27 Ekim 2010 Çarşamba

CAHİLLİKTEN MASUMİYETE


CAHİLLİKTEN MASUMİYETE
Olgunluk bir fark dışında masumiyetle aynı anlama gelir: O, geri çağırılmış, yeniden ele geçirilmiş masumiyettir. Her çocuk masum doğar ama her toplum onu bozar. Bugüne kadar tüm toplumlar, tüm çocuklar üzerinde bozucu bir etki yaratmıştır. Tüm kültürler çocuğun masumiyetini sömürme, çocuğu sömürme, onu köleleştirme; politik, toplumsal, ideolojik hedefleri için kendi amaçları doğrultusunda onu koşullandırma üzerine kurulmuştur. Onların tüm gayreti çocuğu bazı amaçlar için bir köle olarak nasıl kullanacakları üzerinedir. Bu amaçlar menfaatler tarafından belirlenir. Din adamları ve politikacılar derin bir komplo içerisinde, birlikte çalışmaktalar.
Çocuk toplumunun bir parçası olmaya başladığı anda son derece değerli bir şeyi yitirmeye başlar; Tanrı ile temasını kaybetmeye başlar. Giderek daha fazla kafasında takılmaya başlar. Ve varlığa giden köprü ise kalptir. Kalp olmadan kendi varlığına ulaşamazsın; bu imkânsızdır. Kafadan varlığa giden doğrudan bir yol yoktur, kalp üzerinden gitmek zorundasın ve tüm toplumlar kalbe karşı yıkıcıdırlar. Onlar sevgiye karşıdır, duygulara karşıdır; onlar hisleri aşırı hassasiyet olarak adlandırıp kınarlar. Onlar yüzyıllardır âşıkları, sırf sevgi kafaya değil de kalbe ait olduğu için lanetlemişlerdir. Sevme kabiliyeti olan bir insan eninde sonunda kendi varlığını keşfedecektir ve bir kimse kendi varlığını bir kez keşfettiğinde tüm yapılardan, tüm kalıplardan özgürleşir. Tüm köleliklerden özgürleşmiştir. O saf özgürlüktür.
Her çocuk masum doğar ama her çocuk toplum tarafından bilgili hale sokulur. Bu yüzden okullar, kolejler, üniversiteler vardır; onların işlevi seni yok etmektir, seni bozmaktır.
Olgunluk senin kaybedilmiş masumiyetini yeniden kazanman demektir, cennetine yeniden sahip çıkmandır, yeniden çocuk olmandır. Elbette bir farkı vardır; sıradan bir çocuk kötü emellere alet olmak zorundadır ama ona tekrardan sahip çıktığında sen bozulamaz olursun. Hiç kimse seni kullanamaz, yeterince zeki hale gelirsin. Artık toplumun sana ne yaptığını biliyorsun ve tetiktesin ve farkındasın; bir kez daha olmasına izin vermeyeceksin.
Olgunluk bir yeniden doğuştur, manevi bir yeniden doğuş. Bir kez daha doğdun, tekrar bir çocuksun. Varoluşa taptaze gözlerle bakmaya başlarsın. Hayata kalbindeki sevgiyle yaklaşmaya başlarsın. Dinginlikle ve masumiyetle en derindeki özünün içine nüfuz edersin. Artık sadece bir kafa değilsin. Artık kafayı kullanıyorsun ama o senin hizmetkârın. Önce kalp olursun ve sonrasında da kalbin bile ötesine geçersin.
Düşüncelerin ve duyguların ötesine gitmek ve saf bir oluş haline gelmek olgunluktur. Olgunluk meditasyonun en sonunda çiçek açmasıdır.
İsa der ki, "Yeniden doğmadığın sürece Tanrının krallığına giremeyeceksin." Haklı, yeniden doğmak zorundasın.
Bir seferinde İsa çarşıda duruyordu ve birisi sordu, "Kimler senin Tanrının krallığına girmeye layık?" Etrafına bakındı. Orada bir haham vardı ve kendisinin seçileceğini umarak biraz öne doğru çıkmış olmalıydı ama seçilmedi. Kasabanın en erdemli —ahlakçı; sofu— kişisi oradaydı. Kendisinin seçileceğini umarak biraz öne doğru yeltendi ama seçilmedi. İsa etrafa bakındı; seçileceğini umut etmeyen, öne çıkmayan, bir santim bile yerinden kıpırdamayan küçük bir çocuk gördü. Onun seçileceğine ilişkin hiçbir fikir, bir soru ortada yoktu. O sadece manzaranın keyfini çıkartmaktaydı; kalabalık ve İsa ve insanlar konuşuyor ve o da dinliyordu. İsa çocuğu çağırdı, çocuğu kucağına aldı ve topluluğa dedi ki, "Bu küçük çocuk gibi olanlar, sadece onlardır Tanrının krallığına girmeye layık olanlar."
Ama unutma, "Bu küçük çocuk gibi olanlar..." dedi. "Küçük çocuk olanlar" demedi. İkisi arasında çok büyük bir fark var. "Çocuklar Tanrının krallığına girecek" demedi çünkü her çocuk bozulmak zorundadır, yanlış yola sapmak zorundadır. Her Adem ve her Havva cennet bahçesinden kovulmak zorundadır, yanlış yola sapmak zorundadır. Bu gerçek çocukluğa yeniden kavuşmanın yegâne yoludur: Önce onu kaybetmelisin. Bu çok garip ama hayat böyle. Bu çok paradoksal ama hayat bir paradokstur. Çocukluğunun gerçek güzelliğini bilmek için önce onu kaybetmelisin; aksi taktirde hiç bilemeyeceksin.
Balık, denizin nerede olduğunu, onu denizden çıkartıp kavurucu güneş altındaki kumlara atmazsan hiçbir zaman bilmez; ancak o zaman denizin yerini öğrenir. Artık denize özlem duyar, denize geri dönebilmek için her türlü çabayı sarf eder, denizin içine atlar. O aynı deniz ama aynı zamanda aynı deniz değil çünkü balık yeni bir ders aldı. Artık o farkında, artık o biliyor, "Bu, deniz. Ve bu benim hayatım. Onsuz ben bir hiçim; ben onun parçasıyım."
Her çocuk masumiyetini kaybetmeli ve sonra tekrar ele geçirmelidir. Kaybetmek sürecin sadece yarısıdır; pek çoğu onu yitirdi ama çok azı onu yeniden geri aldı. Bu yazık, çok yazık. Herkes onu kaybeder ama arada bir, bir Buda, bir Zerdüşt, bir Krishna, bir İsa onu yeniden kazanır. İsa evine geri dönmüş olan Adem'den başkası değildir. Magdalene evine geri dönmüş olan Havva'dan başkası değildir. Onlar denizin dışına çıktılar ve perişanlığı gördüler ve onlar saçmalığı gördüler. Onlar denizin dışında olmanın mutluluk verici olmadığını gördüler.
Bir toplumun, bir dinin, bir kültürün parçası olmanın perişan olmak, hapiste kalmak demek olduğunu fark ettiğin an, tam o zaman zincirlerinden kurtulmaya başlarsın. Olgunluk geliyor, masumiyetini yeniden kazanıyorsun

Hiç yorum yok: