyorlar, ama kazandıkları para geçinmelerine yetmiyordu; bu yüzden iki büyük kızları aile bütçesine katkıda bulunmak için fahişelik yapıyordu ve bu kızlar bütün aile için gurur kaynağıydı.
299
M.S.2150
Sağlık durumları -Makro toplumdaki ölçülerle kıyaslanırsa- pek kötüydü. Anne, memelerine yapışmış iki bebekle solgun ve hastalıklı, elli yaşlarında bir kadın görünümündeydi, bana düşündüğümden on dört yaş daha genç olduğunu gururla söyledi. Otuz dokuz yaşındaki baba anneden gerçi daha genç görünüyordu ama, ağzındaki dişler çürümüş, sadece kökleri kalmıştı ve bedeni hastalıklı bir biçimde yağ toplamış gibiydi. Ortalıkta kaynaşan çocukların çoğu tam tersine pek sıskaydı ve şimdiden ana-babaları kadar solgun görünüyorlardı.
Evlerine ilk girdiğimizde, hepsi TV'de neşeyle gladyatör dövüşlerini izliyorlardı. Her ailenin -başka şeye ayıracak parası olmasa bile- mutlaka bir televizyon edindiğini öğrendim. Kahverengi boyalı tenleri, kahverengi dinleri, kahverengi dilleri ve onlara göre dünyanın en yiğit ve en güçlü gladyatörlerini yetiştiren kahverengi eyaletleriyle coşkulu bir biçimde gururlanıyorlardı.
Bir kez daha aynı öyküyü dinledik. Tanrı önce dört insan ırkı yaratmış, ama düş kırıklığına uğramıştı; sonra diğerlerine sadık, cesur ve dindar bir biçimde yaşama konusunda örnek olsunlar diye kahverengi insanları yaratmıştı. Buna inanıyorlar ve Tanrı tarafından seçilmiş insanlar olarak doğmak gibi büyük bir kısmete sahip oldukları için coşkulu bir mutluluk duyuyorlardı.
Bu ailenin üyeleri Carol'u küçümsemek yerine, onun adına Makro toplumda doğmasına neden olan kör talihi yüzünden içtenlikle üzüntü duydular, bu güzel ve sağlıklı kıza gerçekten acıdılar.
Yoksulluklarının onları mutsuz edip etmediğini sorduğumda, baba "Biz zenginler için üzülüyoruz" dedi, "çünkü artık zengin olma umudunu -bu görkemli duyguyu- taşımıyorlar. Biz para kazanmayı özendiren o heyecan verici dürtüyü hissedebiliyoruz, ayrıca yakında oğullarımız oyunlara kabul edilince pa-

300
Mikro Adası
ra da akmaya başlayacak. Görüyorsunuz ya, mutlu olmak için her nedene sahibiz."
Carol'la ben oradan ayrıldık, duyduklarımız yüzünden yine üzüntü içindeydik, ama Elgon mümkün olduğunca çok insanla konuşmamızı neden istiyor diye artık şaşmıyorduk; çünkü açıkça ortaya çıkmıştı ki, Elgon bize bugüne kadar oluşturulmuş en başarılı propaganda örgütünün aldığı sonuçlarla gösteriş yapmak istiyordu.
Daha sonra Siyah Eyalet'e doğru uçarken Elgon'a Mikro Adası'ndaki ortalama insan ömrü hakkında bir fikri olup olmadığını sordum.
"Evet" dedi, "erkekler ortalama elli üç, kadınlar da elli iki yıl yaşıyorlar. Elbette bu şimdi sana korkunç gelecek, ama Jon On, tekrar hatırlatmama izin ver, ne kadar uzun ya da ne kadar rahat ve güvende yaşadığın önemli değil, sonuçta önemli olan yaşadığın sürece ne kadar gurur ve heyecan duyduğun."
"Halkını, sen ne söylüyorsan onun doğru olduğuna inandırmak konusundaki başarını yadsımıyorum" dedim, "ama bu başarma karşın hâlâ yılda ortalama yüz kişinin adadan ayrılmak istemesine şaşıyorum."
Elgon "Onlar, Sela Dokuz'un, benim ve bin denetçimizin geçtiğimiz otuz yıl boyunca sağladığımız gelişmelerden yararlanamayacak durumda olan yaşlılar" diye açıkladı. "İlk kırk yılı bütün bunları hazırlamak için harcadım, ama mikro toplumumuz şimdi herkes için çok daha heyecan verici ve ilginç."
"Anladığım kadarıyla sen, herkesi senin istediğin biçimde düşünmeye ikna eden, neredeyse mükemmel bir propaganda örgütü kurmanın yetmiş yılını aldığını söylemek istiyorsun" dedim.
Elgon sadece o buyurucu tavrıyla gülümsedi ve daha çok insanı ziyaret etmemi önerdi. Öyle yaptık, ama görüştüğümüz biri siyah, diğeri beyaz derili iki aile de bize aynı eski öyküyü anlattı. Tenlerinin rengiyle, dinleriyle, dilleriyle, aileleriyle ve
301
M.S. 2150
görkemli eyaletleriyle gururlanıyorlardı. Ve elbette Tanrı'nın seçilmiş kulları oldukları için pek mutluydular ve ırkları zenginleşsin diye mümkün olduğunca çok çocuk doğurmayı amaçlıyorlardı. Siyahi ailenin on sekiz çocuğu vardı, ama rekor -bir defada birden çok çocuk dünyaya getirmenin de etkisiyle- elli üç çocukla beyaz bir ailenin elindeydi.
Akıl almaz biçimde doğurgan olan beyaz anne, Elgon On' un bilgeliğini kabul etmeyen ve Makro toplumun Tanrı tanımaz fikirlerini benimseyen toplum dışı insanlardan söz etti; sorun giderek büyüyordu, ama yine de (elbette!) diğer eyaletler bu konuda daha büyük sıkıntı içindeydiler.
Elgon'un bizi hep beyinleri yeterince yıkanmış insanların oturdukları yörelere indirdiğinden kuşku duymaya başladım. Makro toplumun düşünce biçimini öğrenmeye çalışan insanların büyük sorun yarattığını duymak beni mutlu etmişti.
Yine de siyahi aileden oldukça ilginç şeyler öğrendim. Avukat olan baba, Mikro Adası'nda avukatlığın da gladyatörlük kadar saygın ve bol para getiren bir iş olduğunu anlattı, çünkü birbiriyle çatışan bir sürü yasa vardı. Ayrıca bu yasaların pek çok yaşam alanım kapsadığını kabul etti, öyle ki herkes günde en azından iki ya da üç yasayı delmek zorunda kalıyordu. Elbette, eğer akıllı bir avukatınız varsa, ortada sorun kalmıyordu. Ama her eyaletin farklı yasaları olduğu için, başka eyaletlere yolculuk yapmak son derece tehlikeliydi. Avukatınız kendi eyaletinin dışında görev yapamıyordu ve siz bir başka eyalete gittiğinizde kesinlikle birkaç yasaya aykırı davranmak durumundaydımz; böylece derinizin farklı renkte olması sizi çok büyük bir sıkıntıya sokmuş oluyordu.
Bu avukatın, zenginin avukat tutarak kendine yasalar karşısında dokunulmazlık sağladığı, yoksulun da kendini yasalar karşısında temsil ettirememenin acısını çektiği böyle bir hukuk sistemini savunduğunu duyunca donup kaldım. Ama o konuştukça bu sistemin 1976'nm hukuk sisteminden o kadar
302
Mikro Adası
da değişik olmadığını fark ettim. 1976'da da hapse atılan yoksullar zenginlerden belki de yüz kat daha çoktu ve büyük cezalara çarptırılanlar da hep onlar oluyordu.
Avukat, zenginin eyaletin gözünde yoksuldan belirgin bir biçimde daha değerli olduğunu, bu yüzden daha büyük haklar satın alabilmesini de doğal karşılamak gerektiğini söyledi. Yine de yasanın kendisinin böyle bir ayırım yapmadığım altını çizerek belirtti, ayırım kesinlikle iyi bir avukat tutabilme gücünden ve böylece yönetimle iyi geçinir hale gelmekten kaynaklanıyordu. Benim 1976'daki hükümetim de kıyılarından binlerce mil uzaktaki bozuk yönetimleri desteklemek amacıyla milyarlar harcayabilirken -ki o yönetimler de birbirlerinin çekim gücüne kapılmış gibi başka bozuk yönetimleri destekleme eğilimi içindeydiler- ülke içinde enflasyonla baş etmek için yoksullar arasında işsizlik yaratıyor, böylece halkının üçte birini yokluğa mahkûm etmiş oluyordu. Ve bu doğrultudaki uygulamaları 2150'nin mikro yönetimi herhalde alkışa değer bulurdu.
Eyaletlerin hepsini ziyaret ettikten sonra, Elgon artık başkente gitmeye hazır olduğumuzu söyledi. Kent adanın tam merkezinde bulunduğu için bütün eyaletlerle ortak sınırı vardı. Uçuş sırasında Elgon'a adada uygulanan eğitim sistemini sordum. Çocukların yüzde doksanının beş yaşında okula başladığım anlattı, zorunlu eğitim on iki yaşında sona eriyor ve aynı yıl tarlalarda, fabrikalarda ya da dükkânlarda tam günlük çalışma başlıyordu. Yine bu yaşta evlenmek ve çoluk çocuğa karışmaya hazırlanmak da onlar için evrensel bir yükümlülük oluyordu. Yeterlilik sınavları başarılırsa gladyatör, hukukçu ya da doktor olmak üzere okula devam edilebiliyordu. Bu okullarda geceleri eğitim yapılıyordu, böylece yeterlilik sınavlarını başaran gençler gündüz çalışıp, gece okuyabiliyorlardı. Zenginler için ortada sorun yoktu, çünkü gladyatör yetiştiren okullar hariç, diğerlerinin giriş sınavlarında yeterli başarıyı sağlayabilmek için özel öğretmenler tutabiliyorlardı.
303
M.S. 2150
Merkezi ve yerel yönetimlerle ilgili sorular sorduğumda, yerel hükümetlerde sadece avukatların yer alabildiklerini fark ettim; bazen dört-beş avukat aynı anda görev yapıyordu. El-gon'un merkezî ulusal hükümetine gelince, burada çalışan on bin görevli ya Elgon ya da Sela tarafından atanmıştı, ancak bu görevlerden en önemlilerine -1000'in üzerinde- Makro toplumun eski üyeleri getirilmişti. Durumu yorumlayarak, "Belli ki, Makro toplumun değerini kabul ediyorsun" dedim, "çünkü en iyi ve en güvendiğin yöneticileri o ortam yetiştirmiş. Ama bu sonuç Mikro Adası hakkında söylediklerine ters düşmüyor mu? Her şey bir yana, buradaki yaşam o kadar mükemmelse, en iyi yöneticilerinizi de bu ortamın yetiştirmesi gerekir."
Sözlerim Elgon'u güldürdü, "Makro toplum Makro güçlere sahip insanlar yetiştirdiği ve bu insanlar da daha sonra o yaşamdan bıkıp usanarak bana katılmak istedikleri sürece" dedi, "rehberlik yöntemleri oluşturup, buradaki insanların Makro güçlerini geliştirmeyi gereksiz buluyorum."
"İyi de" dedim, "Makro toplumdan gelip sana katılan insanların Makro güçlerinin fazla gelişmemiş olduğu açıkça belli, yoksa gerçekte ikinci bilinç düzeyinde olduğumu bile bile onuncu bilinç düzeyindeymişim gibi davranmazdın."
Elgon yanıt vermek yerine, önümüzde beliren başkent El-gonya'yı göstererek konuyu değiştirdi.
"Şöyle bir bak" dedi, "ve onun dünyadaki tek büyük kent olduğunu gör, çünkü Makro toplum kendi üyelerinden büyük kentlerde yaşama keyfini esirger."
Aşağıya bakınca, 1976 ölçülerine göre oldukça küçük sayılabilecek bir kent gördüm, tüm nüfusu sadece otuz bin kişiydi ve bu nüfusun dörtte biri Elgon'un hükümetinde görev yapıyordu. Elgonya'da çalışan insan sayısı yüz binin üzerinde olmasına karşın, Başkanın yaklaşık on mil çapındaki topraklan herhangi bir eyalete bağlı olmadığı için, bu insanların büyük bir kısmı akşamları kendi eyaletlerine ve toplumlarına dönme-

304
Mikro Adası
yi yeğliyordu. Kentin tam ortasına Hindistan'daki Taç Mahal'e benzeyen muhteşem bir başkanlık sarayı yapılmıştı, sarayın çevresine de çok sayıda yönetim binası sıralanmıştı.
Belli ki Elgon On başkentiyle pek gururlanıyordu, bir süre güçlü merkezi yönetimin ne kadar etkin olduğundan söz etti. Çabuk çabuk konuşarak, hükümetini oluşturan örgütler konusunda ayrıntılı bilgiler verdi; örneğin tarım, ticaret, çalışma, oyunlar, hukuk, eğitim ve haber alma bakanlıkları gibi. Özellikle de halkıyla ilgili bilgiler toplamak üzere dokuz değişik örgüt kurmuş olması dikkatimi çekti. Bunların işlevlerini sorduğumda, haber alma örgütlerinin ancak gizlilik içinde çalışırlarsa en iyi biçimde görev yapabileceklerini, bu yüzden işlevleri konusunda benimle bile konuşamayacağını söyledi. Sonra da "Ama Jon On" diye ekleyerek beni şaşırttı, "Sen yönetime katılınca ben de seni başkan yardımcısı olarak atayacağım ve işte o zaman sana haber alma örgütlerinin çalışma biçimini ayrıntılı olarak anlatacağım."
Çağrısını geri çevirmek amacıyla "Teşekkür ederim Elgon On" dedim, "ama ben Makro toplumda kalmayı tasarlıyorum."
Gürültülü bir kahkaha atarak, "Sen hâlâ yirminci yüzyılın mikro toplumunda yetişmiş birinin Makro toplumda mutlu olabileceğini mi sanıyorsun" dedi. "İnan bana Jon On, benim gibi ilk elli yılını Makro toplumda geçirmiş biri bile buna dayanamadı, sen hiç dayanamazsın."
Carol "Senin Makro topluma yönelttiğin nefret kendi içindeki büyüklenme duygusundan ve başkaları üzerinde egemenlik kurma isteğinden kaynaklanıyor" dedi. "Jon böyle bir güç edinme peşinde değil, bu yüzden senin hükümetindeki üst düzey görevler de onu hiç ilgilendirmiyor."
Elgon'un yüzü gerilerek o granit sertliğine büründü, au-rasınm giderek kızardığını fark ettim, ama yanıt verirken sesi sakindi, Carol'un mikro yaşamın verdiği hazzı kavrayamaya-

305
M.S.2150
cak kadar genç olduğunu söyledi.
Hava aracımız başkanlık sarayının o güzelim avlusuna indi. Elgon bize pırıl pırıl parlayan sarayını ve bahçelerini özellikle kendisi göstermek istedi.
Gün boyu beslenme yetersizliği çeken düzinelerce çocuk görmüştük, bahçeler arasında yürürken bu çocukların yüzleri gözlerimin önüne geliyor ve çevremdeki güzelliklerin keyfine varamıyordum. Sonunda dayanamayıp Elgon'u durdurdum ve insanların nasıl bu kadar çok çocuk yapmayı becerebildiklerini sordum. Bir defada birden çok çocuk edinmeyi mümkün kılan doğurganlığı artırıcı haplar satın alabileceklerini söyledi. Geniş bir aile hem büyük bir gurur kaynağıydı, hem de insanlar çok çocuk yaparak bir yandan dinsel görevlerini ve yurttaşlık görevlerini yerine getirirlerken, diğer yandan bu yolla parasal üstünlük sağlıyorlardı; çünkü on iki yaş ve üzerindeki çocuklar gladyatör ya da fahişe olarak para kazanabiliyorlardı.
Bir saat kadar sonra ender bulunan pek değerli eşyalarla savurganca döşenmiş odaları, koridorları ve avluları yeterince gördüğümü düşünüyordum; bütün bu eşyalar Elgon ve Sela için son derece önemliydi. Giderek daha da sıkıldığımı fark eden Elgon, bize pek tantanalı odalardan oluşmuş bir daireye kadar eşlik etti ve dilediğimiz sürece orada kalabileceğimizi söyledi. Sonra da akşam yemeğinde görüşeceğimizi hatırlatarak Sela' yla birlikte yanımızdan ayrıldılar.
Carol'la yalnız kalınca, kendimi üzeri tenteli kocaman yatağa atarak "Mikro Adası'ndan şimdiden bıktım" dedim, "özellikle de Elgon On ve Sela Dokuz'dan. Gel, biraz uyuyalım da akşama katlanabilecek duruma geleyim."
Carol hemen yanıt vermedi, dalgın dalgın alt dudağını çiğnediğini gördüm. Aurasmda ilk kez pembe parıltılar belirmişti ve bu parıltılar kaygıyı yansıtan kırmızılığa dönüşmekteydi.
Zihinsel bağlantı kurmak için uzandım ve endişe içinde kıvrandığım algıladım, nedenini benden gizlemeye çalışıyordu.

306
Mikro Adası
"Lütfen Carol" diye yalvardım, "seni neyin üzdüğünü bana söyle. Düşüncelerini benden gizlemeye çalıştığına daha önce hiç tanık olmamıştım."
Başını yavaşça salladı, en sonunda isteğime boyun eğen bir iç çekişle "Rana'nm düşündüğünden daha çabuk başlayacak" dedi. Sonra da bakışlarını benden kaçırdı.
"Haydi Carol" diye üsteledim, "beni merak içinde bırakma! Rana'nm düşündüğünden daha çabuk başlayacak olan ne?"
Elimi tutarak "Emin değilim" diye yanıtladı, "Rana, sana şiddetli baskı uygulamadan önce iki-üç gün bekleyeceklerini düşünüyordu, ama benim içimde çok yakında kötü bir şeyler olacağını söyleyen güçlü bir önsezi var."
Carol'un "geleceği görme" gücünün benimkinden çok daha duyarlı olduğunu bildiğim için, "Ne gibi tatsızlıklarla karşılaşabileceğimiz konusunda hiçbir fikrin olmadığından emin misin?" diye sordum.
Carol uzun bir süre bana baktı, sonra hafif bir çığlık atarak yüzünü omzuma gömdü. Bir anda birbirimizi öpücüklere boğduk. Çok geçmeden bir olmak için duyduğumuz istek karşı koyamayacağımız kadar büyüdü ve tuniklerimizden sıyrılarak, ancak birbiriyle böylesine uyumlu iki ruhun deneyimleyebile-ceği coşku dolu aşk oyunlarına başladık. Birden zihnimde ruhsal tınılarımızın yankılandığını duydum; bedenlerimiz ve zihinlerimiz bir olmak üzere birbirlerine giderek daha da yaklaştıkça tınıların yoğunluğu artıyordu, öyle ki sonunda Makro Uyum içinde kendimizden geçtik.
Daha sonra banyodaki kocaman gömme havuzda tembel tembel yüzerken, Carol'un önseziyle ilgili sorumu yanıtlamadığını hatırladım. Eğer bana anlatmak istemiyorsa ona baskı yapmamaya karar verdim. Bu karara varır varmaz da telepatik teşekkürünü algıladım.
Yatak odasına döndüğümüzde aura yansıtan tuniklerimizin değiştirildiğini fark ettik. Carol için ışıldayan mücevherler-

307
M.S.2150
le süslü altın sarısı bir tunik bırakılmıştı, benim tuniğim ise parıltılı beyaz bir kumaştan yapılmıştı.
Carol her zamanki neşeli haline dönmüş gibiydi, çabucak yeni tuniğini giydi, tam bu giysinin alışık olmadığı kadar ağır olduğundan yakınıyordu ki, içeriye bizi yemeğe götürmek üzere mikro eyaletlerdeki ırkları simgeleyen beş uşak girdi.
Elgon'un sarayındaki yemek salonu olağan ölçülerdeki iki futbol sahasını yan yana alacak büyüklükteydi ve çok şık üniformalar giymiş erkeklerle aşırı pahalı giysiler içindeki kadınlar tarafından neredeyse tamamen doldurulmuştu.
Salonun bir ucuna yüksekçe bir yer yapılmıştı, bizi oraya götürdüler, Elgon ve Sela buraya konmuş küçük bir masada oturuyorlardı, yüzleri bu kocaman salona yerleştirilmiş upuzun masalara dönüktü. İlk girdiğimizde içeride bu kadar çok insanın konuşmasından kaynaklanan yoğun bir uğultu vardı, ama şimdi ortalık giderek sessizleşiyordu.
Elgon ve Sela Carol'la beni aralarına oturturlarken bu büyük salon tam bir ölüm sessizliğine gömüldü ve aynı anda da -nasıl olduysa- beynim sanki dev bir mengeneyle acımasızca yavaş yavaş sıkılıyormuş gibi hissettim, mengene giderek daha çok, daha çok sıkıyordu. Elgon'un benim gelişim onuruna bir konuşma yaptığını fark ettim, ama çelik şeritler başımı ezmeye devam ediyordu. Carol'un da beyninde aynı basıncı hissettiğini belli belirsiz algıladım. Akşamın geri kalan saatlerini hayal meyal hatırlıyorum; sofraya çeşitli içeceklerle birlikte tanımadığım yiyeceklerle dolu ardı arkası kesilmeyen tabaklar getirildi, bunlardan pek azını tattım. Elgon'la Sela' nın bana bir şeyler söylediklerini fark edebiliyordum, belli ki onlara uygun yanıtlar veriyordum, çünkü her ikisi de pek hoşnut görünüyorlardı, ama neler konuşulduğunu şu anda hiç hatırlamıyorum. O akşamla ilgili aklımda kalan son şey, beş uşağın ardı sıra odamıza geri dönüp, kendimizi giysilerimizi bile çıkarmadan yatağın üzerine bırakışımız oldu.

