10 Ekim 2010 Pazar

İYİ OLMAYA ÇALIŞMAYA BİR SON VER

                               İYİ OLMAYA ÇALIŞMAYA BİR SON VER
Tek günah farkında olmamaktır ve tek erdemse farkında olmaktır. Bilinçsiz olmadan yapılamayacak olan şey günahtır. Yalnızca bilinçli olarak yapılabilecek olan şey ise erdemdir. Farkında olduğun zaman birini öldürmen olanaksızdır; eğer farkındaysan şiddet kullanman mümkün değildir. Tecavüz etmek, çalmak, eziyet etmek; bunlar farkındalık varken olanaksız olan şeylerdir. Yalnızca farkında olmamak üstün geldiğinde, farkında olmamanın karanlığının içinde kaldığında her türden düşman senin içine girebilir.
Buda şöyle demiştir: Eğer bir evin içinde ışık varsa hırsızlar ondan kaçınır ve eğer bekçi uyanıksa hırsızlar hiç denemeye bile kalkmazlar. Ve şayet insanlar içeride yürüyor, konuşuyorlarsa ve henüz uykuya dalmamışlarsa hırsızların içeriye girmeleri ve hatta onu düşünmeleri bile imkânsızdır.
Tamamıyla aynı durum senin için de geçerli: Sen hiç ışık olmayan bir evsin. İnsanın sıradan hali mekanik bir işleyiştir: Homo mekanikus. Sadece isim olarak sen insansın, aksi taktirde eğitilmiş, becerikli bir makinesin ve ne yaparsan yap yanlış olacak. Ve unutma ne yaparsan yap diyorum; senin erdemlerin dahi farkında olmadığında erdem olmayacak. Farkında olmadığında nasıl erdemli olabilirsin? Erdeminin ardında kocaman, dehşetengiz bir ego gelecek; böyle olması kaçınılmaz.
Senin büyük bir işgücü ve gayret gerektiren öğrenilmiş, kazanılmış azizliğin bile nafiledir. Çünkü o basitlik ve alçakgönüllülük getirmeyecektir ve o yalnızca ego ortadan kalktığında gerçekleşen ilahi olanın muhteşem deneyimini getirmeyecektir. Bir azizin saygı duyulan hayatını yaşarsın ama herkes kadar zavallı olarak; içsel olarak çürümüş, içsel olarak anlamsız bir var oluş halinde. Bu yaşamak değil bu bitkisel hayat. Günahların günah olacak, erdemlerin de günah olacak. Ahlaksızlığın ahlaksızlık olacak, ahlakın da ahlaksızlık olacak.
Ben ahlak öğretmiyorum ve ben erdem öğretmiyorum çünkü farkındalık olmadan onların sadece gösteriş, ikiyüzlülük olduğunu biliyorum. Onlar seni yapmacık hale getirir. Seni özgürleştirmezler, seni özgürleştiremezler. Tam tersine seni hapsederler.
Sadece tek bir şey yeterlidir: Farkındalık her şeyi açan anahtardır. O varoluşun tüm kilitlerini açar. Farkındalık senin an be an, uyanık halde, kendinin bilincinde olarak ve etrafında olan biten her şeye anında yanıt verme bilinciyle yaşaman demektir. Ayna gibisin, yansıtıyorsun. Ve bu yansıtma öylesine bütündür ki, bu yansıtmadan kaynaklanan her eylem doğrudur çünkü uygun düşer, varoluşla ahenk içerisindedir. Gerçekte senin içinden çıkmaz; sen onu yapan değilsin. O tüm bağlamın içinden; koşullardan yükselir, sen ve her şey işin içindedir. Bu bütünlüğün içerisinden eylem doğar; o senin eylemin değildir, onu bu şekilde yapmaya sen karar vermedin. O senin kararın değil, senin düşüncen değil, senin kişiliğin değil. Sen yapmıyorsun, sadece onun olmasına izin veriyorsun.
Bu tıpkı güneş henüz doğmadan sabah erken yürürken yolda karşına bir yılan çıkması; düşünecek zamanın olmaması gibidir. Sadece yansıtabilirsin —ne yapıp yapılmayacağına karar vermek için zaman yoktur— aniden zıplarsın! Aniden sözcüğünü not et; tek bir an dahi kaybedilmez; aniden yolun kenarına sıçrarsın. Sonradan bir ağacın altına oturup üzerinde düşünebilirsin; ne oldu, nasıl yaptın. Ve kendi sırtını çok iyi becerdiğin için sıvazlayabilirsin. Ancak, aslında onu sen yapmadın; o oldu. O tüm bağlamın içinden çıkıp gerçek oldu. Sen, yılan, ölüm tehlikesi, hayatın kendisini koruma gayreti... ve bin bir tane farklı şey işin içindeydi. Bu koşulların tümü bu eyleme neden oldu. Sen yalnızca bir aracıydın.
Şimdi, bu eylem uygundur. Onu yapan sen değilsin. Dini bir şekilde söyleyecek olursak Tanrı onu senin aracılığınla yaptı. Dini şekilde konuşmanın tek yolu budur, başka şekilde değil. Bütün, parça aracılığıyla eylem yaptı.
Erdem budur. Bunun için hiçbir zaman pişman olmazsın. Ve bu gerçekten özgürleştirici bir eylemdir. Bir kez oldu mu bitmiştir. Yeniden eylemde bulunmak için özgürsün; bu eylemi kafanda taşımayacaksın. Psikolojik hafızanın bir parçası olmayacak; içinde hiçbir yara bırakmayacak. O kadar kendiliğindendi ki sende hiçbir iz bırakmayacak. Bu eylem hiçbir zaman karmaya dönüşmeyecek. Bu eylem hiçbir zaman sende sıyrık oluşturmayacak. Karma haline gelen bir eylem gerçekte eylem olmayan ama geçmişten, hafızadan, düşünceden gelen bir tepkidir. Karar veren, seçen sensin. O farkındalıktan değil farkında olmamaktan gelir. O zaman hepsi günahtır.
BENİM TÜM MESAJIM SENİN BİR BİLİNÇLİLİĞE İHTİYACIN OLDUĞUDUR, KARAKTERE DEĞİL. Bilinçlilik gerçek olandır, karakterse sahte oluştur. Karakter, bilinci olmayanların ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Gözlerin varsa bir baston kullanıp el yordamıyla yolunu bulmaya ihtiyaç duymazsın. Eğer görebilirsen başkalarına, "Kapı nerede?" diye sormazsın.
Karaktere gerek duyulur çünkü insanlar bilinçsizdir. Karakter sadece bir makine yağıdır; hayatını daha yumuşak bir biçimde yürütebilmene yardımcı olur. George Gurdjieff karakterin bir tampon olduğunu söylerdi. Tamponlar demiryolu trenlerinde kullanılır; iki kompartıman arasında tamponlar vardır. Bir şey olursa bu tamponlar iki kompartımanın birbirine çarpmasını engeller. Ya da süspansiyon gibidirler: Arabaların süspansiyonları vardır bu sayede yumuşak bir şekilde hareket edebilirsin. Süspansiyonlar devamlı olarak şokları emerler; onlara şok emici denir. Karakter de budur: Şok emici.
İnsanlara alçakgönüllü olmaları söylenir. Alçakgönüllü olmayı öğrenirsen, o bir şok emicidir; alçakgönüllü olmayı öğrenerek kendini başkalarının egolarına karşı korumayı öğrenirsin. Seni fazla incitemezler; sen alçakgönüllü bir adamsın. Eğer bir egoist olursan defalarca incinmen kaçınılmazdır —ego çok hassastır— o yüzden sen de egonu alçakgönüllülük battaniyesiyle sarmalarsın. Sana yardım eder, belli bir yumuşaklık sağlar. Ama seni dönüştürmez.