308
Mikro Adası
1976'da uyandım ve el yordamıyla gece lambasını aramakta olduğumu fark ettim; ışığı yakınca saatin sabaha karşı üç olduğunu gördüm. Yoğun bir korku içindeydim ve bu duygudan kurtulamıyordum. Neden bu kadar korkuyordum, merak ettim. Carol'a ya da bana kötü bir şey olmamıştı, o halde hissettiğim bu garip korku ve kaygının açıklaması yoktu.
Rahatlamak amacıyla başımı sallayınca, Elgon'la yediğimiz yemek boyunca beynimde hissettiğim büyük basıncı hatırladım. Beni farkmdalığımın büyük bir bölümünden yoksun bırakan bu işkence edici duygu hangi etkenle oluşmuştu? Soru üzerinde düşünürken, yanıtın zihnimin derinliklerinde bir yerden bilincime doğru yükselmeye başladığını fark ettim. Zihnimde yemek salonunun bir resmi oluşana kadar bekledim. Bu resim, sadece alınlarında bana dikili parlak bir göz bulunan ağızsız burunsuz yüzlerce suratla doluydu. Görüntü Elgon'un yine üzerimde odaklanmasını sağladığı telepatik ağı simgeliyordu.
Ama neden hâlâ kaygı ve korkudan kaynaklanan o ezici duygu içindeydim? Birden 2150'ye dönüp, Carol'un iyi olup olmadığını görmek için dayanılmaz bir istek duydum. Ama kendimi uyumak için zorladıkça doğal olarak uykum kaçıyordu. En sonunda olan neyse onun mükemmel olduğunu kabul ederek zihnimi dengeleyip sakinleşmem gerektiğini anladım. Bunu da başaramayınca, Makro Bağlantı anılarımı canlandırmaya çalıştım. Bu kez başarılı oldum ve birkaç dakika sonra yumuşak bir biçimde uykuya geçtim. 2150'de uyandığımda tenteli kocaman yatakta -hâlâ giysilerim üzerimde- tek başıma yatıyordum.
Hemen ayağa kalktım, Carol'a seslenerek dairenm beş koca odasını da koşarak dolaştım, ama hiçbir yerden yanıt alamadım. Elgon'u bulup açıklama istemeye karar verdim. Koridora fırladığımda Makro toplumun en az otuz eski üyesiyle yüz yüze geldim, iri yapıları nedeniyle onları ayırt etmek çok kolaydı. Elgon'u nerede bulabileceğimi sorduğumda, hiçbiri karşılık vermedi, sadece dikkatle gözlerimin içine baktılar. Yine kafa ta-

309
M.S.2150
sıma uygulanan o büyük mengenenin neredeyse gözlerimi kör eden basıncını hissettim. Aceleyle odama doğru sendeledim ve dehşet içinde bu delici gözlerle aramdaki kapıyı kapattım.
Beynimdeki basınç hâlâ artıyordu, bilincimi korumakta güçlük çekiyordum. Sendeleyerek yatağa doğru geriledim ve şiltenin üzerine boylu boyunca serildim. Birden beynimle bedenim arasındaki ilişkinin koptuğunu anladım, bütün bedenim felç olmuş gibiydi. Odada başkalarının olduğunu ve giysimi çıkardıklarını fark ettim. Sonra beni banyoya taşıdıklarını ve kocaman gömme havuzun derin tarafındaki suya fırlattıklarını hissettim. Çabucak dibe battım, bir yandan soluğumu tutabileceğim süreyi hesaplamaya çalışırken, diğer yandan o garip felç halinden kurtulmaya çabalıyordum.
Bu yararsız çabayı ne kadar sürdürdüğümü bilemiyorum, ama sonuçta yüzümü suyun üzerine çıkarabilmek için PK güçlerimi kullanmam gerektiğini kavradım. Bu yönde çaba göstermek üzere dikkatimi toplamaya başlayınca da, felç halinden hızla kurtulmakta olduğumu algıladım. Başım suyu yararak dışarı çıktı.
Elgon telepatik ağı mı çözmüştü, bilemiyorum, ama bedenimi felce uğratan o hal tamamen ortadan kalkmıştı. Kolayca yüzebildim, derin derin soluk alarak o değerli havayı ciğerlerime çektim.
Yatak odasına döndüğümde, Sela'yı yatağımın üzerine çırılçıplak uzanmış buldum. Belli ki, şaşkın ifadem onu pek eğ-lendirmişti; gülerek "Öyle şaşırarak bakma Jon On" dedi. "Elgon On ve ben, eğer Mikro Adası'nın eşsiz niteliklerinin değerini anlamayı öğreneceksen, burada sana sunabileceğimiz en büyük zevki de tatman -yani beni tanıman- gerektiğine karar verdik."
Bunları söyler söylemez çıplak körpe bedenini yay gibi gerdi, kocaman sert memeleri çağırırcasma bana doğru dikildi. Pembe dilinin ucunu kıpkırmızı dudaklarında gezdirerek, üzerlerin-

310
Mikro Adası
de pırıl pırıl titreşen bir parlaklık yarattı. Sonra karnını hafif hafif dalgalandırmaya başladı, bu arada kesik kesik soluk alıyordu.
Birden beynim yine, bin adet zihnin telepatik gücüyle örülen ve Elgon'un üzerimde odaklanmasını sağladığı o ağın oluşturduğu ezici mengenenin etkisi altına girdi. Bedenim hızla denetimimden çıktı ve dehşetle onun -ayrı bir yaşamı varmışça-sma- kendi başına davrandığını gözledim. Yatağa doğru yürüyüp Sela'nm kollarının arasına sokuldu ve onu öpüp okşamaya başladı. Tam o anda bedenimi tekrar denetleyebilir hale geldim ve tutku dolu ateşli bir kucaklama ile bana sarılmış bu kadife gibi yumuşacık, şehvetli bedenin insanın duygularını korkunç biçimde etkileyen gücünü açıkça fark ettim.
Uzun bir an bütün diğer isteklerimi silmiş gibi görünen bu şehvet duygusuyla yandım. Sanki koyu kırmızı dalgalardan oluşmuş dipsiz bir denizin derinliklerine batıyordum.
Eğer Makro Uyum'u hiç deneyimlememiş olsaydım, ya da ikiz ruhum Lea'yla sonsuz mükemmellikteki kucaklaşmamızı hatırlayamasaydım, kuşkusuz Sela kazanabilirdi. O andan sonra ona kızgınlık dönemindeki bir köpeğin dişisine davrandığı gibi davranmış olmalıyım. Ama bu şehvet denizinin kenarında yalpalarken bile zihnim sevgili Lea'mm hayali ile dopdoluydu.
Deli gibi haykıran Sela'yı kendimden uzaklaştırdım ve yataktan kalktım; odayı baştan başa geçerek yüksek arkalıklı süslü püslü koltuklardan birine oturdum.
Lea'yla birlikte ilk raundu kazanmıştık.
Sela birkaç dakika boyunca kendini yatakta oradan oraya attı, bağırıp çağırarak öfkesini açığa vurdu, sonra birden bu fırtına dindi ve doğrulup oturdu. Yüzünde bir gülümsemeyle "Gelecek defa Jon On" dedi, "kazanma sırası bana gelecek ve hiç kuşkun olmasın, mutlaka bir 'gelecek defa' olacak!"
Başımı salladım. "Hayır Sela" dedim, "Elgon'un bin adet beynin telepatik gücünü kullanarak oluşturduğu zihinsel ağ bedenimi etkileyip onu sana dokunmaya zorladı, ama şunu iyi

311
M.S. 2150
bil ki zihnim asla senin bana sunabileceğin türden mikro zevkler içinde debelenmek gibi bir seçim yapmayacaktır."
Gözlerinde bir an karanlık parıltılar belirdi, sonra bakışlarını kaçırarak, "Benim adım Sela Dokuz" dedi. "Sen kendi alışkanlıklarını unutmuş görünüyorsun, bu arada alfa eşin Ca-rol Üç'ü de unuttun mu?"
"Hayır unutmadım" dedim. "Elgon on'la birlikte ona ne yaptığınızı söylemek ister misin?
Sela'nm zihninden telepatik olarak Carol'un sadece ilaçla uyutulduğunu ve sarayda bir yerlerde tutulduğunu algıladım, ama bunu öğrendiğimi belli etmedim. Sela'nm yanıt vermesine vakit kalmadan kapı açıldı ve Elgon üç hizmetçi ile birlikte içeri girdi. Kadınlar hemen Sela'nm yanma giderek mücevherlerle kaplı bir tunik giymesi için ona yardım etmeye başladılar. Ben hâlâ çıplaktım, Elgon'dan kendi tuniğimin bana geri verilmesini istedim, ama o gülümsemekle yetindi ve "Sadece mikro adam çıplaklıktan sıkıntı duyar" dedi, "yoksa bunu daha şimdiden unuttun mu?"
Sözlerini duymazlıktan gelip, Carol'u ne zaman görebileceğimi sordum.
Elgon "Bu senin zamanda aktarım işlemini tamamlamamıza ne zaman izin vereceğine bağlı" diye yanıtladı.
"Aktarım işlemini tamamlamak sizin için neden bu kadar önemli?" diye sordum.
Elgon güldü ve "Hem zamanı aşan hem de aklın yarattığı fiziksel bir beden taşıyan ilk insansın" dedi, "bunun sana kazandırdığı büyük ünü biliyor olmalısın.
Ayrıca Makro toplum, üçüncü bilinç düzeyine erişemezsen zaman içinde sürekli biçimde aktarılmanı kabul etmiyor, bundan haberimiz var, oysa sana tanınan sürede o düzeye ulaşman mümkün değil. Bu durumda ırkdaşları bir mikro varlığı korumak Mikro Adası halkını hoşnut edecek."
"Ve siz de Makro toplumun çalışmalarını engellediğiniz

312
Mikro Adası
için mutlu olacaksınız" diye karşılık verdim.
"Elbette" diye yanıtladı, "ama şimdi seni yalnız bırakıyoruz, böylece Mikro Adası'nda sürekli kalabilmek için bizden ne zaman yardım isteyeceğini enine boyuna düşünebilirsin."
"Hiçbir zaman" diye yanıtladım.
Tekrar güldü ve "Ben bundan o kadar emin olmazdım Jon On" dedi. "İki hafta geçmeden bu düşünceni değiştirecekmiş-sin gibi bir önsezim var."
Döndü ve kapıya doğru yürüdü, Sela'yla üç hizmetçisi de ona katıldılar. Elgon odadan çıkarken omzunun üstünden geriye bakarak "Odandaki video ekranına bir göz atıver Jon On" dedi, "vakit geçirmene yardım eder."
Kapı ardından kapandı. Yatağın karşısındaki duvarda bulunan, bir kenarı yüz yetmiş santim uzunluğundaki kare ekranın devreye sokulduğunu fark ettim. Ekranda bomboş bir odanın döşemesinde yatan Carol'u gördüm.
Görüntüyü daha yakından inceleyebilmek için bir sıçrayışta odanın öbür yanına ulaştım. Carol giyinikti ve üzerinde bir önceki akşam yemeğinde giydiği tunik vardı. Bilincinin yerinde olmadığı belliydi, göğsünde kavuşturulmuş elleriyle ve görüntünün de siyah-beyaz oluşunun etkisiyle sanki ölmüş gibi bir izlenim veriyordu. Önce resme eşlik eden bir ses yoktu, ama sonra Elgon'un sesi duyuldu. "Arkadaşın Carol Üç" diyordu, "verilen ilaç yüzünden dış ortamla bağını yitirmiş durumda. Sen bizimle işbirliği yapmayı kabul edene kadar da öyle kalacak, ya da ölümle karşılaşana dek..."
Ses bu mesajı verince sustu, ama resim Elgon'un tehdidini sürekli hatırlatmak amacıyla asılı kaldı.
Bütün gün boyunca dairenin beş odasını da arşınlayıp durdum, Carol'u kurtarıp Makro topluma geri dönebilmek için bir yol bulmaya çalışıyordum.
Carol'un bilinçaltıyla bağlantı kurmayı denedim, ama Elgon'un telepatik ağı beni her defasında durdurdu, iki kez de

313
M.S.2150
koridora çıkmak istedim, yine aynı biçimde engellendim. Bütün olanlara karşın umutsuz değildim, çünkü Makro toplumdan yardım istersem üstün Makro güçleriyle her ikimizi de El-gon'un etkisinden kurtaracaklarına inanmıştım.
Akşam ilerledikçe video ekranında Carol'un bilinçsiz bedenini görmek beni üzmeye başladı. O gün iki yiyecek hapı almıştım, bu yüzden aç değildim, yine de içim oyuluyormuş gibi bir duyguya kapıldım; bu duygu sanki ölümle ilgili bir önseziydi, ama kimin ölümü -Carol'unki mi yoksa benimki miydi, ya da her ikimizin ölümü müydü?
En sonunda uyumaya karar verdim, böylece 1976'ya dönebilir, durumu "koruyucum" Karl'la ve Neda'yla tartışabilirdim. Yattım, ama 1976'da uyanmadım. Bir düş gördüm.
Düşümde o boş odada Carol'un yanında yatıyordum. Felce uğramış gibiydim, çünkü ne kadar uğraşırsam uğraşayım hiçbir yanımı kıpırdatamıyordum. En sonunda gösterdiğim çabadan yorgun düştüm, öylece sırt üstü yattım ve üzerimde yüzüyormuş gibi görünen Lea'nm yüzüne baktım. Telepatik olarak ondan yardım diledim, ama o başını sallayarak "Yardım istemeden önce iyice düşün Jon" dedi. "Eğer biz yardım edersek, aktarma işlemini tamamlamak için öngördüğümüz sürede üçüncü bilinç düzeyine ulaşman mümkün olmaz, bunu sana hatırlatmak zorundayım."
"Pekâlâ" dedim, "o halde Carol'a yardım et. Onu ana karaya geri götür."
Lea yine başını salladı. "O istemedikçe bunu yapamam" dedi, "ayrıca şu ana kadar da -bu onun için ölüm anlamına bile gelse- seninle birlikte kalmayı yeğledi."
Sonra birden kendimi 1976'da uyanmış buldum, haykırı-yordum: "Onun ölmesine izin verme Lea! Ölmesine izin verme!"

314
BÖLÜM 16
Karma
Giyinip kahvaltı ettim, uzun bir süre odayı arşınladım, ama saat hâlâ 6.45'ti, yine de Karl'a telefon etmeye karar verdim. Kari genelde sabahları 7'de kalkardı, oysa bugün telefonu ilk çalışında açtı. Neredeyse bir saattir uyanık olduğunu ve beni araması gerektiği gibi bir duyguyla boğuştuğunu söyledi.
Beş dakika sonra Karl ve Neda'yla mutfak masalarında oturuyor ve Karl'ın havuç suyunu paylaşıyordum.
Onlara Eli' nin yaptığı açıklamayı aktardım.
Karl "Sana her zaman sözlerime daha fazla kulak vermelisin dememiş miydim? diye güldü. Sonra düşünceli bir ifadeyle, "Böyle bir şey olabileceğine inanıyor musun Jon?" diye ekledi.
Kolumu omuzlarına atarken "Benim çok sevgili ve sadık dostum" dedim. "Eli'nin gerçeği söylediğinden hiç kuşkum yok. "Gırtlağıma bir yumru tıkandı, bastırmaya çalıştığım sevgimin şiddetiyle içim sızladı ve bir an gözlerim yandı.
Onlara 2150'de karşılaştığım güçlükleri anlattım. Lea'yla düşümdeki telepatik bağlantımı anlatınca, Kari masadan fırladı ve "Eğer senin şu Makro toplumun" dedi, Carol'u kolayca kurtarabilecekken ölmesine izin verirse, Elgon'a kıyasla daha büyük bir suç işlemiş olur?"
"Ama Kari" dedi Neda, "onlar ölüme senin baktığın biçimde bakmıyorlar. Ayrıca Makro açıdan ortada bir sorun da yok,

315
M.S.2150
çünkü evren her haliyle mükemmel ve hiç kimsenin kendisinin seçmediği bir deneyimi yaşaması mümkün değil."
"Ya Elgon'un tasarladığı nüfus patlamasına ne demeli? Tanrım, her aile otuzla elli arasında çocuk yaparsa, bunlar çok geçmeden dünyanın yönetimini ele geçirecek kadar çoğalırlar."
"Evet" diye yanıtladım, "aynı şeyi ben de düşündüm, ama Makro toplumun kimsenin özgür iradesine karışmak istemediğini biliyorum."
"Ama insanları Mikro Adası'nda kalmaya zorluyorlar" diye Kari karşı çıktı.
Neda "Bu doğru değil Kari" diye tepki gösterdi.
"Nereden biliyorsun Allah aşkına!" diye patladı Kari.
Neda yerinden kalktı ve Kari'm öfkesini gidermek için gülümseyerek ona sarılırken "Çünkü bu konuyu Jon bana anlattı" diye yanıtladı.
"Neda haklı" dedim. "M.D.'nin söylediğine göre başlangıçta Makro toplum, dünyada meydana gelen değişikliklerin neden olduğu salgın, yıkım ve afetlerden sağ kurtulan mikro varlıkları gerçi bir araya toplayıp Mikro Adası'na yerleştirmiş, ama bunu yaparken amacı cezalandırmak değil, yardım etmekmiş."
Kari "Bunu nasıl yapacakmış?" diye sordu.
"Mikro Adası'm Makro felsefenin kavramlarını herkese öğretebilecekleri bir tür ilkokul haline getirmeyi tasarlamışlar" diye açıkladım. "Oraya ilk giden görevlilerin arasında El-gon ve Sela da varmış, ancak onlar Makro güçlerini kötüye kullanıp, öğrencilerini kendi etkileri altına almak istemişler, bu davranışları da bilinç düzeylerinin düşmesine neden olmuş.
Elgon Makro farkındalığa ulaşmak için sadece tek bir yol var diye tutturmuş, bu da elbette kendi uygun gördüğü yolmuş. Böylece alçak gönüllü bir rehber olmaktan vazgeçip, büyüklük taslayan bir öğretmen haline gelmiş ve bu arada da Makro farkmdalığı ancak kendisinin bildiğini, bu konudaki tek yetkili kişinin kendisi olduğunu ilan etmiş.

316
Karma
Sonra da baskıyla, korkutarak, hipnotize ederek ya da sadece kandırıcı sözlerle etkileyebileceği türden ruhsal yapıya sahip olanları çevresine toplayarak küçük 'aile'sini kurmaya başlamış. Amacı Makro toplumu yola getirmekmiş; bunu sağlamak için de katı yaşam kurallarına, bu kurallara uyulmasına yardımcı olsun diye polis gücüne, insanların bilgelik ve yol göstericilik açısından bel bağlayabilecekleri tanrısal yetenekte büyük bir yöneticiye -yani kendisine- gerek olduğunu düşünüyormuş.
Öğrencileri onun dediklerini yaptığı sürece onları pek çok 'seviyor', 'ailesi'nden sayarak övüyormuş, ama isteklerine uymayanları aşağılık olduklarını söyleyerek 'ailesi'nden atıyormuş; yandaşlarına da onlara aynı biçimde davranmalarını bu-yuruyormuş. Ancak Elgon'un bütün bilgilere sahip olduğunu kabul eden, aileye geri dönebiliyormuş."
"O halde" diye sordu Kari, "eğer Makro toplum bu insanları Mikro Adası'nda kalmaya zorlamıyorsa, neden oradan ayrılmıyorlar?"
"Elgon'un propagandası çoğunu mümkün olan en iyi dünyada yaşadıklarına inandırmış. Hoşnut olmayanların da adadan ayrılmalarına izin verilmiyor. Elgon, eğer Makro yaşam biçimini tanırlarsa, kendisinden artık korkmayacaklarını ve bu yüzden üzerlerindeki gücünü yitireceğini biliyor."
"Ama Jon, eğer sen ve Makro toplum bu durumun far-kmdaysanız, neden Elgon'u ve bin denetçisini yakalayıp, kimsenin yaşamını yönlendiremeyecekleri başka bir adaya götürmüyor sunuz?"
"Çünkü" diye Neda yanıtladı, "bu da Elgon'la yandaşlarının yaşamlarını yönetmek anlamına gelir ki, sonuçta sorun yine capcanlı ortada kalır."
Kari "Nasıl böyle düşünebiliyorsun?" diye sordu.
"Bu, hastalıktan alınması gereken bütün dersleri henüz öğrenememiş birini iyileştirmeye benzer" diye açıkladım. "O za-

317
M.S. 2150
man her şeyi yeni baştan deneyimlemek zorunda kalacaktır. Eğer o ruhlar da mikro bakış açısının yardımıyla gelişmek is-temeselerdi, Elgon'un kurallarının egemen olduğu bir yerde doğmayı seçmezlerdi ve biz onların bu deneyimine son verirsek, aynı dersi öğrenebilecekleri başka bir deneyim tasarlamak zorunda kalırlar. Ama gerekeni öğrendilerse, o zaman da kendi deneyimlerine son vermek yine kendilerine düşer."
"O halde hiç umut yok!" diye bağırdı Kari. "Herkesin üstüne pislik atmasına izin vermek zorunda kalıyor ve bu durumu da gülümseyerek kabulleniyorsun. Böyle bir saçmalığa boyun eğersem Allah beni kahretsin!"
"Haklısın Kari" dedi Neda, "kendi olumsuzluğun seni kahreder; cehennem ya da Tanrı'nın laneti de zaten bundan başka bir şey değil. Kendi eylemlerimizin sonuçlarım hep bu mikro ret'ler yüzünden kabul edemiyoruz"
"Dur bir dakika" diye Kari araya girdi. "Sen bana Makro toplumun sonsuz cehennem ya da Tanrı'nın laneti gibi kavramlara inanmadığını söylememiş miydin Jon?"
"Doğru" diye yanıtladım, "ama bilinçaltımızm geçmiş düşünce ve eylemlerimizin anısını taşıdığını unutma. Geçmiş deneyimlerimizden aldığımız dersleri yaşama uygulamaktan kaçındığımız ölçüde onları bilinçsizce tekrarlamak zorunda kalırız. Başka bir anlatımla, bilinçli zihnimizle neyi kınıyorsak, kesinlikle o deneyimi kendimize doğru çekiyoruz."
Neda "Bir şeyden nefret edebilmemiz ya da hoşlanmamamız için onun kendi benliğimizde de var olması gerektiğini ve yine ancak içimizde olan bir şeyi sevebileceğimizi ya da ondan hoşlanabileceğimizi öğrenmek beni büyülemişti" diye ekledi.
Kari başını sallayarak "Bunlar bir sürü boş laf' dedi, "çünkü ben bir ırz düşmanı ya da bir katilden kendi benliğim böyle davranış biçimlerini içermediği halde pekâlâ nefret edebilirim."
"Ben de başımı salladım. "Makro filozoflara göre" dedim, "kalben saf ve temiz olana her şey saf ve temiz gelir. O halde,

318
Karma
bir şeyden nefret ettiğini veya bir şeyi kınadığını fark edersen, bu sadece geçmişte aynı eylemi yapmış olduğun anlamına gelmez, ama bu eylemi kuvvetle kınamak seni yakında tekrar aynı davranış biçimi içine sokar -belki hemen bu yaşamda ya da bazen bir başka yaşamda."
Kari inatla "Ben buna inanmıyorum" diye yanıtladı.
"Nedenini anlayabiliyorum" diye karşılık verdim, "ben de ancak geçmiş yaşamlarımı teker teker hatırlayıp, içerdikleri gerçeği görebilir hale gelince buna inanabildim."
Neda Kari'm sabah derslerine yetişmek için gitmesi gerektiğini hatırlattı, ben de "sonra görüşürüz" diyerek daireme döndüm ve oturup, şu ana kadar olanları günlüğüme geçirdim."
Sonra bütün gün Carol'a nasıl ulaşabileceğimi düşündüm, onu Mikro Adası'ndan kaçırmak için çareler aradım, ama akşam olduğunda ben hâlâ Elgon'un beni Mikro Adası'nda sürekli tutma isteğine boyun eğmeksizin Carol'u kurtarabileceğim işe yarar bir yol bulamamıştım.
Akşam yemeğini Kari ve Neda'yla birlikte yedim ve onlara Elgon'un bin yandaşının kurduğu telepatik ağla başetme-nin benim gücümü çok aştığım söyledim.
"Bir başka anlatımla" dedi Karl, "senin bütün girişimlerini beynine baskı uygulayarak engelleyecek durumdalar."
"Böyle bir deneyimi yaşamanın nedeni de, eski Atlantis' te Makro güçlere sahip bir rahipken, senin de başkalarının zihinlerini yönlendirerek onları engellemiş olman, doğru mu?" diye sordu Neda.
"Doğru" diye onayladım, "ama başarısız olduğum dersleri hatırlayabilmem, onları tekrarlamaktan hoşlandığım anlamına gelmiyor."
"Pekâlâ" dedi Kari, "o halde Carol'u kurtarmanın oldukça kolay bir yolu var. Bütün yapacağın iş Elgon'la işbirliğine girmek."
Neda "Bütün yapacağı işin Elgon'a ruhunu satmak oldu-

319
M.S.2150
ğunu söylüyorsun" diye ekledi.
"Hayır, bu doğru değil" diye Kari karşı çıktı, "çünkü El-gon'a ve yardakçılarına zaman içindeki aktarım işleminin tamamlanması için izin verirse, Carol'u kurtarmış ve sürekli 2150'de kalmış olacak. Ondan sonra da -Makro toplum yardım etse de etmese de- bir ömür boyu Mikro Adası'ndan kaçmayı deneyebilir."
"Bir şeyi unutuyorsun Kari" diye Neda hatırlattı, "Makro toplumun en bilge kişileri Jon'a, eğer üçüncü bilinç düzeyine erişmeden zamanda aktarım işlemi tamamlanırsa, kısa sürede gerileyeceğini ve Makro farkmdalığını yitireceğini söylemişlerdi."
"Ama Makro güçlerimi yitirmeyebilirim" diye ekledim, "bu da başıma gerçekten sorun açar, çünkü Makro farkmda-lıkla birlikte olmayan Makro güç her zaman mikro amaçlar için kullanılmıştır."
Kari "Kahretsin!" diye yakındı. "Siz ikiniz ne kadar çok konuşursanız, durum o kadar umutsuz hale geliyor."
Neda "Durum gerçekten göründüğü kadar umutsuz mu Jon?" diye sordu.
Başımı salladım. "Çıkış yolu göremiyorum" dedim. "Bu tam bir çıkmaz -öyle de yapsam, böyle de yapsam beladan kurtulamıyorum."
"Ama Jon" dedi Neda, "Makro toplum senin çözümü olmayan bir duruma girmene izin vermezdi. Her şey bir yana, Rana sana inandığını söylemişti, bu da geleceğinin umutsuz olmadığını bildiğini gösterir."
"O, mikro bakış açısından anlamı olmayan başka bir şeye de inanır" diye hatırlattım Neda'ya, "Rana'ya göre başarısızlık ne kadar büyükse getireceği başarı da o kadar büyüktür."
"Dur bir dakika!" diye Kari araya girdi. "Önümüzdeki iki hafta içinde üçüncü bilinç düzeyine erişebilirsen, Makro Toplum bunu fark edip zaman içindeki aktarım işlemini tamamla-

320
Karma
yacaktır, doğru mu?"
"Bunu da düşündüm" dedim, "ama ikinci bilinç düzeyinden üçüncü bilinç düzeyine çıkmak, birinci sınıftan dokuzuncu sınıfa atlamaya benziyor; M.D.'ye göre de bugüne dek hiç kimse bir ay içinde böyle bir başarı gösterememiş."
"İyi" diye yanıtladı Kari, "o halde sen bunu başaran ilk kişi olabilirsin! Ayrıca Makro toplum da bugüne kadar hiç kimseyi zaman içinde aktarmamıştı."
"Hayır Kari" diye karşılık verdim, "bu çok basit bir çözüm olur. 2150'deki deneyimlerimin hiçbirinde -tek bir olayda bile- bu kadar kolay çözüme ulaşamadım. İşin kolay yanını ne zaman aramaya kalksam, sonunda hep kendi cehaletim yüzünden utanç duydum. Her defasında kafamı kullanmak, her defasında sınırlarımı zorlamak durumunda kaldım. Ve bunun hiç istisnası yok.
Mikro düşünme biçiminden vazgeçmeden, sadece parmaklarımı şaklatarak aşama yapıp üçüncü bilinç düzeyine erişe-mem. Anahtar da bu Kari, anahtar mikro düşünme biçiminden vazgeçmek. Eğer durumu Makro bakış açısından görebilseydim, çözüm büyük olasılıkla kendiliğinden önüme gelirdi.
Bilmiyorum Kari, yukarı çıkacağım ve şimdilik bu düşünceleri bir kenara koyup uyuyacağım, 2150'de uyandığımda belki bir yol bulmuş olurum."
Ancak kapıya ulaşınca üzerimdeki sersemlikten sıyrıldım ve geriye dönerek "Hey..." dedim, "teşekkürler! Her ikinize de teşekkür ederim. Yarın görüşürüz."
Böylece akşam sona erdi ve yukarı çıkar çıkmaz onlara söylediğim gibi yattım.
Ama 2150'de uyandığımda aklıma hâlâ yeni bir şey gelmemişti.
Haftanın geri kalan günlerinde Carol'la bağlantı kurmak veya 2150'deki dairemden kaçmak amacıyla hepsi de sonuçsuz kalan bir sürü girişimde bulundum, 1976'daki vaktimi ise ya
321

M.S.2150
odayı arşınlayarak ya da Kari ve Neda'yla bu insanı çıldırtan bilmeceyi tartışarak geçirdim. Ama düşünerek ve konuşarak geçen onca saate karşın, duruma bir çözüm bulamadım. Sonra bir akşam Neda, Elgon'un telepatik ağının Makro güçlerimin tamamını engelleyip engellemediğini sordu. Ona engellediğini söyledim ve konu öylece kapandı.
Ama aynı akşam geç saatlerde 2150'deki hapishanemde uyanmayı geciktirmek amacıyla uykuya direnirken, Neda'nm sorusunu hatırladım ve yedi Makro gücü tekrar gözden geçirmeye başladım. Durugörü, telepati ve geleceği görme güçlerinden birincisini kullanabiliyordum. Ama bana bir yararı yoktu, ikincisi engelleniyordu. Üçüncüsünü ise zaten fazla geliştirebilmiş değildim. Ayrıca geleceği bilseydim bile bunun sorunu çözmekte yardımcı olacağından kuşkuluydum. Ondan sonraki üç Makro güç -geçmişi bilme, PK (psikokinezi) ve telekinezi üzerinde düşününce de bir sonuca ulaşamadım, gerçi birincisini kullanabiliyordum ama, bana yine yararı yoktu, diğer ikisi ise engelleniyordu. Geriye sadece yedinci Makro güç, yani astral projeksiyon kalmıştı. Acaba o engelleniyor muydu?
Bilmiyordum, çünkü bana kolayca yapılabilir gibi gelmediği için bilinçli olarak hiç denememiştim.
Ama yine de bir tutsak için astral projeksiyonla fiziksel bedenden ve onun getirdiği sınırlamalardan sıyrılıp, astral bir bedende hiçbir fiziksel kısıtlama olmaksızın hareket edebilmek kesinlikle yararlı olurdu. Carol'u, Makro toplumu ve Lea'yı ziyaret edebilirdim. Bu insanlarla konuşmak istiyordum ve bunu yapabilmenin tek yolu da astral projeksiyondu. Ya da öyle miydi? Astral projeksiyonu becerebilir miydim? Ve eğer başa-rırsam telepatik ağ araya girip beni engeller miydi? Bu sorulara yanıt bulmanın tek çaresi denemekti ben de hemen fiziksel bedenden ayrılmak için denemeler yapmaya başladım. Başarılı olamadım.
Astral bedenimi fiziksel bedenimden ayırmak için yarım

322
Karma
saat kadar boşu boşuna uğraştıktan sonra durdum ve M.D.' nin bana yedinci Makro güç hakkında anlattıklarını hatırlamaya çalıştım.
O anda kendi zaman yolculuklarımın da astral bedenim aracılığıyla gerçekleştiği aklıma geldi. Astral bedenim 1976'da-ki fiziksel bedenime bir tür elektrik enerjisinden oluşan sonsuz esneklikte bir göbek bağı ile bağlıydı. Mistikler yüzyıllar boyu astral ve fiziksel bedenler arasındaki bu hayat verici bağı anlatmak için ondan gümüş kordon diye söz etmişlerdi. Çok hızlı elektrik titreşimlerinden meydana gelen gümüş kordon bir kez koptu mu, fiziksel beden de ölüyordu.
2150'ye ilk gittiğimde bana yeni bir fiziksel beden verilmiş ve astral bedenimle bu yeni fiziksel beden arasında gerekli bağlantıyı sağlamak için ikinci bir gümüş kordon oluşturulmuştu. Bu bağ görevini yapmıştı, çünkü benimle aynı astral-ruh-sal yapıyı paylaşan ikiz ruhum Makro toplumda yaşıyordu. Fiziksel bedenimi biçimlendirmek, gümüş kordon bağlantısını hazırlamak ve astral bedenimi zaman ve uzay içinde çekebilecek ruhsal aktarımı sağlamak için onu örnek olarak kullanmışlardı.
Bütün bunlar sadece karmaşık değil, tamamen anlaşılmaz gibi de görünebilir -mikro 'ben' için öyledir de. M.D. bana çok daha uzun ve karmaşık bilgiler aktarmıştı, ama ben bu Makro konuda her şeyi bilmeme gerek olmadığına karar vermiş ve anlattıklarına pek dikkat etmemiştim. Şimdi onu dinlemiş olmayı çılgın gibi istiyordum. Ama yine de öğrenmenin temelini istek \e inanç oluşturduğuna göre, eğer ben bunlara sahipsem, astral projeksiyonu şu anda da öğrenebilirdim. Astral projeksiyonun mümkün olduğuna kesinlikle inanıyordum, çünkü daha önce deneyimlemiştim. O halde sorun yeterli istekten kaynaklanıyor olmalıydı.
Makro Dinlenme'yi uyguladım, insanın bakış açısının Mikro'dan Makro'ya genişlemesini sağlayan bu meditasyonun yardımıyla, gerçekte astral projeksiyonu başarma isteği yerine, her

323
M.S. 2150
zamanki gibi başarısızlığa uğramama isteği içinde olduğumu açıkça anladım. Bu olumsuz yaklaşım, zihnimin başarıdan çok başarısızlığa odaklanmasına neden oluyordu.
Gösterdiğim çabayı bir kez de böylece Makro açıdan değerlendirme fırsatı bulunca, her başarısızlığın başarı olduğunu (başarıya götürdüğünü) hatırlayabildim ve kendimi bağışlayarak, beni engelleyen endişe ve suçluluk duygularını aradan çıkartıp yeni denemelere giriştim. 2150'ye ilk gittiğimde astral bedenimde uyanmıştım, o zaman hissettiklerimi hatırlamaya çalışarak işe koyuldum. Sonra aşama aşama astral bedenimin yatağımın ayak ucunda durduğunu düşlemeye başladım ve gerçekten orada durmasını istedim. Yatağımın ve fiziksel bedenimin yatağın ayak ucundan görünüşünü gözümde canlandırana kadar da bu isteğim giderek güçlendi.
Birden, sanki bir tür kopuşla kendimi ayakta buldum, yatağa ve uyuyan fiziksel bedenime bakıyordum.
Fiziksel sınırlamalardan ve sıkıntılardan özgürleşmenin o olağanüstü duygusunu yeniden yaşadım. Şimdi, 1976'da olduğum halde, iki sağlıklı bacağa sahiptim. M.D. astral düzeydeki giysilerin insanın düşündüğü biçimde olduğunu söylemişti, ben de kendimi 2150'deki aura yansıtan tuniğimle düşle-miştim. Bunun gerçek olduğundan yeteri kadar emin olmak için üzerimdeki tuniği çekiştirdim ve kendimi aynen 2150'deki tuniğimi giymiş gibi hissettim.
2150'deki fiziksel bedenimle yapabildiğim gibi, yerden otuz santim yükseklikte yürüyerek odanın her tarafında dolaşmaya başladım. Astral bedeni havaya yükseltmek için gerekli PK gücü, 82 kiloluk fiziksel bedenimi kaldırmak için harcadığım güçle kıyaslanırsa, sözünü etmeye değmeyecek ölçüde düşüktü. Kapıya yaklaştığımda astral bedenimde olduğumu unuttum, uzanıp kapıyı açmaya çalıştım, ama elimin kapının içinde kaybolduğunu görünce garip bir duyguya kapıldım, elimin ardından ben de çabucak kapının içinden geçip koridora çıktım. Son-

324
Karma
ra Karl'la Neda'nm dairelerine yürümek yerine, kendimi onların oturma odalarında düşündüm ve aynı anda da orada oldum.
Yatak odasının kapısından geçerek Karl'in uyuduğu tarafa yöneldim ve onu uyandırmaya çalıştım. Kuşkusuz beni duymadı, omzunu sarsmam da işe yaramadı, çünkü elim içine geçti. Yanında uyuyan Neda'ya baktım ve ondan uyanmasını telepatik olarak rica ettim. Birkaç saniye içinde gözlerini açtı ve çevresine bakındı; hemen PK kullanarak başucundaki komodinin üzerindeki lambayı yaktım. Bu onu şaşırttı, ama korkmuş görünmüyordu. Sonra yine PK kullanarak kalemi alıp, düşlerini not etmeyi alışkanlık haline getirdiği defterine "Jon" diye yazdım.
Endişelenmeye başladı, telepatiyle her şeyin yolunda olduğunu anlatıp, zihninde astral projeksiyon kavramını oluşturmaya çalışarak onu rahatlatmaya uğraştım. Ama sanırım pek başarılı olamadım, çünkü Karl'ı uyandırıp, "Jon'u bana seslenirken duydum" dedi, "kalkmamı söylüyordu."
Karl, uykunun verdiği sersemlikle "Ne zaman?" diye geveledi.
"Şimdi" diye yanıtladı Neda, "gözlerimi açtığımda önce hiçbir şey göremedim, ama sonra lamba yandı."
"Kendin yakmış olmalısın" dedi Karl, "herhalde düş görüyordun. "
Neda "Başlangıçta ben de öyle sandım ama düşü not etmek için defteri elime alınca bunu gördüm" diye karşılık verdi ve elindeki defteri Karl'a uzattı.
Karl, Neda'nın gösterdiği yere bir an baktı, benim el yazımla yazılmış adımı gördü ve birden gözleri fal taşı gibi açılarak yataktan kalktı. Acele ile terliklerini ve ropdöşambrını giyerken, "İyi olup olmadığına bakmak için yukarı çıkıyorum" dedi ve hemen odadan dışarı fırladı.
Karl'ı sakinleştirmenin en kısa yolunun fiziksel bedeni-

325
M.S.2150
me geri dönmek olduğuna karar verdim -öyle de yaptım. Sonra merdivenlerden inip Karl'ı yarı yolda yakaladım ve astral projeksiyonla ilgili deneyimimi anlattım, uyandırdığım için de özür diledim. Ama Karl, onunla gidip her şeyi Neda'ya açıklamam konusunda direndi. Ben de dediğini mümkün olduğunca çabuk yaptım, çünkü böylece onlar bir an evvel tekrar uyuyabilecekler, ben de 2150'ye dönerek bu yeni Makro gücümü sorunumu çözmeye yönelik kullanmayı deneyebilecektim.
Daireme çıkınca uyumakta zorluk çekmedim, çok geçmeden Elgon'un sarayındaki yatağımda tentenin altında yatıyordum. Telepatik ağ fiziksel bedenimden sıyrılmamı engelleyecek miydi, ya da fiziksel bedenimden çıkabilirsem beni tekrar o bedene geri girmeye zorlayacak mıydı, en çok bunu merak ediyordum. Vakit geçirmeden zihnimi yatağın ayak ucuna yönelttim ve yine fiziksel bedenimden dışarı kaydım. Bu bedenden tamamen özgürleşince de, Alfa'ma geri dönmeyi düşledim ve kendimi bir anda -aynen zihnimde canlandırmış olduğum gibi-Alfa'daki yatak odamızın ortasında ayakta dururken buldum.
Odada Carol'un yokluğunun yarattığı boşluk, onun içinde bulunduğu durumun adiliğini daha da vurguluyordu; önerilerini sormak için Alfam'm geri kalan üyelerini aradım. Kahvaltı vaktiydi, hepsini yemek odasında oturmuş Carol'la benden söz ederken buldum. İçeri girdiğimi önce Steve fark etti ve diğerlerinin dikkatini üzerime çekti. Kendilerini astral bedenimin titreşimlerine ayarlamakta geçici bir süre zorluk çeken Adam ve Nancy'nin dışında, hepsi orada olduğumu hemen anladılar. Ben de onları kolayca duyabildiğimi fark edince sevindim.
Carol'la benim başımıza gelenlerden bütün Makro toplumun haberi olduğunu öğrendim. Yazık ki, Makro toplumun üst düzey Makro güçlere sahip üyelerinin yardımları olmaksızın Elgon'dan nasıl kaçıp kurtulabileceğimizi arkadaşlarım da bilemiyorlardı.

326
Karma
Rana'yla konuşmaya karar verdim, belki o beni içinde bulunduğum açmazdan çıkaracak bir öneride bulunabilirdi. Ama Alfamdan ayrılmadan önce çok garip bir şey oldu. Adam ve Joyce benimle birlikte Elgon'un sarayına gelip gelemeyeceklerini sordular.
İsteklerini geri çevirdim. "Eğer Carol'la ben kaçamıyorsak, siz de aynı durumda kalırsınız" dedim, "sonuçta Elgon'un iki tutsağı daha olur.
"Bunun farkındayız" dedi Joyce, "ama Adam da ben de önümüzdeki birkaç gün boyunca seninle birlikte olmak istiyoruz Jon. Sana yardımcı olamasak bile, en azından arkadaşlık edebiliriz."
Farkındalık düzeyimi yükseltemezsem yada Elgon'la işbirliğine girmezsem zaten 2150'de geçirecek ancak birkaç günüm kaldığını hatırlattılar sonra. Adam ve Joyce'un bu onların da tutsaklığı anlamına gelse bile benim tutsaklığımı paylaşmak istemeleri içimi sızlattı. Teşekkür ettim, ama Elgon'un ikimizin yerine dördümüzü birden ele geçirdiğini bilmenin huzursuzluğumu iki katma çıkaracağını anlatarak, arkadaşlıklarına gereksinme duyduğumda onları şimdi yaptığım gibi astral bedenimle görmeye gelebileceğimi söyledim.
Ben durumu böyle açıklayınca Adam, "Belki bir başka zaman sana yardımcı olabiliriz" dedi, "Sana büyük bir borcumuz var, çünkü başka bir yaşamda senin bize büyük yardımın oldu. O yaşamda sen bizi Griff ve Judd adlarıyla tanıyordun."
Soluğumun kesildiğini, dilimin tutulduğunu, sevinçle dolduğumu söylemek duygularımı anlatmaya yetmezdi; çünkü güzel neşe saçan Joyce'un ve yakışıklı, uzun boylu Adam'm 1976' daki Griff ve Judd'la en ufak bir fiziksel benzerlikleri yoktu, ama Makro 'benleri'yle bağlantı kurmak için uzanınca, onların gerçekten 174 yıl önce Griff ve Judd diye çağrılan bedenleri taşıyan aynı ruhlar olduklarını anladım ve böylesine bir gelişme içimi coşkuyla titretti.
327
M.S.2150
Onları bağrıma basarak teşekkür ettim. İlgileri beni duygulandırmıştı. Kendi yaşamlarını bile gözden çıkararak benimle Elgon'un sarayına gelmeye hazır olabildiklerine göre, eğer ortada bir borç varsa bile bunun kat kat ödenmiş olduğu konusunda onlara güvence verdim. Yanlarından ayrılmadan önce bana katılmak üzere Mikro Adası'na gelmeye kalkışmamaları için her ikisinden de söz aldım. Sonra Alfam'ın bütün üyelerine veda ettim. Gözlerim Nancy'ninkilerle karşılaşınca, içimde bir heyecan dalgası kabardı. Acaba biliyor mu diye düşündüm -acaba Bruno biliyor muydu?
Ancak bunu sormaya vaktim yoktu, onu sevgi dolu düşüncelerimle sardım, sonra hemen Rana'yla buluşmak üzere rehberlik odasına gittim.
Hâlâ sabahın erken saatleriydi, oysa Rana'yı hep akşamları görmeye giderdim. Yine de güçlü bir önsezim vardı, Rana beni bekliyordu. Kapı her zamanki gibi kendiliğinden açılınca düş kırıklığına uğramamış oldum. İçeri girdiğimde, onu sakin bir tavırla iskemlelerden birine oturmuş bana gülümserken buldum, sanki olağan görüşmelerimizden birini yapıyorduk.
"Bu saatte buraya astral bedenimle geleceğimi nasıl bilebildiğini sormuyorum" dedim, "çünkü hem geleceği görme gücünün hem de bana senin de burada olduğunu haber veren telepati gücünün mükemmel çalıştığından eminim."
Rana başıyla onayladı ve "Ayrıca" dedi, "Elgon'la olan sorununa bir çözüm bulacağımı da umuyorsun. Eğer bu çözümü senin kendi zihninden algılayıp sana aktarırsam sevineceksin."
"Tanrım! Teşekkürler Rana! Teşekkürler!" dedim coşkulu bir rahatlamayla. Sonra hemen sordum: "Çözüm nedir?"
Başını salladı, "Seni düş kırıklığına uğratacağım Jon" dedi, "çünkü geleceğinde gördüğüm davranış biçimini sana şu anda söylemek istemiyorum."
"Ne?" diye sordum, durumun bu şekle dönüşmesi beni son derece sarsmıştı. "Yani sen şimdi çözümü bildiğin halde