Benim işim dönüşümü içerir. Bu simyasal bir okul; ben senin bilinçsizlikten bilinçliliğe, karanlıktan aydınlığa geçmeni istiyorum. Sana bir karakter veremem, sana sadece bir içgörü, farkındalık verebilirim. Benim tarafımdan ya da toplum tarafından, kilise tarafından, devlet tarafından belirlenmiş bir kalıba göre değil, an be an yaşamanı isterim. Senin kendi küçük farkındalık ışığına göre, kendi bilincine göre yaşamanı isterim.
Her ana cevap vermeye hazır ol. Karakter senin hayatın her türlü sorusuna verilecek belirli bir hazır cevabının olması demektir, yani ne zaman bir durum ortaya çıksa belirlenmiş kalıplara göre karşılık veriyorsun. Kullanıma hazırlanmış cevaplarla karşılık verdiğin için o doğru yanıt olmuyor, o sadece bir tepki oluyor. Karakteri olan kişi tepki verir, bilinci olan kişi ise yanıt verir: Durumu içine alır, onu yansıtır ve bu yansıtmadan çıkarak eylemde bulunur. Karakteri olan kişi tepki verir, bilinci olan kişiyse eylemde bulunur. Karakteri olan adam mekaniktir, robot gibi işler. Zihninde bilgiyle dolu bir bilgisayar vardır; herhangi bir şey sor ona ve hazırlanmış cevap bilgisayarından akmaya başlasın.
Bilinci olan kişi geçmişten ve hafızadan değil yalnızca anın içinde eylemde bulunur. Onun eyleminde bir güzellik, doğallık vardır ve duruma karşı verdiği yanıt samimidir. Karakteri olan kişi her zaman eksik kalır çünkü hayat sürekli değişiyor; hiçbir zaman aynı değil. Ve senin yanıtlarınsa hep aynı, hiç gelişmiyor; gelişemezler onlar ölü.
Çocukluğunda sana belli şeyler söylediler; o orda kaldı. Sen büyüdün, hayat değişti ama sana ebeveynlerin ya da öğretmenlerin ya da rahiplerin tarafından verilen cevaplar hâlâ orada. Ve bir şey olduğunda sana elli yıl önce verilmiş olan cevaplara göre iş göreceksin. Ve elli yılda köprünün altından çok sular geçti; tamamıyla farklı bir hayat o artık.
Heraklit der ki: Aynı nehre iki kez giremezsin. Ve ben de sana diyorum ki: Aynı nehre bir kez dahi giremezsin, nehir öyle hızlı akıyor ki.
Karakter durgundur; O kirli bir havuz suyudur. Bilinç bir nehirdir.
Bu yüzden ben insanlarıma davranış kuralları vermiyorum. Ben onlara görecekleri gözler, yansıtabilecekleri bir bilinç, ortaya çıkacak her türlü duruma yanıt verebilecekleri ayna gibi bir varlık veriyorum. Ne yapılması ve yapılmaması gerektiğine ilişkin detaylı bilgiler vermiyorum; onlara on emir vermiyorum. Ve onlara emirler vermeye başlarsan onda duramazsın çünkü hayat çok daha karmaşıktır.
Kutsal Budist yazıtlarında bir Budist rahip için otuz üç bin tane kural vardır. Otuz üç bin tane kural! Herhangi bir zamanda ortaya çıkabilecek her tür durum için hazırlanmış bir cevap vermişlerdir. Ama otuz üç bin davranış kuralını nasıl hatırlayacaksın? Ve otuz üç bin tane davranış kuralını hatırlayabilecek kadar kurnaz birisi her zaman için onun dışına çıkacak yolları bulabilecek kadar da uyanık olacaktır; belli bir şeyi yapmak istemeyecek olursa ondan kurtulacağı bir yol bulacaktır.
Bir Hıristiyan azizi duymuştum: Birisi yüzüne tokat atmış bunun nedeni de o günün sabahındaki vaazda, "İsa eğer birisi yanağına bir tokat atarsa öteki yanağını da dön, der" demesiymiş. Ve adam da bunu denemek istemiş ve ona vurmuş, gerçekten çok sert vurmuş. Ve aziz de gerçekten sözünde samimiymiş, sözünün eriymiş: Ona diğer yanağını da vermiş. Ama adam da az değilmiş: Diğer yanağına da öncekinden de sert vurmuş. Sonrasında da şaşırmış: Aziz adamın üzerine atlamış ve çok sert bir şekilde vurmaya başlamış. Adam da demiş ki, "Ne yapıyorsun? Sen bir azizsin ve daha bu sabah birisi sana vurursa öteki yanağını da dön diyordun."
Aziz de, "Evet ama üçüncü bir yanağım yok. Ve İsa orada duruyor. Artık özgürüm; artık istediğim şeyi yapacağım. İsa'nın bu konuda verdiği bir bilgi yok" demiş.
İsa'nın hayatında da tıpkı bu şekilde oldu. Bir seferinde bir müridine, "Yedi kez bağışla" dedi. Mürit de "Olur" dedi. Adamın "Olur" deyişinden şüphelenen İsa, "Yetmiş yedi defa diyorum" dedi.
Mürit biraz rahatsız oldu ama, "Olur. Çünkü sayılar yetmiş yedide sona ermiyor. Yetmiş sekizden ne haber? Ondan sonra özgürüm, o zaman istediğim şeyi yapabileceğim!"
İnsanlar için kaç tane kural üretebilirsin? Çok aptalca, anlamsız. İnsanlar bu şekilde dindar oluyorlar ve yine de dindar değiller: Her zaman davranış kurallarının ve emirlerin dışına çıkacak bir yol buluyorlar. Her zaman arka kapıdan bir yol buluyorlar. Ve karakter en iyi ihtimalle sana deri kalınlığında, sahte bir maske verecek; deri kalınlığında bile değil: Birazcık şu azizlerini kazıyıver ve altta gizlenen hayvanı bulacaksın. Yüzeyden güzel görünürler ama sadece yüzeyden.
Senin yüzeysel olmanı istemiyorum; senin gerçekten değişmeni istiyorum. Ama gerçek bir değişim varlığının merkezi aracılığıyla gerçekleşir, çeperden değil. Karakter çeperleri boyamaktır, bilinçse merkezin dönüşmesidir.
HATALARINI GÖRMEYE BAŞLADIĞIN AN KURU YAPRAKLAR GİBİ DÜŞMEYE BAŞLARLAR. O zaman hiçbir şey yapmaya gerek yoktur. Onları görmek yeterlidir. Hatalarının sadece farkında olmak tek gerekli olan şeydir. Bu farkındalıkta onlar kaybolmaya, buharlaşmaya başlarlar.
Birisi yalnızca bilincinde olmazsa aynı hatayı tekrar etmeye devam edebilir. Bilinçsizlik aynı hatayı tekrar etmek için bir zorunluluktur ve hatta değiştirmek istesen bile başka bir biçimde aynı hatayı sürdürmeye devam edeceksin. Her şekilde ve her ebatta mevcutturlar! Yerlerini değiştireceksin, yerine yedeğini koyacaksın ama onu bırakamayacaksın çünkü derininde onun bir hata olduğunu göremiyorsun. Başkaları sana söylüyor olabilirler çünkü onlar görebilirler...
Bu nedenle herkes kendisinin çok güzel, çok zeki, çok erdemli, ermiş olduğunu düşünür ve hiç kimse onunla aynı fikirde değildir! Nedeni basittir: Başkalarına bakarsın, onların gerçeğini görürsün ve kendine karşıysa kurgular taşırsın, güzel kurgular. Kendin hakkında bildiğin her şey az ya da çok bir mittir; gerçekle hiçbir alakası yoktur.
Kişi kendi hatalarını görmeye başladığı an kökten bir değişim yerleşir. O yüzden çağlar boyunca tüm Budalar sadece bir tek şey öğretiyorlar; farkındalık. Sana karakter öğretmiyorlar; karakter rahipler, politikacılar tarafından öğretiliyor, Budalar tarafından değil. Budalar sana bilinç öğretiyorlar vicdan değil.