328
Karma
bunu bana anlatmayacağını mı söylemek istiyorsun? Eğer bana söylersen, gerçekleşmeyeceğinden mi korkuyorsun?"
"Hayır" diye yanıtladı, "sana söylesem de söylemesem de, senin bu aşamada yürüyebileceğin sadece tek bir yol var."
Şaşırmış ve sersemlemiştim. "O halde" dedim, "eğer bu çözüm gelecekteki davranış biçimimi etkilemeyecekse bana neden söylemiyorsun, anlayamıyorum."
"Çünkü" diye yanıtladı, "eğer bunu sana şimdi söylersem gelecekteki düşüncelerin etkilenecek, her ne kadar bu Elgon'a karşı davranışını değiştirmese de, daha sonraki eylemlerinin değişmesine neden olur."
"Anlamıyorum Rana" dedim, "ne demek istiyorsun?"
"İyi ve kötü kavramlarından söz ediyorum" diye karşılık verdi, "yani üçüncü bilinç düzeyine erişebilmen için geçmen gereken son sınavdan söz ediyorum. Bu kavramların da -başka her şey gibi- bakış açının genişliğine bağlı olduğunu hatırlamalısın.
Bir zihnin gelişkinliği, kabul edilemez görüneni kabul ede-bilmesiyle ölçülür. Mikro düzeyde kabul edilemez görünen bir şey Makro düzeyde her zaman kabul görür."
"Evet" diye sözlerine katıldım, "bütünüyle Makro olan bir açıdan her şeyin mükemmel göründüğünü de biliyorum, ama bunun benim sorunumun çözümüyle ne ilgisi var?"
Açıklamasını sürdürerek, "Söylemek istediğim" dedi, "Elgon'un tehdidine karşı uygun çözümü fark edemiyorsun, çünkü bu çözümü mikro bakış açısıyla arıyorsun; oysa çözüm mikro açıdan iyi ya da kötü, ama kabul edilemez görünüyor."
"O halde, eğer sen bana bu çözümü gösterirsen ben onu kullanacağım, ama yanlış nedenlerle, çünkü onu bana sen söylediğin, ben kendim keşfetmediğim için içime sindirememiş olacağım, doğru mu?"
"Kesinlikle doğru Jon" diye yanıtladı, "ve bu yakın geleceğini etkilemeyecek, ama buradan sonraki on bin yılını etki-

329
M.S.2150
leyip Lea'yla senin fiziksel ve astral düzeylerde tekrar bir araya gelmek için beklemeniz gereken süreyi uzatacak."
"Bunu söylemekten nefret ediyorum Rana, ama çözümü açıklamadığın için sana teşekkür ederim" dedim isteksizce. "El-gon'un sarayına dönüp, yürüyebileceğim tek yolun ulaştığı ve benim de zaten zihnimde olan şu çözümü keşfetmeye çalışayım, bakalım bu iş ne kadar sürecek."
Kalkmaya hazırlanırken Rana beni Lea'yı görmeden Mik-ro Adası'na dönmem konusunda uyardı, nedenini sordum.
"Çünkü" diye açıkladı, "ikiz ruhun olarak, aradığın çözümü senden gizlemekte zorluk çekebilir, bilgiyi benden de ondan da alsan sonuca yapacağı etki aynı olacaktır."
Rana'ya bir kez daha teşekkür ettim ve öğüdüne uyacağımı söyledim. Sonra Lea'yla bağlantı kurmak için bir girişimde bulunmadan Elgon'un sarayına döndüm.
Carol'un boş odadaki resmi ekranda sürekli asılı kaldığı halde, bu odanın nerede olduğunu bilmediğimi fark ettim. Bulmak için sarayı aramam gerekiyordu. Sonra büyük bir hata yaptım.
Elgon'un odamın dışında telepatik güce sahip bir sürü insan görevlendirdiğini unutmuştum, bu yüzden duvarın içinden koridora geçtim; elbette beni hemen gördüler ve durdurmaya çalıştılar. Kendimi o kocaman yemek salonunda düşleyip, görüş alanlarının dışına çıktım, ama telepatik ağın oluşmasında katkısı olan herkese astral bedenimle kaçtığımı anında bildirdiler.
Kendimi birden yemek salonunda bulunca gerçekten düşünce hızıyla koşmaya başladım; odadan odaya geçiyor, sarayın alt katlarına inen merdivenleri arıyordum, çünkü Carol'un aşağıda olduğunu hissediyordum. Doğru merdivenleri saptayıp tam Carol'un tutsak edildiği kata inmek üzereydim ki, Elgon' un yandaşları yerimi belirlediler.
Bir kez daha beynimi ezen mengenenin giderek artan ba-

330
Karma
smcını hissettim. Ama bu kez direnmek yerine sevgi dolu bir kabulle karşılık verdim. Aynı anda da Carol'u aramayı sürdürüyordum. Elgon'un sarayının mahzenleri gerçek bir odalar labirenti gibiydi, ama en sonunda doğru kapıdan geçtim ve kendimi Carol'un ortasında ölü gibi yattığı odada buldum. Ona doğru atıldığımda, Elgon'un yan taraftaki gölgelerden geliyormuş hissini veren boğuk kahkahasını duydum.
Hemen hemen aynı anda da beynimdeki mengenenin baskısı iki katma çıktı ve bin kişinin Makro gücüyle üretilen telepatik ağı üzerime beni ezecek biçimde yöneltenin bu kez özellikle Elgon'un kendisi olduğunu anladım. Rana'nm ya da Lea' nın böyle çılgınca bir telepatik saldırıyla baş edebileceklerinden kuşkum yoktu, ama benim ikinci bilinç düzeyiyle sahip olduğum güç bu zihinsel ağla boy ölçüşecek durumda değildi.
Baskı beni çabucak etkisi altına aldı, artık bu sıkıntıyı daha fazla kabul edemiyordum, karşı koymak için çabalamaya başlayınca da her şey birdenbire sona erdi. Bilincimi yitirdim ve 1976'da uyandım.
Odam karanlıktı, saat henüz sabaha karşı 4'tü.
Hemen uyuyup, 2150'de başıma ne geldiğini anlamaya karar verdim. O ezici mengenenin canlı anısını zihnimden atmak biraz zaman aldı, ama sonunda uyumayı başardım ve tenteli yatakta uyandım. Sela üzerime eğilmişti.
Gözlerimi açar açmaz "Sen bir aptalsın Jon İki" dedi.
Ona Karl'ın o alaycı tavrıyla gülümsedim. "Bakıyorum" dedim, "artık onuncu bilinç düzeyinde olduğum aldatmacasını sürdürmeye gerek görmüyorsun."
"Bu doğru" diye yanıtladı, "Makro güçlerinin çok sınırlı olduğunu öğrendik. Sen önümüzdeki birkaç gün içinde üçüncü bilinç düzeyine biraz zor ulaşırsın.
Ama sana aptal deyişimin nedeni bu değil. Astral düzeye geçtiğinde fiziksel bedeni korumasız bırakırsan, nasıl yapılacağını bilen biri -örneğin ben- gümüş kordonu koparıp, seni ebedi-

331
M.S.2150
yen fiziksel bedeninden ayırabilir, bunun farkında değil misin?"
"Evet" dedim, "biliyorum, ama siz benim sürekli olarak Mikro Adası'nda kalmamı istiyorsunuz ölmemi değil. Eğer ölürsem propaganda değerim sıfır olur."
Sela yanıtlamadan önce diliyle öpücük veriyormuş gibi dudaklarına dokunarak, kışkırtan bir ifadeyle bana baktı. "Seni ölü istemiyorum Jon" dedi, "senin benim aşığım olmanı istiyorum. Ama zamanda aktarım işlemini tamamlamamız için bize yardımcı olmazsan, bu muhteşem bedenin yakında öleceğini biliyorum, zihnin de 174 yıl gerilerde bir yere gidecek."
"Sela" dedim, "artık mikro bir yaşantı istemiyorum."
"Ama başka çaren yok" diye karşılık verdi, "ya 2150'nin Mikro Adası'nm düzen içindeki mikro toplumunda yaşarsın, ya da 1976'nın kaos içindeki mikro toplumunda."
Ben yanıt vermeyince derin derin içini çekti; benimle uğraşmaktan vazgeçmişti. "Bize Carol'u Makro topluma kendi çabasıyla dönmesi için salıvermekten başka bir yol bırakmıyorsun" dedi, "tabii o da yasalarımıza boyun eğmeyeceği, bu arada birçok yasayı çiğneyeceği için ölüme mahkûm edilecektir."
"Bu cinayet olur!" dedim.
"Hayır, cinayet olmaz!" diye yanıtladı. "Eğer biri ölümle cezalandırılacağını bile bile yasalara karşı gelirse bu intihar olur! Ama Mikro Adası'nda sürekli kalmayı kabul edersen onu kurtarabilirsin."
"Bana biraz daha zaman tanı" dedim. "İzin ver de bunun üzerinde düşüneyim."
"Çok zamanın oldu Jon" dedi, "ama yine de ne kadar yüce gönüllü olduğumuzu göstermek için sana bir günlük süre daha veriyoruz. Eğer yarın sabaha kadar bizimle işbirliği yapmaya karar vermezsen Carol'u serbest bırakacağız ve sen de onun kendi ölümüne yol açışını izleyebileceksin."
Uzun bir sessizlik oldu, sonra Sela gitti, ben de hapishane dairemi arşınlamaya başladım, Rana'nm zaten zihnimde var

332
Karma
olduğunu söylediği çözümü keşfetmeye çalışıyordum. Acaba bu çözüm neydi? Bana en ağır gelebilecek karar hangisiydi? Bir açıdan bakarsam, bu karar Elgon'a meydan okuyup, onunla anlaşmayı reddetmek olabilirdi. O zaman büyük özveride bulunmuş olacaktım, çünkü sadece Carol'u yitirmekle kalmayacak, 2150'de yaşama fırsatını da tepecektim.
Evet, kuşkusuz bana en fazla Carol'u Mikro Adalılar tarafından idam edilirken görmek ağır gelirdi -üstelik bunu engelleyecek durumda olduğumu bile bile.
Rana'nm sözlerini hatırladım. "Ama Makro bakış açısından hiçbir şey dehşet verici görünmez" demişti. "İnsanı korkutan şeyler sadece mikro açıdan bakıldığında vardır; çünkü sadece kendi seçtiklerimizi deneyimlediğimiz, her haliyle mükemmel, adil ve dengeli bir makrokozmosda yaşadığımızı bu sınırlı açıdan pek göremeyiz."
O halde, eğer Carol ölürse diye düşündüm, bunu kendi seçmiş olacak, ama ben onu sahiplendiğim için kaybetmekten üzüntü duyacağım. Makro filozoflar, yeteri kadar istediğimiz ve inandığımız her şeyi elde edebileceğimizi söylerler; her ruhun da özgür iradesi ve sonsuz Makro gücü olduğuna göre ortada sorun yoktu.
Evet, kabul ediyordum. Makro açıdan ortada sorun yoktu -ama ben o düzeyde yaşamıyordum ki!
Yaşadığım düzeyde bir sürü sorun vardı ve şu anda en önemlisi de Carol'u ölümden kurtarmak ve 2150'de kalmayı başarmaktı. Sadece Elgon'la işbirliği yapmak bu sorunu çözmeye yetecekti. Sonra yaşamımın geri kalanını Makro topluma dönmek için çare aramaya adayabilirdim. Acaba gerçekten Makro topluma geri dönmeye çalışır mıydım?
O uzun gün ve akşam boyunca tamamen yalnız bırakıldım, sabahleyin Elgon'a ne söyleyeceğim diye kıvranıp durdum. Akşam iyice bastırdığında yorgunluktan bitkin düşmüş, ama bir karara varmıştım. Carol için yaşamı, böylece kendim için
333
M.S.2150
de Mikro Adası'nı seçmiştim. En sonunda gelen uyku korkunç bir karabasanı da birlikte getirdi.
Düşümde üzerimde uzun, siyah bir cüppeyle kocaman bir çölün ortasında oturuyordum; yargıçtım ve önümde yargılamak zorunda olduğum insanlardan oluşmuş göz alabildiğine uzanan bir sıra vardı. Yanımda duran mübaşire göre hepsi de ölüm cezası gerektiren suçlar işlemişlerdi. Ama açıklamalarım teker teker dinlerken, savunmaların tümü de bana öyle dokunaklı ve yürekler acısı geldi ki, sonuçta hiçbirine ölüm cezası vermedim. Beni alkışladılar, teşekkür ettiler, göklere çıkardılar; çünkü önüme gelen herkes için yaşamı seçmiştim.
Sonra sahne değişti, kendimi çölün başka bir yerindeki muazzam bir hapishane avlusunda yanımda mübaşirle yürürken buldum. Ölümden kurtardığım bütün insanlar burada ayaklarından kocaman birer gülleye zincirlenmişlerdi, öyle ki hepsi de zar zor hareket edebiliyorlardı. Beni övenler, bana teşekkür edenler şimdi yüzüme karşı lanetler okuyorlardı. Hepsinin de korkunç bir hastalığa tutulmuş olduklarını görmek beni dehşete düşürdü: bu uğursuz hastalık kemikleri üzerindeki etleri eriterek bedenlerini yavaş yavaş yok ediyordu. Her nedense kendimi bu tutsaklara teker teker bakmak zorunda hissettim; yaşamlarını kurtarmıştım, ama şimdi acı vererek yavaş yavaş bedenlerini kemiren bir vebanın biçimsiz, korkunç kurbanları haline gelmişlerdi.
Birinin bana seslendiğini işittim, ona doğru dönünce tüylerim diken diken oldu ve öyle dehşet duydum ki, gözyaşları içinde 1976'da uyandım; çünkü, yaşamını kurtardığım ama şimdi bana lanet okuyan son tutuklu Karl'dı.
Karl'a -düşlerimde bile olsa- zarar verebildiğimi düşünmek kendimden nefret etmeme neden oldu, midemin bulandığını hissettim.
Neden böyle bir düş görmüştüm? Anlamı ne olabilirdi? Kendime bu soruyu sorunca, Rana'nın sözleri aklıma geldi:

334
Karma
"Tüm acılar, mutsuzluklar ve hastalıklar kaçınılmaz olana -yani gelişmek amacıyla gerçekte kendi yapmış olduğumuz seçimlere- karşı koymaktan kaynaklanır."
O halde çözüm neydi? Yine Rana'nm sesini duyar gibi oldum: "Olumsuz eylemleri dengelemenin tek yolu olumlu eylemler yapmaktır. Bu yüzden sevgiyle kabul etmek her şeyi dengeler. İşlenebilecek tek günah, olan neyse onun mükemmel olduğunu kabul etmemektir."
"Demek ki" diye karar verdim, "gördüğüm düşü üreten Yüksek Ben'di; olan neyse onun mükemmel ve gerekli olduğunu kabul etmemenin doğuracağı sonuçlar gösterilmek istendi." O halde bu düş öbür yolu seçip, Carol'un ölmesine izin vermem gerektiği anlamına mı geliyordu?
Geçmişte Karl'ın da mı ölmesine izin vermiştim? O yüzden mi şimdi düşüme girmişti?
Zihnimin derinliklerinden bilincime bir şeyler sızdı ve gözlerimin önünde ardı ardına iki sahne belirdi; birinde Kari yarım litrelik bir şişe havuç suyunu başına dikmişti, ikincisinde Carol kafeteryadaki mekanizmadan her zaman olduğu gibi havuç suyu alıyordu.
Sonra aklıma başka bir kıyaslama geldi; Carol 1976'daki "geçmiş" yaşamında kendini çevre kirliliğine karşı çıkan koyu tenli bir öğrenci olarak tanımlamıştı, Kari ise durmadan sanayi artıklarının neden olduğu kirlilik konusunda atıp tutardı.
Zihnimde düşünceler birbirleriyle yarışıyorlardı.
Ama o bir kızdı -sevdiğim kız, eş ruhum, Alfa eşim!
Ve Karl! O bir erkekti -en sevdiğim erkek, en iyi dostum, üvey kardeşim, oda arkadaşım!
"Oh Tanrım!" diye düşündüm yüksek sesle, "Oh sevgi dolu Tanrım!"
Ellerimle göğsümü sımsıkı tuttum ve içimdeki sızıyı, çatışmayı, heyecanı, korkuyu ve coşkuyu dengeleyene kadar öne arkaya sallanıp durdum.

335
M.S.2150
En sonunda bu dengeyi kurup, yeni fark ettiğim gerçeğin mükemmelliğini kabul edebilir hale gelince, aşağı koşup Kari ve Neda'ya durumu açıkladım.
Onlar da benim kadar sarsıldılar, sonuçta, hepimiz yaşamlarımızdan oluşmuş o sonsuza dek çakışan desenin mükemmelliği karşısında duyduğumuz coşku ve şaşkınlıkla gözyaşları içinde kaldık.
Ama en önemli soru yine ortadaydı. Carol'un -Karl'ın ölmesine izin vermeli miydim?
Günün geri kalan bölümünü bu soruya bir yanıt bulmaya çalışarak geçirdim; akşama doğru Kari ve Neda'ya Carol'u kurtarabilecekken onun ölmesine seyirci kalmanın benim için dayanamayacağım kadar büyük bir yük olduğunu itiraf ettim. Gecenin geç saatlerine kadar tartıştık, Karl'a göre Carol'u ve kendimi kurtarma doğrultusundaki ilk kararımı uygulamam yerinde ve akıllıca olurdu, Neda ise soruyu Yüksek Ben'e sarmamı ve bana ne kadar zor gelirse gelsin, alacağım yanıt uyarınca davranmamı öneriyordu.
Sadece başımı salladım, sonra daireme döndüm. Yattığım halde, Elgon'la ilgili kesin bir karar verene kadar uyumak istemiyordum; yatakta bir o yana bir bu yana dönüp durdum. Çaresizlik içinde kıvranırken Carol'un öğüdü aklıma geldi; ne zaman biraz düş kırıklığına uğrasam, Makro Bağlantı anımı zihnimde tekrar canlandırmamı söylerdi.
Zihnimi Makro Ben'le kurduğum son bağlantıya yöneltince, endişe ve gerginliğin bedenimden akıp gittiğini hissettim. Aldığım solukların derinliği ve ritmi değişti; bir kez daha tüm zıtlıkların bir olduğu o dile gelmez hal beni zamanın, uzayın ve sözcüklerin ötesindeki en yüce deneyime ulaştırdı.
Uyuyakalmış olmalıydım, çünkü gözlerimi açtığımda Sela' mu ve Elgon'un üzerime eğildiklerini gördüm. Sonra Elgon'un "En sonunda uyanabildiğin için sevindim" dediğini duydum, "kararını bekliyoruz."

336
Karma
Hiç düşünmeden yanıtladım, "Ben buraya ne öğrenmek için geldiysem onu öğrenmeye, Carol'a da aynı fırsatı tanımaya karar verdim."
"Sen" dedi Sela, "gerçekten onun ölümünü seyretmeye hazır olduğunu mu söylemek istiyorsun?"
Buna karşılık vermeyince Sela video ekranını göstererek "Bu kararla yaşayabileceğinden emin misin?" diye sordu.
Karşı taraftaki dev video ekranına baktım. Carol'un görüntüsü değişmişti. Artık boş bir odanın tabanında yatmıyordu, avludaki bir duvara, kollan ve bacakları gerilmiş durumda, bileklerinden kelepçelenmişti. Çıplaktı ve belli ki bilinci yerindeydi, çünkü acı duyuyor gibiydi. Yüzünü gösteren bir yakın çekim gerçekten kendine gelmiş olduğunu kanıtladı, gözleri açıktı ve bakışları önündeki bir şeye dikilmişti. Sonra resim değişti ve neye baktığını gördüm -adalı bir güruh çılgınlar gibi bağırıyor, çığlıklar atıyordu. Çelikten yapılmışa benzeyen yüksek bir ağ perde onları engelliyordu.
Elgon "Eğer perdeyi kaldırırsak" dedi, "bu kalabalık, doğum kontrolünü savunduğu ve hamile kalmak istemediği için onu öldürünceye kadar taşlayacak. Carol bir yabancı ve böyle suçları yabancılar işlerse cezası ölümdür. Bizimle işbirliği yapmak istemediğine emin misin Jon?"
Başımı salladım, kendime güvenemediğim için ağzımı açmadım.
Elgon'la Sela bana dikkatle baktılar, ikisi de konuşmuyorlardı; aramızdaki sessizlik giderek uzadı, sonunda Elgon birden bir onay işareti verircesine başını eğdi ve ekrandan gelen sesler yükseldi.
Bakmamaya çalıştım, ama gözlerim beni dinlemiyordu, bakışlarım kalabalığa takılıp kalmıştı. Perde kalkmıştı, insanlar içeri akıyor, Carol'un ayaklarının biraz ilerisine yığılmış küçük, keskin, kuvarsa benzeyen taşlara doğru koşuyorlardı.
Ondan sonraki yarım saat boyunca erkeklerden, kadın-

337
M.S.2150
lardan ve çocuklardan meydana gelen bu güruhun Carol'un acı çeken bedenine küçük keskin taşlar fırlattıklarına tanık oldum. Bu kanlı olayı baştan sona izlemek durumunda kaldım; önce o güzel bacaklarında, kollarında, göğsünde ve yüzünde ince kesikler oluştu, sonra bütün bedeni geniş, kanlı yaralarla kaplandı, en sonunda bir gözü görmez oldu, diğer gözü ise bir doku parçasıyla yuvasından ve yanağından aşağı doğru sarktı. Taşlar çok küçük olduğu için Carol son ana kadar bilincini yitirmedi. Olay bittiğinde, güzelim bedeni kemiklerinden sarkan et parçalarına dönüşmüştü.
Zihnimin yeni Makro Bağlantım'ın taze anılarıyla dolu olmasına karşın, yine de bu son yarım saat tüm yaşamım boyunca çektiğim en büyük işkence oldu.
Sessizliği Elgon bozdu. "Böyle bir ölümü seyretmek başka, yaşamak başka şey Jon" dedi.
Ve içeriye çağırdığı yandaşları beni saraydan çıkarıp aynı avlu duvarına götürdüler; sevgili Carolum'dan geri kalanlar bana yer açılsın diye toplanıyordu. Hızla öne doğru itilince, Carol'un kanıyla kırmızıya boyanmış küçük beyaz taşlar ayaklarıma battı.
Kalabalık yeniden toplanmıştı, ben kanla ıslanmış o ölüm duvarına doğru sürüklenirken, onlar da ağza alınmayacak sözler ve suçlamalarla bağırıp çağırıyorlardı. Kanlı kelepçeler el ve ayak bileklerim üzerine gürültüyle kapanırken, zihnim bulanık anılarla doldu -Lea ve birlikte geçirdiğimiz kısa anlar- Ra-na ve öğrenmem gereken onca ders... öğrenmiş miydim?., öğrenecek miydim? -Neda ve akıl almaz değişimi- Kari, benim sadık dostum ve geçen birkaç ay boyunca yaşamına getirdiğim sarsıntılar- ve Karl'ın benliğinin diğer parçası, beni arkamdaki duvarın kaba tuğlasından sıcak kanıyla ayıran sevgili Carol'um.
Elgon'la Sela'nın kalabalığı yararak bana doğru yaklaştıklarını gördüm. Hemen önümde durdular, ama neden bilmem, bana sanki binlerce mil uzaktalarmış gibi geldi. Elgon

338
Karma
parmaklarının ucunu altımdaki kırmızı kan havuzuna daldırdı, sonra parmaklarını göğsüme sildi ve beni aşağılayan bir ifadeyle kararımı yeni baştan düşünmek isteyip istemediğimi sordu. Ağzımı açmadım, çünkü gözlerim sorusunu sert bir biçimde yanıtlıyordu.
Elgon sırtını bana dönerek eğildi ve iki tane kanlı taş aldı, ardından da taşları kalabalık görsün diye havaya kaldırdı, sonra yine bana dönerken birini Sela'ya verdi, yüzüme baktı ve ilk taşı attı. Zihnimin derinliklerinde Rana'nm sesinin yankılandığını duydum: "Carol ve sen Jon, çok eskiden Filistin'in güneyinde pek kibirli ve şiddet yanlısı bir ailede doğmayı seçmiştiniz. Güzel ama gösterişe düşkün ve kendini beğenmiş çocuklar olarak büyüdünüz. Başkalarını çok kolay suçluyordunuz. Birkaç kez de suçladığınız insanlar taşlanarak öldürülürken, kendinizi haklı görerek bu eyleme katıldınız."
Şimdi başımıza gelenlerin nedenini biliyordum, ama gözlerim ve beynim hâlâ Elgon'a duyduğum nefretle dolup taşıyordu. Rana sözlerini sürdürüyordu: "Bir zihnin gelişkinliği, kabul edilemez görüneni kabul edebilmesiyle ölçülür."
Makro Dinlenme'yi uygulamaya çalıştım, sevgiyle kabulü içeren Makro bir açıdan bakabilmek için çaba gösterdim. Elgon'u sevmeye ve kabul etmeye çalıştım, olan neyse onun mükemmel olduğunu kabullenmeye çalıştım, bütün bunları denedim - ama işe yaramadı.
Kabul edilemez görüneni kabul etmek son sınavım bu idi ve ben başaramadım. Elgon'u sevgiyle kabul edemedim.
Her şeyin bir sınırı var -acının bile- ama yüzlerce sivri taş bedenimi parçalarken, içime akan acı öyle yükseldi ki, bundan böyle bir saniye daha yaşamaya dayanamayacağımı düşündüm.
Gözlerim artık görmüyordu, ama zihnimde Lea belirdi.
"Hatırla Jon, bir zihnin gelişkinliği kabul edilemez görüneni kabul edebilmesiyle ölçülür."
Kulaklarımda bu sözler çınlarken 1976'da uyandım.