Vicdan senin üzerinde başkaları tarafından oynanan bir oyundur; başkaları sana neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylüyorlar. Sana kendi fikirlerini empoze ediyorlar. Ve onu ta senin çocukluğundan beri empoze ediyorlar. Ta en başından, senin üzerinde etki yaratabilmeleri, sende iz bırakabilmeleri ihtimalinin olduğu zamanlardaki masumluğun, kırılganlığın, hassasiyetin varken seni koşullandırdılar. Koşullanmanın adı vicdandır ve bu vicdan sürekli olarak senin tüm hayatına hükmetmeye devam ediyor. Vicdan toplumun seni köleleştirme stratejisidir.
Budalar bilinçlilik öğretir. Bilinçlilik doğruyu ve yanlışı başkalarından öğrenmemen demektir. Kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyacın yok, sadece içeri girmen gerekir. Yalnızca içe doğru yolculuk yeterlidir; ne kadar derine inersen, o kadar bilinç açığa çıkar. Merkeze ulaştığında o kadar çok ışıkla dolarsın ki karanlık kaybolur.
Odana ışık getirdiğinde karanlığı dışarı iteklemek zorunda değilsin. Işığın varlığı yeterlidir çünkü karanlık sadece ışığın olmamasıdır. Aynı şekilde tüm deliliklerin, çılgınlıklarında öyle.
Adolf Hitler gibi giyinmiş bir adam bir psikiyatrı ziyaret ediyordu.
"Gördüğünüz gibi bir problemim yok. Dünyadaki en güçlü orduya, ihtiyacım olan tüm paraya ve hayal edebileceğiniz, düşünülebilecek her türlü lükse sahibim" dedi
"O halde sorununuz ne olabilir?" diye sordu doktor.
"Karım, Kendisinin Bayan Weaver olduğunu düşünüyor" dedi adam.
Bu zavallı adama gülme. O senden başkası değil.
Adamın biri bir terzi dükkânına gitti ve tavanın ortasından bir koluyla asılı duran bir adam gördü.
"Bu adam orda ne yapıyor?" diye terziye sordu adam.
"Oh, lütfen ona ilgi göstermeyin, kendisinin bir ampul olduğunu düşünüyor" dedi terzi.
"Peki neden ona ampul olmadığını söylemiyorsunuz?" diye sarsılarak sordu adam.
"Ne?" diye sordu terzi. "Karanlıkta mı çalışayım yani?"
Deli olduğunu bildiğin anda artık deli değilsindir. Aklı başında olmanın tek kriteri budur. Cahil olduğunu bildiğin an bilge bir adam haline gelirsin.
Delfi'deki kâhin Sokrat'ın dünyadaki en bilge insan olduğunu ilan etti. Birkaç kişi hemen koşup Sokrat'a dediler ki: "Mutlu ol, kutla! Delfi'deki kâhin Sokrat'ın dünyadaki en bilge insan olduğunu ilan etti."
Sokrat da onlara, "Bu tamamen saçmalık. Bildiğim tek şey var o da hiçbir şey bilmediğim" dedi.
İnsanların kafaları karıştı ve şaşırdılar. Tapınağa döndüler ve kâhine, "Siz Sokrat'ın dünyadaki en bilge kişi olduğunu söylüyorsunuz ama bizzat kendisi bunu yalanlıyor. Tam tersine silme cahil olduğunu söylüyor. Sadece bir tek şey bildiğini ve onun da hiçbir şey bilmediği olduğunu söylüyor" dediler.
Kâhin kahkaha attı ve "Bu yüzden onu dünyadaki en bilge kişi ilan ettim. Tam olarak bu yüzden çünkü cahil olduğunu biliyor" dedi.
Cahil insanlar bilge olduğuna inanır. Deliler en aklı başında kişiler olduğuna inanır.
Ve sürekli dışarıya doğru bakmak insanoğlunun doğasının bir parçasıdır. Kendimiz dışında herkesi izledik; o nedenle de başkaları hakkında kendimizden daha çok şey biliyoruz. Kendimiz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Kendi zihnimizin işleyişinin tanığı değiliz, içimizde uyanık değiliz.