339
BÖLÜM 17
Tekâmül-aşma
2150'deki ölümümden bu yana bir ay geçti ve Makro toplumdan bu kadar uzun bir süre ayrı kalmaya katlanmak benim için güç oldu. Ama şimdi, küçük balkonumda ılık ilkbahar güneşi altında otururken, bu ayrılığı, hatta geleceğin dünyasında o son bir saat boyunca yaşadığım dehşet ve acıyı içime sindirebiliyor, kabul edebiliyorum.
Elgon'u, Sela'yı ya da başka birini artık suçlamıyorum, onlara kızgınlık duymuyorum, çünkü deneyimlerimin tümünü gerçekte kendim seçtim.
Kızgınlık da, şiddete yönelik bütün diğer duygular gibi, mikro varlıkların kendi yaşadıklarının sorumluluğunu üstlenmekten kaçınmak için suçu son bir çırpınışla başkalarının üstüne atmaya çalışmalarından kaynaklanır. Bu yüzden öfke ve şiddet, insanoğlu yaşamındaki her olayın tüm sorumluluğunu yüklenmeyi öğrenene kadar var olmaya devam edecektir. Ruhsal tekâmülümde bu aşamaya gelmiş olduğumu umut ediyorum.
Ve şimdi Karl, annemin beni sana emanet ettiği gibi, ben de sana bu günlüğü emanet ediyorum, nasıl uygun görürsen öyle kullan.
Biraz sonra aşağıya gelip, seninle ve Neda'yla son yemeğimi yiyeceğim. Akşam sona erince de her ikinizi öpüp, yakında tekrar görüşmeyi umduğumu söyleyeceğim.

340
Tekâmül-aşma
Karşılıklı konuşmak yerine yazarak sana veda ettiğim için beni bağışla. Sen benim için sözcüklerle anlatamayacağım kadar değerlisin.
Bütün başarısızlıkların gerçekte başarı, ölümlerin de doğum olduğunu öğrenmek uzun zamanımı aldı.
Bu gece tekâmül-aşacağım.
Demek istediğim, dün gece çok inandırıcı bir başka düş gördüm. Bu bir vizyondu. Seninle Neda için arka sayfaya kabaca bir taslağını çizdim.
Sana "teşekkür etmek" her şeyin bittiği anlamına gelmiyor Kari.
Düşlerini aklında tut. Ben o düşlerde olacağım. Her zaman senin yanındayım.
Seni seviyorum.
Biz biriz.
Şimdilik hoşça kal,

341
Sonsöz
Jon Lake'in bedenini yakıp, küllerini birlikte büyüdüğümüz evin yakınındaki bir koruluğa serptik ve o günden bu yana üç ay geçti. Başlangıçta Jon'un intiharını kabullenmenin benim için çok güç olduğunu itiraf etmek zorundayım. Bunun bir kaçış olduğunu ve Makro felsefesine yakışmadığını söylüyordum, ama geçen haftalar boyunca Neda benim mikro felsefemi oldukça inceltti, Jon'un eylemini bugün artık çok farklı bir ışıkta görüyorum.
Bakış açımın değişmesinde belki de en önemli etken, Jon bizden ayrılmadan birkaç gece önce yaptığımız bir konuşma oldu. Jon bu konuşmayı günlüğüne geçirmemiş, oysa geçirmiş olmasını isterdim, çünkü bana Makro toplumun yaşam ve ölüm hakkındaki görüşünü hatırlatmış olurdu.
Neda'yla birlikte Jon'la aramızda geçen konuşmanın ayrıntılarını defalarca gözden geçirdik. Hatırladığımız kadarıyla, ben bir akşam bizim bölümdeki bir öğrencinin intihar ettiğinden söz etmiş ve bunu sorumluluklardan kaçış olarak nitelemiştim, Jon da şöyle bir yanıt vermişti:
"Bilinçli bir intihar eylemini kınıyor musun Kari. Bu, içinde bulunulan durumun sorumluluğunu üstlenmekten kaçınma çabası olabilir de olmayabilir de! Mikro yaşamın bütününün bilinçsiz bir intihar olduğunu unutmuyor musun? Bu yaşam öldürücü bir kazayla çabucak sona erebilir, ya da bedenin yaşamsal organları tamamen tükenene kadar zaman içinde bozulup çürümesi anlamına gelen mikro yaşlanmayla yavaş yavaş bitebilir. Bedenin bozulması, insanın kendi seçimi olan

342
Sonsöz
yaşam biçiminin getirdiklerine ve bunun sorumluluğunu kabul etmeye yine kendisinin direnç göstermesinin doğal sonucudur. Dr. Hans Selye'nin Yaşamdaki Gerilimler adlı kitabında değindiği bütün gerilimlere bu direnç neden oluyor."
"Tamam" demiştim, "bilinçsiz intihan ya da Dr. Selye' nin gerilim kuramını tartışacak değilim; ama sözünü ettiğimiz öğrenci bilerek intihar etmiş, çünkü ana-babasma bir not bırakarak kendisini bağışlamalarını istemiş. Şimdi ben bunun korkakça bir yol olduğunu söylüyorum."
Jon dişlerim göstererek gülmüş ve "Biliyorsun" demişti, "şu incelediğimiz Fransız sosyolog Emile Durkheim'a göre iki intihar nedeni var: Bunalım, amaçsızlık ve umutsuzluk (ano-mik intihar) ve özveri (altruistik intihar). Birinci, yani anomik intihar, insanın kendine, başkalarına yabancılaşmasından ve başa çıkmakta kendini tamamen yetersiz hissettiği bunalım dolu bir hayattan kurtulma arzusundan kaynaklanıyor. Benim sözünü ettiğim bilinçli mikro intihar bu. Sonuç da mikro 'ben'i hiçbir zaman hoşnut etmiyor; çünkü astral bedeninde uyandığında hâlâ kendini sorumluluk taşımadığına inanan bir zihne sıkışıp kalmış buluyor. Bu zihin, mikro ben başarısızlıkla karşılaştığında bağışlayamadığı için kendinden nefret etmeyi sürdürecektir."
Neda burada onun sözünü keserek "Ama Jon" diye sormuştu, "Makro bakış açısından bütün eylemlerin mükemmel olduğunu söylememiş miydin? Bir intihar nasıl mükemmel olabilir?"
Jon "Makro düzeyde" diye karşılık vermişti, "her olumsuz eylem olumlu bir eylemle dengelenir, böylece onlar birbirini etkisiz hale getirirken, ortada mükemmel bir denge kalır. Makro açıdan her başarısızlığın zamanla başarıya dönüştüğü görülebilir, çünkü başarısızlık öğrenme için gerekli olan içgö-rüye ulaştırır. Eğer bir ruhun, içinde bulunduğu durumun sorumluluğundan kaçamayacağını öğrenmesi için bir ya da bin kez intihar etmesi gerekiyorsa o zaman intihar da bu ruh için

343
M.S.2150
gerekli ve mükemmeldir."
Neda "Anlıyorum" diye başıyla onaylamıştı. "Peki, özveriden kaynaklanan intiharı nasıl tanımlıyorsun?"
"Bunun iyi bir örneği" diye açıklamıştı Jon, "Titanik batarken yaşandı. Bazı insanlar, diğerlerine zaten az sayıda olan cankurtaran sandallarında yer kalsın diye gemiyle birlikte batmayı yeğlediler. Tarih, başkalarının yaşamı ya da yararı uğruna kendi yaşamlarından bilinçli olarak vazgeçen böyle özveriye dayalı ders alınacak intihar örnekleriyle dolu."
"İntiharla başkalarına ders vermek..." diye duraksamıştı Neda; sonra "Makro toplum üyeleri de Mikro Adası'nda yaşayanların onları öldürmelerine izin verdiklerinde bu tür bir davranış mı sergilemiş oluyorlar?" diye sormuştu. "Belki de fiziksel yaşamın en yüce amaç olmadığını göstermek istiyorlar."
"Bir bakıma" diye Jon yanıtlamıştı. "Bunun en ünlü örneği dünyanın gelmiş geçmiş en büyük Makro filozoflarından biri olan Nasıralı İsa'nın intiharıdır. O, Makro ben'in mikro fiziksel ben'in efendisi olduğunu ve bu yüzden öldürülmüş olsa bile onu yeniden yaratabileceğini ya da onu diriltebileceğini göstermek için kendisini öldürmelerine izin vermişti. Ben İsa'nın aynı zamanda -mikro adam için gerekli olsa bile, fiziksel bedenin m-M süreci boyunca son derece kısıtlı bir görünüm olduğu yolundaki inancını da göstermek istediğini düşünüyorum."
"Böylece tekâmül" diye eklemişti Neda, "sadece mikrofi-ziksel düzeyde sıkışıp kalmıyor, her ruh makrokozmik kaynağının tüm farkındahğına ulaşana kadar, hep daha üst bilinç düzeylerine doğru sürüp gidiyor."
"Doğru" demişti Jon, "bu düşünce de bizi henüz mikro adamın bilmediği üçüncü bir intihar kavramına götürüyor tekâmüle yönelik bu intihara Makro toplum 'tekâmül-aşma diyor."
"Sanırım, sen bundan bize daha önce söz etmiştin Jon" demiştim.
"Evet, hastanede yaşam kurtarmaya çalışırken, bazı has-

344
Sonsöz
taların beni engellediklerini hatırlayacaksınız; bilinçaltları ölmeye karar vermişti. Bruno'nun bana sadece titreşimlerini dengelemek için dünyaya geldiğini söylediğini de hatırlayacaksınız. Amacına ulaştığı için bu dünyadan ayrılıyor, gelişmesini sürdürmek üzere bir başka boyuta geçiyordu. Biliyorsunuz, Del-tarımız Hugo da bilinçli olarak fiziksel bedeninin yaşamına son verip, tekâmül-aşmayı tasarlıyordu.
Hiç kimse Makro düzeyde veya bilinçaltında bu yaşam parçasında öğrenebileceği ya da öğrenmek istediği her şeyi öğrendiğine inanmadıkça ölmez. Bu, anlaşılmaz görünen bebek ölümlerinden tutun da deprem gibi yıkımlar ya da toplumsal olayların neden olduğu bütün ölümler için geçerlidir."
Neda "Bilinçaltlarmm gelecekte olacak her şeyi bildiğini ve bu yüzden isterse başına gelebilecek herhangi bir kazayı da önleyebileceğini mi söylemek istiyorsun?" diye sormuştu.
"Söylemek istediğim tamamen buydu" diye onaylamıştı Jon hevesle. "Makro bakış açısından kaza diye bir şey yoktur."
"Kabul, ama şu tekâmüle yönelik intihar konusuna geri dönersek" demiştim, "bu anomik intihar gibi sorumluluklardan kaçış değil mi? Eğer biri öğreneceği dersi öğrendiyse, yaşama devam edip, bu dersi henüz öğrenmemiş olanlara yardım etmeli."
"Bu herkesin her zaman birinci sınıfta kalıp, sadece buradaki derslerin öğrenilmesine katkıda bulunması gerektiğini söylemekle aynı şey oluyor" diye yanıtlamıştı Jon.
"Ama birinin öğretmesi gerek" diye karşı çıkmıştım.
Jon "Evrenin tarihi boyunca hiç öğretmen sıkıntısı çekilmedi" diye açıklamıştı, "yeter ki öğrenmeye hazır öğrenci olsun. Makro filozoflar öğrenci hazırsa öğretmenin ortaya çıkacağını söylerler. 'Dileyin, o size verilecektir' sözü bu Makro gerçeğin başka bir anlatımıdır. Konu tekrar güçlü istek ve önceden inanmaya geliyor. Eğer başka bir şeyi öğrenmekten daha çok istiyorsan veya öğrenebileceğine inanmıyorsan, başarıya ulaşmak için istek ve inancının güçlenmesini beklemek zorundasın."

345
M.S.2150
Ben başımı sallayarak "Kaçış anlamındaki intiharla tekâmüle dönük intihar arasındaki farkı hâlâ anlayamıyorum" demiştim.
Jon "Bu bir dürtü meselesi" diye açıklamıştı. "Ölüme iten dürtü geçmişten kaçmaya mı, yoksa geleceği kucaklamaya mı yönelik? Anomik intihar geçmişten ve/veya şu andan kurtulma çabasıdır; oysa tekâmüle dönük intihar geleceği kucaklamaktır."
"Bu dürtüyü ayırt etmek son derece güç" diye sızlanmıştım. "İnsan yaşamdan kaçma konusunda kendi kendini aldatma eğiliminde olamaz mı?"
"Elbette" diye yanıtlamıştı Jon, "sık sık da öyle oluyor. Her yaşamdan alınması gereken dersler var, ama eğer sen birinci sınıfta öğrenileceklerin hepsini öğrendiğin konusunda kendine yalan söyleyip intihar edersen, uyandığında yine birinci sınıfta olduğunu görürsün. Demek ki, bu dünya sınıfında derslerden uzun süre kaçmak mümkün değil. Kendi Yüksek Beninden kaçamazsın!
Mikro adam bu gezegendeki fiziksel yaşamı son basamak olarak görüyor, Bunun sadece bir sonraki boyutun hazırlık dönemi olduğunu fark edemiyor. Ve o tür bir yaşam felsefesiyle de doğal olarak intiharın her şeye son vereceğini düşünüyor. Böylece mikro adam kendi mikro felsefesinin kurbanı oluyor."
Neda "O halde intihar etmenin günah olduğunu söyleyebilir miyiz, söyleyemez miyiz?" diye sormuştu.
Jon düşünceli bir ifadeyle "Genelleme yapmak çok zor Neda" diye yanıtlamıştı, "çünkü bütün ölümler -bilinçli ya da bilinçsiz- birer intihar. Günah kavramına gelince, ortada sadece tek bir günah var; o da şimdi, geçmişte ve gelecekte, her zaman, her şeyle mükemmel bir makrokozmik birlik içinde olduğumuzu kabul etmemek. Ama bu bile sadece mikro bakış açısından günah sayılabilir. Makro bakış açısından hiçbir şey günah değil, çünkü her şey amaçlı ve tekâmüle yönelik, bu yüzden de mükemmel. O halde anahtar her şeyi sevgiyle kabul etmek ve
346
Sonsöz
böylece insanı fiziksel yaşama tutunmak durumunda bırakan bütün endişe korku ve suçlamalardan özgürleşmek. İşte ancak ondan sonra, sadece ondan sonra tekâmül-aşmak mümkündür."
"Tamam! Eğer Makro olsaydım, sevgi dolu bir kabulü içeren anlayışa ulaşmış olanlarla olmayanları ayırt edebilir ve yaşamlarına hangi dürtüyle son verdiklerini bilebilirdim. O zaman da bunun genel olarak intihar diye nitelediğimiz eylem mi, yoksa tekâmül-aşmak mı olduğunu söyleyebilirdim. Ama sorun şu ki, ben Makro değilim ve bu yüzden aradaki farkın nasıl anlaşılacağım hâlâ bilmiyorum" diye karşı çıkmıştım.
Jon da "Kültürel Antropoloji'de okuduğumuz o incelemeyi hatırlıyor musun?" diye sormuştu. "Hani bir Kızılderili kabilesinde ölmeye hazır olduklarını düşünen yaşlılar sadece herkese 'hoşça kaim' deyip bir tepeye çıkıyor ve orada ölüyorlardı."
"Evet, bu tam senin Hugo'nun tasarladığı gibi..." diye başlamıştım.
Ama Jon "Doğru, kesinlikle öyle Kari" diye sözümü kesmişti. "Eğer ölmek için şu veya bu içimde herhangi bir yola başvurursan, sorumluluklarından kaçmak için intihar ediyorsun demektir; öte yandan yaşamındaki tüm ayrıntılarla barı-şıksan, sadece sırt üstü yatarsın ve ölürsün -işte tekâmül-aşmak da budur."
Neda'yla birlikte o akşamki konuşmadan hatırlayabildiklerim bu kadar.
Jon, tekâmül-aşma'yı böyle yorumlamıştı. Onun söyledikleriyle Neda'nın ve benim gördüğümüz düşleri birleştirince bakış açım oldukça genişledi ve Jon'un ölümüyle ilgili düşüncelerim en sonunda değişti.
Onu hâlâ korkunç özlüyorum, ama Neda bana Makro bakış açısından hiçbir şeyin korkunç görünmediğini hatırlatıyor, ben de böylece hangi düzeyde olduğumun bilincine varıyorum.
Yine de Jon'un farkmdalık düzeylerimizin sürekli değiştiğini,, benim gibi bir mikro adamın yirmi dört saat içinde hem
347
M.S. 2150
daha düşük mikro düzeylere hem de üst bilinç düzeylerine -hatta Makro farkmdalığa- pek çok giriş-çıkış yaptığını söylediğini hatırlıyorum. Makro farkmdalığa sıçramaların da genelde uykuda düş görürken gerçekleştiğini anlatmıştı.
Sözlerimi böyle bir düşü aktararak bitirmek istiyorum.
Bu, Jon'la ilgili gördüğüm bir dizi düşün sonuncusu oldu. Diğerlerinde onunla hep alışık olduğumuz biçimde konuşmalar yapıyorduk, ama bu son düş tamamen farklıydı. Neda'yla ben görüntünün simgesel olduğunu biliyoruz, çünkü Jon bize 2150'de mezar da mezartaşı da bulunmadığını söylemişti, artık kullanılmayan bedenler buharlaştırılıyordu.
Düşümde Neda ve ben Jon'la birlikte, Jon'un bize son notunda resmini çizdiği aynı büyük mezar taşının önünde ayakta duruyorduk:

Makro Toplum Delta 927
üyeleri
Jon ve Carol
8-927 3-927
Öldüler 1976 2150

Makro Toplum Delta 927
üyeleri
Jon ve Carol
9-927 4-927
yeniden dogdular 2150


348

Yazarin son sözü
Sonuç olarak, bu kitabın -gerçekte tüm yayınlarımın- en büyük amacı, dünya Kova Burcu'na (Altın Çağ'a) girerken insanlığın birlik ve uyum içinde bir toplum oluşturmasına katkıda bulunmaktır.
Sizi şimdiye dek söylenmiş en umut verici özdeyişle baş başa bırakıyorum:
"Dileyin, size verilecektir; arayın bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır." (Matta 7:7)
Makro sevgilerle...
Sevinçle ! Thea Alexander


349

M.D.'DEN ÖZET BİLGİLER
M.D.'ye Göre Makro Felsefe
Makro felsefe en küçükten (mikro) en büyüğe (makro) kadar her şeyi birbirine bağlayan bir sistemdir. Temel öğretisi, her şeyin sadece birbirine bağlı olduğu değil, aynı zamanda mak-rokozmik bir bütün oluşturduğu yolundadır ve bu oluşan her neyse o mükemmeldir.
Ancak mikro açıdan bakıldığında her şey birbirinden ayrı ve bölünebilir görünür.
Makro felsefe, mikrokozmik-Makrokozmik bir süreç (m-M süreci) varsayar; bu süreç içinde nötronlar, protonlar ve elektronlar insan bedeni gibi daha büyük fiziksel bedenlerin bölünmez parçalarıdır. Düşünmeyi sürdürürsek, insanın da Dünya denen üçüncü gezegenin bölünmez bir parçası olduğunu kavrarız. Bu sıra ile düşündüğümüzde, güneş sistemi bir galaksinin bölünmez parçasıdır; galaksi de... ve bu hep böyle sürüp gider.
İnsan, 1) kendini kendinden, başkalarından, evrenden ve Tanrı'dan (Makrokozmos'dan) ayrı ve bölünmüş hissettiği, 2) olan neyse onun mükemmelliğini yadsıdığı, 3) başına gelenlerden sadece kendisinin sorumlu olduğu gerçeğini kabulden kaçındığı ölçüde acı ve yalnızlık duyar, hastalık ve ölümü deneyimler.
Farklılık (ayrılık) duygusu neden kaygı uyandırır? Çünkü bizden ayrı, yabancı ya da farklı olarak algıladığımız her hangi bir şey veya kimse bizim için olası bir tehlike, olası bir endişe kaynağıdır. Bir şeyle ya da bir kimseyle kendimizi ne kadar birlik ve bütünlük içinde hissedebiliyorsak, o ölçüde endişeden
351
M.S.2150
uzaklaşabilir, rahatlama, kabullenme ve sevgi duyabiliriz.
Makro bakış açısından tüm acılar, korkular, nefret, ıstırap ve hastalıklar her şeyin bir olduğunu -her şeyin sevgi olduğunu- her şeyin Tanrı'yı oluşturduğunu ve her şeyin mükemmel olduğunu bilmemenin sonucu olarak görülür.
Bu, olumsuz düşünce, duygu ve eylemlerin var olmadığı anlamına gelmez, ancak olumsuzlukların dengesiz mikro düşüncenin ürünü olduğunu gösterir.
Dünyadaki tüm büyük dinler "Ne ekersen onu biçersin" derler. Makro felsefeye göre bu deyişin anlamı olumlu ve olumsuz düşünce kalıplarının yarattığı sonuçlarda aranmalıdır. Eğer gerçekleşmesinden korktuğunuz bir şey varsa, genelde gerçekleşir; çünkü, düşünce enerjinizi bu korkulu olaya harcar, dolayısıyla da onu kendi düşüncenizin enerjisiyle yaratmış olursunuz.
İki bin yılı aşkın bir süre önce, bilge kişi, mesellerinin 23:7'nci bölümünde "Bir insanın yüreğinde ne varsa, kendisi 'o'dur" demiş.
Makro felsefeye göre olumsuz düşünce, olumsuz duygu ve olumsuz deneyim üretir; oysa, olumlu düşünce olumlu duygu ve olumlu deneyime kaynak olur. Tek bir düşünce bile kaybolmaz. Düşüncelerimizin tümü, eskilerin yüreğimiz dedikleri bilinçaltımıza kaydolur ve burada her olumsuz düşünce aynı yoğunlukta veya güçte olumlu bir düşünceyle dengelenene ya da yok edilene kadar olumsuz duygular üretmeyi sürdürür ( + ve - = 0).
Olumsuz düşünceler korku, öfke, düş kırıklığı, suçluluk duygusu, bunalım, üzüntü ve benzeri huzursuzluklar üretir. Olumsuz duygularımızı, onları yadsıyarak gidermeye çalışırız. Yani, olumsuz duygularımızı kendi olumsuz düşüncelerimizle yarattığımızı kabul etmek yerine, bu duygulardan onları bastırmak, başkalarına yansıtmak ya da mantıklı kılacak bahaneler bulmak gibi psikolojik savunma yöntemlerini devreye so-

352
M.D.'den Özet Bilgiler
karak kurtulmaya çalışırız.
Bu savunma yöntemlerinin tamamı, bizi rahatsız eden duygularla ilgili farkındalığımızı azaltma ya da ortadan kaldırma yoluyla psikolojik acıyı azaltacak ya da ortadan kaldıracak biçimde düzenlenmiştir. Böylece kendi farkındalığımızı kendimiz azaltıyor, bakış açımızı daraltarak mikro bakış açısı düzeyine indiriyoruz. İçinde bulunduğumuz rahatsızlığın sorumluluğunu üstlenmek yerine bu sorumluluğu başka birine ya da başka bir şeye yüklemek de çok alışılmış tekniklerden biridir.
MİKRO BEN'İN KENDİNİ SAVUNMA YÖNTEMLERİ
Sözle Açığa Vurma
Uygunsuz istekleri onlardan sürekli söz ederek bastırmaya çalışma.

Dengeleme Çabası
Bir konudaki düş kırıklığını başka bir konudan aşırı zevk alarak dengelemeye (telâfi etmeye), ya da bir zayıflığın etkisini güçlü bir yanı abartarak azaltmaya çalışma.

Gerçeğin Yadsınması
Genelde "hastalanarak" veya işe ya da hobilere aşırı kendini vererek Mikro ben'i gerçeğin istenmeyen sonuçlarından, o gerçeği yadsıyarak (gerçeği görmezden gelerek) koruma.
Baska seye bosalma
Duyguları (genellikle öfkeyi) o duyguyu uyandıran kişi ya da nesnelerden daha az tehlikeli kişi veya nesnelere boşaltma. Hırsını başka birinden veya şeyden çıkarma.

353
M.S.2150
Duygusallıktan Kaçınma :
'Ben'i acıdan korumak için duygusal bağlılıklardan kaçınma.
Düş Kurma :
Ulaşılamamış isteklerin gerçekleşmiş olduğunu düşleyerek doyum sağlama.

Kimlik Edinme :
Ünlü kişi ya da kuruluşlarla özdeşlik kurarak, bu sayede kendini daha değerli ve önemli hissetme.

Kendini Başka Biri Gibi Görme :
Reddedilmemek için başkalarının değerlerini benimseme.
Kendini soyutlama :
'Ben'e acı verebilecek koşullardan uzak durmak ya da bazı davranışların sonuçlarından kaçınmak için onları uygunsuz olarak niteleme.
Yansıtma :
Kendi uygunsuz isteklerini başkalarına yükleme ya da karşılaşılan güçlükler konusunda başkalarını suçlama.

Akla Uydurma :
Bir davranışın haklılığını ve onaylanması gerektiğini akla uygun biçimde kanıtlamaya çalışma.

Tepki Oluşturma :
Tehlikeli (toplumsal açıdan kabul görmeyen) istekleri bunların karşıtlarından aşırı söz ederek bastırmaya çalışma.

354
M.D.'den Özet Bilgiler
Gerileme :
Daha az olgun davranış isteyen ve/ veya daha düşük nitelikte amaçları olan, gerçekte aşılmış bilinç düzeylerine tekrar geri dönme.

Bilinçdışına İtme :
Acı veren ya da tehlikeli düşünceleri bilinçdışına itme.
Uygunsuz güdüleri toplumca kabul edilir bicime sokma :
Ulaşılamayan cinsel istekler yerine cinsellik dışı görünen davranışlarla doyum sağlama.
Sevimli olma cabasi :
Kendine verdiği değeri desteklemek için başkalarının beğenisini kazanmaya çalışma.
Kendini hirpalama veya cezalandirma :
Ahlak dışı istek ve davranışları 'ben'e acı çektirerek ödeme.
İnsanın kendini yadsıyan bu teknikleri kullanarak psikolojik acısını hafifletme çabaları, kısa vadeli (mikro) bakış açısından başarılı sonuçlar verir. Başka bir anlatımla, bu teknikler işe yarar. Onları kullanma nedenimiz de zaten işe yarar olmalarıdır. Ancak sağlanan bu başarı geçicidir, çünkü bu teknikler farkındalığımızı öyle azaltırlar ki, geniş (Makro) bakış açısından görünen gerçeği -tüm duygularımızı, asla bir başkasının değil, sadece kendi düşüncelerimizin yarattığı gerçeğini-kolayca unutabiliriz.
Belki de psikolojik savunma yöntemlerinin sonunda ulaştığı en önemli nokta, psikolojik gerilimin kaçınılmaz biçimde artarak bedeni hastalanmasına, yaşlanmasına hatta ölmesine

355
M.S. 2150
neden olabilecek kadar hırpalaması, yıpratmasıdır. Bu konudaki ilk araştırma 1930'lu yıllarda tıp doktoru Hans Selye yönetiminde yapıldı. Dr. Selye'nin vardığı sonuca göre, gerilim veya direnme (ve bu durumun yarattığı sürtünme) olmasaydı, hastalık, acı veya ölüm de olmazdı.
Kendini yadsıyan bu teknikleri kullanmak insanı sonuçta çok daha büyük acılara (psikolojik gerilimlere) götürür, çünkü bu teknikler acıların nedenlerim (olumsuz düşünceleri) asla ortadan kaldırmaz, sadece sonuçları, yani olumsuz duygulan geçici olarak hafifletirler.
20. yüzyılın ikinci yarısında pek sık görülen alkol ve uyuşturucu bağımlılarının durumu bu anlattıklarıma çarpıcı bir örnek olabilir. Psikolojik acıyı hafifletmek için bilinçlerinin büyük bir bölümünü farkmdalık dışı bırakıp (yadsıyıp), kendilerini rahatsız edici duygulardan geçici olarak kurtarıyorlardı, böylece geriye keyif verici duygular kalıyordu. Ama sıkıntıların gerçek nedenleri ortadan kalkmamış olduğu için, alkolün ve uyuşturucunun etkisi geçtiğinde, psikolojik acı hep artarak geri dönüyordu. Kendi rahatsızlıklarının sorumluluğunu üstlenmekten kaçındıkları sürece bağımlılıklarından kurtulmaları mümkün olmuyordu, ama bu arada psikolojik acı hiçbir şey tarafından dindirilemeyecek ölçüde büyüyordu. Sonra, ancak o noktadan sonra, kendi olumsuz düşüncelerinin sorumluluğunu kabullenmeye, yardım dilemeye, daha geniş bir bakış açısı edinip acılarının ötesinde yeni bir yaşam felsefesine, Makro bakış açısına yaklaşan yeni bir gerçeğe doğru ilerlemeye hazır oluyorlardı.
Peki, gerçek nedir? Bu kimin bakış açısını kullandığınıza bağlı. Bir açıdan doğru-yanlış, iyi-kötü, acı-sevinç, çirkin-güzel gibi kavramlar gerçekte değil, sadece düşüncede var. Hipnoz uygulaması buna çarpıcı bir örnek olarak gösterilebilir.
Bir kolun ya da bacağın yavaşça kesilmesi dayanılmaz acılar verir. Oysa 20. yüzyılın doktor ve dişçilerinden bir kısmı

356
M.D.'den Özet Bilgiler
hipnozla her türlü ameliyatı yaptılar. Öyle ki, hasta derin hip-notik telkini kabullendiği sürece acı söz konusu değildi, hasta acı hissetmiyordu. Gerçekte binlerce olay, bir şeyi hangi yoğunlukta hissedebileceğimize ya da yaşayabileceğimize inanıyorsak, onu ancak o yoğunlukta hissedebileceğimizi veya yaşayabileceğimizi göstermiştir.
Mikro bakış açısından, düşünme biçiminiz ve dolayısıyla hissettikleriniz kalıtımsal ve çevresel koşullarla belirlenir, bu koşulları denetlemeniz söz konusu değildir. O yüzden bilim adamlarınız insanın özgür iradesi olmadığını savunmuşlar, tüm davranışları tamamen kör talihe bağlamışlardır. Ve bu, mikro bakış açısından doğrudur.
Yazık ki, mikro bakış açısı daha geniş bir bakış açısının varlığını yadsır. "Eğer bir budala dünyayı ancak düz görebili-yorsa, dünya onun için düzdür." O halde sınırlı bir mikro bakış açısından dünya düzdür, ya da bir vadiden bakıldığında içbükeydir, bir tepenin üstünden ise dışbükeydir. Görülüyor ki, gerçeği belirleyen sizin bakış açınızın genişliğidir ve bu gerçeği kendi kaynakları çerçevesinde tanımlar.
Sizin bilim adamlarınızın çoğu tekrar doğuş, ruh ve mak-rokozmik düzeyleri içeren Makro bakış açısı gibi daha geniş bakış açılarının varlığını ve yaşama aktarılabileceğini yadsıdılar.
Psikolojinin -sizin zamanınızda genellikle öğretildiği gibi-ruhun (zihnin ya da can'in) varlığını yadsıması ve bu bilim dalının, psikologların sadece fiziksel ve duyusal verileri tanıyabilecekleri savında direnmesi tuhaf! Bu yüzden Makro felsefenin kavramları, mikro bakış açısının yönlendirdiği bilim adamlarınıza göre bütünüyle kabul edilemez kavramlar oldu.
Makro bakış açısı insanı zaman ve uzayla sınırlandırılmamış büyük bir zihin olarak görür. Bazen ölümsüz ruh diye de adlandırılan zihin, geçici olarak belirli aralarla, mükemmelliğini sürekli artırma (birlik bilincine ulaşma) çabası içinde daha kapsamlı bir farkındalığı deneyimlemek ve öğrenmek için

357
M.S.2150
beden denen çeşitli araçları seçer.
Bütün ruhların tüm bu deneyimlerle varmak istedikleri son nokta, şimdi, geçmişte ve gelecekte, her zaman her şeyle bir bütün oluşturduklarını (ki bu 'bir'liği bazıları Tanrı diye de nitelendirebilir) idrak edecekleri makrokozmik farkındalığa erişmektir.
Bu bilinç düzeylerine şöyle de bakabiliriz:
Mikro 'ben' bireyin bedeni, kişiliği ve bireyin tüm bunlardan ibaret olduğuna inanan sınırlı zihnidir.
Gelişmekte olan 'ben' ya da bilinçaltı, kendisinin bir ruhun sadece küçücük bir parçası olduğunu bilir.
Makro Ben ya da evrensel zihin her şeyin 'bir' olduğunu bilir; bu yüzden tüm boyutların pozitif ve negatif kutbiyetinin mükemmel bir dengesini içerdiğinin farkındadır. Bireysel ruhlar, Makro anlayışa erişmemiş oldukları için geçici bir dengesizlik içinde olmakla birlikte, Makro açıdan bakıldığında
bu kişisel dengesizlikler mükemmel biçimde dengelenmiş makrokozmosun doğal yaşam ritimleri olarak görünür.
Bir başka anlatımla, Makro düzeyde sorun yoktur. Sonuçta ruhların tümü gerçek farkmdalığın bu mükemmel düzeyine ulaşacaklar. Gecenin ne kadar karanlık olduğu hiç önemli değil. Er geç gün ışımak, güneş doğmak zorunda.
Her çağda mistikler sonuçta varılacak bu Makro anlayışı tanımlamışlardır. Makro bakış açısının belki de en iyi bilinen ifadesi Yuhanna'nın İncili'nin 17. bölümündedir, kolayca başvurulabilir. Büyük Makro filozof (İsa) bu bölümde bütün ruhların Makro amacını şöyle dile getirmiştir: "...biz bir olduğumuz gibi onlar da bir olsunlar; ben onlardayım ve sen (Tanrı) bendesin, onlar da bir olmak üzere tamamlanmış olsunlar."
İnsan ruhu ve bilinçaltı, bütün zihinlerle 'bir' olduğunu (aşkin bilinç, evrensel zihin, makrokozmos ya da Tanrı) idrak ettiği bu Makro bakış açısıyla, artık onu tehdit edebilecek ya

358
M.D.'den Özet Bilgiler
da korkutabilecek hiçbir şeyin olmadığını görür, çünkü her şey 'bir'dir. Ruh, ancak bu bakış açısını kazandığında en yüce buyruğa, Makro buyruğa uyabilir: "Birbirinizi benim sizi sevdiğim gibi seviniz." (Yuhanna 15:12)
Makro felsefe bir kimse için doğru ve yanlışın onun başvurduğu kaynaklara, bir başka anlatımla bakış açısının genişliğine bağlı olduğunu öğretir. Örneğin, Hıristiyanlar için domuz eti yemek 'doğru'yken, Müslümanlar için 'yanlış'tı. Barışta başkalarını öldürmek yanlışken, savaşta doğruydu. Bu biçimde doğru ve yanlış, toplumsal yasa ve törelerin ortaya koyduğu koşullara bağlıdır ve tamamen bakış açısının genişliğine göre belirlenir.
Sizin zamanınızda insanların çoğu, şişman ya da zayıf, sağlıklı veya sağlıksız ve hepsinden önemlisi mutlu ya da mutsuz olmalarının kişisel yaşam anlayışlarına bağlı olduğunun farkında değillerdi. Kendi yaşam anlayışınızın ya da bakış açınızın sınırlarını (şu andaki boyutlarını) gözden geçirirseniz, seçimlerinizin sonuçlarından ancak bu bakış açınızın izin verdiği ölçüde haberdar olduğunuzu göreceksiniz.
Örneğin, eğer başlıca hedefiniz yaşamın ana amacını zevk kabul edip ona ulaşmaksa ve şu andaki bakış açınızın kapsadığı alan darsa, aşırı tutkularınızın (düşkünlüklerinizin) uzun vadeli sonuçlarını hesaplayamazsmız. Fazla yemek yerseniz şişmanlarsınız, sonuçta hastalanırsınız. Çaba isteyen fiziksel ve zihinsel etkinliklerden kaçınırsanız, fiziksel ve zihinsel olarak giderek gevşer ve sonuçta hem sağlıksız hem de mutsuz olursunuz.
Herkes mutluluk arayışı içinde olduğuna göre, bakış açınızın boyutlarını bilmeniz son derece önemli; çoğu kere kısa vadeli mutluluklar uzun vadede acılara neden olurlar. Eğer yaşamınızdan geniş anlamda hoşnut olmak istiyorsanız, yaşam anlayışınızın ve bu anlayışın belirlediği seçimlerin uzun vadedeki sonuçlarını (zevk-acı) bilebilmeniz için bakış açınızı ge-

359
M.S.2150
nişletmek zorundasınız.
Mikro sınırlar içinde olanlar, bir insanın fiziksel görünümünün ötesinde var olanları doğru biçimde idrak edemezler. Bilinçaltı, ruh ya da birlik-kardeşlik gibi kavramlar mikro adam için sadece soyut düşüncelerdir. Bir başka anlatımla, böyle biri kendini kimseye uzun süre bağlı hissedemez, kardeşçe duygular besleyemez, sevecen olamaz. Gerçekte kendisiyle yabancılaşmıştır, kendini kendinden (bilinçaltmdan) ayrı hisseder; bu yüzden kendini başkalarına karşı da yabancı, başkalarından da ayrı hissetmek zorundadır.
İmparator Marcus Aurelius "Olan herhangi bir şeye üzülmek ya da kızmak, kendimizi doğadan ayırmaktır" demişti.
imparator, her şeyin 'bir'liğini içeren Makro görüşü dile getiriyordu ve bu Makro bakış açısından var olan o tek şey mükemmel olduğu için, gerçekte gücenecek ya da kızacak başka bir şey bulunmadığını ifade ediyordu. İnsan ancak Makro mükemmellikte olduğunu ve gücünün her şeye yettiğini unuttuğunda kendini yetersiz, tehdit ediliyor, incinmiş, korku dolu, düş kırıklığına uğramış, kızgın ya da üzgün hisseder.
Geçmişini unutan, o geçmişi tekrarlamaya mahkûmdur. İnsan geçmişiyle ilgili farkmdalığını artırdığı oranda onu tekrarlamaktan kurtulur. Örneğin, fazla yemenin ve içmenin geçmişte hastalanmasına neden olduğunu hatırlayamayan, bunu hatırlayana kadar tekrar ve tekrar aynı davranışları yineleyecek ve sonuçlarını ödeyecektir. Tüm öğrenme, geçmişi hatırlamak ve alınan dersleri yaşama aktarmaktır.
Her şeyi hatırlayabilseydiniz, makrokozmik kökeninizi idrak edebilecektiniz. Bir zamanlar ruh, tüm ruhlarla, her şeyle, Tanrı'yla 'bir' olduğunun bilincindeydi. Bazı ruhlar sıkıldılar. Mükemmelliğe erişmemiş bir hal... heyecan, korku, zevk, acı, şehvet veren bedensel bir hal yaşamak istediler. Bunu yapabilmek için ruh, bilincini ya da farkmdalığını, kim olduğunu, nereden geldiğini veya nereye gittiğini unutacak kadar azalt-

360
M.D.'den Özet Bilgiler
mayı seçti -böylesini yeğledi. İşte bundan sonra kendisini zi-ıinsel olarak hücrelere böldü ve bu hücrelerin her biri kendini diğerlerinden ayrı bir bütün olarak gördü.
Kendi kendine yarattığı bu unutkanlık ve bölünme içinde, ruh gururu ve kendini diğerlerinden üstün görme duygusunu deneyimledi; çünkü her şeyle 'bir' olduğunu unutmuştu. Kendi eş ruhlarını (düzenli olarak birlikte enkarne olan ruhlar) ve ikiz ruhlarını (aynı ana ruhun hücreleri olan ve bu yüzden titreşimleri de aynı olan ruhlar) bile unutmuştu.
Bu unutkanlık hali içinde ruh diğerlerini düşmanları olarak algıladı, çünkü kendini onlardan ayrı görüyordu. Parmaklarının -onları kendisinin yönettiğini unuttuğu için boğazını sıkacağından korkan paranoyak gibi, ruhlar da her şeye güçlerinin yettiğini, Makro bakış açısından tüm kararları kendilerinin vermiş, tüm sonuçları kendilerinin seçmiş olduklarını unuttular.
Kendi büyük güçlerini unutmuş oldukları için kendi yarattıkları dengesi bozuk, mükemmel olmayan bir mikro dünyada yaşamaya mahkûm oldular; burada hiç kimse geçmişini hatırlayamıyordu, bu yüzden kimse geleceği de göremiyordu.
Bütün bir yolculuğun sadece ufacık bir bölümünü gözünde canlandırabilen, yolculuğun sonunu kestiremez. Parçalı bulmacanın milyonlarca parçasından sadece birkaçını görebilen, tamamına akıl erdiremez.
Tüm zamanlar aynı anda yaşandığından, bulmacanın parçalarını oluşturan "geçmiş" ve "gelecek" kendi zihinlerimizde gizlidir. Yine de sadece sezgileri yüksek ruhlar, geçmişi ve geleceği daha fazla hatırlayabilmek ve böylece kozmik bulmacanın daha fazla parçasını görebilmek için bilinçlerini, ya da başka bir deyişle farkmdalıklarını artırmayı yeniden öğrendiler.
İnsanlığın büyük sorunu, deneyimlenen her şeyin tüm sorumluluğunu kabul edebilecek noktaya kadar gelişebilmektir.
Bu noktaya ulaşıldığında, artık varılmak istenen en yüce

361
M.S.2150
amaca -şimdi, geçmişte ve gelecekte her zaman her şeyin bir olduğunu ve olan her şeyin mutlak mükemmelliğini sevinçle kabul eden anlayışa- giden yol açılmış olur.
Ondan sonra, bir zihnin gelişkinliğinin kabul edilemez görüneni kabul edebilmesiyle ölçüldüğünü anlayabilirsiniz.
M.D. YE GÖRE MAKRO TOPLUM
2150 yılında hemen hemen tüm dünyada doğumla başlayan, biçimsel olarak 30 yaşın doldurulduğu gün sona eren genel bir eğitim sistemi uygulanmaktadır. Bu tek tip eğitim sistemi, beş toplumsal kurumdan -aile, eğitim, din, iş ve yönetim kurumlarından- Makro toplum denen birbirine bağlı bir bütün oluşturmuştur.
20. yüzyılda, insanlığın geleceği hakkında korkunç kehanetlerde bulunan Orwell ve Huxley gibi kâhinler de çağdaşlarının çoğu gibi o yüzyılın sınırlı mikro bakış açısına hapsol-muş durumdalardı. Bu mikro bakış açısı, insanı; bencilliği, yıkıcı araçlar geliştirmeye yarayan teknik becerileri ve çevreyi yoğun biçimde kirletmesiyle temelinden dengesiz bir hayvan olarak görüyordu.
20. yüzyılda egemen olan mikro düşünceydi; bu yüzyılın belirleyici niteliği ise insanların anlık zevk arayışı içinde olmalarıydı. Kendi seçim bölgesindeki sanayi kuruluşları çevreyi kirletmemek için alınacak önlemleri pahalı buldukları için çevre kirliliği ile mücadeleye karşı oy veren politikacı buna çarpıcı bir örnektir; çünkü kendi geçici refah ve mutluluğunu, çocukları dahil tüm insanların uzun vadedeki refah ve mutluluklarından önde tutmuştur.
Bencilce, kısa vadeli mikro düşünceye daha pek çok örnek verilebilir, savaşa haklı gerekçeler bulmak gibi... Böylece her yıl silahlara milyarlarca dolar harcanıyor ve insanların birbirlerini öldürmek için araçlar üretmeleri, çatışmaların ne-