180 derecelik bir dönüşe ihtiyacın var; meditasyon tam olarak buna ilişkin bir şeydir. Gözlerini kapatıp izlemeye başlaman gerekir. Başlangıçta karanlıktan başka bir şey bulamayacaksın. Ve pek çok insan korkup dışarı kaçacak çünkü dışarıda ışık var.
Evet dışarıda ışık var ama bu ışık seni aydınlatmayacak, bu ışığın sana pek de bir faydası olmayacak. İçsel ışığa ihtiyacın var; varlığının tam içinden kaynaklanan bir ışığa, ölüm tarafından söndürülemeyecek bir ışığa, sonsuz bir ışığa. Ve ona sahipsin, potansiyel var! Onunla birlikte doğdun ama onu arkanda tutuyorsun; ona hiçbir zaman bakmıyorsun.
Ve yüzyıllar boyunca, pek çok hayat boyunca dışarı baktın, mekanik bir alışkanlığa dönüştü. Uyurken bile rüyalara bakıyorsun; rüyalar dışarının yansımaları demektir. Gözlerini kapadığında yeniden hayaller kurmaya ya da düşünmeye başlıyorsun; bu yine başkalarıyla ilgilenmeye başladığın anlamına geliyor. Bu o kadar kronik bir alışkanlık halini almıştır ki çok küçük aralıklar, aralığından kendi varlığına bakıp kim olduğunun ipuçlarını alabileceğin küçük pencereler bile yoktur.
Başlangıçta çok zor bir mücadeledir, çok çetindir. Zordur ama imkânsız değildir. Kararlıysan, içsel dünyanı keşfe kendini adadıysan eninde sonunda gerçekleşecektir. Sadece sürekli olarak kazmaya devam etmen gerekir, karanlıkla sürekli mücadele etmen lazım. Bir süre sonra karanlığı geçeceksin ve ışık alemine gireceksin. Ve bu ışık gerçek ışıktır, güneşin ya da ayın ışığından çok daha hakikidir çünkü dışarıdaki tüm ışıklar geçicidir; onlar sadece bir süreliğine vardır. Güneş bile bir gün gelip ölecek. Yalnızca küçük lambalar kaynaklarını tüketip sabaha doğru sönmezler, bu inanılmaz kaynaklara sahip güneş bile her gün ölmekte. Er ya da geç bir karadeliğe dönüşecek; ölecek ve ondan hiç ışık gelmeyecek. Ne kadar uzun yaşarsa yaşasın ölümsüz değil. İçsel ışık ölümsüzdür; bir başlangıcı ya da sonu yoktur.
Sana hata yapmayı bırak, kendini iyi bir insan yap, karakterini geliştir demek ilgimi çekmiyor, hiç çekmiyor. Karakterinle hiç ilgilenmiyorum; yalnızca senin bilincinle ilgileniyorum
Daha uyanık, daha bilinçli ol. Kendi içinde, varlığının merkezini bulana kadar giderek daha derine in. Çeperde yaşıyorsun ve çeperde daima kargaşa var. Derine indikçe etrafı kaplayan sessizlik de derinleşir. Ve bu sessizlik, keyif, ışık deneyimlerinde, yaşamın başka boyutlara doğru harekete geçer. Hatalar, yanlışlar kaybolmaya başlar.
O yüzden hatalar, yanlışlar, eksikler konusunda endişelenme. Sadece tek bir şey, tek bir olayla ilgilen. Tüm enerjini tek bir hedefe koy ve bu da nasıl daha çok bilinçli olacağın, nasıl daha aydınlanmış olacağın olsun. O kaçınılmazdır; tüm enerjini buna verirsen gerçekleşecek. O senin doğuştan sahip olduğun hakkındır.
AHLAK İYİ VE KÖTÜ NİTELİKLERLE İLGİLENİR. Bir insan —ahlaka göre— dürüstse, doğruysa, güvenilirse, inanılırsa iyidir.