362
M.D.'den Özet Bilgiler
deni olan cehaleti ortadan kaldırmaktan daha soylu bir vatan hizmeti sayılıyordu. Herkese eşit eğitim fırsatı sağlanmıyordu; bazen özel (mikro) çıkarlarla da sınırlandırılmış bu fırsat pek çok kişinin zararına birkaç kişiye tanınıyordu.
Mikro toplumun temel kurumu olan aile, geleneksel biçimde her yeni kuşağa ırk üstünlüğüne dayalı dar anlamda (mikro) bağlılık duyguları ve ön yargılar aşılıyordu. Böylece kuşaktan kuşağa, bu konuda bir birikim ve toplumsal kopuş oluşturan sosyal kalıplar sürdürülmüş oluyordu. Mikro ailenin yeni kuşaklara ruhsal birlikten çok biyolojik bir aileye aşırı bağlılığı öğretmesi insanlar arasındaki bu ayırımı besliyordu. Sonuçta tüm insanların evrensel kardeşliği yadsınmış oluyordu.
Dar anlamda mikro bağlılıkları benimseyen bu mikro felsefeyle ayrılık ve çatışma kaçınılmaz hale geldi. En sonunda, silahların gelişmesiyle neredeyse sınırsız ölçüde yıkıcı güce sahip olan insan ırkı yok olmak ya da tüm insanlığın evrensel kardeşliğine bağlılığı içeren daha geniş bir Makro felsefe edinmek arasında bir seçim yapmak zorunda kaldı.
yüzyılın sonlarına doğru, mikro düşüncenin yarattığıçevre kirliliği, aşırı nüfus artışı ve insanlar arasındaki çatışmalar öyle boyutlara ulaştı ki, mikro aile gerçekten kendini neredeyse tamamen yok etti. İnsan ırkının varlığını sürdürebilmesi için mikro ailenin çökmesi zorunlu hale gelmişti.
yüzyılın başında sağ kalan insanlar Lao-tzu, Buda veIsa gibi devlerin çok önceden ileri sürdükleri Makro felsefenin uygulamadaki yararlarını kabul ettiler.
İnsanlığın bu Makro bakış açısı, herkes için tek bir ruhsal (makrokozmik) babanın (Tanrı'mn) varlığını -"Yeryüzünde kimseyi babanız diye çağırmayın" (Matta 23:9)- ve uyulması gereken tek bir kesin buyruğun -"Birbirinizi seviniz" (Yuhan-na 15:17)- bulunduğunu ortaya koydu.
Makro kavramlar konusundaki bilgisizliğin ve bu kavramların yadsınma halinin sürüp gitmesinin nedeni mikro düzey-

363
M.S.2150
deki kurumlar olduğu için, bu mikro kurumlar Makro toplum denen tek bir çatı altında birleştirildi. Oluşturulan bu genel sosyal sistem, eğitim, yönetim, din, çalışma ve nüfus plânlamasına ilişkin işlevleri, bunları bir bütün olarak değerlendirerek üstlendi.
Makro toplumun gelişmesi ve var olması, Makro bağlılık ve Makro kimlik anlayışını oluşturan Makro felsefeyi tüm üyelerine öğretebilmekteki becerisine bağlıydı. Bu felsefe bencilce mikro davranışları en alt düzeye indirirken, bencillik içermeyen (Makro) davranışları en geniş biçimiyle açığa çıkarabildi.
Makro toplumda düşmanca, öfke dolu tüm davranışlar mikro düşüncenin ürünü olarak değerlendirilir; çünkü bu davranışlar mikro 'ben'i ya da mikro grubu yabancı kabul edilenlere karşı korumaya yöneliktir.
Makro açıdan bakıldığında yabancı yoktur.
Makro toplumun elbette en büyük üstünlüğü tek dil, tek kültür, tek din (Makro felsefe), tek yönetim ve tek ırkı -insan ırkını- öngörmesindedir.
Mikro adam ailesine, dinine, yönetimine, derisinin rengine, diline ve kültürüne duyduğu mikro bağlılıklardan kolay kolay vazgeçemedi; insan ırkını birleşmekten alıkoyan, korkudan, düşmanlıklardan ve bilgisizlikten arınmasını engelleyen bölünmeleri korumak için verdiği mücadelenin içinde gerçek anlamda yok oldu.
Mikro adamın çağı hemen hemen sona erdi; bugün hâlâ yaşamlarını bu dünyada sürdürenlerden daha geniş bir bağlılığı, daha geniş bir bakış açısını -Makro bakış açısını- öğrenmeye ve deneyimlemeye isteği ve yeteneği olanların tümü yakında Makro varlıklar haline gelecekler. Bu oldukça gelişmiş varlıklar enerji ve olanaklarının büyük bölümünü, ben/başkası/ makrokozmos arasındaki ilişkinin giderek daha geniş anlamda hissedilmesini ve farkına varılmasını sağlayacak bir eğitim sisteminin geliştirilmesi yönünde kullanacaklar. Bu eğitim sis-
364
M.D.'den Özet Bilgiler
teminin hedefi her zaman Makro bağlılık ve Makro kimlik anlayışını oluşturmak olacak.
20. yüzyıl psikologları, yaşamın ana kişilik kalıplarının, ilk bilgilerin alındığı erken yaşlarda biçimlendiğine inanıyorlardı. Mikro ailede bir çocuk altı yaşım doldururken, ailesinin aşıladığı ve toplumun pekiştirdiği kendini kendine yabancı kılan paranoyak kalıpları da edinmiş oluyordu. İnsanlar ne olmak istiyorlarsa ve ne olacaklarına inanıyorlarsa, her zaman o olabilecekleri bilgisinden yoksun, kendilerini küçük yaşlarda geçirdikleri deneyimlerinin piyonları sanıyorlardı.
2150'de çocuklar bu dünyaya artık mikro rastlantılar sonucu gelmek ve sağlık, beslenme ve eğitim koşullan açısından çocuklarına fırsat eşitliği sağlamaktan kaçman bir toplumda büyümek zorunda değiller.
Çocuklar şimdi, onları hem isteyen hem seven Makro topluma katılma olanağına sahipler. Her yeni üye, sadece insana özgü bir yükümlülük olan sözcükleri ustalıkla kullanmayı keşfetmek ve bu konuda başarılı olmak için gerekli özgürlüğün kendisine en geniş anlamda tanındığı bir ortamla karşılaşır. Her çocuk, toplumunun diğer üyelerinin sunduğu koşulsuz sevgiyi deneyimler; böylece kendine/başkalarına değer vermeyi, kendine/başkalarına güvenmeyi ve öğrenmekten zevk almayı öğrenir. Çocuklarda, bencillik içermeyen 'ben' kavramları böyle olumlu 'ben' anlayışına sahip yetişkinlerle sürekli iletişim içinde bulunmalarının etkisiyle gelişir, onlara kendi yaşam deneyimlerini yaratma sanatı ve sorumluluğu öğretilir.
Makro toplum evrensel anlamda ruhsal kardeşliği gerçekleştirdiği için, kuruluş yapısı mikro aileninkinden çok farklıdır. Makro toplumun ana kavramlarından biri karşıt (alışılmışa ters işleyen) bağlılık yasasıdır: birim küçüldükçe üyelerinin bağlılık borcu azalır. Bu yüzden bağlılık duygusu sınandığında, her zaman Tanrı/makrokozmos/evrensel zihin ağır basacaktır -burada "Tanrı'ya duyulan bağlılık" kavramıyla anlatmak
365
M.S. 2150
istediğim, özel bir gruba ya da bireye duyulanın tersine, var olan o 'bütün'e duyulan bağlılıktır.
Makro toplumun örgütsel yapısının, en küçüğü 10 kişiden oluşan ve 10'un katları halinde artarak (10, 100, 1000 v.b.), en büyüğü Makro farkındalık düzeyine erişmeye çalışan tüm insanlığı kapsayan, iç içe birimlerden meydana geldiği öğrenildiğinde, karşıt bağlılık kavramının ne kadar önemli olduğu anlaşılır.
İşte bütün Makro toplum bu biçimde oluşmuştur ve insanoğlunun "herkese barış ve iyilikler" dileyebilme anlayışına gelebilmek için gösterdiği uzun çabalarının sonucunda ulaştığı en üst düzeyi ifade eder. Bu evrensel anlamdaki ruhsal kardeşliği mikro adamın yaşamında uygulayabilmesi olanak dışıdır; çünkü sınırlı bakış açısıyla kendisi/başkaları/makrokozmos/Tanrı arasındaki ilişkiyi gerçek anlamıyla idrak edebilecek durumda değildir.
Makro toplumun tüm örgütsel yapısı aşağıdaki şemada gösterilmiştir.
MAKRO TOPLUMUN TEMEL KURULUŞ ŞEMASI

BirimBirim YapısıNüfusÖnderALFA10 Kişi10AlfarBETA10 Alfa100BetarGAMA10 Beta1.000GamarDELTA10 Gama10.000DeltarATON10 Delta100.000AtarZTON10 Aton1.000.000ZtarKTON10 Zton10.000.000KtarMUTON10 Kton100.000.000MutarMAKSON10 Muton1.000.000.000MaksarMAKROTümTümTümTOPLUMMaksonlarİnsanlıkMaksarlar




M.D.'den Özet Bilgiler
Makro toplumun ana birimine Alfa denir. 5 erkek ve 5 kadın olmak üzere toplam 10 kişiden oluşur. Alfa üyelerinden biri Alfar adıyla grup önderi olarak görev yapar. Bu önder gruptaki bütün üyeler tarafından her yıl yapılan seçimle belirlenir ve grup uyumunu ve işbirliğini artırmak üzere kendi aralarında çıkabilecek tüm uyuşmazlıkları çözümlemeye yetkilidir.
Alfa üyeleri, 7 bölüme ayrılmış bir yaşam alanını paylaşırlar; bu alan bir kenarı 9 metre uzunluğunda kare biçimindeki 6 odadan ve ortaklaşa kullanılan 9 metre eninde, 27 metre boyunda bir salondan meydana gelir. Odalardan beş tanesi, her zaman bir erkek ve bir kadından oluşan Alfa eşleri tarafından paylaşılır, altıncısı ise mutfak ve yemek odası olarak kullanılır.
Makro toplumdaki bütün birimler 10'un katları olarak arttığı için, Beta adı verilen bir sonraki birim 10 Alfa'dan oluşur ve 50 erkek, 50 kadın olmak üzere toplam 100 üyeyi kapsar. Beta üyeleri de her yıl kendilerine bir önder seçerler. Betar adıyla anılan bu önder, Alfar'm kendi küçük biriminde yürüttüğü görevleri daha geniş bir birim olan Beta için üstlenir. Oylar eşit olduğu takdirde, bir büyük birimin önderi eşitliği bozacak oyu verir.
Beta bütün bir kata yerleşmiştir; kare biçimindeki bu alan on Alfa birimini içerir.
Daha sonraki birimler küçükten büyüğe doğru Gama (10 Beta birimi veya 1000 kişi), Delta (10 Gama birimi veya 10.000 kişi) ve Aton (10 Delta birimi veya 100.000 kişi) diye sıralanır. Gamar adı verilen Gama'nın önderi de her yıl seçilir. Delta ve Aton'un önderleri Deltar ve Atar ise, sorumluluğu küçük birimlerin önderlerine kıyasla yüksek olan bu konumlarda daha kapsamlı deneyim kazanabilmeleri için üç yılda bir seçilirler.
Her Gama, bir kenarı 135 metre uzunluğunda kare biçimindeki bir alanda yükselen on iki katlı bir binaya yerleşmiştir. Binanın on katı Beta birimlerine, bir katı bakım-ona-

367

M.S. 2150
rım bölümüne ayrılmıştır. Bir katta da dinlenme salonu, toplantı odaları ve eğlence salonu bulunur.
On Gama binasından oluşan Delta, 5 mil uzunluğunda, iki mil genişliğinde, ortalama derinliği dokuz metre olan yapay bir gölün çevresine sıralanmıştır. On Gama binası gölün her iki yanma birer mil ara ile dizilmiştir. Gölün bir ucunda bakın-onarım bölümlerini de içeren yönetim binası, diğer ucunda Merkez Danışma bilgisayarının ve Araştırma Merke-zi'nin bulunduğu bina vardır. Delta'daki on iki bina da 12'şer katlıdır ve her biri bir kenarı 135 metre olan kare biçimindeki bir alana oturtulmuştur. Bu binalar ve göl, içinde bakımlı parklar ve Delta bölgesi denen çiftlik arazileri bulunan yüz mil karelik bir alanın merkezindedir.
Aton'dan büyük birimlerin önderleri, sırasıyla Ztar, Ktar, Mutar ve Maksar her altı yılda bir, bir önceki birimlerin önderleri tarafından seçilirler. Örneğin on milyon kişinin önderi olan Ktar on Ztar tarafından seçilir. Ktar seçilebilmek için daha evvel Atar ve Ztar konumlarında deneyim kazanmış olmak gerekir. Bir milyar nüfuslu bir Makson'un önderi olarak düşünülen Maksar (erkek veya kadın), seçilebilmek için daha küçük birimlerde, Atar, Ztar, Ktar ve Mutar olarak en az 21 yıl hizmet vermiş ve kendi düzeyindekiler arasında dört kez en bilge kişi seçilmiş olmak zorundadır. 300 milyon nüfuslu Mak-ro toplumda Maksar yoktur.
Makro toplumun başlangıç evrelerinde üyelerinin çalışma biçimi kişisel tekâmüle olanak tanıyacak ve destek verecek doğrultuda düzenlenmişti. Çalışma sürelerinin, mikro hoşnutsuzluk yaratmaması veya kişiyi geliştirmeye yönelik başka uğraşlardan kaçış olarak kullanılmaması için, tüm çalışanlar günde sadece altı saat ve haftada sadece beş gün çalışıyorlardı. On beş yaşında veya on beş yaşın üzerinde olan herkes her üç ayda bir, bir hafta tatil yapıyordu.
Şimdi 22. yüzyılın ortasında, üst düzey Makro varlıklar

368
M.D.'den Özet Bilgiler
yaşamlarını iş ve dinlence diye ayırmadıkları için o zamanki çalışma kuralları bugün artık gerekli değil. Makro varlıklar insan yaratıcılığı ve verimliliğinin, Yüksek Ben'lerinden gelen sese uyduklarında en yüksek düzeyine ulaştığını idrak etmiş durumdalar. Bu anlayışın getirdiği sonuçlar, dünyanın tarihi boyunca yaratıcılık ve verimlilik açısından erişmiş olduğu en parlak çağı gerçekleştiren Makro topluma bakıldığında görülebilir.
Makro toplumun en önemli hedefi kişisel tekâmülü sağlamak olduğu için, öngörülen eğitimini tamamlayan herkes bu hedefe doğru ilerlemek üzere dilediği zaman çalışır.
Öğrenmeye her yaşta büyük değer verilmekle birlikte, biçimsel öğrenim doğumla başlar ve otuz yaşında sona erer. Bu ilk otuz yıl üçer yıllık on basamağa ayrılmıştır. Birinci basamak doğumla başlar ve üçüncü yaş gününde sona erer. İkinci basamak üçüncü yaş gününde başlar ve altıncı yaş gününde sona erer. Böylece bir basamağın sonu her zaman bir sonraki basamağın başlangıcıdır. Bu olgu, herhangi bir deneyimin sonunun hep bir başka deneyimin başlangıcı olduğu anlayışını destekler.
ÖĞRENİM BASAMAKLARI
BasamaklarYaş1.0-32.3-6Deneyimler
Öğrenim basamaklarının tümünde sevgi, araştırma ve sosyal etkileşim açısından öğrencilere deneyim kazanmalarını sağlayacak ortam hazırlanmakla birlikte, ilk iki basamakta bulunan her küçük 21 yaş ve üzerindeki abla ve ağabeylerden oluşan on kişilik bir grubun gözetimi altındadır.

369


M.S.2150
3.6-94.9-125.12-15Üçüncü basamağa başlayan öğrenciler kendi Alfarlarını seçerler. 3. ve 6. basamaklar arasındaki Alfa üyelerinin 15-30 yaş grubundan sadece birer abla ve ağabeyleri vardır.
15-18
6.
Altıncı basamağa gelen öğrenciler kendi Betarlarım seçerler ve meslek öğrenimine başlarlar.
7.18-218.21-249.24-2710.27-307. ve 10. basamaklar arasındaki Alfa üyelerinin, Makro toplumun 30 ve üzerindeki yaş grubunun en bilge üyelerinden birer abla ve ağabeyleri vardır.
Bu basamak sistemi, öğrencilerin, yaşamlarının (üçer yıllık on öğrenim basamağını kapsayan) ilk otuz yılı için öngörülen kişisel gelişmelerini sağlayacak çalışmalar üzerinde yoğunlaşmalarını kolaylaştırır. Her basamak kendi içinde, büyük çocukların küçüklere rehberlik yapmalarına özellikle olanak tanınacak şekilde düzenlenmiştir. Büyükler öğrendikleri konuları küçüklere uygulamalı aktarırken kendi bilgilerini de geliştirmiş olurlar. Bu sistem ayrıca kendine/başkalarına karşı güçlü bir sorumluluk duygusu aşılar.
Yaşamın ilk üç yılı insanın gelişmesi açısından çok büyük önem taşır, çünkü bu ilk üç yıl bilgi edinme aşamasındaki en duyarlı dönemleri içerir. Gelişmeye yönelik çalışma biçimleri uygun dönemlerde öğrenilmezse, ileride öğrenilmesi çok daha güç olacaktır. Bu nedenle ancak sabır, sevgi ve bilgelik açısından seçkin niteliklerini kanıtlamış kişiler birinci basamaktaki çocuklarla çalışmaya hak kazanırlar. Her yeni doğmuş bebek, birinci basamaktaki çocuklarla ilgilenmek üzere ayrılmış bir Alfa'da beş ağabey ve beş ablanın gözetimine verilir. Bu

370
M.D.'den Özet Bilgiler
ağabey ve ablalar sekizinci, dokuzuncu ve onuncu öğrenim ba-samaklarıyla (21-30 yaş arası) daha büyük yaş grupları arasından büyük özenle seçilirler. Mikro ana-babamn sorunlarından biri, çocuklarıyla uzun saatler ve günler boyu uğraşmak durumunda kalmanın getirdiği yorgunluk ve gerginlik olmuştur. Bu sorunu ortadan kaldırmak için ağabey ve ablalar -Makro toplumun diğer çalışanları gibi- günde ortalama dörder saat eğitimini üstlendikleri çocukla ilgilenirler; bu saatleri de onunla hem uyurken hem de uyanıkken eşit biçimde birlikte olabilmek amacıyla aralarında döndürerek sıraya koyarlar.
Üç-altı yaş arasındaki yaşamın ikinci üç yılı da bir başka önemli öğrenme dönemidir. Bu nedenle ikinci basamaktaki her çocukla ilgilenmek üzere yine ancak sabır, sevgi ve bilgelik açısından seçkin niteliklerini kanıtlamış olan beş ağabey ve beş abla görevlendirilir. Öğrenim basamaklarmdaki çocuklarla, sadece onlarla en iyi biçimde ilgilenebilecek kişisel niteliklere sahip ağabey ve ablalar çalışabilirler. İkinci basamak çocuklarıyla çalışmak isteyenlerin en az yirmi bir yaşında olmaları gerekir. Ancak, kendinden küçük çocuklarla çalışma konusunda özel yeteneği olanlar, bu yeteneği uygulamaya geçirme ve gösterme fırsatı bulurlar. İkinci basamaktaki çocuklarla çalışırken sabır, sevgi ve bilgelik açısından seçkin niteliklere sahip olduklarını gösterenler, birinci basamaktaki küçükler için de yararlı olacaklarını kanıtlarlarsa, çalışmalarını bu küçüklerle sürdürebilirler.
Üçüncü ve dördüncü basamaklardaki her Alfa çiftiyle yine Alfa çifti olan bir ağabey ve bir abla ilgilenir. Bu ağabey ve ablalar altıncı ve onuncu basamaklar arasındaki gruplardan seçilirler. Üçüncü ve dördüncü basamaklardaki her Alfa çiftiyle yine alfa çifti olan bir ağabey ve bir abla ilgilenir. Bu ağabey ve ablalar altıncı ve onuncu basamaklar arasındaki gruplardan seçilirler.
Üçüncü ve altıncı basamaklar arasındaki öğrencilerin ise

371

M.S.2150
ayrıca, bu basamaklardaki çocuklara rehberlik yapmak üzere uzmanlaşmış Kişisel Tekâmül rehberleri bulunur. Sürekli etkileşim ve karşılıklı kabul nedeniyle kuşaklar arasında görüş farkından doğan bir kopukluk söz konusu değildir. Tüm öğrenciler haftada en az beş saat K.T. rehberleriyle birlikte olurlar. Bu süre öğrencinin kendini/başkalarım/makrokozmosu ve kendisi ile bunlar arasındaki ilişkiyi anlamasına yönelik çalışmalara ayrılmıştır. Yaşam deneyimlerini yaratmaktaki sorumluluğu öğrenmek, bu deneyimlerin kendi, sadece kendi seçimimiz olduğunu kabul etmek, her deneyimin sunduğu dersleri idrak edebilmek ve bunları günlük yaşama uygulayabilmek, gelişmek için gerekli riskleri göze almak ve her şeyin oluşunu, zamanını ve yerini mükemmel olarak kabul etmek, Kişisel Tekâmül rehberiyle yapılan çalışmalarda öğrenilen konulardan birkaçıdır.
Yedinci ve onuncu basamaklar arasındaki öğrencilerin (18-30 yaş arası) de K.T. rehberleri vardır. Bu rehberler tüm Mak-ro toplumun otuz yaş ve üstündeki en akıllı ve olgun kişileri arasından seçilirler. Yedinci ve onuncu basamaklar arasındaki öğrenciler de haftada en az beş saat rehberleriyle birlikte olurlar.
Üçüncü ve beşinci basamaklar arasındaki öğrencilerin alışılmış günlük programı:
Saat
7-9 Makro anlamda düşünceye dalma ve meditasyon; herkesin kendi gelişmesi için öngördüğü yaşam biçimini kendine tanımlaması (ya da kabul etmesi) ve Alfa'daki arkadaşlarıyla kahvaltı.
9-10 M.D.'nin yardımıyla yaşamla ilgili konuları araştırma.
10-12 Makro Gelişme: M.D. ile yapılan çalışmaların onar kişilik gruplar halinde uzman rehberlerle tartışılması.
372
M.D.'den Özet Bilgiler
12-13 Alfa'daki arkadaşlarla öğle yemeği ve dinlenme.
13-14 M.D. ile çalışma.
14-17 Eğlence-öğrenme.
17-19 Makro dans, yüzme, akşam yemeği.
19-21 Kişisel Tekâmül rehberi ile çalışma, Makro anlamda düşünceye dalma ve meditasyon, herkesin kendi gelişmesi için öngördüğü yaşam biçimini kendine yeniden tanımlaması. (Gün boyunca gereksinim duyulan her zaman, bakış açısının hemen genişlemesini sağlayan Makro Dinlenme uygulanabilir.)
Altıncı ve onuncu basamaklar arasındaki öğrenciler de benzer bir günlük program uygularlar, ancak bu öğrenciler günde en az üç saatlerini mesleki çalışmalara ayırırlar. Söz konusu çalışmalar rehberlik, ziraat ve diğer uygulamalı sanat ve bilim alanlarında yapılır. Ayrıca yaşça büyük olan bu öğrencilere, tek başlarına düşünceye dalabilmeleri ve meditasyon yapabilmeleri için -genellikle parkta- daha fazla vakit bırakılır.
Üçüncü basamağa başlayan öğrenciler (6-9 yaş arası) kendi Alfarlarım kendileri seçerler. Bir beta öğrenci birimi birinci ve onuncu basamakları içeren (0-30 yaş grubu) on Alfa biriminden oluşur, ancak öğrenci Betar sadece son altı basamağın (12-30 yaş arası) öğrencileri tarafından seçilir.
Otuz yaşın altındaki nüfus, toplam nüfusun onda biri oranında tutulduğu için, Makro toplumda her Delta birimi öğrencilerden oluşan bir, yetişkinlerden oluşan dokuz Gama birimini içerir. İnsanı bilinen tarih boyunca çalışmaktan bezdiren tüm tekdüze ve ağır işler 2100 yılı dolaylarında bilgisayarlar ve hizmet mekanizmaları tarafından üstlenildi.

373

M.S.2150
Makro toplumda insanların birlikte olmak kadar yalnız kalmaya da gereksinme duydukları kabul edilir. Herkese her gün tek başına düşüncelere dalabilmesi ve meditasyon yapabilmesi için vakit bırakılır. Ayrıca herkesin içinde yalnız kalabileceği bir çalışma ve meditasyon odası vardır. İnsan isterse çalışma odasında yalnız kalabileceği gibi, isterse binaları çevreleyen ağaç dolu büyük parkta da doğayla baş başa güzel yürüyüşler yapabilir. 2150'nin Makro toplumunda artık kimse yalnız kalmaktan korkmuyor.
Yine de tek başına uyuyan hiç kimse yok, her Alfa biriminde her zaman bir kadınla bir erkek tarafından paylaşılan beş yatak odası bulunur. Makro toplumda cinsellik bir savunma ya da kaçış yöntemi olarak kullanılamaz, onun için Makro zihinler cinsellikle ilgili gizli kapaklı, korku verici düşünceler barındırmazlar. Herkesin birlikte büyüyeceği, gerçeği algılayış biçimini tartışacağı, içten sevip sevileceği ve böylece tekâmülüne ivme kazandırabilecek bir eşe gereksinimi olduğu kabul edilmiştir. Alfa'da bir eş diğerine şu sözü verir: "Tekâmülümüze yararlı olduğu sürece birlikte yaşayalım, yardımlaşalım ve birbirimizi yüceltelim!" Makro toplumun hedefi her zaman dengeli ve uyumlu bir birlikteliği sağlamak olmuştur.
Geleneksel mikro ailenin baskılı birlikteliği ve hastalıklı bağlılığı bugün artık tarihi bir gariplik ve karabasan olarak değerlendiriliyor. Makro adam yaşamını her şeyin gerçekte 'bir' olduğunu idrak edecek farkındalığa erişmeye adamakta özgürdür. O, önemli-önemsiz her şeyi sevebilecek yetenektedir.
Öğrenim, biçimsel eğitimin tarihi boyunca ilk defa sürekli ödüllendirici, uygulamalı oldu, korkutma ya da baskıdan uzak hale geldi. Artık olayların bezdirici, anlamsız bir biçimde bellenerek, bilgilerin yarışma havasmdaki sınavlarda sindirileme-den kusulması söz konusu değil. Makro toplumda öğrencinin herhangi bir alanda eriştiği yeterlilik ve beceri düzeyi ortaya koyduğu işle kanıtlanır. Her öğrenci araştırmacıların, rehber-
374
M.D.'den Özet Bilgiler
lerin ve M.D. denen eğitici makinenin yardımıyla, sözel ve matematiksel alandaki becerisini kendi özel yetenek ya da eğilimleri doğrultusunda özgürce geliştirir.
Makro farkmdalık arttıkça, mikro adamın son büyük korkusunun -ölüm korkusunun- da üstesinden gelindi. Çünkü Makro adamın farkındalığı diğer yaşamlarından bazılarını hatırlayacak kadar genişledi. Böylece tekrardoğuş (ruhun pek çok insan yaşamını deneyimleyerek tekâmülü) ve kişisel sorumluluk (ne ekersen onu biçersin) kavramları bugün artık birer kuram olmaktan çıktı, yaşamın idrak edilmiş gerçekleri haline geldi. Sizin zamanınızda Makro bakış açısına sahip olanlar bunu zaten biliyorlardı.
Makro toplumun amacı sonsuza dek genişleyen farkmdalık olduğu için, en büyük kültürel ödüller, önemli ölçüde bilgelik ve diğerlerine sevgi gösteren kişilere verilir. Oysa, 20. yüzyıl sporcularına ve eğlence dünyasındaki insanlarına akıllı ve sevecen insanlarından çok daha fazla değer vermiş ve böylece bir kaos yaratmıştır. 22. yüzyılın Makro toplumu bu dersi unutmaz.
2150'nin Makro Toplumunda
Bilinç Düzeylerine Göre Nüfus Dağılımı
Kişi
Onuncu bilinç düzeyinde 127
Dokuzuncu bilinç düzeyinde 3.306
Sekizinci bilinç düzeyinde 39.710
Yedinci bilinç düzeyinde 3.000.000
Altıncı bilinç düzeyinde 30.000.000
Beşinci bilinç düzeyinde 97.000.000
Dördüncü bilinç düzeyinde 78.000.000
Üçüncü bilinç düzeyinde 62.000.000
İkinci bilinç düzeyinde 20.000.000
Birinci bilinç düzeyinde 10.000.000
375


M.S.2150
Makro Toplumda Birimlere Göre Nüfus Dağılımı
Birim Adı Her Birimin Üye Sayısı Birim Sayısı
Alfa1030.000.000Beta1003.000.000Gama1000300.000Delta10.00030.000Aton100.0003.000Zton1.000.000300Kton10.000.00030Muton100.000.0003Makro TcDplum 300.000.0001M.D. 'ye göre Mikro Adam
Mikro adam, çağlar boyu, kendisi hakkındaki son derece kısıtlı bilgisiyle, "Kim geçmişini unutursa, onu tekrarlamaya mahkûm olur" sözünün gerçek olduğunu kanıtlayıp durdu. Mak-rokozmosun/evrensel zihnin/Tanrı'nm özünden, bu evrensel zihnin tasarımı ya da biçimlendirmesiyle yaratılmış bir ölümsüz ruhun parçası olduğunu unuttu; fiziksel bedeniyle birlikte bir de titreşimi çok yüksek olan ve bu yüzden aynen X-ışmları gibi gözle görülemeyen ruhsal bir bedeni (astral bedeni) olduğunu unuttu; belirli aralarla ruhu, zihni ve astral bedeni için daha yoğun bir maddeden oluşan bedenler seçtiğini de unuttu. Ve bu fiziksel bedeni mikro bakışla görebildiği için, onu tek bedeni sandı.
İnsan ruhları farkındalıklarını çok uzun zaman önce mak-rokozmik düzeyden mikroskobik düzeye indirip sınırladılar. Giderek daha fazla sınırlı bakış açısını deneyimledikleri için, okyanusun karanlık derinliklerinde yaşayan balıkların görme yeteneklerini yitirmeleri gibi, onlar da üst bilinç düzeyindeyken sahip oldukları güçlerini yitirdiler. Bu neden böyle oldu? Çünkü ruhlar benlikçi (ben-merkezci) mikro dünyaları deneyimle-mek istediler.
376
M.D.'den Özet Bilgiler
Mikro adam geçmişini ve böylece yaşam biçimini seçmekteki sorumluluğun kendisine ait olduğunu hatırlayamadığı için korku, öfke, çatışma, bedensel acı ve zevkle dolu pek çok yaşama mahkûm oldu. Sürekli ölüm korkusu altında, bu korkuyu anlık unutturmaya yönelik eylemlerle umutsuzca yok saymaya, bastırmaya çalıştı. Alkol, uyuşturucu, savaş, hatta iş, spor ve cinsellik mikro adamın yakında ölümle "sonsuza dek" sona erecek yalnız, yabancılaşmış varlığını unutabilmesi amacıyla kullanıldı. Mikro adam yetersizlik duygusunu ve korkularım yok saymaya yardımcı olsun diye uydurma tanrılar, cennetler ve cehennemler bile yarattı.
Ne mutlu ki, her zaman bilinç düzeyi yüksek ve bu yüzden diğerlerinden daha fazlasını hatırlayabilen birkaç varlık oldu. Bu varlıklar da çoğu kez şiddetle işkence gördüler, hapsedildiler, yakıldılar, çarmıha gerildiler. Yine de mikro bakış açısından kurtulmaya yönelik, gerçek olan tek umut yolunu gösterdiler. Etkileri çağlar boyu giderek büyüdü.
Mikro adam mikro deneyimlerden usandı, kaynağındaki makrokozmik farkmdalığa geri dönmeye çalışıyor. Kendine fizik beden edinmiş her ruh, şimdi, geçmişte ve gelecekte, her zaman her şeyle 'bir' olduğunu en sonunda hatırladığında, başkalarını kendi başına gelenlerden ötürü artık suçlayamayacak. Acı çeken mikro adam, dünyaya gelmeyi isteyip istemediğinin kendine asla sorulmadığından yakınarak bu konuda sorumluluk taşımadığını belirtti hep. Oysa farkmdalığı kendi Makro geçmişini hatırlayabilecek kadar arttığında, yaşam biçimini kendi seçimiyle tek başına yaratmış olduğunu bilecek. Böylece tüm deneyimlerinden sadece kendisinin sorumlu olduğunu idrak edecek.
Bu makrokozmik farkmdalığa erişen insan kaçınılmaz biçimde ektiğini biçeceğini de bilecek; böylece bireyler, ırklar ve uluslar arasındaki çatışmalar ortadan kalkmış olacak.
377

M.S.2150
M.D. 'ye göre Akaşik Kayıtlar
Akaşik kayıtlar makrokozmik belleği tanımlayan eski bir kavramdır.
Makro bakış açısından her şey sonsuz bir zihindir ve tüm deneyimler sürekli olarak ve sonsuza dek bu zihne kaydedilir. Böylece tam bir Makro farkmdahğa ulaştığınızda, geçmiş ve gelecekte olan her şeyi bilecek ve deneyimleyeceksiniz.
Akaşik kayıtlar, bilinç düzeyiniz yeterli olduğu takdirde geçmişteki olayları deneyimleyebileceğiniz bir boyutudur zihnin. Onuncu bilinç düzeyinin altında bulunanların kişisel akaşik kayıtları daha çok geçmiş olayların resim ve seslerini gösteren bir dizi video bant gibidir.
Her ruhun yaratılışından bu yana, Makro farkındalıktan uzaklaşmasıyla başlayarak tüm deneyimlerinin kaydedildiği bir akaşik kaydı vardır. Bu nedenle, ruhunuzun veya Makro zihnin anılarınızın bulunduğu bölümünü incelerseniz, kendi kişisel akaşik kayıtlarınıza bakıyor olursunuz. Ruhunuzun dene-yimlemiş olduğu herhangi bir geçmiş olayı akaşik kayıtlarınızı hatırladığınız (akaşik kayıtlarınızla bağlantı kurduğunuz) ölçüde yeniden yaşayabilirsiniz.
Onuncu bilinç düzeyinde bulunanlar genelde evrensel akaşik kayıtları kullanırlar, böylece tam bir Makro bakış açısı elde edebilirler. Yine de bir ruhun bu evrensel akaşik kayıtlarla bağlantı kurma yeteneği, içinde bulunduğu bilinç düzeyi ile sınırlıdır.
M.D. 'ye göre Düşler
Makro felsefe öğrencisini farkmdahğm Makro düzeylerine götüren en hızlı ve en kolay yol düşlerden geçer. Mikro adamın uyanıkken içinde bulunduğu bilinç düzeyi ne kadar sınırlı olursa olsun uyku sırasında yönetimi bilinçaltı veya ruhsal zihin ele alır. O düşleri deneyimlerinizi artırmak için sorunlara
378
M.D/den Özet Bilgiler
çözüm bulmak, zihinsel gerilimi gidererek bedeni gevşetip dinlendirmek, bugünü idrak etmeyi sağlayarak sizi yarma hazırlamak için kullanır.
İnsan, düşlerini Makro bakış açısından hatırlamayı ve yorumlamayı öğrendiğinde, tüm sorunlara çözüm getirecek bir bilgelik düzeyine eriştiren yola girmiş demektir.
Ama insan kendi yaşam biçiminin sorumluluğunu kabul etmezse, ne düşleri ne de başka bir şey gerçekte yine kendi kendine çektirdiği acıdan kurtulmasına yardım edebilir.
M.D. 'ye göre Farkındalık Düzeyini Yükseltme Yöntemleri
İnsanın farkındalık düzeyini yükseltmek için genelde başvurduğu üç zihinsel teknik vardır:
Makro Dinlenme (kısa meditasyon)
Makro Uyum
Makro Bağlantı
(1) Tarihte bugünkü Makro Dinlenme'ye kaynak olan çalışmalar, Makro farkmdahğa erişmek amacıyla zihnin bilinçli denetimine yönelik atılan ilk adımlardır. Atalarımız Makro Ben'i ya da evrensel zihni yeniden keşfettiklerinde, idrak aşaması yapmak için gerekli istek ve inancı geliştirmek amacıyla çalışmalara başladılar. İdrak aşaması yapmaktan söz ederken, idrakin, fiziksel beden ve zihnin zaman ve uzayla sınırlı mikro düzeyinden makrokozmik 'bir'liğin zaman ve uzayla sınırlı olmayan Makro düzeyine bilinçli çalışmalarla yükseltilmesi olgusunu ifade etmek istiyoruz.
Makro toplum oluşunca, herkes Makro Dinlenme diye adlandırılan bu idrak çalışmasını düzenli biçimde uygulamaya başladı. Makro Dinlenme'den başarılı sonuç almanın sırrı, uygulamaya mümkün olduğunca erken yaşta başlamakta saklıdır. Yine de bu, zihne aşağıdaki halleri kazandırmaya istekli olmak kaydıyla, daha yaşlı insanların Makro Dinlenme'den yararlanma-
379

M.S.2150
yi öğrenemeyecekleri anlamına gelmez:
a. Yaşam felsefesi olarak Makro felsefeyi benimseme.
b. Gerekli istek ve inanca sahip olma.
c. Kendinin/başkalarının ve içinde bulunulan koşulların
mutlak mükemmelliğini sevinçle kabul etme.
İlk iki hale bir kere erişildi mi, mikro bakış açısı bir sorun yarattığı ya da bir sorunu çözümlemekte başarısız olduğu her zaman Makro Dinlenme'ye ulaşmak için üçüncü hal uygulanabilir.
Zihni mikro bakış açısından kurtaran ve ona daha geniş bir bakış açısı edinmek üzere esneklik kazandıran hal zihnin bu üçüncü halidir. Bu hale erişilince, herhangi bir şeyi ürkütücü bulmak mümkün değildir.
Korku, öfke, düş kırıklığı gibi duygulardan henüz özgürle-şememiş olanlar için en uygun yol Makro Dinlenme uygulamaktır.
(2) Makro Dinlenme geliştirilip, Makro toplumun bütün üyeleri tarafından uygulanmaya başlandıktan sonra, Makro Uyum keşfedildi. Ruhun titreşim frekansı sadece Makro bakış açısıyla fark edilebilir. İkiz ruhların aynı zamanda fiziksel beden edinmeleri çok ender görülmekle birlikte, benzer titreşimlere sahip (ancak aynı değil) eşruhlar daha sık aynı dönemlerde enkarne olurlar. Her zaman Makro gelişmeye açık ruhlar için çekici olan Makro toplumda, bir ruhun birlikte enkarne olabildiği eşruhlannm sayısı her on bin kişide on bir kişiye ulaştı. Bu durum, M.D.'nin işitilebilir ruhsal titreşim kayrtla-rının da yardımıyla, Makro Uyum'un önündeki son engelleri ortadan kaldırmış oldu.
Makro uyum'a erişmek için şu ön koşullar gereklidir.
a. Yaşam felsefesi olarak Makro felsefeyi benimseme.
b. Gerekli istek ve inanca sahip olma.
c. Kendinin/başkalarının ve içinde bulunulan koşulların
mutlak mükemmelliğini sevinçle kabul etme (İlerleyelim ve bü-
yüyelim!)

380
M.D.'den Özet Bilgiler
d. Ruhsal tınıların (titreşimlerin) benzer olması.
e. Eşlerin ruhsal tınılarının fiziksel ya da telepatik olarak
karşılıklı algılanması.
Makro Uyum, titreşimleri birbirine çok yakın olan eşruh-larm birleşmeleri, 'bir' olmalarıdır. Bu hal fiziksel beden ve zihnin astral beden ve ruhsal zihin gibi birleşmesini, böylece cinsel ilişkinin bütün mikro kısıtlamalardan özgürleşmesini mümkün kılar.
Sürekli doyum ve mutluluk duygulan Makro Uyum'un doğurduğu önemli sonuçlardır.
Makro Uyum, Makro toplumun cinselliği mikro savunma aracı olarak kullanma güdüsünü tamamen ortadan kaldırdı, çünkü bir kez Makro Uyum'a ulaşıldığında, artık başka türlü bir cinsel deneyim doyurucu olamaz.
(3) Makro Bağlantı, insan bilincinin genişleme sürecindeki son adım oldu; Makro adamın her şeyin Makrokozmik 'bir' ligini daha uzun süre deneyimleyebilecek bilince erişmesini sağladı. Makro Dinlenme veya Makro Uyum'u hiç uygulamamış olanların Makro Bağlantı kurmaları, ancak Makro Bağlantı'yı deneyimlemiş eşruhlarmm telepatik yardımıyla mümkün olur. Bu tür bir yardım, gerekli istek ve inancın yerleşmemiş olmasının yaratacağı sorunlar nedeniyle, Makro Bağlantı'yı sadece başlatmak için etkili olabilir. Yine de Makro Bağlantı'ya ulaşmak için genelde gerekli ön koşullar şunlardır:
a. Makro felsefeyi benimseme.
b. Gerekli istek ve inanca sahip olma.
c. Kendinin/başkalarının ve içinde bulunulan koşulların
mutlak mükemmelliğini sevinçle kabul etme (İlerleyelim ve bü-
yüyelim!)
d.Evrenin kendinin/başkalarmm/Tanrı'nm/makrokozmo-sun- olumlu ve olumsuz tüm görünümünü sevinçle kabul etme.
e. Makro Bağlantı'yı yeni kurmaya başlayanlar için görsel ve/veya işitsel bir dürtü gerekli olabilir.

381
M.S.2150
2100 yılma kadar Makro toplumun sadece birkaç üyesi, bir iki saniyede kolayca yi tirili veren Makro Bağlantı'yi biraz daha uzatmayı başarabiliyordu. Ama geçtiğimiz elli yılda, genelde bir saat veya bir saatin üstünde süren Makro Bağlantı Makro toplum üyelerinin çoğunluğu tarafından uygulanabilir hale geldi. Bu durum, 2100 yılından bu yana tekâmülün nasıl bu kadar hızlandığını ve onuncu bilinç düzeyine nasıl adım atılabildiğini açıklıyor.
Ancak burada önemli bir sorun ortaya çıkıyor. Bir iki kere başarıyla Makro Bağlantı kurulduktan sonra, insan her şeyi sevinçle kabul edebilir hale geldiği için öyle bir huzur içinde oluyor ki, çoğu kez tekrar Makro Bağlantı kurma isteğini pek duymuyor. Ama yine de bu sorun sadece daha düşük Makro bilinç düzeyleri için söz konusu.

382
M.D.'den Özet Bilgiler
MAKRO ÖĞRENME EĞRİSİ
Bu eğri herhangi bir süreyi içerir -1 saat, 1 gün, 1 hafta, 1 ay, 1 yıl, 10 yıl, 1 yaşam süresi, birçok yaşam süresi, 1 kozmik gün ve gece v.b. gibi.
M.D. 'ye göre Metrik Zaman

Metrik ZamanMetrik Eşdeğerler1976'dakıeşdeğerlerM-yıl10M-aylyılM-ay10M-hafta (.1 M-yıl)36 günM-hafta10M-gün(.01 M-yıl)3.6 günM-gün10M-saat(.001 M-yıl)8.64 saatM-saat100M-dakika(.l M-gün)51.84 dakikaM-dakika100M-saniye (.001 M-gün)31.104 saniyeM-saniye.0001M-gün.3104 saniye

1976'nm zamanına göre 360 güne eşdeğer olan, 10 met-rik-ay (M-ay)'dan oluşan her metrik-yıl (M-yıl)'m sonunda beş, her üç yılın ardından gelen dördüncü yılın sonunda altı yıl dışı gün vardır.
Makro yıl, ilkbaharda gündönümü ile başlar (1976 zamanına göre 21 Mart). Ayların eski adları birinci ay (M-l), ikinci ay (M-2), üçüncü ay (M-3) v.b. olarak değiştirilmiştir.

383


M.S.2150
(Zaman birimleri, 1976'da yaşayan okuyucuların rahatça anlayabilmeleri için, Jon Lake'in günlüğünde 1976'daki eşdeğerleri ile anılmıştır.)
Makro Düzeyler-Ölçüt-Renkler
Ölçüt (Üç makro nitelik çok önemlidir)

Makro niteliklerMakro güçlerSevgiTelepatiBilgelikDurugörüYöneticilikÖnceden Bilme (Geleceği Görme)Geçmişi BilmePsikokinezi (PK)TelekineziAstral ProjeksiyonRenklerOnuncu bilinç düzeyiBeyazDokuzuncu bilinç düzeyi AkuamarinSekizinci bilinç düzeyi MaviYedinci bilinç düzeyiYeşilAltıncı bilinç düzeyiSarıBeşinci bilinç düzeyiEflâtunDördüncü bilinç düzeyi MorÜçüncü bilinç düzeyiPembeikinci bilinç düzeyiTuruncuBirinci (en düşük) bilinç düzeyi Gri 384

Jon'un Alfası
Adı Bilinç düzeyi Boyu Saç rengi Özellikleri
Jon Bir 1.78 sarisin

Carol Üç 1.78 esmer jon,un alfa esi

Alan Altı (Alfar) 1.83 sarisin canli zeki

Bonnie Dört 1.75 sarisin gamzeli sürekli gülümsüyor

Adam İki 1.87 kahverengi sevimli

Nancy iki 1.77 esmer parlak kahverengi gözlü

David Beş 1.82 esmer sürekli gülümseyen bir herkül

Diane Beş 1.72 sarisin ufak tefek cok bicimli bir bedene sahip

Steve Üç 1.92 sarisin sevecen sabirli bir yüz ifadesi var

Joyce Dört 1.77 kumral canli neseli



385