Bilinçli bir insan sadece iyi bir adam değildir, çok daha fazlasıdır. İyi bir insan için iyilik her şeydir; farkında bir insan içinse iyilik sadece bir yan üründür. Kendi varlığının farkına vardığın an iyilik seni bir gölge gibi takip eder. O zaman iyi olmak için bir çabaya gereksinim yoktur; iyilik senin doğan olur. Ağaçların yeşil olması gibi sen de iyisin.
Ama "iyi adam" farkında olmak zorunda değildir. Onun iyiliği büyük bir çaba sonucudur, kötü şeylerle; yalan söylemekle, çalmakla, dürüst olmamakla, şiddetle, yalancılıkla savaşıyor. Onlar iyi adamın içindedir ama bastırılmıştır, her an yeniden püskürebilir.
İyi adam hiçbir çabaya gerek olmaksızın kötü adama dönüşebilir çünkü bu kötü niteliklerin hepsi oradadır, yalnızca harekete geçmemiş halde durmakta, büyük bir gayretle bastırılmaktadır. Şayet bu gayrete bir son verecek olursa onlar yaşamında hemen püskürmeye başlayacak. Ve iyi nitelikler sadece üretilmiştir, doğal değildir. Dürüst olmak, içten olmak, yalan söylememek için çok gayret gösterir ama o bir çabaydı, yorucuydu.
İyi adam her zaman ciddidir çünkü baskılanmış tüm kötü nitelikler onu korkutmaktadır. Ve o ciddidir çünkü içten içe iyiliği için paye edinmeyi, ödüllendirilmeyi arzular. Saygın olmak için yanıp tutuşmaktadır. Sözde azizlerin çoğunlukla sadece "iyi adamlardır."
"İyi adam"ın ötesine geçmek için sadece bir yol vardır ve bu da varlığına daha çok farkındalık getirmektir. Farkındalık üretilebilecek bir şey değildir; o zaten oradadır, sadece uyandırılması gerekir. Tamamen uyandığında yaptığın her şey iyidir ve yapmadığın her şey kötüdür.
İyi adam kötüden kaçınmak ve iyi şeyi yapmak için çok büyük bir gayret sarf etmek zorundadır; kötü onun aklını sürekli çelmektedir. O bir seçim; her an iyiyi seçmek ve kötüyü seçmemek zorundadır. Örneğin Mahatma Gandhi gibi bir adam; o iyi bir adam. Hayatı boyunca iyinin tarafında olmak için çok çalıştı. Ama yetmiş yaşındayken bile cinsel rüyalar görüyordu ve çok fazla kızgındı: "Uyanık olduğum zamanlar söz konusu olduğunda kendimi seksten tamamıyla özgürleştirebiliyorum. Ama uyurken ne yapabilirim? Gündüz bastırdığım her şey geceleyin geliyor."
Bu sadece şunu gösteriyor; o hiçbir yere gitmemiştir. O senin içindedir, sadece beklemekte. Gevşediğin anda, çabayı ortadan kaldırdığında —ve en azından uyurken gevşemek ve çabayı ortadan kaldırmak durumundasın— baskılamakta olduğun tüm kötü nitelikler rüyaların haline gelmeye başlar. Rüyaların senin bastırılmış arzularındır.
İyi adam sürekli çatışma halindedir. Hayatı keyifli değildir; içinden geldiği gibi gülemez, şarkı söyleyemez, dans edemez. Her şeyde sürekli yargılama yapar. Yaşamı lanetlemeler ve yargılarla doludur. Ve bizzat kendisi iyi olmak için çok çalıştığından başkalarını da aynı kriterlere göre yargılıyordur. Seni olduğun gibi kabul edemez; sadece onun iyi olma talebini gerçekleştirirsen seni kabul edebilir. Ve insanları oldukları gibi kabul edemediği için de onları lanetler. Senin tüm azizlerinin içi herkes için lanetlemelerle doludur; onlara göre hepiniz günahkârlarsınız.
Bunlar hakiki dindar insanın nitelikleri değildir. Hakikaten dindar bir adamın hiçbir yargısı yoktur, laneti yoktur. Bir tek şunu bilir ki hiçbir eylem iyi değildir ve hiçbir eylem kötü değildir; farkında olmak iyidir, farkında olmamak kötüdür. Farkında olmadan tüm dünyaya iyi gözüken bir şey bile yapabilirisin ama dindar kişi için o iyi değildir. Ve sen kötü bir şey yapabilirsin ve dindar kişi haricinde herkes tarafından lanetleneceksin. O seni lanetleyemez çünkü sen bilinçsizsin; senin şefkate ihtiyacın var yargılanmaya değil. Lanetlemek değil; sen cehennemi hak etmiyorsun, kimse cehennemi hak etmiyor.
Kesin bir farkındalık noktasına gelmenin seçmekle bir alakası yoktur; sen yalnızca ne iyiyse onu yaparsın. Onu masum bir şekilde yaparsın, tıpkı gölgenin seni takip ettiği gibi, çabasız. Koşarsan gölgen de koşar; durursan gölgen de durur ama gölge açısından bir gayret yoktur.
Farkında olan bir kimse iyi adamla eş anlamlı düşünülemez. O iyidir; ama çok farklı bir biçimde, çok farklı bir açıdan. O iyidir, iyi olmaya çalıştığından değil; iyidir çünkü o farkındadır. Ve farkındalıkta şeytani, kötü, tüm bu lanetleyici sözcükler karanlığın ışıkta kaybolması gibi kaybolurlar.
Dinler sadece ahlak olarak kalmaya karar verdiler. Onlar ahlaki kurallar; onlar toplum için kullanışlı ama senin için kullanışlı değil, birey için kullanışlı değil. Onlar toplum tarafından yaratılmış kolaylıklar. Doğaldır ki herkes çalmaya başlarsa yaşamak imkansızlaşacaktır; herkes yalan söylemeye başlarsa yaşamak imkansızlaşacaktır; eğer herkes düzenbaz olursa yaşayamazsın bile. O nedenle en alt seviyede toplum ahlaka ihtiyaç duyar; toplumsal bir menfaattir ama dini bir devrim değildir.
Sadece iyi olmakla yetinme.
Unutma, neyin iyi neyin kötü olduğunu düşünmek bile zorunda olmadığın bir noktaya gelmek zorundasın. Farkındalığının, bilinçliliğinin bizzat kendisi seni iyiye doğru götürüvermeli; bastırmak yok. Mahatma Gandhi'yi farkında bir adam olarak adlandırmazdım, sadece iyi bir adam ve gerçekten iyi olmak için çok çabaladı. Onun niyetlerinden şüphem yok ama iyilik konusunda takıntılıydı.
Farkında bir insan hiçbir şey için takıntılı değildir; takıntısı yoktur. O sadece rahattır, sakin ve sessizdir, dingin ve durudur. Sessizliğinin içinden ne çiçeklenirse iyidir. Her zaman iyidir; seçimsiz farkındalıkta yaşar.
O yüzden sıradan iyi adam kavramının ötesine geç. İyi olmayacaksın, kötü olmayacaksın. Sadece tetikte olacaksın, bilinçli, farkında ve sonra ne gelirse iyi olacak. Bir başka açıdan diyebilirim ki farkındalığının bütünlüğünde Tanrısallığa ereceksin. Ve iyi, Tanrısallığın sadece küçücük bir yan ürünüdür.
Dinler sana iyi olmayı öğretip duruyorlar ki bu sayede bir gün Tanrıyı bulasın. Bu imkânsız; hiçbir iyi adam Tanrısallığı bulamamıştır. Ben tam tersine olanı öğretiyorum: Tanrısallığı bul ve iyi kendiliğinden gelecek. Ve iyi kendiliğinden geldiğinde kendisine has bir güzelliği, zarafeti, basitliği ve alçakgönüllülüğü vardır. Ne burada ne de ahrette bir ödül istemez. O kendi kendisinin ödülüdür.

Hiç yorum yok: