12 Nisan 2014 Cumartesi

İnternetteki gelmiş geçmiş en büyük güvenlik açığı


İnternet trafiğinin önemli bir kısmının güvenliğini sağlayan kriptografik yazılım kütüphanesi OpenSSL’de çok ciddi bir güvenlik açığı tespit edildi.

"Heartbleed Bug" adı verilen bu açık güvenlik şirketi Codenomicun tarafından dün kamuoyuyla paylaşıldı ve  endişe kaynağı olmaya devam ediyor.
Mashable özellikle popüler sitelerin bug'dan etkilenip etkilenmediğini takip edip güncelliyor ve şifre değiştirmenin faydalı olup olmayacağı konusunda bilgi veriyor.
Mashable'ın listesine göre Facebook, Tumblr, LastPass, SoundCloud, Dropbox gibi sitelerin şifresini değiştirmekte fayda var. Google'da açıktan etkilendi ancak Mashable'a göre Google şifre değiştirmeye gerek olmadığını açıkladı.
Birçok yabancı basın yayın organı da kullanıcıları şifreleri konusunda uyardı.
İşte popüler sitelerin açıktan etkilenip etkilenmediğiyle ilgili liste:

Mashable'ın listesi:

Facebook: Etkilenip etkilenmediği bilinmiyor, şifresini değiştirmekte fayda var.

LinkedIn: Etkilenmedi

Tumblr: Etkilendi, şifrenizi değiştirmenizde fayda var.

Twitter: Henüz kesin bilgi yok.

Apple: Henüz kesin bilgi yok.

Amazon: Etkilenmedi

Google: Etkilendi (Gmail, YouTube, Wallet, Play, Apps ve App Engine etkilendi, Google Chrome ve Chrome OS etkilenmedi). Google kullanıcıların şifrelerini değiştirmeye gerek olmadığını açıkladı.  Ancak uzmanlar yine de şifrelerin değiştirilmesinin daha güvenli olacağını söylüyor.
Microsoft: Etkilenmedi

Yahoo: Etkilendi. Yahoo anasayfası, Yahoo Search, Yahoo Mail, Yahoo Finance, Yahoo Sports, Yahoo Food, Yahoo Tech, Flickr ve Tumbler patch'lendi, diğerleri için de Yahoo çalışıyor.
Gmail: Etkilendi. Google şifreleri değiştirmeye gerek yok dedi. 

Hotmail/Outlook: Etkilenmedi

Dropbox: Etkilendi, şifreyi değiştirmekte fayda var.

Evernote: Henüz belirlenemedi.

LastPass: Etkilendi

SoundCloud: Etkilendi. Kullanıcıların sign out yapması istendi.
NOT: Bu sitelerdeki zayıflıklar kısa sürede düzeltilebiliyor bu nedenle güncellemeleri takip etmek gerekiyor. Mashable'ın güncellemelerini buradan takip edebilirsiniz.
İngiliz basını uyardı
BBC televizyonu “Teknoloji firmaları şifrelerin acilen değiştirilmesini önerdi “ başlıklı haberinde OpenSSL kullananan servis vericilerin web sitelerine girilerek bilgilere ulaşılabildiğini bildirdi.
Google’un bazı kuruluşları uyardığı ve kullandıkları OpenSSL’lerini güncelleştirmelerini istediği öğrenildi. Şifreler değiştirilmeden internet servisi verenlere danışılması tavsiye edildi.
Yahoo, şifrelerini değiştirmeleri için e-maille, dosyalama , bankacılık işlemleri yapan yüksek güvenlik kurumlarına uyarı gönderdi.

Daily Mirror bugünkü birinci sayfadan verdiği “Tüm şifrelerinizi değiştirin” manşetli haberinde bilgisayar kullanıcılarının internet güvenliğinin sarsıldığını yazdı ve Heartbleed virüsünün, Google, Yahoo, Amazon, Facebook gibi online devlerinin sitelerinde özel bilgileri hack saldırılarına açık hale getirdiğini yazdı.

Web uzmanı Tony McDowell, “Herkes bu şekilde hacklenebilir ve dinlenebilir” dedi. Bu internet güvenlik sorununun iki yıldır olduğu ve Heartbleed virüsü yüzünden internet sitelerinin yüzde 66’sının hacklendiği ileri sürüldü. Saldırılarganlar geride iz bırakmadıkları için ne kadar bilginin bugüne kadar çalındığı öğrenilemedi.

Kanada gibi birçok yerde bazı online faaliyetlerin durdurulduğu anlaşıldı. Daily Mirror, yarım milyon e-ticaret firmasının riskte olduğunu ileri sürdü.
OpenSSL nedir?
OpenSSL’in ne olduğunu bilmeseniz de büyük ihtimalle onu kullanıyorsunuz. Kullandığınız uygulamalar ve ziyaret ettiğiniz internet sitelerinde, verileri gönderim ve alımı sırasında şifreleniyorsa OpenSSL kullanılıyor olma ihtimalleri oldukça yüksek. Örneğin, internetin yaklaşık yüzde 66′sını çalıştıran Apache web sunucusu OpenSSL kullanıyor.
Yapılan açıklamaya göre, OpenSSL’deki açık, normal koşullarda SSL/TLS şifreleriyle korunan bilgilerin çalınmasına izin veriyor. SSL/TLS web, e-posta, anlık mesajlaşma ve bazı VPN’lerin iletişiminin güvenlik ve gizliliğini sağlıyor.
Hearthbleed bug’ı OpenSSL yazılımının kırılgan versiyonları tarafında korunun sistemlerin internetteki herhangi biri tarafından okunmasına da izin veriyor. Bu servis sağlayıcıları tanımlamaya ve trafiği şifrelemeye yarayan gizli şifreleri ve kullanıcıların isim ve şifrelerini de güvensiz hale getiriyor. Açık, saldırganların iletişime kulak misafiri olması, doğrudan kullanıcı ve servis bilgilerinin çalınmasına neden olabilir. Bunun anlamı, kullanıcı adları, şifreler, kredi kartı bilgileri vs. gibi hassas bilgilerin tehlike altında olduğu.
OpenSSL’deki güvenlik açığının 2 yıldan uzun süredir kullanılan 1.0.1 ve 1.0.1f versiyonlarında olduğu belirtiliyor. Daha da kötüsü, bu açıkları kötüye kullanılması sonucunda sunucu log’larında hiçbir iz de kalmıyor. Yani sistem yöneticilerinin sunucularına saldırılıp saldırılmadığını anlamaları zor.
Açığı kim buldu?
Açığı, Google’ın güvenlik takımından Neel Mehta bulup OpenSSL’e bildirdi.
Heartbleed bug’ın siteleri etkileyip etkilemediği ya da açığın hala bir risk unsuru olup olmadığını buradan test edebilirsiniz.
İnternette şu ana kadar görülmüş en büyük güvenlik açığı denilen "Heartbleed bug"ın kaç web sitesini etkilediği tam olarak bilinmiyor
.

Kutsa Beni


 IMDB Puanı : 6.4/10 
bless-me-ultima-poster
Yapımı :2013 – ABD , PortoRiko
Tür : Dram , Savaş
Süre: 106 Dak.
Yönetmen : Carl Franklin
Oyuncular : Miriam Colon , David Rees Snell , Luis Bordonada , Hemky Madera , Richard Barela
Senaryo : Carl Franklin
Yapımcı : Jesse Beaton , Sarah Dileo 

Konusu:2.dünye savaşı sıralarında geçen bir olay canlandırılmıştır..Herşey 6 yaşındaki bir çocuğun gözünden anlatılmaktadır..Olaylar 6 yaşındaki bir çocuk ve ailesinin yaşlı bir şifacının hayatına girmesiyle başlar..Çocuğa yazık olacak ve olayların içinden çıkamaz hale gelecektir…İzlemeye doyamayacağınız dram içerikli bir yapım..İyi seyirler.

http://gunlukfilm.com/kutsa-beni-ultima-bless-me-ultima-2013-turkce-dublaj-izle.html?postTabs=3#.U0j_bPl_seg

Ölüme doğru

deadfall-İzle
Yönetmen:Stefan Ruzowitzky
Tür: Dram – Gerilim – Suç
Yıl: 2012
Ülke: Kanada
Süre: 95 Dk. 
Oyuncular : Eric Bana as Addison – Olivia Wilde as Liza – Charlie Hunnam as Jay
Konusu: Gerilim ve suç kategorilerinde oldukça başarılı bir film olan Deadfall 2 kardeşin hikayesini anlatmaktadır. Addison ve Liza iki kardeştir. Kardeşler bir gün bir kumarhaneyi soymaya kalkarlar; fakat işler pekte istedikleri gibi gitmemektedir. Kumarhane soygunu sonrası büyük bir ganimetle kaçmış olsalarda bazı şeyler peşlerini bırakmayacaktır. Diğer yandan emekli şerif Chet, June ve eski bir boksör olan Jay ailesi de Şükran günü yemeği için hazırlık yapmaktadır. Normalde birbiri ile alakasız görünen bu insanların yolları kesiştiğinde neler olur acaba? Filmde gerilim, heyecan ve aksiyona doyacaksınız… İyi seyirler.
http://gunlukfilm.com/olume-dogru-deadfall-2012-turkce-dublaj-izle.html#more-38679

11 Nisan 2014 Cuma

ölüm makinesi - the machine

Zeki makineler teknolojinin ilerlemesi ile 2 bilgisayar programcısı tarafından bir robot olarak kodlanmıştır ve amaçları insanlığa yardım etmektir. Ne yazı ki Savunma bakanlığı onların buluşunu çalar ve robot’a ölüm makinesi olmayı öğretirler ve olaylar çığrından çıkar . Bilgisayar programcıları bu yapay zekaya hayran olacaklardır ve peşini bırakmayacaklardır ve olaylar iyice çıkılmaz bir boyuta girecektir.

http://www.filmifullizle.com/olum-makinesi-the-machine-2013-turkce-dublaj-izle.html/7

9 Nisan 2014 Çarşamba

Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi

Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi 1
Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi
Vizyon Tarihi (1s 49dk
Yönetmen:
Oyuncular:Martin FreemanYasiin BeySam Rockwell devamı...
TürBilimkurgu , Komedi , Macera
ÜlkeABD



Ütopik bir evrende geçen filmde, dünya içinde yaşayanların haberi olmaksızın yok olmak üzeredir. Arka plandaki korkunç planları bir şekilde keşfeden kişi ise Arthur Dent olacaktır. Arthur Dent normal bir sabaha uyandığı günlerden birinde, üzerinden otoyol geçeceği için istimlak edilen evinin yıkılmasını önlemek için kendisini yıkım araçlarının önüne siper eder. Bu küçük olayın ardında yatan gerçek ise son derece ürkütücüdür. Galaksiler arası yapılacak bir otoyol söz konusudur ve dünya bu otoyolun tam orasında yer almaktadır. 'Otostopçunun Galaksi Rehberi' isimli bir yayının dünya ayağındaki muhabiri olan Ford Prefect, Arthur'u bulup onu galaksiler arası bir yolculuğa çıkarır. Arthur bu maceralı yolculuk sırasında hayata dair birçok şeyin anlamını yeniden yorumlayacaktır.
Douglas Adams tarafından yazılan Otostopçunun Galaksi Rehberi bir süre sonra büyük bir efsaneye dönüşen ve kendine has önemli bir hayran kitlesine sahip olan bir romandı. Film de bu kitaptan uyarlanan onlarca eserden biri.
Orijinal adı
The Hitchhiker's Guide to the Galaxy
İlginç bilgiler
-
Dağıtımcı
-
Türkiye Box Office
-
Yapım yılı
2005
Bütçe
50 000 000 $
Daha fazla
http://www.fullfilmhdizle.com/bir-otostopcunun-galaksi-rehberi-turkce-dublaj-hd-film-izle.html

otostopçunun galaksi rehberi-5



DOUGLAS ADAMS
HER OTOSTOPÇUNUN GALAKSİ

REHBERİ

Türkçesi: Serhat Dalkır Jonny Brock, Clare Gorst ve tüm öbür Arlingtonianlılarca sunulan çay, ilgi ve rahat koltuk için

Her Otostopçunun Galaksi Rehberi

Galaksimizin haritası bile çizilmemiĢ ücra bir köĢesinde, pek fazla bilinmeyen Batı Sarmalı kolunda gözden ırak, küçük, sarı bir güneĢ vardır. Bu güneĢin yörüngesinde, aĢağı yukarı doksaniki milyon mil uzaklıkta, pek göze batmayan yeĢil
-mavi bir gezegen
vardır. Bu gezegende yaĢayan maymundan türemiĢ yaĢam biçimleri o kadar ilkeldirler ki dijital saatlerin çok parlak bir buluĢ olduğunu düĢünürler hâlâ. Bu gezegenin Ģöyle bir derdi vardır
-
ya da daha doğrusu vardı
-
: üzerinde yaĢayanların büyük bir bölümü yaĢamlarının büyük bir bölümünde mutsuzdular. Bu soruna birçok çözüm önerildi, fakat çözümlerin çoğu küçük yeĢil kağıt parçalarının hareketlerine iliĢkindi. Bu da çok saçmaydı çünkü eninde sonunda mutsuz olan küçük kağıt parçaları değildi.

Böylece sorup varlığını sürdürdü; insanların çoğu rahatsızdı, birçoğu
 da sefil, dijital saati olanlar bile.
Her Ģeyden önce ağaçlardan inmekle büyük bir yanlıĢ yaptıklarını düĢünenlerin sayısı günden güne artıyordu. Bazıları ise aslında ağaçların bile kötü bir yer olduğunu, okyanusları terk etmemiĢ

olmaları gerektiğini söy
lemekteydi.
Sonra, adamın birinin sadece değiĢiklik olsun diye, insanlara iyi davranmanın ne kadar hoĢ olabileceğini söylediği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaĢık olarak
ikibin
yıl sonra, bir PerĢembe günü, Rickmonsworth'da küçük bir kafede yalnız baĢına oturan bir kız birdenbire bütün bu zaman içinde ters giden Ģeyin ne olduğunu kavrayıverdi.  Artık kız dünyanın nasıl iyi ve mutlu bir yer haline getirilebileceğini biliyordu. Bu kez doğruydu, bu çözüm iĢleyecek ve kimsenin bir yerlere çivilenmesi ge
rekmeyecekti.
Üzücü olan, kızın bir telefon bulup da buluĢunu bilerine söyleyemeden, korkunç ve aptalca bir felaketin gerçekleĢmesi ve bu parlak fikrin sonsuza kadar yitip git
mesi. Bu o
kızın öyküsü değil. Fakat o korkunç ve aptalca felaketin ve bazı sonuçlarının öyküsü.  Aynı zamanda bir kitabın, "Her Otostopçunun Galaksi Rehberi" adında bir kitabın öyküsü Kitap bir Dünya Kitabı değil, Dünya'da hiç yayınlanmadı, o korkunç felaket olana kadar da hiçbir Dünyalı onu görmedi,
hatta
adını bile duymadı Yine de baĢtan sona rikkate değer bir kitap.

Gerçekte, belki de Küçük Ayı takımyıldızının hiçbir Dünyalı'nın duymadığı büyük yayınevlerinin çıkardığı bütün zamanların en dikkate değer kitabı. Yalnızca dik
kate
değer değil, aynı zamanda büyük bir baĢarının sa
hibi
de: "Gezegenlerarası Ev Bakımı
Derlemesi
'nden daha popüler, "Sıfır Yerçekiminde Yapılabilecek Elliüç ġey Daha 'dan daha çok satmıĢ, ve Oolon Colluphid'in bombası felsefe üçlemesi "Tanrı Nerede Hata


Yaptı" , Tanrı'nın En büyük YanlıĢlarından Birkaçı Daha," ve " Kimdir Bu Tanrı Denilen," kitaplarından daha tartıĢmalı bir kitap.

Galaksi'nin DıĢ Doğu Kıyısı'nın daha rahat uygarlıklarında Her Otostopçunun Rehberi, bütün bilgi ve bilgeliğin standart kaynağı olan Galaktika An
siklopedisi'nin yerini daha
Ģimdiden aldı bile, çünkü birçok eksiğine ve uydurma, ya da en azından aĢırı de
recede
eksik bilgi içermesine rağmen, daha eski olan öncekini iki noktada yaya bırakıyor: Birincisi, biraz daha ucuz, ikincisi, kapağının üzerinde büyük dostça harflerle "Paniğe
Ka
pılmayın" yazmakta.

Fakat o korkunç ve aptalca PerĢembe'nin olağandıĢı sonuçlarının ve bu sonuçların dikkate değer bu kitapla çözülemez biçimde iç içe geçmesinin öyküsü çok yalın biçimde baĢlıyor. Bir evle baĢlıyor.





Köyün hemen ucundaki. yamaçta tek baĢına

duran evden Batı Yakası'nın uçsuz bucaksız tarlaları görünmekteydi. Evin dikkat çekici hiçbir yanı yoktu. AĢağı yukarı otuz yaĢlarında gecekonduyu andıran karemsi, tuğladan yanılmıĢ bi yapıydı ve ön tarafındaki dört pencere boyutları ve oranlarıyla gözü

hoĢnut etmekten oldukça uzaktı.

Evin yalnızca bir tek kiĢi için bir anlamı vardı: Arthur Dent, çünkü bu onun içinde yaĢadığı evdi. Neredeyse üç yıldır, kendisini sinirli ve alıngan yapan Londra'dan ayrılalı beri burada oturuyordu. Otuzlarında, uzun boylu, siyah saçlıydı ve hiçbir zaman kendisiyle barıĢık değildi.  Arthur Dent'i en çok tedirgin eden insanların biteviye niye bu kadar endiĢeli göründüğünü sormalarıydı. ArkadaĢlarına her zaman sandıklarından daha ilginç ol
-
duğunu söylediği yerel radyoda çalıĢıyordu. Gerçekten de öyleydi arkadaĢlarının çoğu reklamcıydı.

ÇarĢamda gecesim Ģiddetli bir yağmur yağmıĢtı, yol ıslak ve çamurluydu. Oysa PerĢembe sabahı Arthur Denlin evine son kez vuran güneĢ pırıl pırıl parlıyordu.

Belediye Konseyi'nin evi yıkıp yerne bu karayolu geçidi yapma kararı henüz Arthur'a uygun biçimde tebliğ edilmemiĢti.

PerĢembe sabahı saat sekizde Arthur kendim pek iyi hissetmiyordu. Uyandığında gözleri kan çanağına dönmüĢtü. Kalktı, bulanık gözlerle odasında dolaĢtı. Pen
cereyi
açtı, buldozeri gördü. Terliklerini bulup ayaklarını yere vura vura banyoya yöneldi.

ĠĢte fırçanın üzerinde diĢ macunu,
-
öyleyse fırçala.

TıraĢ aynası
-
tavanı gösteriyor. Düzeltti. Bir an için ikinci bir buldozer görüntüsü yansıdı banyonun penceresinden. Düzgünce yerleĢtirdiği ayna Arthur Dent'in sakallarını gösteriyordu Onları kazıdı, yüzünü yıkadı, kuruladı, atıĢtırmak için bir Ģeyler bulma umuduyla mutfağa gitti ayaklarını yere vurarak.

Çaydanlık, f
i
Ģ, buzdolabı, süt, kahve, esne.

'Buldozer" sözcüğü kafasının içinde bağlantı kurabileceği bir Ģeyler arayarak bir süre
gezindi .
Mutfak penceresinden görünen buldozer oldukça büyük bir Ģeydi.



Ona baktı.

"Sarı" diye düĢündü ve ayaklarını yere vura vura yatak odasına giyinmeye gitti sonra.

Banyonun önünden geçerken büyük bir bardak su içmek için durdu; sonra bir tane daha. AkĢamdan kalma olabileceğini düĢünmeye baĢladı. Niye akĢamdan kalmaydı? içmiĢ miydi geçen gece? Öyle olduğunu varsaydı. TıraĢ aynasında bir parıltı yakaladı. "Sarı"

Durdu ve düĢündü. Meyhane, diye düĢündü. Ah tabi, meyhane. Hayal meyal kızgın olduğunu, o zaman önemli görünen bir Ģeye kızmıĢ olduğunu anımsadı. Çev
-
resindekilere bu konudan söz ediyor, uzun uzun bir Ģeyler anlatıyordu. EndiĢe 'cindeydi. Anımsayabildiği en berrak görüntüler, karĢısındakilerin yüz ifadeleriydi. Yeni duymuĢ olduğu bir karayolu geçidi hakkında bir Ģeyler. Aylardır yürürlükteydi, yine de kimse bu konu hakkında bir Ģey biliyormuĢ gibi görünmüyordu. Gülünç. Bir yudum su aldı. Kendi kendine yoluna girer, diye karar verdi. Kimse bir geçit istemiyor, Belediye Konseyinin tutunacak dalı yok. Kendi kendine yoluna girer.

Tanrım ne korkunç bir sarhoĢluğun pençesindeydi. Elbise dolabının aynasında kendisine baktı. Dilini çıkardı Sarı diye düĢündü. "Sarı" sözcüğü kafasının içi
nde
bağlantı kurabileceği bir Ģeyler arayarak bir süre gezindi.

OnbeĢ saniye sonra dıĢarıdaydı, bahçe yolunda ilerleyen büyük sarı bir buldozerin önünde uzanmıĢ yatıyordu.
 * * *
Bay L. Prosser, onların tanımıyla bir insandı. Diğer bir deyiĢle, maymunda
n gelen,
karbon esaslı, iki ayaklı bir canlı türüydü. Ayrıntılara girecek olursak, kırk yaĢında, ĢiĢman ve kılıksızdı. Yerel konseyde çalıĢıyordu. ġurası gariptir ki, iç içe geçmiĢ ırkların kuĢaklar boyu kaynaĢmasının genlerine oynadığı oyun nedeniyle far
k edilir
Moğol özellikleri taĢımasa da, Cengiz Han'ın baba tarafından doğrudan torunuydu.
Bay L. Pros
ser'deki yüce soyunun izleri yalnızca göbek çevresindeki fark edilir kalınlık ve küçük kürk Ģapkalara olan eği
limiydi.





Kesinlikle büyük pir savaĢçı değildi: çoğu zaman sinirli ve endiĢeliydi. Bugün özellikle siniri ve endiĢeliydi çünkü iĢiyle
-
 Artnur Dent'in evinin gün bitmeden or
tadan
kaldırıldığını görmek
-
ilgili bir Ģey ciddi biçimde ters gidiyordu.

"Kalkın oradan Bay Dent," dedi, "kazanamayacağınızı
 biliyorsunuz. Sonsuza dek
buldozerin önünde uzanamazsınız." Gözlerinin öfkeyle parlaması için uğraĢtı ama gözleri bunu beceremedi.

 Arthur çamurun içinden onun sesir' bastırdı.

"Gözüm pektir benim," dedi, "ilk kim paslanacak göreceğiz."

"Korkarım bunu kabul etmek zorunda kalacaksınız," dedi Bay Prosser eliyle kavradığı kürk Ģapkasını geriye doğru iterek "bu geçit inĢa edilmelidir ve edilecektir!"

"Ġlk kez duyuyorum bunu," dedi Arthur, "neden inĢa edilmek zorunda olsun ki?"

Bay Prosser bir süre parmağını ona doğru salladı, sonra durdu ve geriye çekti parmağını.

"Neden inĢa edilmek zorunda olsunla ne demek istiyorsun?" dedi. "Bu bir geçit. Geçitler inĢa edilmelidir." Karayolu geçitleri bir kısım insanın A noktasından B noktasına hızla ulaĢmasını, diğer taraftan baĢka bir kısım insanın da B noktasından A noktasına sıçramasını sağlayan, gereçlerdir. C noktasında yaĢayanlar, tam ortadaki nokta olarak, B noktasındakilerin A noktasına gitmeye, A noktasındakilerin de B noktasına gitmeye neden bu kadar istekli olduklarını merak ederler. Çoğunlukla da insanların bir kere ve tamamıyla hangi cehennemde olmak istiyorlarsa oraya
gitmelerini dilerler.
Bay Prosser D noktasında olmayı dilerdi. D noktası özel bir yer değildi, yalnızca A, B ve C noktalarından çok uzakta herhangi uygun bir noktaydı. D noktasında küçük, güzel, kapısının üzerinde baltalar olan bir kulübesi olsun, ve E noktasında, yani D noktasına en yakın meyhanede biraz hoĢça zaman geçirebilsin isterdi. Karısı sarmaĢık güllerini
tercih ederdi, ama o baltalar
ı yeğliyordu. Neden olduğunu bilmiyordu, yalnızca hoĢ
-
lanıyordu baltalardan. Buldozer sürücülerinin alaylı sırıtıĢları karĢısında kıpkırmızı
kesildi.




 Ağırlığını bir ayağından diğerine veriyordu ama her durumda da rahatsızdı. Birilerinin ürkünç biçimde acz içinde olduğu su götürmezdi. Tanrıdan bunun ken
disinin
olmamasını diledi.

"Ġbrazlarınızı ve Ģikayetlerinizi zamanında ya
pabilirdiniz." dedi Bay Prosser.
"Zamanında?" diye uludu Arthur "zamanında ha?" "Dün evime gelen bir iĢçiden
duydum bunu ilk kez.
Ona pencereleri silmeye mi geldin diye sorduğumda hayır evi yıkmaya geldim dedi. Bunu hemen söylemedi tabii. Hayır. Önce birkaç pencereyi silip benden bir beĢlik aldı. Ondan sonra söyledi."

"Ama Bay Dent, planlar yerel planlama dairesinde dokuz aydır asılıydı."

"A evet, duyar duymaz hemen planları görmeye gittim dün öğleden sonra. Kıçınızı koltuklarınızdan kaldırıp listelerde adı bulunanların hiçbirine haber vermediniz değil mi? Hiç kimseye hiçbir Ģey söylemediniz yani."

"Ama planlar askıdaydı..."

"Askıda? Onları en sonunda mahzende bulabildim."

"ĠĢte orası ihbar bölümüdür."
 "Bir fener ile."
"Ah, ıĢıkları söndürmüĢler demek ki"

"Merdivenler de karanlıktı"

"Bakın, sonunda ihbarı buldunuz, değil mi?"

"Öyle," dedi Arthur "buldum. Kullanılmayan bir helaya tıkılmıĢ, kapağında Dikkat Leopar yazan kilitli bir dolabının dibinde"

BaĢlarının üzerinden geçen bulutun gölgesi soğuk çamurun içinde dirseğine dayanmıĢ yatan Arthur Dent'in üzerine düĢtü. Ardından aynı bulutun aynı gölgesi Dent'in evinin üstünü kapladı. Bay Prosser çatık kaĢlarıyla buluta bakıyordu.

"Pek de öyle güzel bir evmiĢ gibi durmuyor," dedi.

"Özür dilerim, ama sevmiĢ bulunuyorum onu.

"Geçidi de seveceksiniz."
 "Kes sesini," ded; Arthur Dent. "Kes sesini de git bu
radan, boktan geçidini de birlikte

götür. Sen de biliyorsun ki tutunacak bir dalın yok."



Kafası bir an için Arthur Dent'in alev alev yanan evinin ve sırtı en az üç yerinden tutuĢmuĢ olarak çığlık çığlığa koĢan Arthur'un anlatılması güç ama fena halde çe
kici
görüntüleriyle dolan Bay Prosser ağzını birkaç kez açıp kapadı. Bu tür hayaller Bay Prosser'i sık sık ziyaret eder onun sinir sistemini altüst ederdi. Bir süre ke
keledikten
sonra toparladı kendini.
 "Bay Dent" dedi. "Alo? Efendim?" dedi Arthur.
"Size bazı faydalı bilgiler. Bu buldozerin üzerinize sürülmesini emredersem ne kadar zarar vereceği hakkında bir fikriniz var mı?"
 "Ne kadar?" dedi Arthur.
"Hiçbir Ģey" dedi Bay Prosser beyninin kendisine bağırıp çağıran binlerce kıllı atlıyla dolu olmasına hiddetten köpürerek.
 * * * Gari
p bir rastlantı sonucu Hiçbir Ģey maymun soyundan gelen Arthur Dent'in, en yakın arkadaĢlarından birinin maymun soyundan gelmeyip aslında Betelgeuse çevresindeki küçük bir gezegenden değil de hep söylediği gibi Guilford' tan geldiğinden, tam olarak
ne ka
dar Ģüphe ettiğini ifade ediyordu. Arthur Dent, hiçbir zaman bundan Ģüphe etmemiĢti.

Bu arkadaĢı Dünya gezegenine onbeĢ yıl kadar önce geldiğinde Dünya toplumuna karıĢmak için çok uğramıĢtı. Oldukça baĢarılı olduğu söylenebilir. Örneğin bu onbeĢ yılı issiz bir aktörmüĢ gibi yaparak geçirdi ki bu bile yeterince makuldü.

Yine de hazırlık araĢtırmalarını eksik yapması düĢüncesizce bir büyük hata yapmasına yol açmıĢtı. Topladığı bilgi gereğince dikkat çekmeyen bir isim olarak 'Ford Prefect'i seçmiĢti.
 -Dik
kat çekecek kadar uzun boylu değildi, hatları çarpıcıydı ama dikkat çekecek kadar yakıĢıklı da değildi. Saçları kalın telli ve kahverengiydi, Ģakaklarından geriye doğru tarıyordu onları. Cildi Ģakaklarından geriye çekilmiĢ griydi. Tuhaf bir Ģeyler vardı
onda, ama ne ol
duğunu söylemek güçtü. Belki de gözlerini yeterince sık kırpmamasındandı bu. Onunla ne kadar uzun süre konuĢursanız konuĢun, gözleriniz onun yararına





istemsizce yaĢarıyordu. Belki de bu biraz yayvan gülümsemesinden ve böylece insanlara boğazlarına sarılacakmıĢ hissini vermesindendi.

Dünyada kazandığı arkadaĢlarının çoğunun üzerinde eksantrik ama zararsız biri etkisi bırakıyordu
-
tuhaf alıĢkanlıkları olan iflah olmaz bir ayyaĢ. Örneğin sık sık üni
-versitelerde verilen partilere dalar, zil
zurna sarhoĢ olur, dıĢarı atılıncaya kadar bulabildiği herhangi bir astrofizikçiyle dalga geçerdi.
 Bazan tuhaf bir ruh haline girer ve birileri ne yap
tığını sorana dek, hipnotize olmuĢçasına gökyüzüne bakardı. O zaman suçüstü yakalanmıĢ gibi sıçrar, son
ra ra-
hatlar ve sırıtırdı.

"Ah, sadece uçan daire arıyordum," diye Ģaka yapar, herkes de gülerek ona ne çeĢit uçan daire aradığını sorardı.

"YeĢillerini!" diye karĢılık verirdi kötü bir sırıtıĢla, bir süre çılgınca güler, sonunda en yakın bara seğirtip büyük miktarda içki ısmarlardı.

Bu gibi akĢamlar çoğunlukla kötü biterdi. Viski ile aklı baĢından gider, kızın birini bir köĢeye sıkıĢtırıp ona kaba saba sözlerle ama dürüstçe uçan dairelerin renklerinin o kadar da önemli olmadığını anlatırdı. Daha sonra,

yarı felçli durumda, karanlık
sokaklarda sen
delerken gelip geçen polislere Betelgeus'e giden yolu sorardı. Polisler çoğunlukla, "Sizce artık eve dönme vakti gelmedi mi efendim?" gibi Ģeyler gevelerdi.

"ÇalıĢıyorum yavrum, çalıĢıyorum," Ford'un bu gibi durumlardaki değiĢmez yanıtıydı. Gerçekte ĢaĢkın ĢaĢkın gökyüzüne bakarken aradığı herhangi bir uçan daire idi. YeĢil demesinin nedeni yeĢilin Betelgeuse ticaret izcilerinin rengi olmasıydı. Ford Perfect, yakınlarda bir uçan dairenin geleceğıne iliĢkin tüm umutlarını yitirmenin hırçınlığı içindeydi, çünkü onbeĢ yıl, herhangi bir yerde, özellikle dünya gibi akıl almaz derecede sıkıcı bir yerde mahsur kalmak için oldukça uzun bir süreydi.

Ford bir an önce bir uçan dairenin gelmesini diledi, onlara aĢağıdan

iĢaret vermesini ve kendini aldırmasını biliyordu. Günde otuz Altair dolarından daha az bir pa
raya Evrenin
Mucizelerinin nasıl görülebileceğini de bi
liyordu.


Gerçekte, Ford Prefect tamamıyla dikkate değer bir kitap olan Her Otostopçunun
Galaksi Rehberi
için çalıĢan gezgin bir araĢtırmacıydı.
 * * *
Ġnsanoğlu bulunduğu ortama her zaman uyum sağlamıĢtır. Öğlene doğru Arthur'un evinin çevresi düzenli bir rutine kavuĢmuĢtu. Arthur'un kabullendiği rol çamurun içinde arada sırada avukatına, annesine görmeyi
 ya da iyi bir kitap vermelerini isteyerek
sessiz sedasız uzanmak; Bay Prosser'in kabullendiği rol Arthur'un üze
rinde Milletin
Refahı Ġçin, Daima Ġleriye, Biliyor Musun Günün Birinde Evimi Yıktılar Geriye Dönüp
Ba
kamadım Bile gibi söylevlerle yeni yıpratma taktikleri ve baĢka birçok kandırma yöntemi denemek ve ona gözdağı vermekti; buldozer sürücülerinin kabullendiği rol ise
et-
rafta kahve içip gezinerek bu durumu maddi açıdan kendi çıkarlarına çevirebilmek için sendika düzenlemelerini gözden geçirmekt
i.
Dünya kendi etrafındaki dönüĢünü ağır ağır sürdürüyordu.

GüneĢ Arthur'un yattığı çamuru kurutmaya baĢlamıĢtı.

Üstünden bir gölge geçti yine.

"Merhaba Arthur," dedi gölge.

 Arthur baĢını yukarı kaldırıpta gözleri kamaĢarak güneĢe doğru baktığında tepe
sinde
dikilen Ford Prefect'i görünce ürktü bir an.
 "Ford! Merhaba, na'aber?"
"Ġyidir," dedi Ford, "bak, meĢgul müsün?"

"MeĢgul muyum?" diye haykırdı Arthur. "Evet, bütün bu buldozerleri, falanı filanı önlerine yatmak için baĢıma topladım çünkü eğer yatmazsam evimi yı
kacaklar, fakat
bunun dıĢında... hayır özel bir Ģey yok, neden ki?"

Betelgeuse'de Ģaka yoktu, Ford Prefect üzerinde yoğunlaĢmadığı zaman çoğunlukla Ģakayı anlamıyordu. "Ġyi konuĢabileceğimiz bir yer var mı?" diye sordu.
 "Ne?" dedi Arthur Dent.
Ford birkaç saniye yanındaki arkadaĢını unutup tıpkı üzerinden araba geçmek üzere olan bir tavĢan gibi sabit bakıĢlarla baktı gökyüzüne. Derken birden Arthur'un baĢına çömeldi.

"KonuĢmamız gerek," dedi aceleyle.






"Güzeldi dedi Arlhur, "konuĢalım,"

"Ve içelim," dedi Ford. "KonuĢmanın ve içmenin için hayati önem var. ġimdi. Köydeki meyhaneye gideceğiz." Sinirli ve umutlu gözlerle yeniden gökyüzüne baktı.

"Bak, anlamıyor musun?" diye bağırdı Arthur Prosser'i göstererek, "bu adam evimi yıkmak istiyor!"
 Ford
'un kafası karıĢmıĢtı, ona baktı.

"Ġyi de sen olmadan da yıkabilir değil mi?" diye sordu.

"Ama yıkmasını istemiyorum!"
 "Ha." "Bak, derdin nedir senin?" dedi Arthur.
"Hiç, hiç derdim yok. Dinle beni, sana Ģimdiye kadar duyduğun en önemli Ģeyi söyleyeceğim. ġimdi söylemem gerek, hem de At ve Tımar meyhanesinin sa
lonunda." "Ama neden?"
"Çünkü sıkı bi içkiye ihtiyacın olacak."

Ford, Arthur'a baktı, Arthur kararlılığının zayıflamaya baĢladığını görerek ĢaĢırdı. Bunun nedeninin Ford'un Orion Beta yıldız sistemindeki madranit maden kuĢaklarına hizmet veren hiper uzay limanlarında öğrendiği eski bir içki içme oyunu olduğunu fark etmedi. Oyun Kızılderili GüreĢi denen Dünya oyunundan pek farklı değildi, Ģöyle oynanıyordu:Ġki yarıĢmacı bir masaya önlerinde birer b
ardakla kar
Ģılıklı oturur.

Ortalarına bir ĢiĢe Janx Spirit konur (bu içki Ģu tarihin Orion madenci Ģarkısıyla ölümüzleĢtirilmiĢtir: Aman vermeyin bana daha Eski Janx Spirit/Sakın ver
meyin bana
daha Eski Janx Spirit/BaĢım döner, dilim yalan söyler gözlerim fener, iç de geber/ Doldur bana bir kadeh daha günahkar Eski Janx Spirit).

Ġki yarıĢmacının her biri kendi düĢüncelerini ĢiĢede yoğunlaĢtırırlar ve bardaktakini bir dikiĢte yuvarlayıp içkiyi kendisinden sonra içecek olan rakibinin bardağına boca eder.

ġiĢe yine doldurulur. Oyun } ine oynanır. Yine. Yine.

Bir kere kaybetmeye baĢladınız mı artık hep kaybedersiniz, çünkü Janx Spirit'in
etkilerinden biri de te
lepatik gücü bastırmasıdır. Önceden kestirilen bir miktar tükenir tükenmez kaybedene genellikle iğrenç derecede biyolojik olan bir ceza verilir. Ford Prefect çoğunlukla kaybetmeye oynardı.





Ford, kendi kendine belki de At ve Tımar'a gitmek istiyorumdur diye düĢünmeye baĢlayan Arthur'a baktı.

"Ama evim ne olacak...?" diye yakındı Arthur. Ford, Bay Prosser'e bakınca adice bir fikir geldi aklına bir
denbire.
"Evini yıkmak mı istiyor?"
 "Evet, onun yerine bir..."
"Ama yapamıyor çünkü adamın buldozerinin önünde yatıvorsun."
 "Evet, ve..."
"Eminim yeni bir düzenlemeye gidebiliriz" dedi Ford. "Bakar mısınız" diye seslendi
ford.
Bay Prosser (O sırada buldozer sürücülerinin Ģefiyle Arthur Dent'in bir akıl hastalığı geçirip geçirmediğini, eğer geçiriyorsa ne kadar ek ödenek almaları gerektiğini tartıĢmaktaydı.) etrafına bakındı. Arthur'un bir arkadaĢının ortaya çıkmasına ĢaĢırmıĢ,
biraz da tedirgin ol
muĢtu.

"Evet? Merhaba?" diye seslendi. "Bay Dent kendine gelmedi mi henüz?"

"ġimdilik" diye seslendi Ford, "gelmediğini var
sayabilir miyiz?"
"Eee?" diye geçirdi Bay Prosser.

"Aynı zamanda," dedi Ford, "bütün gün burada duracağım da varsayabilir miyiz?"
 "Sonra?"
"Sonra da bütün gün adamlarınız hiçbir Ģey yapmadan ortalıkta dolaĢacaklar, öyle değil mi?"
 "Olabilir, olabilir..."
"Peki, eğer bunu önceden kabullendiyseniz onun bütün bu zaman boyunca burada yatması gerekmiyor değil mi?"
 "Ne?"
"Aslında," dedi Ford nazikçe, "burada ona ihtiyacınız yok."

Bay Prosser biraz düĢündü.

"Hayır değil, öyle değil..." dedi, "tam anlamıyla ihtiyaç sayılmaz..."

Prosser endiĢeliydi. Ġçlerinden birinin bir mantık hatası yaptığını düĢündü.

Ford "Eğer bana katılıyorsanız ki katılıyorsunuz, o zaman o burada yokken onu buradaymıĢ gibi kabul edebilirsiniz ve biz de yarım saatliğine meyhaneye kaçabiliriz.
Ne dersiniz?" Bay Prosser bunun tam bir sa
laklık olduğunu düĢündü.




"Tamamıyla akla yatkın görünüyor..." dedi yatıĢtırıcı bir tonla, kimi yatıĢtırmaya çalıĢtığını düĢünerek.

"Daha sonra da, siz bir iki tek atmak istediğinizde," dedi Ford, "sırayla sizin yeriniz alırız."

"Çok teĢekkür ederim," dedi Bay Prosser, bundan sonrasını nasıl oynaması gerektiğini bilemeden, "çok teĢekkür ederim, evet, çok naziksiniz..." Suratını astı, sonra gülümsedi, sonra ikisini birden yapmayı denedi, olmadı, kürk Ģapkasını tutup baĢında evirip çevirdi. Oyunu kazandığını düĢünebilirdi artık.
 "O halde," diy
e sürdürdü Ford Prefect, "buraya gelip de uzanabilirseniz..."
 "Ne?" dedi Bay Prosser. "Ha, affedersiniz," dedi Ford, "belki de iyi an
latamadım. Birinin buldozerlerin önüne uzanması gerekimiyor mu? Aksi halde yürüyüp Bay Dent'in evini yıkmalarını
engelley
ecek bir Ģey olmaz, değil mi?"
 "Ne?" dedi yine Bay Prosser.
"Çok basit." dedi Ford, "müĢterim, Bay Dent, yalnızca gelip onun yerini almanız koĢuluyla bu çamurda yatmaktan vazgeçecek."

"Ne diyorsun sen?" dedi Arthur, ama Ford ayağıyla dürttü onu.
 "Benim ka
lkıp," dedi Prosser, bu yepyeni fikri kendi kendine açıklayarak "oraya uzanmamı istiyorsunuz..."
 "Evet."
"Buldozerin önüne?"
 "Evet." 'Bay Dent'in yerine." "Evet."
"Çamura."

"Dediğiniz gibi, çamura."

Bay Prosser aslında kaybedenin kendisi olduğunu anladığında, omuzlarından bir yük kalkmıĢ gibi oldu: bu bildik dünyasına daha uygundu. Ġç geçirdi.

"KarĢılığında siz de Bay Dent'i meyhaneye götüreceksiniz."




"Öyle," dedi Ford, "tam olarak öyle."

Bay Prosser birkaç sinir adım attı ve durdu.

"Söz mü?" dedi.

"Söz," dedi Ford. Arthur'a döndü.
 "Hadisene," dedi, "kalk da adama yer ver."
 Arthur bir düĢ gördüğünü düĢünerek kalktı. Ford, beceriksizce, üzgün üzgün çamurda oturan Prosser'e bir baĢ hareketiyle veda etti. Bay Prosser tüm yaĢamının bir düĢ olduğunu düĢünür ve bazen bunun kimin düĢü olduğundan ve düĢten hoĢlanıp hoĢlanmadıklarından kuĢkuya düĢerdi. Çamur, poposunun ve kollarının altında ikiye yarılıp pabuçlarının içine süzüldü.

Ford ciddi ciddi baktı ona.

"Bay Dent burada değilken evini sinsice yıkmak yok ama tamam mı?" dedi.

"Bu düĢünce," diye homurdandı Bay Prosser, "aklımdan geçmenin en ufak bir olasılığını bile," diyerek sürdürdü, arkasına yaslanarak, "değerlendirmeye baĢlamadı
daha."
Buldozer sürücüleri sendikası temsilcisinin yaklaĢtığını görünce baĢını çamura bırakıp gözlerini yumdu. Kendisinin Ģu anda bir akıl hastalığı geçirmediğini kanıtlamak için nedenlerini sıraya koymaya çalıĢtı. ġu anda bundan emin olmaktan çok uzaktı. Kafası gürültüler, atlar, toz duman ve kan kokusuyla doluydu. Ne zama
n kendini sefil ve
yorgun hissetse aynı Ģey olurdu. Hiçbir Ģekilde kendisine açıklayamıyordu.  Algılayamadımız bir boyutta hiddetle haykırıyordu yüce Kağan, Bay Prosser ise inleyip hafifçe titredi. Gözkapaklarının ardında küçük damlacıklar hissetmeye baĢlıyordu. Bürokratik ayrıntılar, çamurda yatan kızgın adamlar, küçük düĢürücü hareketler yapan tanımlanamaz yabancılar, kafasının içide ona gülen tanımsız bir atlılar ordusu
-
ne gün ama. Ne gün ama. Ford Prefect Arthur'un evinin yıkılıp yıkılmamasının hiçbir

kıymeti harbiyesi olmadığını biliyordu. Arthur'un endiĢeleri sürüyordu.

"Ona güvenebilir miyiz?" dedi.

"Bana kalırsa dünyanın sonuna kadar güvenebiliriz." dedi Ford.

"Ah tabii," dedi Arthur, "bu süre ne kadar?"



"Yirmi dakika kadar," dedi Ford, "hadi gel
bir içkiye ihtiyacım var."

Galaktik Ansiklopedi'nin alkole iliĢkin söyledikleri Ģunlardır. Ansiklopedi alkolün fermente Ģekerlerden oluĢan renksiz değiĢken bir sıvı olduğu söylüyor ve bazı karbon esaslı yaĢam biçimleri üzerindeki zehirleyici et
kisine
de dikkat çekiyor.

Her Otostopçunun Galaksi Rehberi de değiniyor alkole. Varolan en iyi içkinin Pan Galaktik Gargara Bomba olduğundan söz ediyor.

Diyor ki bir tek Pan Galaktik Gargara Bomba içmenin etkisi beynin, etrafına ince bir
dilim limon sa
rılmıĢ

bir altın külçesiyle sarhoĢ olması gibidir.

Rehber ayrıca en iyi Pan Galaktik Gargara Bomba'nm nerede harmanlandığını, yaklaĢık olarak fiyatını, ve daha sonra ayılabilmeniz için hangi gönüllü kuruluĢlara baĢvurabileceğiniz söylemektedir. Rehber bu içkiyi

kendi kendinize nasıl yapabileceğinizi bile anlatır.

Bir ĢiĢe Eski Janx Spirit boĢaltın der.

Santraginus V denizlerinden bir ölçü su katın
- Ah o Santragin deniz suyu, ah o
Santragin Balıkları!!!

Üç parça Arcturan Mega
-
cin'i bu karıĢımda erimeye bırakın

(uygun biçimde dondurulmuĢ olmalı, aksi halde içindeki benzen uçabilir).

Fallia Bataklıklarında mutluluktan ölen Otostopçuların anısına dört litre Fallian bataklık gazı köpürtün içinde.

Karanlık Qualactin Hiper
-
nane özünden bir ölçüyü gümüĢ bir kaĢık sırtıyla ekleyin. Bir  Algolyalı GüneĢkaplanı diĢi atın. Ġçkinin kalbine Algolya GüneĢlerinin alevlerini yayarak çözülmesini seyredin.
  Az Zamfur serpin. Bir de zeytin.
Ġçin... ama... çok dikkatli.

Her Otostopçunun Galaksi Rehber Galaktika Ansiklopedisinden daha çok satılır.





"Altı yarımlık bira" dedi Ford Prefect At ve Tımar'ın barmenine. "Lütfen çabuk, dünyanın sonu gelmek üzere."

 At ve Tımar'ın barmeni bu davranıĢı haketmiyordu, yaĢlı, saygın bir adamdı. Gözlüklerini burnunun ucuna itip Ford Prefect'e gözlerini kırpıĢtırarak baktı. Ford onu önemsemeden pencereden dıĢarı bakınca barmen de çaresizce omuz silkerek hiçbir Ģey söylemeden dönüp Arthur'a baktı.

Sonunda barmen, "Öyle mi bayım? Bunun için çok güzel bir hava," deyip biraları çıkarmaya baĢladı
. Sonra bir kez daha denedi.
"Öğleden sonra maçı seyrediyor muyuz?" Ford ona baktı.

"Hayır, faydasız," dedi, bakıĢlarını yeniden pencereden dıĢarı çevirmeden önce.

"Neden? Sonuç belli mi sizce bayım?" dedi barmen. "Arsenal'in hiç Ģansı yok mu?"
 "Yo yo,
" dedi Ford, "dünyanın sonu gelmek üzere, ondan."

"Evet, söylemiĢtiniz," dedi barmen, bu kez gözlüklerinin üzerinden Arthur'a bakarak.

"Arsenal ancak böyle kurtulabilir." Ford, müthiĢ ĢaĢkın, tekrar baktı ona.

"Hayır, değil aslında," dedi. Suratını astı. Barmen derin bir nefes alarak, "ĠĢte bayım, altı yarımlık," dedi.

 Arthur hafifçe gülümsedi ona omuz silkerek. KonuĢulanların baĢkaları tarafından duyulmuĢ olması olasılığına karĢı dönüp meyhanenin geri kalanına da gülümsedi hafifçe.

Barda Ford'un yanında oturan adam bu iki adama baktı, altı yarımlık ĢiĢeye baktı, keskin bir aritmetik hesap yaptı kafasından, hoĢuna giden bir sonuç çıktı ve gözlerinde aptalca bir umutla sırıtarak onlara baktı.

"Uzak dur," dedi Ford, adama Algonyalı bir GüneĢ Kaplanı'nı bile kendi iĢine döndürecek bir bakıĢ fır
latarak "bizim onlar".
Ford bara bir beĢ paund yapıĢtırdı. 'Üstü kalsın' dedi.

'Ne, beĢlik mi? Sağolun bayım.'




'Harcamak için on dakikan var.'

Barmen birazcık geri çekilmeye karar verdi. "Ford" dedi Arthur, "neler oluyor söyler
misin bana?"
"Ġç," ded Ford, "bitirilecek üç yarımlığın var."

"Üç yarımlık ?" dedi Arthur, "Öğle vakti?"

Ford'un yanındaki adam sırıtarak baĢını salladı neĢeli neĢeli. Ford önemsemedi onu. "Zaman bir yanılsamadır. Vakit iki bakımdan öğledir.
"
"Çok derin," dedi Arthur, "bunu Reader's Digest dergisine yolla. Senin gibiler için bir sayfaları var."

"Ġç."

"Niye birden bire üç yarımlık?"

"Kas gevĢetici, ihtiyacın olacak."

"Kas gevĢetici mi?"

"Kas gevĢetici."

 Arthur birasına baktı

"Bugün yanlıĢ birĢey mi yaptım," dedi, "yoksa dünya hep böyledi de ben mi farkedemeyecek kadar içine kapanıktım."

"AnlaĢıldı," dedi Ford, "açıklamaya çalıĢayım. Birbirimizi ne zamandır tanıyoruz?"

"Ne zamandır?" diye düĢündü Arthur. "Hmmm, beĢ yıl gibi, belki de altı," d
edi. "Uzunca
bir kısmı Ģöyle ya da böyle bir anlam ifade ediyor Ģu anda."

"Tamam," dedi Ford. "Guilford'dan değil de Be
-
telgeuse'ün çevresinde bir yerlerde küçük bir gezegenden geldiğimi söylersem ne dersin?"
  Arthur farketmez der gibi omuz silkti. "Bilme
m," dedi, bir yudum bira çekerek, "Neden, söylemek istediğin bu türden bir Ģey
mi?"
Ford aldırmadı. Dünyanın sonunun gelmek üzere olduğu Ģu anda umursamaya değmezdi. Yalnızca; "Ġç," dedi.

"Dünyanın sonu geliyor." dedi sezileblir bir ke
sinlikle.  Arthur m
eyhanenin geri kalanına hafifçe gülümsedi yine. Meyhanenin geri kalanı surat astı ona. Adamın biri gülümsemeyi kesip kendi iĢine bakmasını iĢaret etti eliy
le.
"Bugün PerĢembe olmalı," dedi Arthur kendi kendine, birasına eğilerek, "PerĢembelere hiç katlan
amam "




Bu özel PerĢembe gününde, gezegen yüzeyinin binlerce mil üzerinde, bir Ģeyler iyonosferde ilerliyordu; gerçekte birçok bir Ģeyler, onlarca koca sarı kütük yığınına benzer bir Ģeyler, apartmanlar kadar kocaman, kuĢlar kadar sessiz bir Ģeyler. GüneĢ adlı yıldızın elektromanyetik ıĢınları altında kolayca süzülerek, aheste aheste, toplanıyorlar, hazırlanıyorlardı.

 Altlarındaki gezegen, Ģu anda olmasını istedikleri gibi varlıklarından neredeyse tamamiyle habersizdi. Koca sarı bir Ģeyler farkedilmede
n Gonnhilly'e gittiler, oradan
sessizce Cape Caneveral üzerinden geçtiler, Woomera ve Jodrell Bank bakmalarına karĢın fark edemediler onları
-
çok yazık çünkü bunca yıldır aradıkları Ģeydi onlar.
 Farkedildikleri tek yer Etha-
 Altı Duyu
-
Matik adında kendi kendine yanıp sönen küçük
siyah bir kutuydu.
Ford Prefect'in alıĢkanlıkla boynuna astığı küçük deri çantanın karanlığında yuvalanmıĢtı. Ford Pretect'in çantasının içindekiler gerçekten de herhangi bir dünyalı
fi
zikçinin gözlerin yuvalarından fırlatacak

kadar ilgi çekiciydi iĢte bu yüzden onları sağda solda göstermek için yanında taĢıyormuĢ gibi yaptığı kenarları kıvrık birkaç senaryonun altında gizliyordu. Etha
-
 Altı Duyu
-
Matik ve senaryolar dıĢında çantasında bir Elektronik Parmak üzerinde birkaç düğmesi ve göstergesi olan kısa, tıknaz, mat ve pürüzsüz siyah bir çubuk; ve büyükçe bir hesap makinesine benzeyen bir alet vardı. Bu aletin üzerinde yüz kadar küçük düğme ve on santimetre kare büyüklüğünde, bir saniye içinde kapsadığı bir milyona yakın "sayfa"dan birinin açılabileceği bir ekranı vardı. Delicesine karmaĢık görünüyordu. Ġçine konulduğu plastik kılıfın üzerinde büyük dostça harflerle "PANĠĞE KAPILMAYIN" yazmasının nedenlerinden biri de buydu. Diğer nedeni de bu aletin gerçekte Küçük Ayı'nın büyük yayıncılık Ģirketlerinin o güne kadar çıkardıkları tüm yayınlar arasında dikkati en çok çeken olmasıydı
- Her
Otostopçunun Galaksi Rehberi. Rehberin bir mikro mezon
-
altı elektronik araç olarak yayınlanmasının nedeni Ģudur: Eğer rehber normal bir kitap

biçiminde yayınlansaydı, gezegenlerarası bir otostopçu yanında taĢıma sorunları yaratan birkaç tane koca binayla dolaĢmak zorunda kalacaktı.



Bunların altında, Ford Prefect'in çantasında bir not defteri ve Mark and Spencer mağazasından alınmıĢ büyükçe bir banyo havlusu vardı.

Her Otostopçunun Galaksi Rehberi 'nin havlular ko nusurıdu da söyleyecek bir çift sözü bulunmaktadır.

Bir havlu, der rehber, gezegenlerarası bir otostopçunun yarımda bulundurabileceği en kullanıĢlı Ģeydir. Pratik değeri yüksektir
-
Jağlan Beta'nın soğuk aylarında sıçrarken ısınmak için sarınabilirsiniz. Sant
-
raginus V'in parlak mermer kumsallarında keskin deniz buharını soluyarak üzerine uzanabilirsiniz; çöl gezegen Kakrafoon'da kıpkırmızı parıldayan yıldızların altında uyurken üstünüzü örtebilirsiniz; ağır aksak nehir Moth üzerinde küçiik bir kayıkta giderken yelken olarak kullanabilirsiniz; göğüs göğüse kavgada kullanmak için ıslatabilirsinız; baĢınıza sarıp zehirli dumanlardan ya da Traal'ın Yırtıcı Cırlayan Canavarı'ndan (kafa sıyırtıcı biçimde aptal bir hayvan, onu göremiyorsanız sizi göremediğini farzeder; bir fırça kadar zeki, ama çok çok yırtıcı)
korunabilirsiniz; acil durumlarda bir imdat sin
yali olarak sallayabilirsiniz, veya eğer hâlâ yeterince temiz görünüyorsa kurul
anabilirsiniz.
Daha da önemlisi, bir havlunun çok büyük psikolojik değeri vardır. Herhangi bir nedenle, bir gezgin (gezgin: otostopçu olmayan) otostopçunun yanında bir havlu ta
-
Ģıdığını keĢfederse, doğrudan doğruya bir diĢ fırçasının, kar maskesinin, sabu
nunun,
bir paket bisküvisinin, matarasının, pusulasının, haritasının, bir yumak ipinin, böcek zehirinin, yağmur donanımının, uzay elbisesinin, vs vs olduğunu da varsayacaktır. Dahası gezgin otostopçuya her nasılsa ""kaybetmiĢ" olduğu bu sözü geçenleri v
e daha
birçok malzemeyi seve seve verecektir. Gezgin, galaksiyi enine boyuna gezen, didinen, uğraĢan, korkunç tehlikeler karĢısında savaĢan, kazanan, ve hâlâ havlusunun nerede olduğunu bilen birinin' açıkça kayda değer birisi olduğunu düĢünecektir.

Böylece

otostopçu argosuna Ģöyle bir deyiĢ yerleĢmiĢtir: 'Hey, Ģu bizim yamru Ford Prefect'i derdin mi? Onun havlusunun nerede olduğunu bilen bir gomak gördüm ' (Dermek: bilmek, farkında olmak, karĢılaĢmak, cinsel iliĢkide bulunmak, yamru:
kafadengi; gomak: fena halde kafadengi). * * *
"Yanında havlun var mı?" diye sordu Arthur'a birdenbire. Üçüncü yarımlığı devirmeye uğraĢan Arthur ona baktı.




"Neden? Ne... lazım mıydı?" Sonra ĢaĢırmıĢ görünmekten vazgeçti, artık anlamsız
geliyordu. Ford sinirli sinirli diliyle
damağından "cık" sesi çıkardı.

"Ġç," diye dürttü onu. O anda dıĢarıdan gelen tok bir gümbürtü meyhanenin hafif uğultusundan, müzik dolabının sesinden, Ford'un yanındaki adamın Ford'a ni
hayet
ısmarlattığı viskisinin üzerinde çıkardığı hıçkırık sesinden süzülerek geldi. Arthur birasını püskürtüp ayağa fırladı.
 "Nedir bu?" diye kekeledi.
"EndiĢelenme," dedi Ford, "henüz baĢlamadı."

"Tanrıya Ģükür," dedi Arthur, rahatlamıĢtı.

"Muhtemelen senin evi yıkıyorlardır," dedi Ford, son
-
yarımlığı dikmeden önce.
 "N
e?" diye bağırdı Arthur, Ford'un yaptığı büyü aniden bozulmuĢtu. Arthur hiddetle etrafına bakıp pencereye koĢtu.

"Tanrım, evet! Evimi yıkıyorlar. Bu meyhanede ne iĢim var Ford?"

"ġu aĢamada hiç farketmez," dedi Ford, "bırak da keyiflerine baksınlar."
 "K
eyif?" diye kekeledi Arthur. "Keyif!" Aynı Ģeyden söz edip etmediklerini anlamak için hızla bir göz attı dıĢarıya.

"Keyifleri batsın onların" diye haykırarak fırladı meyhaneden elindeki hemen hemen boĢalmıĢ bira bardağını öfkeyle savurarak. Bu öğle doğru dürüst mu
habbet
kuramamıĢtı meyhanede.

"Durun eĢkiyalar! Ev yıkıcılar!" diye haykırdı Art
hur.
"Gözü dönmüĢ barbarlar, durun diyorum size, durun!" Ford onun arkasından gitme gereği duydu. Hızla barmene dönüp dört paket fıstık istedi.

"ĠĢte bayım," dedi barmen, paketleri tezgaha çar
parak, "Yirmi sekiz pens rica edeyim
zahmet olmazsa." Ford çok iyi yürekliydi
-
üstünün kalmasını söyleyerek barmene ikinci bir beĢlik verdi. Barmen bir paraya, bir Ford'a baktı. Birdenbire ürperdi: Ġçini bilmediği çünkü dün
yada
daha önce kimsenin tatmadığı bir duygu kapladı bir an için. Yoğun gerilim anlarında varolan her varlık biçimi hafif bir bilinçaltı sinyali yayar. Bu sinyal varlığın doğduğu yerden olan uzaklığını doğru ve hüzünlü bir biçimde iletir. Dünya yüzünde doğu
m
yerinizden onaltıbin mil den uzakta olmanıza imkan yoktur, bu uzaklık da çok az


olduğundan sinyaller algılanamayacak kadar zayıftır. Ford Prefect o anda büyük gerilim altındaydı ve 600 ıĢık yılı uzaklıkta Betelgeuse civarında doğmuĢtu. Barmen akılalmaz bir uzaklık duygusunun etkisiyle afalladı bir an. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu, Ford Prefect'e yenilenen bir saygıyla, adeta korkuyla baktı.

"Ciddi misiniz bayım?" dedi meyhanenin sessizleĢmesine neden olan hafif bir fısıltıyla.

"Dünyanın sonu mu
geldi sizce?" "Evet," dedi Ford.
"Ama, bu öğleden sonra mı?" Ford kendini toparladı, BoĢvermiĢti artık.

"Evet," dedi tatlılıkla, "iki dakikadan az bir süre sonra tahmin ederim." Barmen kurduğu bu diyaloga inanamıyordu ama az önceki duygularına da inanamıyo
rdu.
"Yapabileceğimiz hiçbir Ģey yok mu yani?" dedi.

"Hayır, hiç," dedi Ford fıstıkları cebine tıkarken. Ses
siz meyhanede biri aniden kaba bir
kahkaha ile gülmeye baĢladı insanların ĢaĢkınlığına. Ford'un yanında oturan adam birazcık sarhoĢ olmuĢtu artık. Gözleri Ford'a kaydı.

"Dünyanın sonu geldiğinde," dedi "yere uzanmak ya da baĢımıza bir kesekağıdı geçirmek gibi bir Ģeyler yapmak gerektiğini sanırdım hep."

"Eğer isterseniz elbette," dedi Ford.

"Askerde böyle dedilerdi," dedi adam gözleri viski bardağına doğru uzun yolculuğa baĢlarken.

"Yararı olur mu?" diye sordu barmen.

"Hayır." dedi Ford dostça bir gülümsemeyle. "Af
federsiniz," dedi, "gitmem gerekiyor."
Bir el iĢaretiyle ayrıldı.

Meyhane bir an daha sessiz kaldı ve daha sonra kaba saba adam rahatsız
 edici
kahkahasını savurdu yine. Meyhaneye birlikte sürüklediği kız son bir saat içinde nefret etmeye baĢlamıĢtı ondan, adamın bir buçuk dakika sonra birdenbire bir hidrojen, ozon
ve karbonmonoksit du
manına dönüĢeceğini düĢünmek kızı fazlasıyla tahmin ed
iyor
olmalıydı. Ama o an geldiğinde kendisi de buna dikkat edemeyecek kadar buharlaĢmakla meĢgul olacaktı. Gırtlağını temizledi barmen. Dudaklarından Ģu kelimelerin döküldüğünü farketti:

"Son sipariĢler lütfen."




Koca sarı makinalar hızlanıp dalıĢa geçmiĢlerdi. Ford onların orada olduklarını biliyordu. Böyle olsun istemezdi. Daracık yolda koĢmakta olan Arthur evine ulaĢ
mak
üzereydi. Havanın aniden nasıl soğuyuverdiğini, çıkan rüzgarı, birden bire anlamsızca baĢlayan uğultulu yağmuru farketmedi. Bir zamanlar evi olan moloz yığınının üzerine çöreklenmiĢ buldozerlerden baĢka hiçbir Ģey umurunda değildi.

"Barbarlar!" diye haykırdı. "Belediye Konseyini dava edeceğim! Ellerindeki her kuruĢu alacağım! Astıracağım, kırk katırla çektireceğim, kırk satırla kestireceğim, sürüm sürüm süründüreceğim! Kırbaçlatacağım! HaĢlayacağım... sonunda... sonunda... hakkından gelene kadar."

Ford ardından hızla koĢuyordu. Çok ama çok hızlı.

"Sonra yine yapacağım aynısını!" diye haykırdı Art
hur.
"Sonra da parçalarının üzerinde tepineceğim!" Arthur adamların buldozerlerden çıkıp koĢtuklarını farketmedi;

Bay Prosser'in telaĢla gökyüzüne baktığını da. Bay Prosser'in farketmiĢ olduğu Ģey kocaman sarı bir Ģeylerin bulutların arasından gürültüyle sıyrıldığıydı. Aklın ala
-mayaca
ğı kadar kocaman sarı bir Ģeyler. "Üstlerinde tepineceğim hep," diye haykırdı  Arthur, koĢarak, "ayaklarım su toplayana dek, ayaklarım su toplayana dek, ya da aklıma daha da kötü bir Ģeyler gelene dek, sonra da..." Arthur kendi etrafında döndü,
boylu boyun
ca yere yapıĢtı sonra, yuvarlandı ve sırtüstü kalakaldı. En so
nunda tuhaf
bir Ģeyler döndüğünü anlamıĢtı. Parmağıyla yukarıyı gösterdi.

"Bu allahın belası da ne?" diye cıyakladı. Yukarıdaki her neyse, gökyüzünü insanın tüylerini ürpenen bir sesle yarıp, arkasında kulak arkasında insanın kulaklarını ka
-
fatasının içine gömen "gümbürdeme" ile kapanan bir hava boĢluğu bırakan devasa sarılık havada süzüldü.

Onu bir diğeri izledi aynı Ģeyi biraz daha yüksek sesle tekrarlayarak.

Gezegen yüzeyindeki insanların o
 anda ne yap
tıklarını söyleyebilmek güçtü çünkü
onlar da ne yap
tıklarını bilmiyordu. Yaptıkları hiçbir Ģey bir anlam ifade etmiyordu
-
evlerin içine kaçıĢmak, kendini evin dıĢına atmak, korkunç sese karĢı sessizce ulumak. Tüm dünyada sokakları dıĢarıya fırlayan insanlarla dolduran, arabaları





birbirine sokan bu ses tepelerin ve vadilerin çöllerin ve okyanusların üzerinden her Ģeyi yok eden bir gelgit dalgası gibi yuvarlanıp geçti.

Yalnızca bir kiĢi gözlerinde korkunç bir keder ve kulaklarında lastik tıkaçlarla durup gökyüzünü seyretti.

Olup bitenleri bir tek o anlamaktaydı. BaĢucundaki Etna
-
 Altı Duyu
-Matik gececin
sessizliğinde sinyal vermeye baĢlayıp da onu uykusundan sıçrattığından beri nelerin yaĢanacağını biliyordu. Bunca yıldır beklediği Ģeydi, ama küçük karanlık odasında mesajı çözdüğünde içini bir ürperti sarmıĢ, yüreğinin sıkıĢtığını hissetmiĢti. Galaksidek onca ırkın içinde, Dünya gezegenine gelip bir merhaba diyecek olanlar Vogonlar olmamalıydı diye düĢündü. Ne yapması gerektiğini biliyordu.

Vogon filosu yukarıda gürültüyle uçarken açtı çantasını. Joseph ve Renkli MüthiĢ DüĢyeleği'nin bir nüshasını alıp fırlattı, ardından da Tanrı Kelamı1 nın bir nüshasını, gittiği yerde onlara ihtiyacı olmayacaktı. Her Ģey hazırdı, her Ģey yolundaydı. Havlusu nerede olduğunu biliyordu.
 * * *
 Ani bir sessizlik çöktü Dünyaya. Korkunç gümbürtüden daha korkunç bir Ģey varsa o da bu sessizlikti. Bir süre yaprak kımıldamadı, çıt çıkmadı.

Koca gemiler Dünyadaki her ülkenin üzerinde sessizce asılı kaldı. Doğaya

bir küfür eder gibi büyük, ağır, kımıltısız, asılı duruyorlardı. Birçok kiĢi gördükleri Ģeye kafalarında bir anlam vermeye çalıĢarak ĢaĢkınlıkla bakıyorlardı. Gemiler gökyüzünde tuğlalar gibi dizilmiĢlerdi.

Hâlâ hiçbir Ģey olmuyordu. Sonra hafif bir fısıltı, açık havada aniden yayılan sesin fısıltısı duyuldu. Dünyadaki bütün televizyonlar, bütün teypler, tüm pes sesleri veren hoparlörler, tüm tiz sesleri veren hoparlörler sessizce açıldılar. Her konserve kutusu, her çöp tenekesi her pen
cere, her otomob
il, her bardak, her paslı metal parçası mükemmel bir ses yükselticisine dönüĢmüĢtü.

Dünya yıkılmadan önce bu en kusursuz ses sistemi, kurulmuĢ en mükemmel anons cihazı olacaktı. Ama ortada konser, müzik, Ģamata falan yoktu, sadece bir
- duyuru okunuyordu.
"Dünya halkı lütfen dikkat" dedi bir ses, müthiĢti. Çok düĢük bir



distorsiyon düzeyi, en sert insanı bile ağlatabilecek müthiĢ ve kusursuz kuadrofonik bir
ses.
"Burası Galaktik Uzayüstü Planlama Konseyi Vogon Filosu," diye sürdürdü ses. "Hiç Ģüphesiz bildiğiniz üzere, Galaksinin uzak köĢelerinin imar planlarına göre yıldız sisteminizden uzayüstü boyutta bir ekspres yol geçmektedir; üzülerek söylüyorum ki
gezegeninizin bu ne
denle istimlak edilmesi gerekmektedir. ĠĢlem sizin Dünya
saatinizle iki dakikadan
az bir zaman alacaktır. TeĢekkür ederim."

 Anons kesildi. Tarif edilmesi zor bir dehĢet çöktü izleyenlerin üzerine. DehĢet dalgası, insanlar demir tozuymuĢ da altlarında bir mıknatıs gezdiriliyormuĢcasına ilerledi kalabalıkta. Panik filizlendi yeniden, dehĢeti bir panik, ama kaçacak bir yer yoktu. Bunu gören Vogonlar yeniden anonsa baĢladılar. Anons Ģöyleydi:

"Bunda ĢaĢıracak bir Ģey yok. Projenin bütün planları ve istimlak emirleri Dünya zamanıyla elli yıldır Alfa Centauri'deki yerel planlama bölümünde

askıdaydı, yani resmi itirazlar için yeterince zaman varken Ģimdi yaygara yapmanız anlamsız."

 Anons yeniden kesildi yankısı uzaklarda kay
bolurken. Kocaman gemiler zorlanmadan
yavaĢça ters döndüler gökyüzünde. Herbirinin altında bir kapak açıldı, boĢ, karanlık bir dörtgen. Bu arada bir yerlerde birileri bir radyo vericisi ayarlamıĢ, uygun dalgaboyunu saptamıĢ ve Vogon gemilerine gezegen adına ricada bulunmuĢtu. Onların Vogonlar'a neler söylediğini kimse duymadı, duyulan yanıttı yalnızca. Anons tekrar açıldı. Ses sıkkındı. ġöyle dedi.

"Ne demek kimse Alfa Centauri'ye gitmedi? Ġnsanoğlu yapma allah aĢkına, Alfa Centrum dört ıĢık yılı uzaklıkta. Darılmayın ama, yerel sorunlarla ilgilenme zahmetine katlanamıyorsanız kendi bileceğiniz iĢ."

"Tahrip ıĢınlarını verin." Dörtgenlerden ıĢık boĢandı.
 "Bilemiyorum," dedi anonsdaki ses, "sevimsiz kah
rolası gezegen, hiç sevmedim burayı."
Ses kesildi..



Korkunç ve dehĢetli bir sessizlik.

Korkunç ve dehĢetli bir ses.

Korkunç ve dehĢetli bir sessizlik.

Vogon ĠnĢa Filosu yıldızlı karanlık boĢlukta uzaklaĢtı.

Uzakta, Galaksinin karĢı sarmal kolunda, GüneĢ gezegeninden beĢyüzbin ıĢık yılı uzakta, Zaphod Beeblebrox, Kraliyet Galaktik Hükümeti'nin BaĢkanı, Damogran güneĢi altında parıldayan iyon motorlu delta teknesiyle Damogran denizleri üzerinde
ilerliyordu.
Sıcak Damogran; yaban Damogran; hemen hemen hiç bilinmeyen Damogran.

Damogran, Altın Kalbin gizli yuvası. Tekne suyun üzerinde kaymayı sürdürdü. Hedefine ulaĢması biraz zaman alacaktı çünkü Damogran son derece elveriĢsiz yapıya sahip bir gezegendi. EndiĢe verici geniĢlikte okyanuslarla bölünmüĢ büyük ıssız adalardan baĢka bir Ģey yoktu üzerinde.

Tekne hızla yoluna devam etmekteydi.

Topografik çarpıklığı yüzünden boĢ bir gezegen olarak kalmıĢtı. ĠĢte bu yüz
den
Kraliyet Galaktik Hükümeti burayı Altın Kalp projesi için seçmiĢti, çünkü burası o kadar ıssızdı ve Altın Kalp projesi de o kadar gizliydi ki. Tekne denizde, bütün gezegende kullanılabilir büyüklükteki tek adalar topluluğunun ana adaları arasındaki d
enizde
kaymayı sürdürdü. Zaphod Beeblebrox, Paskalya Adası'ndaki (tamamiyle anlamsız bir
isim ben
zerliği, Galaktikçede küçük düz ve açık kahverengi anlamına gelir) küçük bir uzay üssünden, bir baĢka anlamsız isim benzerliğinden ötürü Fransa denilen, Altın Kalp adasına doğru yola çıkmıĢtı.

 Altın Kalp çalıĢmalarının yan etkilerinden biri, bir dizi oldukça anlamsız rastlantıydı.

Fakat bugünün, yani proje zirvesi gününün, perdenin açıldığı ve Altın Kalbin sonunda görkemli bir Galaksi'ye tanıtıldığı bu büyük

günün aynı zamanda Zaphod Beeblebrox için de büyük bir gün olması bir rastlantı değildi. BaĢkanlık seçimlerine bugünün hatırı için katılmaya karar vermiĢ ve bu karar Kraliyet Galaksisinde Ģok yaratan ĢaĢkınlık dalgaları yaymıĢtı.
--
Zaphod Beblebrox? BaĢ
kan! Bizim Zaphod Beeblebrox? Bize




BaĢkan? Bir çokları bunu bilinen bütün varlıkların hepten keçileri kaçırdığının perçinleyici bir kanıtı olarak gördüler.

Zaphod sırıttı ve tekneyle hız verdi. Zaphod Bebblebrox, maceracı, eski hippi, muhabbetçi (düzenbaz? belki de), çılgın serbest gazeteci, insan iliĢkilerinde son derece kötü, genellikle tamamıyle boĢta gezer.

BaĢkan?

Kimse keçileri kaçırmamıĢtı, en azından bu kadar değil.

Bütün Galakside yalnızca altı kiĢi Galaksinin nasıl yönetildiğini biliyordu, Zap
hod
Beeblebrox BaĢkanlık yarıĢına kalkıĢtığını açıklandığında bunun bir oldu bitti olduğunu anladılar: BaĢkanlık için ideal bir yemdi
.
 Anlayamadıkları Ģey, Zaphod'un bunu neden yaptığıydı.

GüneĢe doğru sudan bir duvar sıçratarak büyük bir dalganın üzerinden atladı. Gün bugündü; gün Zaphod'un ne dümenler çevirdiğini anlayacakları gündü. Gün Zaphod Beeblebrox'un BaĢkanlığının ne anlama geldiğinin belli olacağı gündü. Bugün ayrıca onun ikivüzüncü yaĢgünüydü ama bu da anlamsız rastlantılardan biriydi. Teknes
iyle Damogran denizlerinde kayarken kendi ken
dine ne müthiĢ ve hececanlı bir gün yaĢayacağını düĢündü GevĢeyip kendini bıraktı, iki kolunu da uyuĢukluk içinde koltuğunun iki yanından sarkıttı. Tekneyi daha iyi kayak boksu yapabilmek için geçenlerde sağ omzuna takdırdığı takma koluyla kullanıyordu. 'Hey' diye söylendi kendi kendine, "gerçekten de soğukkanlı bir hergelesin sen." Ama sinirleri gerilmiĢ tın tın ötüyorlardı.

Fransa adası, yaklaĢık yirmi mil uzunluğunda, ortası beĢ mil geniĢliğinde hilal biçiminde kumluk bir adaydı. Gerçekte kendi baĢına bir ada olmaktan çok kocaman bir koyun sınırlarını ve Ģeklini belirtiyordu. Bu izlenimi hilalin iç tarafını tamamiyle kaplayan dik yamaçlı tepeler daha da güçlendiriyordu. Hafif bir eğim tepelerin zir
vesind
en diğer kıyıya doğru uzanmaktaydı.

Tepelerden en yükseğinin zirvesinde bir kutlama ko
mitesi bulunuyordu




Komiteyi Altın Kalbi inĢa eden mühendis ve araĢtırmacıların büyük bölümü oluĢturuyordu
-
bunların çoğu insansıydı, ama sağda solda birkaç sürüngensi
 atom us-
tası, üç
-
dört yeĢil hayaletsi maksimegalaktikalı, bir veya iki ahtapotsu fizikoyapı ustası ve bir Hooloovoo (Hooloovoo olağanüstü zeki mavi renkli bir gölgedir) dolaĢmaktaydı. Hooloovoo'nun dıĢında herkes rengarenk tören elbiselerini kuĢanmıĢlardı; Hooloovoo
ise bu ve
sileyle kendini geçici olarak havada asılı duran bir prizmaya dönüĢtürmüĢtü.

Hepsinde ürpertici, yoğun bir heyecan hakimdi. Birlikte ve teker teker fizik yasalarının en uç noktalarına ve ötesine gitmiĢler, maddenin temel dokusunu

yeniden kurmuĢlar, olasılık ve olasılıksızlık kurallarını evirip çevirmiĢlerdi, ama yine de en heyecan verici olanı boynunda turuncu kurdelesi olan bir adamla tanıĢmaktı. (Tu
runcu kurdele
Galaksi BaĢkanı'nın geleneksel aksesuarıdır ) Galaksi BaĢkanı'nı
n tam olarak ne
kadar güçlü olduğunu bilmek bile onlar için çok Ģey değiĢtirmeyecekti: BaĢkanın hiçbir gücü yoktu. Galakside yalnızca altı kiĢi Galaksi BaĢkanı'nın iĢinin güç kullanmak değil, dikkatleri bu güçten uzak tutmak olduğunu biliyordu.
 Zaphod B
eeblebrox bu iĢte çok baĢarılıydı. Koyun giriĢindeki burnu dolanıp suları yararak koya giren baĢkanlık teknesinin usta manevrası ve güneĢ ıĢığı karĢısında kalabalığın nefesi kesilmiĢ gözleri kamaĢtı.

Tekne suyun üzerinde geniĢ zigzaglar çizerek yak
la
Ģırken yanıp sönen ıĢıklar saçıyordu.

 Aslında görülmeyen bir iyonize atom yastığının üze
rinde ilerleyen teknenin suya falan
değdiği yoktu, sadece gösteriĢ olsun diye altında suya indirilebilen çıkıntıları vardı. Bu çıkıntılar tekne koyda ilerlerken derin

kıvrımlar halinde fısıltıyla fıĢkırıp bükülerek
teknenin ge
risine köpüklerle dökülen su perdeleri yaratıyordu.

Zaphod gösteriĢi severdi: en iyi yaptığı Ģeydi.

Zaphod dümeni kırdı aniden, tekne tepe yamacının karĢısında suları biçerek çılgın bir dönüĢle

savruldu ve dalgalı suyun üzerinde duruverdi.

Bir kaç saniye sonra güverteye çıkıp üç milyardan fazla kiĢiye gülümseyerek el salladı. Üç milyar kiĢi orada değildi ama BaĢkan'ın her hareketini, havada asılı duran küçük bir





üç
-
B, robot kameranın gözünden izliyorlardı. Üç
-
B'ler baĢkanın antikalıklarına her zaman büyük bir kitlenin hayranlık duymasını sağlardı
-
zaten varlık nedenleri de
buydu.
Yine sırıttı. Üç milyar altı kiĢinin henüz haberi yoktu ama bugün herkesin beklediğinden daha antika bir gün olacaktı.

Robot kamera BaĢkan'ın iki baĢından daha tanınmıĢ olanını yakından görüntülemek için yer değiĢtirken BaĢkan tekrar el salladı. BaĢkan fazladan kafası ile üçüncü kolunu saymazsak, görünüĢte insansıydı. Dağınık sarı saçları karmakarıĢıktı. Mavi gözleri tümüyle tanımlanması olanaksız bir parıltıyla parlıyordu, çeneleriyse hemen her zaman tıraĢsızdı.

Teknesinin yanında yuvarlanan zıplayan altı metre çapındaki saydam küre güneĢin altında parlıyordu. Kürenin içinde yarım daire biçiminde kırmızı deri döĢeli gözalıcı bir divan yüzüyordu: küre ne kadar yuvarlanıp zıplarsa zıplasın, divan tersine tıpkı döĢeli bir kaya gibi kımıltısız duruyordu yerinde. Bütün her Ģey gibi, bu da gösteriĢ için yapılmıĢtı.

Zaphod kürenin çeperinden geçip divana kuruldu. Ġki kolunu divanın arkalığının üzerine atarken, üçüncüsü ile de dibindeki tozları silkeledi. BaĢlar çevrelerine gü
-
lümseyerek bakarlarken ayaklarını yukarıya uzattı. Ġçinden haykırmak geliyordu. Su kürenin altında kaynaĢmaya, köpürmeye, fokurdamaya baĢladı. Küre bir fıskiyenin üzerinde zıplayıp yuvarlanarak havaya fırladı. Tepeye hareler düĢürerek daha yükseğe tırmandı. Altına çarpan sular onlarca metre aĢağıdaki deniz yüzeyine dö
-
külürken küre daha da yükseldi.

Zaphod dıĢarıdan görünüĢünü düĢünerek gülümsedi.

Belki baĢtan aĢağı gülünç bir taĢıma yöntemiydi ama
-
oldukça keyifliydi.

Küre tepenin zirvesinde bir süre duraladıktan sonra bir rampaya sıçrayıp küçük çukur
bir platforma yuvarlanarak durdu.

ġiddetli alkıĢlarla dıĢarıya adım attı Zaphod Beeblebrox, turuncu kurdelesi güneĢte parlıyordu.

Galaksi BaĢkanı gelmiĢti.

 AlkıĢların dinmesini bekleyip selamlamak için elini kaldırdı.
 "Merhaba" dedi.
Hükümet görevlisi bir örümcek yan yan BaĢkan'a doğru gidip daha önceden hazırlanan konuĢma metninin bir kopyasını eline tutuĢturmaya kalktı. Metnin aslının üçten yediye kadar olan sayfaları o anda koydan aĢağı yukarı beĢ mil kadar uzakta Damogran denizinde yüzüyorlardı, ilk iki sayfa ise bir Damogran Tepeli Kartalı tarafından kurtarılıp kartalın icadı olan olağandıĢı yeni bir yuvaya yerleĢtirilmiĢti. Büyük oranda kağıt ha
-
murundan imal edilmiĢ bu yuvadan yumurtadan yeni çıkmıĢ bir yavrunun düĢmesi hemen hemen olanaksızdı. Damogran Tepeli Kartalı türlerin hayatta kalması kav
-
ramını duymuĢtu ama bununla ilgilenmemiĢti.

Zaphod Beeblebrox'un önceden hazırlanmıĢ konuĢmaya ihtiyacı olmadığından örümceğin uzattığı kopyayı da nazikçe geri çevirdi.
 'Merhaba' dedi yine.
Herkes ona bakıyordu, en azından hemen hemen her
kes.
Kalabalıkta Trillian'ı seçti. Söylendiğine göre Trill
ian, Zaphod'un bir gezegeni
ziyaretinde yalnızca eğlence olsun diye tavladığı bir kızdı. Ġnce, esmer, insansı, dalgalı uzun siyah saçlı, büyük ağızlı, küçük burunluydu ve gülünç kahverengi elbisesiyle bir  Arap'a benziyordu. Orada tabii ki hiç kimse Arap diye bir Ģey duymamıĢtı. Araplar çok az bir zaman önce yokolmuĢlardı, yokolmadan önce de zaten Damogran'dan beĢyüzbin ıĢık
-
yılı uzakta bulunuyorlardı. Trillian özel biri değildi, ya da Zaphod öyle iddia ediyordu. Kız onunla çok gezip tozmuĢtu ve onun hakkında düĢündüklerinin hepsini söylemiĢti.

"Merhaba tatlım," dedi kıza.

Kız anı ve keskin bir bakıĢtan sonra baĢını çevirdi. Tekrar dönüp daha sıcak bir gülümsemeyle baktığında da Zaphod baĢka bir yere bakıyordu.




"Merhaba" dedi basın denen, kenarda durup
'Mer
haba' demeyi kesip bir an önce demecine geçmesini umut eden yaratık yumağına. Onlara özel olarak sırıttı çünkü birkaç saniye sonra demecin ne olduğunu gö
receklerdi.
Daha sonra söylediklerinde basının kullanacağı pek bir Ģey yoktu. Parti yetkililerin
den
biri BaĢkan'ın kendisi için yazılmıĢ harika konuĢmayı açıkça okuma eğilimi göstermediğini üzülerek farkedince cebindeki uzaktan kontrol aletinin düğmesine bastı. Ötede önlerinde gökyüzüne uzanan koskocaman beyaz bir kubbe ortasından çatlayıp ayrıldı ve katlanarak kendini yavaĢça toprağa bıraktı. Her Ģeyin böyle gerçekleĢeceğini biliyorlardı çünkü böyle inĢa etmiĢlerdi ama gene de solukları ke
-
silmiĢti.

Tam altında kocaman, parlak bir koĢu ayakkabısına benzeyen, yüzelli metre uzunluğunda kusursuz ve i
n
sanın aklını kaçırtacak kadar güzel uzay gemisi uza
-
nıyordu. Geminin kalbinde galaksi tarihinde, bu gemiyi eĢsiz kılan o güne kadar icat edilmiĢ en kafa karıĢtıran alet, gemiye adını veren altın kutu içinde duruyordu: Altın
Kalp. "Vay be!" dedi Zaphod Be
eblebrox Altın Kalbe. Söyleyebileceği fazla bir Ģey
yoktu.
Basını kızdıracağını bildiğinden bir kez daha yi
neledi. "Vay be!"
Kalabalık bir beklenti içinde yüzlerini tekrar ona çevirdiler. KaĢlarını kaldırıp gözlerini açarak kendisine bakan Trillian'a göz kırptı. Kız onun ne söylemek üzere olduğunu da, bunun büyük bir gösteri olacağını da bi
liyordu.
"Bu gerçekten inanılmaz" dedi Zaphod. "Bu gerçekten tamamen inanılmaz. Öyle inanılmaz derecede inanılmaz ki içimden onu çalmak geliyor."

MüthiĢ bir BaĢkanlık demeci, biçimsel olarak tamamıyla doğru. Kalabalık memnuniyetle güldü, gazeteciler sevinçle Etha
-
 Altı Haber
-
Matiklerinin düğ
melerine
bastılar, BaĢkan sırıttı.




Bir yandan sırıtıyordu ama kalbi dayanılmaz bir hızla çarpıyordu ve cebinde sessizce
yatan Fele-Matik bom
basının düğmesine bastı.

Sonunda kendini daha fazla tutamadı. BaĢlarını yukarıya göğe kaldırıp majör üçlü vahĢi bir çığlık koyverdi, bombayı yere attı ve bir anda donup kalıveren gülümseyen yüzler denizinin arasından ileriye doğru koĢmaya baĢladı.

Prostetnik Vogon Jeltz diğer Vogonlar'ın gözüne dahi hoĢ görünmezdi. Son derece iri
kemerli burnu do
muza benzeyen dar bir alından ileri uzanıyordu. Koyu yeĢil kauçuğa benzeyen cildi Vogon YurttaĢlık Hizmeti Politikası oyununu oynamasına,
hem de
adamakıllı oynamasına elverecek kadar kalın, hiçbir olumsuz etkiye uğramadan sonsuza dek denizlerin binlerce metre dibinde yaĢamasını sağlayacak kadar da su geçirmezdi.

Tabii ki bu yüzmeye olan düĢkünlüğünden ötürü böyle değildi. Yüklü günlük programı buna izin vermiyordu. O olması gerektiği gibiydi çünkü milyarlarca yıl önce Voganlar
Vogsphere'in ilkel hareketsiz de
nizlerinden dıĢarıya sürünüp, kendilerini nefes nefese
so
luyarak gezegenin el değmemiĢ kıyılarına çektiklerinde... genç parlak Vogs
ol
güneĢinin ilk ıĢıklarının o sabah üzerlerine vurmasıyla sanki evrimin güçleri onları orada bırakıvermiĢti. Bir daha evrimleĢmediler: Aslında yaĢamlarını hiç sürdürmemeleri gerekirdi

Gerçekte yaptıkları, bu yaratıkların kaz kafalı kuĢ
-
beyinli inatçılığına bir takdir sayılırdı.
"Evrim?" di
yorlardı kendi aralarında, "ne gereği var ki?" ve iğrenç anatomik uygunsuzluklarını cerrahi yöntemlerle düzeltmeyi becerene dek doğanın onlar adına
yap
madıklarından mahrum yaĢadılar.
 Bu arada Vogon gezegenindeki d
oğal güçler önceki ihmallerini telafi etmek için fazla mesai yapıyorlardı. Bu yüzden Vogonların demir çekiçlerle elmas gibi ıĢıldayan kabuklarını kırıp yedikleri çevik yengeçler; bunların etini kavurmak için kesip yaktıkları gökyüzüne uzanan nefes kesici güzellikteki ağaçlar; Vogonların yakalayıp üst
lerine
oturdukları ipek tüylü, buğulu gözlü ceylan gibi yaratıklar tasarlamıĢlardı. Bu yaratıklar


taĢımacılıkta kullanılmıyordu çünkü hemen kırılıveriyordu belleri Vogonlar yine de oturuyorlardı üstlerine.
 Ca
nsıkıcı bir bin yıl böylece geçip gitti, ta ki Vogonlar ansızın yıldızlararası yolculuğun sırlarını keĢfeden dek. Birkaç kısa Vog yılı içinde bütün Vogonlar Galaksinin siyasi merkezi olan Megabrantis yıldız kümesine göç ettiler, ve Ģimdi Galaktik VatandaĢlık Hizmetleri'nin güçlü belkemiğini oluĢturuyorlar. Öğrenmeye, yol yordam tanımaya, medeni olmaya çalıĢtılar, ama çağdaĢ Vogon birçok bakımdan ilkel atalarından pek farklı değildir. Her yıl anavatanlarından yirmiyedi bin elmas gibi ıĢıldayan çevik yengeç getirtip içkili bir gece sonrasında demir çekiçlerle paramparça edip yerler.

Prostetnik Vogon Jeltz tipik Vogon özellikleri gösteren tam bir alçaktı. Üstüne üstlük de otostopçulardan hiç hazzetmezdi.
 * * * Prostetnik Vogon Jeltz'in sancak gemisinin ba
ğırsaklarının derinliklerinde bir yerlere gömülü küçük karanlık bir kabinde minik bir kibrit alevi çaktı sinirli si
nirli. Kibritin sahibi
bir Vogon değildi, ama onlar hakkında her Ģeyi biliyordu ve sinirli olmakta haklıydı. Bu
1 Ford Prefect'ti. Kabinde
çevresinde bakındı ama iyi göremiyordu; zayıf titrek alevin ıĢığında ürkünç gölgeler sıçrayıp dolandılar çevresinde, her yer sessizdi. Dentrassilere sessiz bir teĢekkür etti soluğunu verirken. Bir oburlar kabilesi olan Dentrassiler vahĢi ama canayakın bir topluluktu. Vogonlar onları kendilerini fazlasıyla kendileri olarak koruyabildileri için uzunyol filolarında iaĢe memuru olarak iĢe almıĢlardı.

Bu Dentrassilerin de iĢine geliyordu çünkü uzaydaki en sağlam paralardan biri olan Vogon parasını se
viyorlar
dı, ama Vogonların kendilerinden nefret ediyorlardı. Bir Dentrassi'nin isteyebileceği tek Vogon canı sıkkın bir Vogon 'du.

Ford Prefect bu küçücük bilgi parçası sayesinde bir hidrojen, ozon ve karbonmonoksit üfürüğü olmaktan kurtulmuĢtur.




Hafif bir inleme
iĢitti. Kibritin ıĢığında yerde hafifçe kımıldayan ağır bir Ģekil gördü. Çabucak salladı kibriti, elini cebine attı, aradığını buldu ve çıkardı. Kabını sıyırdı ve salladı. Yerde sürünerek ilerledi. ġekil kımıldadı yine.

"Biraz fıstık almıĢtım da," dedi F
ord Prefect.
 Arthur Dent kımıldandı, anlamsız bir Ģeyler mırıldanarak inledi.

"Hadi, ye biraz." diye üsteledi Ford paketi sallayarak. "Madde nakletme ıĢını altına ilk giriĢinse biraz tuz ve protein kaybetmiĢ olmalısın. Bira metabolizmanı biraz olsun
korum
uĢtur."

"Brrrr..." dedi Arthur Dent. Gözlerini açtı.

"Karanlık" dedi.

"Öyle" dedi Arthur Dent

"Karanlık ıĢık yok."

Ford Prefect'in insanlar hakkında anlamakta en çok güçlük çektiği Ģeylerden biri "Güzel bir gün," "Çok uzun boylusun," veya "Ah canım, otuz
metrelik bir kuyuya
düĢmüĢ gibisin, iyi misin?" gibi ayan beyan ortadaki Ģeyleri söze döküp yineleme alıĢkanlıklarıydı. Ġlk baĢlarda Ford bu tuhaf davranıĢı açıklamak için bir kuram ge
-
liĢtirmiĢti. Ġnsanlar dudaklarını çalıĢtırmazlarsa, diye düĢünmüĢtü, belki de dudakları kilitleniyordun Birkaç aylık bir irdeleme ve gözlem döneminden sonra bu kuramı yerine bir yenisini koyarak terketti. Dudaklarını çalıĢtırmazlarsa, diye düĢündü, beyinler çalıĢmaya baĢlıyor. Bir süre sonra bu kuramı da çok katı olduğu için terketti ve insanları ne olursa olsun sevdiğine karar verdi ama bilmedikleri Ģeylerin çokluğu da her
zaman umut
suzca endiĢelendirdi onu.

"Evet," diye onayladı Arthur'u, "ıĢık yok." Biraz fıstık uzattı ona. "Nasılsın?" diye sordu.

"TaĢınan bir ordu gibi," dedi Arthur, "bazı parçalarım hâlâ yolda."

Ford boĢ boĢ ona baktı karanlıkta.

"Ne cehennemde olduğumuzu sorsam sana," dedi Arthur yavaĢça, "buna piĢman olur
muyum?"
Ford ayağa kalktı. "Güvenlikteyiz," dedi.
 "Ah, iyi," dedi Arthur.
Küçük bir mutfak kabinindeyiz," dedi Ford, "Vogon ĠnĢa Filosundan bir uzay gemisinde." "Ah," dedi Arthur, "bu açıkça 'güvenlikte' sözcüğünün benim bilmediğim bir kullanım biçimi."




Ford bir ıĢık düğmesi aramak için baĢka bir kibrit çaktı. Ürkünç gölgeler zıplayıp dolandılar yine. Arthur ayağa kalkarak gayretle ve ürpertiyle omuzlarını kavradı. Görünmeyen yabanıl Ģekiller çevresinde dönüyormuĢ gibi görünüyordu, hava ciğerlerine sızan tanımlayamadığı rutubetli kokularla ağırlaĢmıĢtı, ve dahası hafif ama rahatsız edici bir uğultu

kafasını toplamasını engelliyordu.

"Nasıl geldik buraya?" dedi, hafifçe titreyerek.

'"Otostop çektik." dedi Ford.

'Pardon?" dedi. Arthur. "BaĢparmaklarımızı uzatıp bekledik, sonra da karafatma gözlü yeĢil yaratığın teki kafasını uzatıp, 'Merhaba arkadaĢ,

atlayın arkaya, sizi Basingstroke çevresinde bir yerlerde silkelerim' dedi öyle mi?"

"YaklaĢtın," dedi Ford," 'baĢparmak' bir elektronik Etha
-
altı sinyal cihazı, 'çevresi' altı ıĢık yılı uzaktaki Barnard yıldızı, ama söylediğin aĢağı yukarı doğru."
 "Karaf
atma gözlü yaratık?"

"YeĢil renkli, evet."

"Ġyi," dedi Arthur, "eve ne zaman dönebilirim?"

"Dönemezsin," dedi Ford Prefect ve ıĢık düğmesini buldu.

"Gözlerini kolla..." dedi ve çevirdi düğmeyi.

Ford kendisi bile ĢaĢırdı kaldı.
 "Tam bir felaket," dedi Arthu
r, "gerçekten burası bir uçan dairenin içi mi?"
 * * *
Prostetnik Vogon Jeltz zevksiz yeĢil gövdesini yönetim köprüsünün içinde sürükledi. Üzerinde yerleĢim olan gezegenleri yok ettikten sonra belirsiz biçimde üzgün
hissederdi kendini. Birilerinin gelip b
unun çok yanlıĢ bir Ģey olduğunu söylemesini, onlara bağırıp rahatlamayı isterdi. Kırılsın da kızmak için bir bahanesi olsun diye, kendini olabildiğince hoyrat bir biçimde yönetim koltuğuna bıraktı, ama koltuk yalnızca
bir ga
cırtıyla yakındı.
 "Defol!"
diye bağırdı o anda köprüye giren bir Vogon muhafıza. Muhafız rahatlamıĢ olarak anında yok oldu. Az önce aldıkları raporu götürenin kendisi olmamasına sevindi. Rapor bundan sonra bütün hiper
-
uzay yollarını gereksiz kılacak yeni model harika bir
uzay gemisi mo
torunun Damogran'da bir araĢtırına merkezinde tanıtıldığını söyleyen resmi bir yazıydı.



BaĢka bir kapı kayarak açıldı, ama bu kez Vogon kaptan bağırmadı çünkü kapı Dentrassilerin yemeğini hazırladıkları mutfak bölmelerine açılıyordu. Gelen yemek
olu
nca baĢının üstünde yeri vardı.

Kocaman tüylü bir yaratık yemek tepsisiyle birlikte kapıdan girdi. Sapıkça sırıtıyordu. Prostetnik Vogon Jeltz zevkten dört köĢeydi. Bir Dentrassi kendinden bu kadar hoĢnut göründüğünde gemide bir yerlerde kendisini çok kızdıracak bir Ģeyler döndüğünü
bilirdi. * * *
Ford ve Arthur çevrelerine bakındılar.

"Evet, ne arıyorsun?" dedi Ford.

"Biraz dağınık değil mi?"

Ford felç olmuĢ kabinde orada burada duran pis Ģiltelere, bulaĢık fincanlara, tanımlanamayan kokulu yabancı iç

çamaĢırı parçalarına endiĢeyle baktı.

"Haliyle, çalıĢılan bir yer bu gemi, gördüğün gibi," dedi Ford. "Bunlar Dentrassi uyuma bölümleri."

"Bunlara Vogon gibi birĢey dendiğini sanıyordum."

"Öyle," dedi Ford, "Gemiyi Vogonlar kullanıyorlar, Dentrassiler aĢçı, bizi gemiye onlar aldı."

"Kafam karıĢtı," dedi Arthur.

"Gel, Ģuna bir bak," dedi Ford. ġiltelerden birine oturup çantasını karıĢtırdı. Arthur önce parmağıyla Ģilteyi sinirli sinirli yokladı. Sonra da üzerine oturdu: aslında si
nirlenecek bir
Ģey yoktu, çünkü bütün Ģilteler sqornshellous Zeta'nın bataklıklarında yetiĢtirilip, kul
-
lanılmadan önce güzelce öldürülüp kurutulurdu. Aralarından çok azı sonradan dirilirdi.

Ford kitabı Arthur'a uzattı.
 "Nedir bu?" diye sordu Arthur.
"Her Otostopçunun Galaksi Rehberi. Bir çeĢit elektronik kitap. Herhangi bir Ģey hakkında bilmek istediğin her Ģeyi söyler sana. ĠĢi bu."

 Arthur elinde sinirli sinirli evirip çevirdi kitabı. "Kabını sevdim' dedi. "Paniğe kapılmayın. Bütün gün boyunca bana söylenen en faydalı ve akılcı Ģey."




"Nasıl çalıĢtığını göstereyim sana," dedi Ford. Kitabı iki hafta önce ölmüĢ bir bülbül leĢi gibi iki parmağının ucuyla tutan Arthur'un elinden kaparak kabından çıkardı. "ġu düğmeye basınca ekran aydınlanıp dizini gös
terir." Yediye on santiml
ik bir ekran aydınlandı ve yazı karakterleri hızla geçmeye baĢladı. "Vagonları öğrenmek istiyorsun, öyleyse yazıyorum." Parmakları birkaç düğ
meye
daha dokundu. "ĠĢte." Ekranda "Vagon ĠnĢa Filoları" sözcükleri yeĢil renkte belirdi. Ford'un ekranın dibinde büyük kırmızı bir düğmeve basmasıyla birlikte sözcükler ekranda kaymaya baĢladı. Aynı zamanda kitap ekrandakileri sakin yumuĢak bir sesle okumaktaydı. Kitap Ģunları söylemekteydi:

"Vagon ĠnĢa Filoları. Bir Vogonun aracına binmek is
-
tediğinizde yapmanız
 gerek tek
Ģey: vazgeçmektir. Galaksideki en tatsız ırklardan biridir
-
sadece düĢünce ve davranıĢları ifritçe değildir, aynı zamanda kötü huylu, bürokratik, resmi ve kalın kafalıdırlar. Üç imzalı emirler imzalanmadan; yollanıp, geri gönderilip, soruĢturulmadan; yine yitirilip, sonunda üç ay boyunca kağıt bulamacında bekletilip yakıt olarak yeniden dönüĢüme uğratılmadan kendi öz ninelerini Traal'ın Yırtıcı Cırlayan Canavarı'ndan kurtarmak için bile parmaklarını bile kımıldatmazlar.

"Bir Vogon'dan içki koparmanın en iyi yolu boğazına parmak atmak, onu üzmenin en iyi yolu ise ninesini Traaal'in Yırtıcı Cırlayan Canavarı'na yedirmektir."

"Hiçbir koĢulda bir Vogon'un size Ģiir okumasına meydan vermeyin."

 Arthur gözlerini kırpıĢtırdı.
 "Ne tuhaf kitap. Peki, nas
ıl alındık buraya?"

"Üstüne bastın, bu kitap eski," dedi Ford, kitabı kabına geri koyarken. "Yeni Gözden GeçirilmiĢ Baskı için alan araĢtırması yapıyorum, yapmak istediğim Ģeylerden biri de Vogon'ların bizim için çok kullanıĢlı bağlantılar olabilecek Dentrassi'leri aĢçı olarak iĢe almalarından biraz söz etmek."

 Arthur'un yüzünü acılı bir ifade kapladı. "Ama Dentrassi'ler de kim? dedi.

"MüthiĢ adamlar," diye yanıtladı Ford. "En iyi aĢçı ve en iyi kokteyl hazırlayıcılarıdırlar, baĢka hiçbir Ģeyle de uğraĢmazlar. Otostopçulara yardım ederler her zaman, bunu biraz yarenliği sevdiklerinden, ama daha çok
 Vogon'la
rın canını sıkmak için yaparlar.

Evrenin mu
cizelerini günde otuz altarian dolarından aza görmek is
teyen sefil bir
otostopçu isen bilmen gereken Ģeylerden biridir. Bu benim iĢim. Eğlenceli değil mi?"

 Arthur'un kafası karıĢmıĢtı.

"MüthiĢ," dedi baĢka bir Ģilteye kaĢlarını çatarak.

"Aksi gibi Dünya'ya planladığımdan fazla takıldım." dedi Ford. "Bir haftalığına geldim ama onbeĢ yıl saplandım kaldım."
 "Peki
oraya nasıl geldin?"

"Kolay, bir dalgacıya otostop çektim."

"Dalgacı mı?"
 "Evet." "Peki nedir bir..."
"Dalgacı mı?" Dalgacılar genellikle yapacak bir Ģeyi olmayan zengin çocuklarıdır. Yıldızlararası bağlantı kuramamıĢ gezegenler arayarak dolaĢır ve kafaya

alırlar onları.

"Kafaya mı alırlar?" Arthur, Ford'un hayatı zorlaĢtırarak kendisiyle dalga geçtiği duygusuna kapıldı.

"Evet," dedi Ford. "Kafaya alırlar. Issız bir yer bulur, hiç kimsenin asla inanmayacağı bir zavallının yanıbaĢına konup yanında yöresinde

baĢlarında antenlerle hindi gibi kabararak bip bip diye sesler çıkartıp gezinirler. Çok çocukça." Ellerini' baĢının arkasına koyan Ford Ģilteye uzandı, çıldırtıcı bir Ģekilde kendinden hoĢnut gö
-
rünüyordu.

"Ford." diyerek üsteledi Arthur, "belki de bu ap
talca bir soru olacak ama benim burada
ne iĢim var?

"Pekala da biliyorsun yanıtı," dedi Ford. "Seni Dünya'dan kurtardım."

"Peki Dünya'ya ne oldu?"
 "Ha. Yok oldu."
"Ya," dedi Arthur ölçülü.

"Evet. BuharlaĢıp uzaya dağıldı."

"Bak," dedi Arthur, "ĠĢte buna biraz üzüldüm."

Ford, bir süre kaĢlarını çatıp düĢüncelerini tarttı.
 "Evet, bunu anlayabiliyorum," dedi en sonunda.
"Bunu anlıyorsun!" diye bağırdı Arthur. "Bunu anlıyorsun!"

Ford yerinden fırladı.

"Kitabı okumaya devam et!" diye fısıldadı aceleyle.
 "Ne?"

"Paniğe kapılmadım!"

"Kapıldın."

"Peki kapıldım diyelim, elimden baĢka ne gelir ki?"

"Bana takıl hayatını yaĢa. Galaksi neĢeli yerdir. ġu balığı da kulağına tık."

"Afedersiniz, anlayamadım," diye sordu Arthur, böyle konuĢarak daha nazik

davrandığını düĢünüyordu.

Ford içinde küçük sarı balığın gezindiği minik bir ka
vanoz tutuyordu elinde. Arthur
gözlerini kırpıĢtırdı. Kafasına yatan anlaĢılır, basit bir Ģeylere ihtiyacı vardı. Dentrassi iç çamaĢırları, sqornshelleus Ģilte yığınları ve elinde sarı bir balık tutup onu kulağına koymasını söyleyen bu Betelgeuse'lünün arasında küçücük bir paket mısır gevreği görebilseydi kendini daha güvenlikte hissedebilecekti. Ama göremedi, güvenlikte de
hissedemedi kendini.
Birden çıkartamadığı bir kaynaktan yırtıcı bir ses üzerlerine geldi. Kurt sürüsüyle boğuĢurken gargara yapmaya çalıĢan bir adamın hırıltılarına benzeyen sesle kor
kuyla irkildiler.
"HĢĢt!" dedi Ford. "Dinle, önemli olabilir."

"Ö... önemli?"

"Vogonların kaptanı bir duyuru yapıyor."
 "Y
ani Vogonlar böyle mi konuĢur?"
 "Dinle!" "Fakat Vogonca bilmem!"
"Ġhtiyacın yok. ġu balığı kulağına tık yeter."

Ford, yıldırım hızıyla, elini Arthur'un kulağına götürdü. Arthur iĢitme kanalının
derinliklerine kayan ba
lığın ani rahatsızlığını hissetti. K
orkuyla irkilerek bir iki saniye
kulağını karıĢtırdı, ama sonra yavaĢ yavaĢ hayretten gözleri yuvalarından fırladı. Ġki siluet yüz resmine bakarken birden onun beyaz bir Ģamdan resmi olduğunu görüvermenin iĢitsel eĢdeğerini yaĢıyordu. Ya da bir kağıt parçası üzerinde birden bire altı rakamına dönüĢen ve doktorunuzun yeni bir gözlük için sizden tonla para alacağı anlamına gelen bir sürü renkli noktaya bakmak gibiydi bu.


Hâlâ uğuldayan gargarayı dinliyordu, bunun farkındaydı ancak Ģimdi kusursuz tekdüze
bi
r Ġngilizce'yi andırıyordu ses.

ġöyle bir Ģeydi duyduğu...

Oğğl, Oğğl, gargra oğğl, oğğl oğğl gargra oğğl gargra oğğl oğğl gargra oğğl gargra gargra oğğl gargra gargra oğğl Ģırrrp bir neden göremiyorum. Mesaj tekrarlanıyor. Kaptanınız konuĢuyor, her ne yapıyorsanız bırakıp dinleyin. Her Ģeyden önce göstergelerden gemide bir çift otostopçu olduğunu anlıyorum. Her neredeyseniz size merhaba. ġunu açıkça ifade etmek isterim ki hiç de hoĢ gelmediniz. Bulunduğum yere gelmek için çok çalıĢtım. ġapkın bir takım

beleĢçilere hizmet eden bir dolmuĢa çevirmek için bu Vogon ĠnĢa Gemisine kaptan olmadım ben. Bir arama ekibi çıkardım yola. Sizi bulur bulmaz kapı dıĢarı edeceğim. Eğer çok çok Ģanslıysanız size birkaç Ģiirimi okuyabilirim.

Ġkincisi, Barnard yıldızı yolunda hiperuzaya sıçramak üzereyiz.Vardığımızda boĢaltma
-
yükleme için yetmiĢiki saat limanda kalacağız, bu arada kimse gemiden ay
-
rılmayacak. Yineliyorum, tüm gezegen izinleri iptal edilmiĢtir. Mutsuz bir aĢk macerasından daha yeni çıktım, bu yüzden baĢkalarının çıkıp eğlenmesi için bir neden gö
remiyorum. Mesaj bitti." Ses kesildi.
 Arthur ĢaĢkınlıkla yerde kollarıyla baĢını kollayarak bir yumru halinde yatmakta olduğunu farketti. Hafifçe gülümsedi.

"Ne hoĢ adam," dedi, "bunlardan biriyle evlenmesini yasaklayabileceğim bir kızım
olsun isterdim..."
"Buna gerek kalmazdı," dedi Ford. "Ancak bir trafik kazası kadar çekicidirler. Dur, kımıldama," diye ekledi Arthur yerde çözülmeye baĢlarken, "hiper uzaya sıç
ramaya
hazır olsan iyi olur. AkĢamdan kalmıĢ gibi tatsız hissedersin kendini."

"AkĢamdan kalmanın nesi kötüymüĢ ki?"

"Bir bardak su ister canın."

 Arthur bunu düĢündü biraz.
 "Ford," dedi.
"Hı?"



"Kulağımdaki bu balık ne yapıyor?"

"Çeviri yapıyor sana. Babilbalığı denir ona. Ġstersen rehberden bakabilirsin."
 He
r Otostopçu'nun Galaksi Rehberi'ni arkadaĢına fırlattı ve ana karnındaki bir dölüt gibi yere kıvrılarak kendini sıçramaya hazırladı.

O anda yer Arthur'un altından kayıp gitti.

Gözleri içine battı. Tepetaklak olup ayakları tepesinden çıkmaya baĢladı.

Çevresindeki mekan dümdüz oldu, büküldü, yokluğa geçip onu kendi içine doğru gömülmeye terketti.

Hiper uzaydan geçiyorlardı.

"Babilbalığı," dedi. Her Otostopçu'nun Rehberi sessizce, "küçük ve sarıdır, sülüğe benzer, belki de evrenin en sıradan nesnesidir. Kendisini taĢıyanın değil de onun çevresindekilerin beyin dalgalarının enerjisiyle beslenir. Beslenmek için bu beyin dalgası enerjisinden bilinçsizce bütün düĢünce frekanslarını emer. Daha sonra düĢünce frekanslarını aldığı beynin konuĢma merkezinden gelen sin
ir sistemi
sinyallerini bilinçli düĢünce frekanslarıyla birleĢtirip taĢıyıcısının beynine bunlardan oluĢan telepatik bir matris süzer. Bunun uygulamaya yansıması kulağınıza bir Babilbalığı sokacak olursanız çevrenizdeki size söylenen her dilden sözü
anla
yabileceğinizdir. iĢittiğiniz konuĢmalar Babilbalığının beyninize gönderdiği beyin dalgası matrisini çözümler.

Bu kadar yararlı bir Ģeyin tamamen rastlantı sonucu türemiĢ olmasını bazı düĢünürlerin Tanrı'nın var olmadığının bir kanıtı olarak göstermeleri

nasıl da tuhaf ve akıl almayacak bir olaydır."

"Bu akıl yürütmenin aslı Ģöyledir: 'Var olduğumu kanıtlamayı reddediyorum', der Tanrı, 'çünkü kanıt inancı reddeder ve inanç olmadan ben hiçbir Ģeyim?

'Ama,' der insan, 'Babilbalığı bir çıkmaz sokak, değil mi? Rastlantı sonucu evrimleĢmiĢ
olamaz. Senin var
lığının bir kanıtıdır, öyleyse, kendi söylemine göre yok
sun. QED2?
'Vay canına,' der Tanrı, 'bunu düĢünmemiĢtim iĢte,' ve ani bir mantık köpüğü patlatmasıyla yok olur ortalıktan.



'Hah, bu daha bir Ģey değil', der insan ve tekrar tekrar siyahın beyaz olduğunu kanıtlamaya giriĢip bir zebra çizgisinde hayata veda eder.

"Birçok önde gelen teolog yukarıdaki söylemin bir avuç palavradan baĢka bir Ģey olmadığı iddia etmiĢse de, bu Odan Colluphid'in bunu en

çok satan kitaplar lis
tesine
giren ĠĢte Bu Tanrı'nın Defterini Dürer adlı kitabının temel fikri olarak geliĢtirip küçük bir servet yapmasını engellememiĢtir.

"Bu arada, zavallı Babilbalığı değiĢik ırklar ve kültürler arasındaki bütün iletiĢim
engeller
ini yıkarak yaratılıĢ tarihinin sözünü ettiği her Ģeyden daha çok sayıda kanlı savaĢlara neden olmuĢtur."

 Arthur hafif bir inilti çıkardı Hiperuzaydan geçtikten sonra hâlâ yaĢadığını görünce dehĢete kapılmıĢtı. Dünyanın eskiden olduğu yerden altı ıĢık yılı uzaktaydı.

Dünya dönüp durun beyninde dünyanın hayalleri rahatsız edici Ģekilde uçuĢuyordu. Bütün dünyanın uçup gittiğini hayal edebilmesine bile olanak yoktu, çünkü dünya çok büyüktü. Annesinin, babasının ve kız
-
kardeĢinin yok olduğunu düĢünerek u
yarmaya
çalıĢtı duygularını. Tepki vermedi. Sonra iki gün önce supermarket kuyruğunda önünde duran bütünüyle yabancı birini düĢününce, ani bir uyarı hissetti, bütün su
-
permarket içindekilerle birlikte yok olmuĢtu. Nelson Anıtı yok olmuĢtu! Nelson Anıtı yo
k
olmuĢtu ve hiçbir yerinme duyulmuyordu, çünkü yerinecek kimse kalmamıĢtı. ġimdiden sonra Nelson anıtı yalnızca aklında yer alacaktı. Ġngiltere aklında yer olacaktı, bu kokulu, rutubetli, çelik döĢeli uzay gemisine tıkılmıĢ olan aklında. Bir
klostrofobi
dalgası yerleĢti üzerine. Ġngiltere yoktu artık. Bunu anlamıĢtı, bir Ģekilde anlayabilmiĢti bunu. Bir kez daha denedi. Amerika, diye düĢündü, yok olmuĢtu. Kavrayamıyordu bunu. Daha küçükten baĢlamayı düĢündü yine. New York yok olmuĢtu. Tepki yok. Va
ro
lduğunu hiçbir zaman da ciddi olarak düĢünmemiĢti zaten. Dolar, diye düĢündü, sonsuza dek düĢtü. Bu noktada küçük bir ürperme. Bütün Bogard filmleri sonsuza dek silinip gitti, dedi kendi kendine, tatsız bir sarsıntı hissederek. McDonalds diye düĢündü. Mc
Donalds ham-
burgeri diye bir Ģey yoktu artık.




Kendinden geçti. Bir saniye sonra yeniden kendine geldiğinde annesi için ağlarken
buldu kendini.
Hırsla ayağa fırladı.
 "Ford!"
Ford kendi kendine homurdanarak oturduğu köĢeden ona baktı. Uzay yolculuklarının
g
erçekten uzayda yolculuk edilen kısımları ona her zaman çok yorucu gelmiĢti.
 "Ne var?" dedi.
"Bu kitap iĢinde araĢtırmacıysan ve dünyada bu
-
lunduysan eğer, onun hakkında bilgi toplamıĢ olmalısın."

"Evet, önceden yazılmıĢ maddeyi biraz daha geliĢtirdim."

Bu baskıda ne diyor göreyim o zaman, görmem gerek."
 "Peki, olur." Rehberi ona verdi yine. Arthur rehberi kavrarken ellerinin titremesine engel
olmaya çalıĢıyordu. Sayfayı bulabilmek için maddeyi yazdı. Ekran parıldayıp kırpıĢtı ve yazılı bir sayfa çıktı ortaya. Arthur sayfaya baktı.

"Böyle bir madde yok!" diye patladı. Ford omzunun üzerinden Ģöyle bir baktı.

"Var," dedi, "aĢağıda, ekranın altına bak, Eccentrica Gallumbits, Erotikon6'nın üç memeli fahiĢesi maddesine.

 Arthur Ford'un parmağını izleyip gösterdiği yere baktı. Bir an için kavrayamadı, sonra aklı baĢından gitti.

"Ne? Zararsız mı? Bütün söyleyeceğin bu mu? Zararsız ! Tek bir sözcük!"
 Ford omuz silkti.
"Ġyi de Galaksi'de yüz milyardan fazla yıldız var, kitabın mikroiĢlemcilerinde de sınırlı
yer."
dedi, "Üstelik kimse de dünya hakkında pek bir Ģey bilmiyor."

"Tanrı aĢkına bu maddeyi biraz geniĢletmiĢsindir umarım."

"Ha tabii, editöre yeni bir madde ulaĢtırmayı baĢardım. Biraz kırpmak zorunda kaldı ama bu yine de bir ilerleme sayılır."

"ġimdi ne yazıyor?" diye sordu Arthur. "Oldukça zararsız ," diye belirtti Ford sıkıntılı bir öksürükle.

"Oldukça zararsız!" diye bağırdı Arthur. "Bu ses de ne?" diye fısıldadı Ford

"Ben bağırıyorum," diye bağırdı Arthur.

"Hayır! Kes!" dedi Ford. "Galiba baĢımız dertte.
"
"Ya, öyle mi?"

Kapıya yaklaĢanların, ayak sesleri açıkça du
yuluyordu.
"Dentrassiler mi?" diye fısıldadı Arthur.




"Hayır, bunlar çelik uçlu botlar," dedi Ford

Kapı sertçe vuruldu.

"Öyleyse kim?" dedi Arthur.

"Peki" dedi Ford, "Ģansımız varsa bizi dıĢarı atmaya gelen Vogonlardır."

"Ya Ģansımız yoksa?"

"ġansımız yoksa," dedi Ford pis pis, "kaptanın önce bize Ģiirlerinin bir kısmını okuyacağı tehdidi doğrudur."

Vogon Ģiiri herkesin bildiği gibi Evren'deki üçüncü en kötü Ģiirdir. Ġkinci en kötü Krialı
 Azgoth
lardır. Usta Ģairleri üstat Gazlı Grunthos'un ünlü Ģiiri, "Bir Yaz Ortası Sabahında Koltukaltımda Bulduğum YeĢil Macun Parçasına Destan'ın sunuluĢu sırasında dinleyicilerden dördü içkanamadan ölmüĢ, Orta
-
Galaktik Sanat ġeref Kurulu BaĢkanı kendi bacağını kemirmek suretiyle ölümden kurtulmuĢtur. Grunthos'un Ģiirinin bu Ģekilde dinlenmesinden dolayı 'kırgın' olduğu bildirilmiĢtir. ġair oniki kitaptan oluĢan epik Ģaheseri Banyoda Çığırdıklarımı okumaya geçmeden önce kendi kalın barsağı, birçok hayat ve uygarlığı kurtarmak uğruna boğazından geçmek suretiyle beynini dağıtmıĢtır.

Tümünden daha kötü olan Ģiir ise yaratıcısı olan Ġn
giltere, Essex, Greenbridge'den
Paula Nancy Millstone Jennings ile birlikte Dünya gezegeninin yıkımı sırasında yok olmuĢtur.
 * * * P
rostetnik Vogon Jeltz yavaĢça sırıttı. Bu hareketi yalnızca gösteri amacı da taĢımıyordu, çünkü gülümserken kas hareketlerinin sırasını anımsaması gerekmiĢti.
Tut
saklarına gayet sağaltıcı bir Ģekilde bağırmıĢtı, Ģimdi iyice rahatlamıĢtı, artık biraz
sertl
eĢilebilirdi.

Tutsaklar ġiir Değerlendirme Ġskemlelerine yerleĢtirildiler sıkıca bağlanarak. Vogonlar çalıĢmalarının algılanıĢı konusunda hayallere kapılmazlardı. Yazın ko
nusundaki ilk
adımları, geliĢmiĢ ve kültürlü bir ırk olduklarını kanıtlama yolund
aki azimlerinin
kamçılanmasıyla. atılmıĢtı, ama Ģimdi bir çılgınlığın pençesindeydiler. Soğuk ter Ford Prefect'in alnında birikip Ģakaklarına yapıĢtırılan elektrotların çevresinden aĢağı kayıyordu. Elektrotlar bir elektronik düzeneğe bağlıydı, hayal yogunlaĢtırıcılar, ritm




düzenleyiciler, kafiye çözümleyiciler, tekrar önleyiciler, hepsi Ģiirin etkisini artıracak, Ģairin düĢüncelerinden bir kırıntının bile boĢa gitmemesini sağlayacak Ģekilde tasarlanmıĢtı.

 Arthur Dent oturduğunda ürperdi. Niye buraya getirildiğini bilmiyordu ama bildiği tek bir Ģey vardı: Ģimdiye kadar iĢler iyi gitmemiĢti ve bundan sonra da durum değiĢecekmiĢ gibi görünmüyordu.

Vogon okumaya baĢladı
-
kendi yaratıcılığının küçük kötü kokulu bir bölümü.

Ey serbestlikli gurultu böceksi..." diye baĢladı. Ford'un gövdesi spazmlarla gerildi
-bu kendini ha
zırladığı Ģeyden de beterdi.

"" çiĢemelerin banadır / ĢiĢik bir arının üzerindeki çoğalsımıĢ boĢboğaz lekeler gibi."

"Aaaaaarggghhh!" diye inledi Ford Prefect, ağrı yumruklarının zonklattığı baĢını
arkaya atarak. Ya
nındaki iskemlede Arthur'un kıvrandığını hayal meyal görebiliyordu. DiĢlerini kenetledi.

"El yordamla yakarıyorum sana/" diye sürdürdü acımasız Vogon, "FıĢkıran dövme dolaplarım/"

Sesi ateĢli bir gıcırtının dayanılmaz tonuna u
la
Ģıyordu. "Ve kıtırdak yığlık engelbeler ile halka halka kakıĢtır beni, / yoksa busbulantı çıtırdağımla lokma lokma doğrarım seni, gör bakalım!"

"Nnnnyyyaaaarggghhh" diye bağırarak son bir spazm geçirdi Ford Prefect, son dizenin elektronik çoğaltımı Ģakaklarının arasında bir patlamaya neden olmuĢtu. Yığıldı kaldı.

 Arthur'un dili dıĢarı sarkmıĢtı.

"ġimdi Dünyalılar..." diye hırıldadı Vogon (Ford Prefect'in Betelgeuse çevresinde küçük bir gezegenden geldiğini bilmiyordu, bilseydi de bir Ģey değiĢmezdi"
 ) "Size basit
bir seçim yapma Ģansı tanıyorum! Ya uzayın boĢluğunda ölün, ya da..." melodram etkisi yaratma! için durakladı, "ġiirimin ne denli güzel olduğunu söyleyin bana!"

Kendini geriye, yarasa Ģeklindeki kocaman deri bir koltuğun üzerine attı. Yine
 o
gülümseme kapladı yüzünü. Ford soluk soluğaydı. Kupkuru dilini çatlamıĢ dudaklarının üzerinde gezdirip inledi.


 Arthur açık seçik: "Aslında oldukça hoĢuma gitti." dedi.

Ford ona döndü, hayretten ağzı açık kalmıĢtı. Kendisinin zerre kadar katılmadığı
bir
yaklaĢımdı bu. Vogon ĢaĢkınlığını kaĢının birini kaldırarak belli etti. Bu mimik burnunu gizliyordu, yani kötü bir Ģey değildi.

"Ya, iyi..." diye hırladı hatırı sayılır bir ĢaĢkınlıkla . "Ya evet," dedi Arthur, "metafizik imgelerden bazılarının gerçekten özellikle etkili olduğunu düĢünüyorum."

Ford bu bütünüyle yeni olgunun çevrecinde düĢüncelerini toplamaya çalıĢırken ona bakmayı sürdürdü. Gerçekten bu iĢte kazasız belasız çıkmayı be
cerebilecekler miydi? "Evet, devam et..." dedi Vogon. "Ha... ve de
hmm...." diye sürdürdü Arthur„ "Ģairin Ģefkatli ruhunun... aaa... eee... " diye tekledi. Ford apar topar imdadına yetiĢti, "...temel metaforu olan ...eee..." O da bekledi ama Arthur hazırlıklıydı.

"...insanseverliği..."

"Vogonseverliği," diye fısıldadı Fo
rd ona.
"Ah, evet, Vogonseverliğindeki sürrealizmi karĢılayan gereçler," Arthur yarıĢın sonuna
geldiklerini his
sediyordu, "aynı zamanda bu gereçler uzak yapısının açtığı yolda ilerliyor, ona üstün geliyor, ve diğerinin temel ayrımları ile aynı Ģey deme
k oluyor," (bu
noktada Arthur bir zafere doğru yükseltiyordu sesini...) "ve de berikine Ģiiini kastettiği Ģey her neyse, ona, ...eee..." (...ama zafer umudu çabuk söndü.) Ford bir coup de
grace
3

için atıldı.

"engin ve canlı bir içgörümle yaklaĢmak düĢüyor." diye bağırdı. Ağzının kenarıyla: "Ġyi iĢ becerdik Arthur, çok iyiydi."

Vogon dikkatle süzdü onları. Bir an taĢ yüreğindeki ırk sevgisi uyanmıĢtı, ama üzerinde durmadı, çok geçti artık. Sesi halıda tırnaklarını bileyen kedi tonundaydı.
 "Yani demek istedi
ğiniz Ģiir yazıyorum çünkü acımasız kalpsiz dıĢ görünüĢümün altında sevilmek istenen bir ben var," dedi. Durakladı. "Öyle mi?"




Ford sinirli sinirli güldü. "Evet öyle demek istiyoruz," dedi, "hepimizin içinde bir yerlerde,... eee... öyle değil mi?"
 Vogon
ayağa kalktı.

"Hayır, bütünüyle yanlıĢ söyledikleriniz" dedi, "ġiir yazıyorum çünkü dıĢımdaki acımasız kalpsiz dıĢ görünüĢümü teselli etmem gerekiyor. Her neyse, sizi de ge
miden
defedeceğim. "Nöbetçi! Esirleri üç numaralı çıkıĢa götür ve dıĢarı at!"
 "N
e?" diye bağırdı Ford.

Genç irisi bir Vogon koruma öne çıkıp kalın kollarıyla bağlandıklar iplerden kurtardı onları.

"Bizi uzaya atamazsınız," diye bağırdı Ford, "bir kitap yazmak için uğraĢıyoruz."

"Direnç göstermek yararsız!" diye karĢılık verdi Vogon
koruma. Vogon Koruma
Birlikleri'nde ilk öğrendiği tümceye bu.

Kaptan neĢeyle izledi ve arkasını döndü.

 Arthur vahĢice baktı ona.

"Ölmek istemiyorum Ģimdi!" diye bağırdı. "Hâlâ baĢım ağrıyor! Cennete baĢım ağrırken gidemem, arada her zaman baĢım ağrıyacak, berbat bir Ģey bu!"

Koruma ikisini enselerinden kavrayıp kaptanın sırtını, saygıyla eğilerek selamladı, sonra itirazlarına aldırmadan köprüden dıĢarı çıkardı onları. Çelik kapı kapandığında kaptan yine yalnızdı. Sessizce mırıldanıp düĢünceye daldı Ģiir defterine. Hafifçe
dokunarak.
"Hmmm...," dedi, "temel metaforumun sürrealizmini karĢılayan..." Bunu bir an tarttı ve zalimce sırıtarak defterini kapattı.

"Ölüm onlara az bile," dedi.

Uzun çelik koridor Vogon'un koltuk altlarına kıstırılmıĢ insansıların dermansız
debelenmeleriyle yan
kılandı.

"Çok iyi, çok iyi," diye bir Ģeyler zırvaladı Arthur, "Ģahane bir Ģey bu. Bırak beni hayvan
herif!"
Vogon koruma sürüklemeye devam etti onları.

"EndiĢelenme," dedi Ford, "bir Ģeyler düĢünürüz." Pek umutlu değildi ses
i.



"Direnç göstermek yararsız!" diye böğürdü koruma.

"Böyle Ģeyler söyleme" diye kekeledi Ford. "Böyle Ģeyler söylersen olumlu ve akılcı bir tavrı nasıl sürdürebiliriz?"

"Tanrım," diye serzeniĢte bulundu Arthur, "olumlu ve akılcı tavırdan söz ediyorsun am
a
bugün yok edilen senin gezegenin değildi Bu sabah uyandığımda rahat iyi bir gün geçireceğimi düĢünüyordum. Biraz okuyacak köpeği fırçalayacaktım..., Simdi saat öğleden sonra dört ve dünyanın dumanı tüten artıklarından altı ıĢık yılı ötede uzay boĢluğuna atılmak üzereyim!" Vogon boğazını biraz daha sıkınca viyaklayıp guruldadı.

"Tamam," dedi Ford, "paniğe kapılma!"

"Panikten kim söz ediyor?" diye Ģarladı Arthur.

"Bu yalnızca kültür Ģoku. Duruma uyum sağlayıp dayanaklarımı bulana kadar sabret.
Ondan sonr
a paniğe kapılacağım!"

"Arthur isterik tepkiler veriyorsun: Kes artık! Ford bütün gücüyle düĢünmeye çalıĢtı ama bağırmaya baĢ
layan koruma onu engelledi.
"Direnç göstermek yararsız!"

"Biraz ara ver hiç olmazsa," dedi Ford. Kendini tutsak alanın doğrudan

yüzüne bakıncaya kadar çevirdi boynunu. Birdenbire bir fikir geldi aklına.

"Bunu yapmak gerçekten hoĢuna gidiyor mu?" diye sordu birdenbire.

Vogon anında ölü gibi çakıldı yerine yüzüne yoğun bir salaklık yavaĢça yayılırken.

"HoĢuma gidiyor mu?" diye parladı. "Ne demek istiyorsun?"

"Demek istediğim," dedi Ford, "bu sana bütünüyle doyumlu bir yaĢam sağlıyor mu?
Rap rap gezinmek, ba
ğırmak, insanları gemiden atmak falan..."

Vogon alçak çelik tavana dikti gözlerini. KaĢları neredeyse birbirinin üzerindeydi. Ağzı aralandı. Sonunda, "Tabii çalıĢma saatleri uygun .." dedi.

"Öyle de olmalı," diye katıldı bu fikre Ford. Ford'a bakmak için baĢını çeviren Arthur.

"Ford, ne yapıyorsun?" diye sordu ĢaĢkın bir fısıltıyla.

"Sadece çevremdeki dünyayla ilgileniyorum biraz, tamam mı?" dedi. "Yani çalıĢma saatleri çok uygun öyle mi?" diye yineledi.



Vogon'un tembel düĢünceleri kasvetli derinliklere doğru dalarken ona baktı.

"Ya," dedi. "madem konu açıldı, çoğu zamanım berbat geçiyor. Bir tek Ģey dıĢında..." yeniden düĢündü, yine tavana bakması gerekmiĢti. "Çok sevdiğim bağırıp çağırma dıĢında." Ciğerlerini ĢiĢirip haykırdı, "Direnç göstermek..."

"Mutlaka öyledir," diye sözünü kesti Ford aceleyle, "bunu iyi becerdiğin belli. Ama çoğunlukla berbatsa," dedi sözcükleri, doğru yerlere ulaĢabilmeleri için teker teker söyleyerek, "neden yapıyorsun bu iĢi? Nedir yani?

Kızlar mı? Deri ceket mi? Maçoluk mu? Yoksa bütün bunların verdiği anlamsız bezginlikle uğraĢmak ilginç bir mücadele mi demeye getiriyorsun?"
  Arthur bocalayarak bir on
a, bir ötekine çevirip duruyordu bakıĢını.

"Eeee..." dedi koruma, "eee... eee... bilmiyorum. Sanırım sadece... yapıyorum iĢte. Teyzem uzay gemisi korumalığının genç bir Vogon için :iyi bir meslek olduğunu söylemiĢti. Bilirsin iĢte, üniforma, kemere asılı

ıĢın tabancası, anlamsız bezginlik..."

"Görüyor musun Arthur, dedi Ford kanıtlamasının sonuna varmıĢ biri edasıyla, "sen de
dertliyim diyorsun kendine."
Hem de çok dertliydi Arthur. Kendi gezegeninin baĢına gelen tatsız iĢin yanı sıra
Vogon koruma onu k
ıskıvrak tutuyordu ve uzaya atılma fikri de pek hoĢuna gitmemiĢti.

"Biraz da onun sorunlarını anlamaya çalıĢ." diye ısrar etti Ford. "ġu zavallı çocuğa bak, bütün hayatı rap rap ortalıkta gezinmek, insanları gemiden dıĢarı atmak..."

"Ve de bağırmak," diy
e ekledi koruma.
"Ve tabii ki bağırmak," dedi Ford boynuna dolanmıĢ ĢiĢkin kolu dostça, anlayıĢla sıvazlayarak, "... ve bunları neden yaptığını bile bilmiyor!"

 Arthur bunun çok acıklı olduğu konusunda aynı fikirdeydi. Dermansız bir hareketle belirtti görüĢünü, ko
-
nuĢmak için yeteri soluk alamıyordu.

Korumadan hoĢnutsuzluğunu belirten homurtular gelmeye baĢlamıĢtı.

"Tamam. Sanırım konuyu bu Ģekilde ifade etmiĢ bu
lunuyorsunuz..."
"Ġyi çocuk!" diyerek yüreklendirdi onu Ford.

"Ġyi de," diye sürdürdü homurdanmasını, "alternatif nedir?"

"Tamam," dedi Ford, kesin ama yavaĢ, "her ne yapıyorsan bırak!" Söyle onlara," diye sürdürdü "bir daha yapmayacağını Bir Ģeyler daha söylemesi gerektiğini düĢündü ama o anda korumanın zihni söylenenleri ölçüp biçmekle yeterince meĢguldü.




"Haaammmmınnınn..." dedi koruma, "hımmm, kulağa pek de hoĢ gelmiyor."

Ford birdenbire fırsatın elinden kayıp gitmekte olduğunu sezdi.

"Simdi durun bir dakika" dedi "bu yalnızca bir baĢlangıç, tahmin ettiğinden daha fazlası
bekliyor seni..."
 Ama o anda asıl görevinin tutsakları çıkıĢ Kabinine tıkma olduğunu anımsayan koruma kuvvetle sıktı onları. Belli ki çok etkilenmiĢti.

"Yani eğer sizin için farketmezse," dedi, "size Ģu çıkıĢ kabinine tıkıp sonra geri gelip
yapmam gereken bir
kaç bağırma iĢini yerine getirmem daha doğru."

Ford Prefect için durum kesinlikle farkederdi.

"Dur biraz... dinle ama!" dedi, daha az yavaĢ daha az anlaĢılır.

"Immnnghhh..." dedi Arthur anlaĢılır bir vurgudan yoksun olarak.

' Dinle ama," diye sürdürdü Ford, "müzik, sonra sanat da var, sonra daha baĢka neler
neler! Ahrghhhh!"
"Direnç yararsız." diye böğürdü koruma, sonra ekledi, "gördüğünüz gibi, eğer böyle sürdürürsem sonunda Kıdemli Bağırma Subay'lığına terfi edebileceğim, bağırmayan ve insanları itip kakmayan subaylar için pek fazla boĢ kadro yok, en iyisi doğru bildiğimi
yapmak."
ÇıkıĢ kabinine varmıĢlardı
-
geminin iç kaplamasında ağır ve kocaman bir kapak. Koruma bir düğmeyi çevirince sessizce açıldı.

"Yine de ilgilendiğiniz için teĢekkürler," dedi Vogon koruma. "HoĢçakalın." Ford ile  Arthur'u kapaktan içeri küçücük bir kabine fırlattı. Arthur nefes alabilmek için çırpınıyordu. Ford fırlayıp umutsuzca kapanmakta olan kapıyı omuzladı.

"Dinle bak," diye bağırdı korumaya, "hakkında hiç bir Ģey bilmediğin koca bir dünya var
ama... buna ne der
sin?" delicesine uğraĢarak bildiği tek kültür parçacığı olan Beethoven'in BeĢinci Senfonisi'nin baĢlangıç notalarını mırldandı.

"Da da da daaam! Ġçinde bir Ģeyler kımıldanmadı mı?"

"Yooo," dedi koruma, "hiç de değil. Ama bundan teyzeme söz edeceğim."




Daha sonra bir Ģeyler söylediyse de duyulmadı. Kapak kendi kendine sıkıca kilitlenmiĢti. Geminin motorlarının uzaktan gelen homurtusu dıĢında bütün sesler kaybolmuĢtu.

Bir seksen çapında, üç metre uzunluğunda parlak silindir biçiminde bir bölmedeydiler.

Ford soluyarak çevresine bakındı.

"Potansiyel olarak zeki bir çocuk.' dedi eğri duvarı yumruklayarak.

 Arthur hâlâ düĢtüğü yerde bölmenin kıvrımına uygun yatıyordu. Kafasını kaldırıp bakmadı. Yalnızca so
luyordu.
"Kapana kısıldık, değil mi?"

"Öyle," dedi Ford, "kapana kısıldık."

"Peki hiçbir Ģey düĢünmedin mi? Bir Ģeyler düĢüneceğini söylemiĢtin sanki. Belki de düĢündün de ben farketmedim."

"Ah, evet, birĢey düĢündüm," dedi Ford soluyarak.

 Arthur bir Ģeyler umarak baktı ona.
 "Ama n
e yazık ki"dedi Ford, "bu hava geçirmez kapağın öteki yanında olmayı gerektiriyor." Az önce içeri itildikleri kapağı tekmeledi.

"Ama iyi bir fikirdi değil mi?"

"Tabi, çok ince."'
 "Neydi peki?"
"Ayrıntıları daha planlamadım. Artık yararı yok, var mı?"

"Öyleyse, ...eee, ... ne olacak Ģimdi?" diye sordu Arthur.

"Ha, hmm, önümüzde duran kapak birazdan açılacak ve uzay boĢluğuna fırlayıp boğulacağız sanırım. Eğer önceden derin bir nefes alırsan otuz saniye kadar da
-
yanabilirsin..." dedi Ford. Ellerini arkasında birleĢtirip kaĢlarını kaldırdı ve eski bir Betelgeuse savaĢ destanını mırıldanmaya baĢladı. Birdenbire Arthur'un gözüne çok yabancı görünmüĢtü.

"ĠĢte hepsi hu" dedi Arthur.

"Öleceğiz."
 "Evet" dedi Ford.
"Belki de... hayır! Dur biraz!" birdenbire odanın diğer yanına, Arthur'un göremediği bir yerine atıldı.

"Bu düğme nedir!" diye haykırdı.




"Ne? Nerede?" diye bağırdı Arthur dönerek.

"Yok yok, Ģaka yaptım" dedi Ford,

"Nasılsa öleceğiz."

Duvarı yumruklayıp bıraktığı yerden mırıldanmayı sürdürdü.
 "Biliyor musun
" dedi Arthur, "böyle zamanlarda, bir Betelgeuse'li ile Vogon çıkıĢ kapsülünde uzayın derinliklerinde atılıp orada boğularak ölmeden önce gençliğimde annemin sözünü dinlemiĢ olmayı isterim hep."

"Neden, ne söyledi sana?"
 "Ne bileyim, dinlemedim ki." "Ha.
" dedi Ford mırıldanmaya devam ederken.

"Bu bir felaket." diye düĢündü Arthur, "Nelson anıtı gitti, McDonald's gitti, geriye kalanlar yalnızca benle Hemen Hemen Zararsız sözcükleri. Her an geriye yalnızca Hemen Hemen Zararsız sözcükleri kalabilir. Oysa dün her Ģey yolunda görünüyordu."
 Bir motor sesi duyuldu.
Hafif bir fısıltı kulakları sağır eden bir hava akımına dönüĢtüğünde dıĢ kapak aklın alamayacağı kadar parlak yıldızlarla bezeli bomboĢ bir karanlığa açıldı. Ford ile Arthur oyuncak tabancadan atılan mantarlar gibi dıĢarıya, uzaya fırladılar.

Her Otostopçu'nun Galaksi Rehberi son derece dikkate değer bir kitaptır. Birçok farklı editörün yönetiminde uzun yıllar süren çalıĢmalarla birçok kez yeni baĢtan derlenmiĢtir. Sayısız gezgin ve araĢtırmacının

katkısını içermektedir.

GiriĢ bölümü Ģöyle baĢlar:

"Uzay," der, "Büyüktür. Gerçekten büyük. Ne kadar uçsuz bucaksız, kavranamayacak bir büyüklükte olduğunu aklınız almaz. Demek istiyorum ki yolun aĢağısındaki kimyagere giden yolun uzun olduğunu düĢünebilirsiniz ama bu, uzayın yanında leblebi çekirdek gibi kalır. Dinleyin..." ve böyle sürer.

(Bir süre sonra üslup biraz daha oturur gibi olur. Gerçekten bilinmesi gereken Ģeylerden söz eder Örneğin müthiĢ bir güzellikteki Bethselamin gezegeninde ya
-
Ģayanların, her yıl gezegenlerini ziyarete gelen on milyar turistin yarattığı topyekün erozyondan endiĢelendikleri için yediklerinizle çıkardıklarınız arasındaki farkı, ge
-



zegenden ayrılmadan önce cerrahi bir müdahaleyle vücııt ağırlığınızdan geri aldıklarını
anla
tır: yani her tuvalete gidiĢinizde makbuz olmanın hayati bir önemi vardır.)

Dürüst olmak gerekirse, yıldızlararası uzaklığın keskin boyutlarıyla karĢılaĢıldığında, Rehber'in giriĢ yazısı sorumlusundan daha iĢlek kafalar bile afallayabilir. Ki
mileri bir an
için Reading'deki (Ġngiltere) bir fıstık ile Johannesburg 'daki (Güney Afrika) bir cevizi gözünüzün önüne getirmeye ya da bunun gibi göz kamaĢtırıcı birçok kavramı düĢünmeye davet eder sizi.

Halbuki basit gerçek, yıldızlararası uzaklıkların insan aklına sığmayacağıdır.

Hareket eden bir Ģey olduğunu anlamak birçok ırkın binlerce yılına mal olmuĢ ıĢığın bile yıldızlar arasında yolculuk etmesi zaman alır.

IĢığın GüneĢ adlı yıldızdan Dünya'nın bulunmuĢ olduğu yere varması sekiz dakika alır, GüneĢ'in en yakın komĢusu olan Alpha Proxima yıldızına ulaĢması için ise dört yıl
daha gerekir.
IĢığın, Galaksi'nin diğer yanına ulaĢması, örneğin Damogran 'a varması, daha da çok zaman alır; beĢ yüz
-
bin yıl.

Bu uzaklıkta otostop rekoru beĢ yıldan biraz daha azdır, ana yolda görülecek pek bir Ģ
ey yoktur.
Her Otostopçunun Galaksi Rehberi eğer ciğerlerinizi hava ile doldurursanız uzay boĢluğunda otuz saniye dolayında bir süre yaĢayabileceğinizi söyler. Fakat uzayın akıl almaz boyutları içerisinde bu otuz saniye süresince baĢka bir gemiye alınmanız olasılığının iki üzeri ikiyüzaltmıĢyedibinyediyüzyedide bir olduğunu da ekler.

Bu rakamların, Arthur'un bir zamanlar Islinton'da gittiği ve çok hoĢ bir kızla tanıĢıp da birlikte ayrılmayı beceremediği bir partinin verildiği dairenin de telefon numarası olması
ta
mamen akıllara durgunluk veren bir rastlantıdır. Kız par
tiden davetsiz gelen bir
misafirle birlikte ayrılmıĢtı.

Dünya gezegeni, Islington'daki daire ve telefonu imha edilmiĢ olsalar da yirmidokuz
saniye sonra Ford il
e Arthur'un kurtarılmıĢ olmaları vesilesi ile anıldıklarını bildirmek gayet ferahlatıcı.




Hava kilidinin hiçbir akla yakın açıklaması olmadan kendiliğinden açılıp kapandığını fark eden bir bilgisayar kendi kendine söylendi.

Bunun nedeni Aklın yemeğe çıkmıĢ olmasıydı.

Galaksi'de bir delik belirivermiĢti. Bu delik tamı tamına bir saniyenin hiçte biri yüksekliğinde, bir metrenin hiçte biri geniĢliğinde ve bir ucundan diğerine birçok milyon ıĢık yılı derinliğindeydi.

Hava kilidi kapanırken uzayda kayıp giden birçok kağıt Ģapka ve balon fırladı dıĢarı. Yedi kiĢilik doksan santim boyunda borsa analistinden oluĢan bir takım, biraz havasızlıktan boğularak, biraz da ĢaĢkınlıktan öldüler.

Bu arada ikiyüz otuz altı bin az piĢmiĢ yumurta da delikten fırlayıp Panse yıldız sisteminde kıtlıktan kırılmakta olan Poghril'm topraklarında titrek bir yığın oluĢturdu.

Poghril kabilesinin bir kiĢi dıĢında tümü açlıktan ölmüĢtü, o son kiĢi ise birkaç hafta
sonra kolestrol ze
hirlenmesinden öbür dünyayı boyladı.

Deliğin açık kaldığı zaman süresi saniyenin hiçte biri, zamanın içinde bütünüyle olasılık dıĢı olarak, bir ileri bir geri salındı. Issız geçmiĢte bir yerlerde uzayın arı boĢluğunda gezinen rastgele bir atom topluluğunu ciddi biçimde sarsıntıya uğratıp atomları en
ola
ğandıĢı yapılarda birbirleriyle kaynaĢtırdı. Çabucak kendilerinin aynılarını türetmeyi öğrenen bu yapılar (bu, söz konusu yapıların olağandıĢılıklarından bir kısmıydı yalnızca) daha sonra sürüklendikleri her gezegenin baĢına kütlevi dertler açtılar. ĠĢte evrende yaĢam böyle baĢlamıĢtı.

BeĢ vahĢi Olay Girdabı akıl diĢiliğin acımasız fırtınalarında döndüler ve kaldırıma kusarak içlerindekileri boĢalttılar.

Kaldırımda Ford Prefect ve Arthur Dent yarı ölü balıklar gibi ağızlarını açıp kapayarak yatıyorlardı.

"ĠĢte buradasın" diye yutkundu Ford. Bilinmez'in Üçüncü Kıyısı'na doğru uzanan kaldırımın üzerinde tutunacak bir yer aramak için sağı
-
solu tırmalarken, "sana bir Ģeyler düĢüneceğimi söylemiĢtim."



"Ha, öyle," dedi Arthur, "Öyle."
 "Parlak bir fikirdi ben
imkisi," dedi Ford, "geçen bir uzay gemisi bulup kurtarılmak."

Gerçek evren, altlarında rahatsız edici biçimde büküldü. Birçok taklit nesneler uçuĢtu çevrelerinde, örneğin dağ keçileri. Ġlk ıĢık, uzay
-
zaman'ı yoğurt topakları gibi püskürterek patladı. Zaman tomurcukları açıldı, madde büzüldü. En büyük asal sayı bir köĢeye çöreklenip kendini sonsuza dek gizledi.

"Hadi ama," dedi Arthur, "çok küçük bir olasılık bu."

"Kurcalama, tutturduk iĢte." dedi Ford
.
"Ne tür bir gemideyiz?" diye sordu Arthur sonsuzluk çukuru altlarında gerinirken.

"Bilmiyorum," dedi Ford, "Henüz gözlerimi açmadım."

"Evet,ben de açmadım." dedi Arthur.

Evren sıçradı, durdu, titredi ve birçok beklenmedik yöne doğru yayıldı.

 Arthur ile Ford gözlerini açıp hatırı sayılır bir ĢaĢkınlıkla baktılar çevrelerine.

"Aman Tanrım," dedi Arthur, "tıpkı Güney sahiline benziyor."

"Vay canına, bunu söylemene sevindim." dedi Ford
 "Neden?"
"Çünkü delirdiğimi sandım."

"Belki de delirdin. Belki de yalnızca öyle söylemiĢ olduğumu düĢündün."

Ford bu sözü tarttı.

"Ġyi de, söyledin mi söylemedin mi?" diye sordu.

"Söyledim galiba" dedi Arthur.
 "Belki de her ikimiz de deliriyoruz."
"Evet," dedi Arthur, "delirdik, gele gele aklımıza buranın Güney kıyısı olduğu geliyor.

"Burası Güney Kıyısı mı sence?"
 "Ha, tabii." "Bence de."
"Öyleyse delirdik demek ki."

"Bunun için iyi bir gün."

"Evet," dedi oradan geçen bir manyak.

"Kim? BeĢbaĢlı ve ringa balığı dolu böğürtlen dalları taĢıyan adam mı?"
 "Evet."
"Bilmem. Birisi iĢte."




"Ha."
Sezilebilir bir rahatsızlıkla kaldırımda oturup dev çocukların kumsalda gürültüyle koĢuĢturmalarını, vahĢi atların, gökyüzüne уеni döĢenmiĢ çelik raylar üzerinden Belirsiz Bölgelere ĢimĢek gibi koĢmalarını izlediler.

"Biliyor musun," dedi Arthur hafif bir öksürükle,

"Eğer burası Güney kıyısıysa

bu iĢte bir tuhaflık var..."

"Deniz taĢ gibi durgun olup da binaların aĢağı yukarı dalgalanmasını mı
kastediyorsun?" dedi Ford.
"Evet, bu da tuhaf. Gerçekte," diye sürdürdü, büyük bir patlamayla Güney kıyısı altı eĢ parçaya ayrılıp sersemletici Ģekilde uçarı ve hafifmeĢrep Ģekillerde birbirlerine dolanıp dansederken, "hepten tuhaf giden bir Ģeyler var."

Boru ve yaylıların vahĢice uğuldayan sesleri rüzgarda savrulurken, on kuruĢa satılan lokmalar sıcak sıcak asfaltta dökülürken ve ürkünç balıklar gökyüzünü delip üstlerine yağarken Ford ile Arthur ufak ufak tüymeye karar verdiler.

 Ağır ses duvarlarına, kadim düĢünce dağlarına, duygusal müzik vadilerine, sıkan ayakkabı seanslarına ve ĢaĢkın yarasa ordularına daldıktan sonra birdenbire bir kadın
sesi duydular.
Oldukça dokunaklı bu sese benziyordu, ama sadece Ģöyle dedi, "Ġki üzeri yüzbinde bir ve düĢmekte", Hepsi bu kadardı.

Ford bir ıĢık ıĢınından kaydı ve sesin geldiği yeri arandı çevresinde ama gerçekten inandırıcı bir kaynak bulamadı.
 "Bu ses de ney
in nesi?" diye bağırdı Arthur.

"Bilmiyorum," diye seslendi Ford. "bilmiyorum. Olasılık ölçüsü gibi bir Ģeyden söz
ediyordu."
"Olasılık? Ne gibi yani?"

"Olasılık. Bilirsin iĢte, ikide bir, üçte bir, dörtte beĢ gibi mesela, iki üzeri yüzbinde bir
dedi. Bu ol
dukça düĢük bir olasılık yani."

Bir milyon galonluk bir fıçı dolusu krema uyarmaksızın üzerlerine boca etti kendini.

"Bu da ne anlama geliyor?" diye bağırdı Arthur.




"Ne, krema mı?"

"Hayır, olanaksızlık ölçüsü!"

"Nereden bileyim. Hiçbir fikrim yok. Sanıyorum ki bir tür uzay gemisinde bulunuyoruz."

"Yalnızca," dedi Arthur, "birinci mevki kompartmanda olmadığımızı tahmin
edebiliyorum." Uzay-
zaman dokusunda kabarıklar oluĢtu. Kocaman çirkin kabarıklar.

"AaaarnTgggghhh..." dedi Arthur gövdesinin yumuĢadığını ve çeĢitli yönlere kıvrıldığını hissederek. Güney kıyısı eriyor gibi... yıldızlar dönüyor... kurak bir arazi... bacaklarım günbatımına doğru uzuyor... sol kolum da gidiyor." Korkutucu bir düĢünceye kapıldı aniden: "Kahretsin," dedi, "Dijital saatimi nasıl
kul
lanacağım Ģimdi?" Gözlerini umutsuzca Ford'a çevirdi.

"Ford," diye seslendi, "bir penguene dönüĢüyorsun. Kes Ģunu."
 Ses yine duyuldu.
"Ġki üzeri yetmiĢbeĢbinde bir ve düĢmekte."

Ford havuzun çevresini hiddetle dolandı paytak paytak yürüyerek.
 "Hey, se
n de kimsin, diye vrakladı. "Neredesin? Neler oluyor ve de bunu durdurmanın
bir yolu yok mu?"
"Lütfen rahatlayın," dedi ses kibarca, yalnızca bir
-
kanadı kalmıĢ ve iki motorundan biri yanan bir hostesin rahatlatmaya çalıĢan ses tonuyla, "bütünüyle gü
venliktesiniz"
"Ama mesele bu değil!" diye atıldı Ford. "Mesele Ģu anda bütünüyle güvenlikte bir
penguen olmam, or
tağımın da hızla kollarını bacaklarını yitiriyor olması."

"Tamam tamam, iĢte geri aldım onları." dedi Arthur.

"Ġki üzeri ellibinde bir ve düĢmekt
e," dedi ses.
"Kabul etmek gerekir ki," dedi Arthur," boyları hoĢlandığım uzunluktan biraz fazla,
ama..."
"Bize söylemek gereği duyduğunuz," diye vrakladı Ford kuĢlara özgü öfkeyle, "hiç mi bir Ģey yok?"

Ses boğazını temizledi. Dev bir pötibör (kurabiye) uzaklara fırladı.

"Altın Kalp Yıldız" gemisine hoĢ geldiniz" dedi ses.
 ***
Ses sürdürdü.



"Lütfen çevrenizde olanlara," dedi "ĢaĢırmayın. Ġki üzeri ikiyüzyetmiĢaltıbinde bir
-
muhtemelen daha da düĢük
-
olasılık düzeyinden, mutlak bir ölümden kurtarıldığınız için baĢlangıçta bazı kötü etkiler hissetmeniz doğaldır. ġu anda iki üzeri yirmibeĢbinde bir düzeyinde seyrediyoruz ve düĢmekte, normal olanın ne olduğundan emin olduğumuzda da normaliteye döneceğiz. TeĢekkürler. Ġki üzeri yirmibinde bir ve düĢmekte."

Ses kesildi. Ford ile Arthur küçük aydınlık bir odadaydılar.

Fordu çılgınca bir heyecan kaplamıĢtı.

"Arthur!" dedi "bu müthiĢ! Sonsuz Olasılıksızlık Motoru kullanılan bir gemi bizi kurtardı! Ġnanılmaz! Bunun hakkında birkaç söylenti duymuĢtum daha önce
! Hepsi resmi
ağızlarca yalanlandı, ama sonunda yapmıĢlar iĢte! Olasılıksızlık Motoru'nu yapmıĢlar!"

 Arthur odanın kapısına yapıĢmıĢ kapatmaya çalıĢıyordu, ama bir türlü yerine oturmuyordu kapı. Küçük tüylü eller, mürekkep lekeli parmaklar kenarlardan içe
ri
uzanıyordu; incecik sesler, deli saçması Ģeyler söylüyordu.

 Arthur ona baktı.

"Ford!" dedi, "dıĢarıda bizimle üzerinde çalıĢtıkları Hamlet oyunu konusunda görüĢmek
isteyen sonsuz sa
yıda maymun var."

Sonsuz Olasılıksızlık Motoru hiper uzayda bir sürü

pis iĢe gerek kalmaksızın yıldızlararası o uçsuz bucaksız mesafeleri saniyenin hiç de biri kadar bir sürede aĢmayı sağlayan yeni ve müthiĢ bir yöntemdir.

Yöntem Ģans eseri bulunmuĢ, daha sonra da Galaktik Hükümetin Damogran'daki araĢtırma takımınca resmi

bir ulaĢım aracı haline dönüĢtürülmüĢtür.

Kısaca yöntemin bulunuĢunun öyküsü Ģöyledir.

Küçük miktarlarda sonlu olasılıksızlıkların, Bumb
- leweeney 57 Mezon -
altı beyninin mantık devrelerini güçlü Brownian Hareket üreticisinin (diyelim ki güzel bir fincan

çay) içine sallandırılmıĢ atomik vektör çizicisine bağlanmasıyla elde edilme ilkesini
bilmeyen yoktur. -
bu tür üreteçler partilerde, Belirsizlik Teoremi gereğince garson kızın iç çamaĢır moleküllerinin tümünü aniden otuz santim kadar sola sıçratarak buz

kırma iĢleminde kullanılmaktadır.




Birçok saygın fizikçi buna daha fazla katlanamayacaklarını açıkladılar
-
kısmen fiziğin itibarı zedelendiği için, ama çoğunlukla bu tür partilere davet edilmedikleri için.

Kazanamadıkları diğer bir Ģey de uzay gemilerini

akıllara durgunluk veren uzaklıktaki yıldızlara sıçratacak sonsuz olanaksızlık alanını yaratabilen bir makine tasarımında karĢılaĢtıkları sürekli baĢarısızlıktı. Sonunda, asık yüzlerle böyle bir makine yapmanın fiilen olanaksız olduğunu açıkladılar.
 Der
ken günlerden bir gün, özellikle baĢarısız geçmiĢ bir partiden sonra, laboratuvarı süpürmek için kalan bir öğrenci Ģöyle bir akıl yürütürken buldu kendini. Eğer, diye düĢündü kendi kendine, böyle bir makine yapmak fiili bir olasılıksızlık ise, mantıksal
ol
arak sonlu bir imkansızlık olmalıdır. Öyleyse yapmam gereken bunun ne derece olanaksız olduğunu hesaplamak, bu rakamı sonlu olasılıksızlık üretecine vermek, üzerine taze sıcacık bir fincan çay dökmek... ve çalıĢtırmak!

 Aklından geçenleri yaptı ve uzun süredir üzerinde çalıĢılan altın Sonsuz Olasılıksızlık Motoru'nu yapmıĢ olmaktan dolayı çok heyecanlandı.

Hemen sonrasında Galaktik Enstitü'nün Üstün Zeka Ödülü'nü kazandığında daha da heyecanlanmıĢtı ki sonunda bir aklı evvele asla tahammül edemeyecekler
ini anlayan
öfkeden kudurmuĢ bir saygın fizikçi kalabalığınca linç edildi.

 Altın Kalp'in Olasılıksızlık geçirmez yönetim köprüsü yepyeni olduğu için son derece temiz olması dıĢında alıĢılagelmiĢ bir uzay gemisi görümündeydi. Kontrol koltuklarından bir kısmının naylon kılıfları üzerlerinde duruyordu henüz. Beyaz rengin hakim olduğu köprü, uzun, dikdörtgen biçiminde küçük bir restoran boyutlarında bir yerdi Aslında tam bir dikdörtgen sayılmazdı; ik uzun kenarı birbirine koĢut olarak eğriydi odanın bütün köĢeleri de heyecan verici kabarık Ģekillerle yuvarlaklaĢtırılmıĢtı. Kabin sıradan üç boyutlu uzun bir dikdörtgen Ģeklinde çok daha basit ve pratik yapılabirdi, ancak bu durumda tasarımcılar kendilerini sefalete mahkum etmiĢ olurlardı. Köprü heyecan
 verici de
recede amaca uygun görünüyordu, öyleydi de, kontrol ve gözlem sistem panellerinin üzerinde yer alan büyük ekranlar içbükey duvardaydı,




dıĢbükey duvarda ise uzun bilgisayar masaları bulunuyordu. Bir köĢede parlak çelik dizlerinin üzerine eğilmiĢ

parlak çelik baĢıyla bir robot kamburunu çıkarmıĢ oturuyordu. O da yeni sayılırdı, ama güzelce tasarlanmıĢ ve parlatılmıĢ olmasına rağmen az çok insansı vücudunun parçaları birbirine uymamıĢ gibi duruyordu. Aslında kusursuz biçimde uydurulmuĢlardı birbirlerine, ama taĢınma biçimleri daha da uygun olmalarının mümkün olabileceğini ima edi
yordu.
Zaphod Beeblebroz ellerini pırıl pırıl parlayan aletlerin üzerinde gezdirip heyecandan kıkırdayarak odada bir aĢağı bir yukarı dolanıyordu.

Bir alet yığınının üzerine eğilmiĢ olan Trillian bir takım rakamlar okuyordu. Sesi Tannoy
sistemi ile ge
minin her yerine ulaĢmaktaydı.

"BeĢte bir ve düĢmekte..." dedi, "dörtte bir ve düĢmekte... üçte bir ... iki... bir... olasılık çarpanı bir de bir... normale döndük, yineliyorum normale döndük." Mikrofonunu kapattı. Sonra yeniden açıp hafifçe gülümseyerek sürdürdü. 'Hâlâ üstesinden gelemediğiniz bir Ģeyler varsa sizin kendi sorununuz Lütfen rahat olun. Yardım geliyor”

Zaphod sıkkınlıkla patladı; "Kim bunlar Trillian?"
 Trilli
an onunla yüz

yüze gelmek için koltuğunu çevirip omuzlarını silkti.

"Yalnızca uzaydan topladığımız iki herif," dedi "ZZ9 Çoğul Z Alfa Bölgesi."

"Ah, evet, çok ince bir düĢünce bu Trillian," diye serzeniĢte bulundu Zaphod, "ama gerçekten bulunduğumuz koĢullarda sence bu akıllıca mı? Yani, Ģu anda kaçıyoruz falan filan, Galaksi polis gücünün yarısı peĢimizdedir Ģimdi, ama ne yapıyoruz, otostopçuları almak için duraklıyoruz. Pekala, artistik puan on üzerinden on, ama kafa çalıĢtırma eksi bilmem kaç milyo
n, ne dersin?"
Parmaklarını kontrol panellerinden birinin üzerine si
-
nirli sinirli vurmaya baĢladı. Trillian önemli bir Ģeye dokunmadan önce onun elini yavaĢça kenara itti. Zaphod'un beyinsel özellikleri ne olursa olsun
-
saldırganlık, kabadayılık, kibi
rlilik-
sakildi ve abartılı bir hareketle bütün gemiyi havaya uçurabilirdi. Trillian onun hızlı ve baĢarılı hayatını yaptığı hiçbir Ģeyin önemini anlamamıĢ olmasına bağlıyordu.





"Zaphod," dedi sabırla, "uzay boĢluğunda korunmasız yüzüyorlardı... ölmelerin
i
istemezdin değil mi?"

"Doğru, aslında... hayır. Değil, ama..."

"Bu Ģekilde? Bu Ģekilde ölmek mi? Ama?" 'Trillian baĢını yana çevirdi.

"Yani, belki baĢka birileri daha sonra toplardı onları."

"Bir saniye fazla kalsalardı ölmüĢ olacaklardı."

"ĠĢte, eğer sorunu biraz daha düĢünmek zahmetine katlansaydın sorun filan kalmayacaktı."

"Onların ölmesi seni sevindirecek miydi?"

"Bu Ģekilde sevindirmeyecekti elbette, ama..."

"Her neyse," dedi Trillian, kontrol düğmelerine yö
nelirken,
"Onları ben toplamadım."

"Nasıl

yani? Kim topladı öyleyse?"
 "Gemi." "Ha?"
"Gemi yaptı. Kendi kendine."
 "Ha?"
"Olasılıksızlık Motoru çalıĢırken."

"Ama bu inanılmaz."

"Hayır Zaphod. Yalnızca çok çok olasılıksız."
 "Hmm, evet."
"Bak Zaphod," dedi kız, koluna hafifçe vurarak, "yabancıları merak etme. Yalnızca iki herif sanırım. Robotu aĢağıya onları getirmeye yollarım. Hey, Marvin!"

KöĢede, duran robotun kafası keskin bir dönüĢ yaptı, ama sonra istemsizce yerine döndü. Olduğundan onkilo daha ağırmıĢ gibi ayağa kalktı ve dıĢarıdan bakan biri
nin
kahramanca bir çaba diye niteleyeceği Ģekilde odayı geçti. Trillian'ın önünde durup sol omuzunun ardını görebiliyormuĢ gibi bakmaya baĢladı.

"Sanırım kendimi depresyonda gibi hissettiğimi bilmenizde yarar var," dedi. Sesi alçak
ve umutsuzdu.
"Tanrım," diye yakardı Zaphod kendini bir koltuğa atarken.

"Güzel," dedi Trillian parlak Ģefkatli bir tonla,

"ĠĢte seni oyalayıp aklını düĢüncelerinden uzaklaĢtıracak bir Ģey."




"ĠĢe yaramaz," diye vızıldadı Marvin,, "olağanüstü geniĢ bir aklım var."
 "Marvin!" diy
e uyardı Trillian.

"Peki," dedi Marvin, "ne yapmamı istiyorsunuz?"

"Ġki numaralı giriĢ bölümüne gidip oradaki iki yabancıya eĢlik et."

Mikrosaniyelik bir duraklamanın ardından sesinin to
- nunda ve rengindeki ince bir ayarla -kimse kusur bu
lamazdı
- Mar
vin, insansı her Ģeye karĢı olan aĢağılama ve korkularını dile getirdi.

"Yalnızca bu mu?" dedi.
 "Evet," dedi Trillian kesinlikle.
"HoĢuma gitmeyecek," dedi Marvin.

Zaphod koltuğundan fırladı.

"Senden hoĢlanmanı istemiyor," diye bağırdı, "yalnızca yap dediğini, tamam mı?"

"Pekala," dedi Marvin büyük çatlak bir çan gibi, "yapacağım."

"Ġyi..." diye patladı Zaphod, "müthiĢ... teĢekkür ede
rim..."
Marvin dönüp üçgen Ģeklinde kırmızı gözlerini ona dikti.

"Canınızı sıkmıyorum değil mi?" dedi hüzünle.
 "Yok yok Ma
rvin," diye Ģakıdı Trillian, "Ġyisin, gerçekten..."

"Canınızı sıktığımı düĢünmek hiç de hoĢuma git
mez."
"Yok, yok takma kafana" dedi Trillian kıkırdamayı sürdürerek "Ġçinden geldiği gibi davranıyorsun sadece. Her Ģey yoluna girecek."

"Aldırmadığınıza emi
n misin?"
"Tabii ki eminim Marvin." cilveyle sürdürdü. Trillian konuĢmasını "her Ģey yolunda gerçekten. Hayatın bir parçası iĢte."

Marvin ona elektronik bir bakıĢ fırlattı.

"Hayat," dedi Marvin, bana hayattan söz etmeyin."

Umutsuzca topuğunun üzerinde dönüp odadan dıĢarı çıktı. Doyurucu bir uğultu ve tıkırtı ile kapı arkasından kapandı.

"Bu robota daha fazla katlanabileceğin sanmıyorum Zaphod," diye homurdandı
Trillian.



Galaktik Ansiklopedi robotu insani iĢleri yapacak biçimde tasarlanmıĢ mekanik bir

düzenek olarak tanımlar. Sirius Sibernetik ġirketi'nin pazarlama bölümü ise robotu "Birlikte Çok Eğleneceğiniz Plastik Dostunuz" diye tanımlamaktadır.

Her Otostopçunun Galaksi Rehberi ise Sirius Sibernetik ġirketi'nin pazarlama bölümünü, "devrim gel
d
iğinde duvara ilk toslayacak olan bir avuç kafasız kazma" diye tanımlar, açtıkları robot hales île ilgilenen herkesin teklif verebileceğini de ekleyerek.

ġurası gariptir ki kendisini bin yıl ileriye götüren bir zaman kıvrımına düĢen bir Galaktik
 Ansikloped
i Sirius Sibernetik ġirketi pazarlama bölümünü "devrim geldiğinde duvara ilk toslayan bir avuç kafasız kazma" olarak tanımlamıĢtır.
 * * *
Pembe bölme birden yok olurken maymunlar da daha iyi bir boyuta göçmüĢlerdi. Ford ile Arthur kendilerini geminin yükleme bölümünde buldular. Akıllıca tasarlanmıĢtı.
 "Bence bu gemi yepyeni," dedi Ford.
"Nereden biliyorsun?" diye sordu Arthur. "Metallerin yaĢını ölçen egzotik bir aletin mi
var yoksa"
"Hayır, yerde Ģu tanıtım broĢürünü buldum. Bir sürü Evren sizin olabilir türünden zırva. Ha! Bak, haklıymıĢım."

Fora sayfalardan birini açıp Arthur'a gösterdi.

"ġöyle diyor: Olasılıksızhk Fiziği'nde göz yaĢartıcı ilerleme. Geminizin motoru Sonsuz Olasılıksızlığa ulaĢtığında Evrende ulaĢamayacağınız nokta kalmaz. Bütün büyük devletlerin özendiği hükümet olun. Vay canına, iĢte bu Ģampiyonluğa oynar."

Ford arada sırada okuduklarına ĢaĢırarak geminin teknik özelliklerini gözden geçirmeye baĢladı. Sürgün yıllarında Galaksi astrofiziğini ilerletmiĢe benziyordu.

 Artnur bir süre onu dinledi, sonra söylediklerinin uçsuz bucaksız enginliği karĢısında düĢünceleri orada burada gezinirken, parmakları da anlaĢılması zor bir bil
gisayar
paneli üzerinde dolaĢıyordu. Yakındaki baĢka bir panel üzerindeki davetkar kırmızı düğmeye bastı.




Panel "lütfen bu düğmeye bir daha basmayın " sözleriyle aydınlandı. Kendine geldi
 Arthur yeniden.
"Dinle Ģunu," dedi, hâlâ 'tanıtım broĢürüne dalmıĢ olan Ford, "geminin sibernetik yapısında müthiĢ bir Ģeyler yapmıĢlar. Yeni bir kuĢak Sirius Sibernetik ġ
irketi robot ve
bilgisayarları, yeni HIK özelliğiyle. "

"HĠK özelliği?" dedi Arthur. "O da ne?"

"Ha, Hakiki Ġnsan KiĢiliği demek oluyor."

"Ya," dedi Arthur, "tüyler ürpertici."

 Arkalarından bir ses, "Öyle." dedi, Ses alçak ve umut
suzdu, gerilerden gelen metalik
bir tıkırtı eĢliğinde çıkıyordu. Arkalarına döndüklerinde kapıda dikilen sefil, kambur duruĢlu çelik bir adam gördüler.

"Ne?" dediler bir ağızdan.

"Tüyler ürpertici" diye sürdürdü Marvin, "her Ģey. Tam anlamıyla tüyler ürpertici. Üzerinde konuĢmaya bile gerek yok. ġu kapıya bir bakın," dedi kapıdan içeriye adımını atarak. Tanıtım broĢürünü taklit ederken ses modülatöründeki hiciv devreleri çalıĢmaya baĢladı: "Gemideki bütün kapılar hoĢ ve aydınlık bir tavır sergilerler. Sizin için açılmak onlar için bir zevktir ve daha sonra baĢarıyla gerçekleĢtirilmiĢ bir görevin
huzuruyla ka
panmak ise onlar için bir tatmindir.

 Arkalarından kapanan kapının sesinde bir doyum iniltisi duyduklarından emin oldular.

"Hmmmymmm ah! dedi kapı.

Marvin bunu soğuk iğrenmeyle izlerken mantık devreleri tiksintiyle çatırdayıp kapıya fiziksel Ģiddet uygulama kavramıyla tıngırdadı. BaĢka bazı devreler Ģunu dile getirerek bağlantı kurdular: Neden ilgilenelim ki? Ne gerek var? Hiçbir Ģey uğraĢmaya değmez. Bazı dev
reler de ka
pının moleküllerinin ve insanoid beyninin moleküler bileĢimini analiz ederek eğlendiler. Hızlı bir Ģalınımla üst uzaydaki hidrojen yayım düzeyini ölçtüler ve sıkıntı içinde kapandılar. Robot dönerken vücudu umutsuzlukla sarsıldı.




"Hadisenize," diye mırıldadı, "sizi köprüye götürme emrini aldım. Ben ki, gezegen büyüklüğünde bir beyne sahibim ama onlar sizi köprüye götürmemi istiyorlar. Gel de iĢinden doyum almaktan söz et! Ben de zerre kadar yok."

Dönüp nefret ettiği kapıya doğru yürüdü.
 "A, afedersiniz," dedi Ford onu izleyerek, "bu gemi hangi devletin?" Marvin onunla ilgilenmedi.
"ġu kapıya bir bakın," diye söylendi, "yeniden açılmak üzere. Aniden çıkardığı katlanılmaz bulanık havadan anlıyorum bunu."

Gönül okĢayan bir sesle açılan kapıdan dıĢarı çıktı Marvin.
 "Hadi, hadi," dedi.
Diğerlerinin telaĢla onu izlemelerinin ardından kapı kendiden hoĢnut tıkırtı ve mırıltılarla kapandı.

"TeĢekkürler, Sirius Sibernetik ġirketi'nin pazarlama bölümü" diye mırıldanan Marvin önlerinde uzanan par
lak ve yuvarlak
koridorda periĢan bir Ģekilde isteksizce yürümeye baĢladı. "Hakiki insan KiĢiliğinde robotlar yapalım" deyip iĢe benimle baĢladılar. Ben, bir kiĢilikli prototipim. Belli oluyor değil mi?"

Ford ve Arthur sıkılgan birkaç itiraz sözcüğü ettiler.

"Bu kapıdan nefret ediyorum," diye sürdürdü Marvin, "sizi sıkmıyorum değil mi?"

"Hangi devletin..." diye baĢlayacak oldu Ford.

"Hiçbir devletin değil bu gemi" diye kesti robot, "çalıntı."

"Çalıntı mı?"

"Çalıntı mı?" diye taklit etti Marvin.

"Kim çaldı?" diye sordu Fo
rd. "Zaphod Beeblebrox."
Ford'un suratına olağandıĢı bir Ģeyler oldu. En azından beĢ çeĢit değiĢik ve çok farklı ĢaĢkınlık ve Ģok ifadesi yüzünde karmakarıĢık olarak istiflendi üstüste. Sol ayağı, adımının ortasında kalakaldı ve yeri tekrar bul
makta ol
dukça zorlandı. Robota bakıp yüz kaslarından birkaçını çözmeyi denedi.




"Zaphod Beeblebrox mu...?" diye sordu zayıfça.

"Afedersiniz, kötü bir Ģey mi dedim?" dedi Marvin, farkında olmadan yürümeyi
s
ürdürerek. "Özür dilerim, ağzımdan kaçtı, genellikle yapmam
, her neyse, bunu neden
söylediğimi de bilmiyorum aman Tanrım bir çöküntü içindeyim. ĠĢte kendinden hoĢnut bir baĢka kapı daha. Hayat!Bana hayattan söz etmeyin."

"Kimse söz etmedi ki", dive seslendi alınan Arthur.
 "Ford sen iyi misin?"
Ford ona baktı. "B
u robot Zaphod Beeblebrox mu dedi?" diye yineledi sorusunu. Zaphod kendi ile ilgili haberleri etha-
altı radyo dalga boylarından aranırken Altın Kalp'in köprüsünü yüksek sesli bir gunk müziği tangırtısı sardı. Bu aletleri kullanmak gayet
zordu. Radyolar y
ıllar boyu düğmelere basmak ve dalga ayarlarını döndürmekle kullanıldı, sonra teknoloji ilerlediğinde her Ģey dokunmatik oldu
-
yalnıca parmaklarınızla panellere dokunmanız yetiyordu; Ģimdi ise elinizi alete doğru Ģöyle bir sallamanız gerekiyor. Bu yöntemin büyük kas enerjisi tasarrufu sağladığı açık, ama aynı zamanda aynı programı kesintisiz dinlemek istediğinizde kılınızı kıpırdatmadan oturmanız gerektiği de ortada.

Zaphod elini sallayınca kanal yine değiĢti. Yine müzik tangırtısı ama bu kez ön planda bir haber bülteni vardı. Haberler her zaman müzik ritmine uygun olacak Ģekilde hazırlanırdı.

"...ve , Ģimdi de etha
-
altı dalga boyu haber bültenini dinliyorsunuz, bütün Galaksi, yirmidört saat," diye cırladı bir ses, "bütiin akıllı yaĢam biçimlerine merh
aba... ve
diğerlerine de merhaba, iĢin sırrı taĢları birbirine sürtmekte çocuklar. Ve tabii ki bu akĢamın en büyük haber yeni Olasılıksızhk Motoru prototipinin sansasyonel biçimde çalınması, hem de kimin tarafından? Galaksi

BaĢkanı Zaphod Beeblebrox. ġimd
i
herkesin sorduğu soru... Büyük Z sonunda tırlattı mi? Beeblebrox, Pan Galaktik Gargara Bomba'yı icat eden adam, eski has üçkağıtçı, Büyük olanından bu yana Eksantrik Gallumbits tarafından ilan edilen En iyi Patlama ve yedinci kez Bi
linen
Evren'in En Kötü Giyinen Yaratığı seçilen kiĢi... bu kez bir yanıtı var mı acaba ? Onun Özel beyin bakım uzmanı olan Grag Halfrunt'a sorduk..."



Müzik boğuklaĢtı ve bir an kayboldu. BaĢka bir ses muhtemelen Halfrunt, konuĢmaya baĢladı. ġöyle diyordu; "Evet, aslında Zaph
od'da pek bir numara ol
madığını biliyor muydunuz,?" yayın burada kesildi çünkü köprünün bir ucundan diğerine uçan bir kalem radyonun açma kapama alanından geçmiĢti. Zaphod dönüp Trillian'a baktı, kalemi o atmıĢtı.

"Hey "diye seslendi, "niye yaptın bunu?
"
Trillian parmağını ekranı kaplayan Ģekiller üzerinde tıklatıyordu.

"Bir Ģey geldi aklıma yalnızca." dedi.

"Öyle mi? Benden söz eden bir haber bültenini kesmeye değdi mi bari?"

"Zaten kendin hakkında yeterince Ģey iĢittin Ģimdiye dek."

"Çok endiĢeliyim. Bunun farkındayız."

"Egonu biran için unutabilir miyiz? Bu çok önemli."

"Eğer Ģu anda çevrede benim egomdan daha önemli bir Ģeyler varsa yakalanıp susturulmasını istiyorum hemen." Zaphod tekrar baktı ona, sonra gülmeye baĢladı.

"Dinle," dedi Thrillian, "Ģu

iki herifi aldığımız yer..." "Hangi iki herif

"Gemiye aldığımız iki herif."

"Ha onlar," dedi Zaphod, "Ģu iki herif'

"Onları ZZ9 Çoğul Z Alfa bölgesinden aldık."

"Öyle mi?" dedi Zaphod, sonra gözlerini kırpıĢtırdı.

Trillian yavaĢça, "Bu sana bir Ģey ifade
ediyor mu?" dedi,
"Hmmm," dedi Zaphod, "ZZ9 Çoğul Z Alfa, ZZ9 Çoğul Z Alfa?"
 "Evet?" dedi Trillian.
"Hımmm, ... Z'nin anlamı ne?" dedi Zaphod.
 "Hangisinin?" "Herhangi birinin."
Trillian Zaphod ile iliĢkisinde karĢılaĢtığı en büyük zorluklardan biri, Zapho
d'un
insanları faka bastırmak için mi aptal numarası yaptığını, yoksa kendisi düĢünmekten üĢenip de bir baĢkasına bu iĢi yıkmak amacıyla mı aptal numarası yaptığını, yoksa olan bitenden hiçbir Ģey anlamadığını örtmek için mi aptal numarası yaptığını, yok
sa
gerçekten mi aptal olduğunu ayırt etmeyi bir türlü becerememiĢ olmasıydı. ġaĢırtıcı biçimde zeki olmak onuruna eriĢmiĢti, öyleydi de
-
ama her zaman değil, Ģimdi olduğu gibi, bu yüzden endiĢeleniyordu. Ġnsanların kibirli olmak yerine ĢaĢkın olmalarını



yeğlerdi. Bütün bunlar Trillian'a her Ģeyin ötekinde gerçekten aptalca görünüyordu ama artık anlamak için uğraĢmıyordu.

Ġç geçirip durumu onun için basitleĢtirmek üzere ekrana bir yıldız haritası getirdi.
Zaphod'un hangi ne
denden ötürü aptalı oynadığı
 onu zerre kadar ilgilendirmiyordu.
"ġurada," diye gösterdi, "tam Ģurada."
 "Hey... evet!" dedi Zaphod. "Eee?" dedi Trillian. "Eee ne?"
Trillian'ın kafasının içinin bir bölümü kafasının içinin öbür bir bölümüne bağırıyordu. Çok sakin, Ģöyle dedi.
 "Beni i
lk kez aldığın yer."

Zaphod ona ve sonra tekrar ekrana baktı.

"Hey, evet," dedi, "çok süper bu. AtbaĢı Nebulasının tam göbeğine düĢmüĢ olmalıyız. Nasıl gitmiĢtik oraya acaba? Yani orası hiçbir yer değil."

Trillian duymamazlıktan geldi.

"Olasılıksızlık Motoru," dedi Ģefkatle. "Sen kendin açıklamıĢtın bunu bana. Evrendeki
her noktadan ge
çiyoruz bildiğin gibi."

"Evet, ama bu süper bir rastlantı öyle değil mi ?"
 "Evet."
"Birilerini tam bu noktadan almak. Evrende bunca nokta varken. Bu bütünüyle çok... bunun üzerinde çalıĢmak istiyorum. Bilgisayar!"

Gemideki her parçacığı yöneten ve gözleyen Sirius Sibernetik Gemi Bilgisayarı iletiĢim durumuna geçti.

"Merhaba!" dedi berrak bir sesle, aynı anda kayıtlar için ince bir Ģerit çıkarırken, Ģeritte
"Merhaba!" ya
zıyor
du.
"Aman Tanrım" dedi Zaphod. Bu bilgisayarla uzun süre çalıĢmamıĢtı ama ondan nefret etmeyi öğrenmiĢti.

Bilgisayar deterjan satıyormuĢçasına neĢeli ve kendine güvenli sürdürdü konuĢmasını.

"Sorununuz her neyse bilmek istiyorum. Bunu çizmenize yardım etmek için burada
bulunuyordum."
"AnlaĢıldı, anlaĢıldı," dedi Zaphod. "Bak, bir parça kağıt kullansam daha iyi olacak
galiba.''



"Bittabii," dedi bilgisayar, aynı anda yazdığı mesajı bir çöp kutusuna yollarken, "Anlıyorum, eğer isteyecek olursanız..."
 "Kes ar
tık!" dedi. Zaphod, bir kalem kaparak konsolda Trillian'ın yanına yerleĢti.

"Tamam, tamam..." dedi kırgın bir sesle bilgisayar, sonra da konuĢma kanalını kapattı
yine.
Zaphod ve Trillian Olasılıksızlık uçuĢ yolu tarayıcısının önlerinde ekrana sessizce
y
ansıttığı Ģekiller üzerine derin düĢüncelere daldılar.

"Onların tarafından olaya bakarak," dedi Zaphod, "kurtarılmalarının Olasılıksızlığı'nı
hesaplayabilir miyiz?"
"Evet, bu bir sabittir," Trillian, "iki üzeri iki
-
yüzyetmiĢaltıbinyediyüzdokuzda bir,"
 "Bu
çok yüksek. Çok çok Ģanslı herifler bunlar."

'Öyle."

"Gemi onları aldığında yapmakta olduğumuz Ģey göz önüne alındığında..."

Trillian rakamları bilgisayara girdi. Ekranda iki üzeri sonsuz eksi birde bir (yalnızca Olasılıksızlık fiziği'nde kullanılan irrasyonel bir sayı) göründü.

"...hayli düĢük," diye sürdürdü hafif bır ıslıkla Zaphod.

"Öyle," diye katıldı Trillian ve sorgularcasına ona baktı.

"Bu hesaba katılması gereken büyük bir Olasılıksızlık olayı. Eğer her Ģey uygun bir toplama eriĢecekse bilançonun

diğer yanında çok olanaksız bir Ģey olması ge
rekir."
Zaphod bir iki toplama yaptı, sonra rakamları karalayıp kalemi fırlattı.

"Devenin nalı, bulamıyorum."

"Öyleyse?"

Zaphod kızgınlıkla baĢlarını birbirine vurup diĢlerini gıcırdattı.
 "Tamam," dedi. "Bilgisayar!"
Ses devreleri yeniden hayata geçtiler.

"Ne var, merhaba!" dediler (yazıcı tıkırdadı, tıkırdadı).

"Yapmak istediğim tek Ģey gününüzü daha iyi ve daha iyi ve daha da iyi..."

"Tamam, iyi, kes sesini de bana yardım et."

"Bittabi," diye fıkırdadı bilgisayar. "Olasılıksızlıklar verilerine dayanan bir..."

"Olasılık tahmini istiyoruz, evet."

"Tamam," diye sürdürdü bilgisayar. "ĠĢte size ilginç küçük bir tanı. Birçok insanın hayatlarının telefon numaralarınca idare edildiğini biliyor muydunuz?"

 Acılı bir ifade Zaphod'un yüzlerinden sırayla geçti.



"Keçileri mi kaçırdın?" dedi.

"Hayır ama söyleyeceğimi iĢittiğinizde siz kaçıracaksınız."

Trillian yutkundu. Olanaksızlık uçuĢ güzergahı ekranındaki düğmelerle oynadı.

"Telefon numarası mı?" dedi. "Bu Ģey telefon
nu
marası mı dedi?"

Sayılar yanıp söndü ekranda.

Bilgisayar nazikçe duraksadı, sonra sürdürdü.

"Söylemek istediğim Ģey..."

"Zahmet etme lütfen," dedi Trillian.
 "Bak, bu da ne?" dedi Zaphod.
'Bilmiyorum," dedi Trillian, "ama Ģu yabancılar
-
köprüye doğru geliyor olmalılar Ģu sefil robotla birlikte. Bir kamerayla izleyebilir miyiz onları?"

Marvin hâlâ inleyerek koridorda zorlukla ilerliyordu.

"... ve sonra sol tarafındaki bütün diotlardaki Ģu ağrı da var..."

"Yazık," dedi Arthur içtenlikle onun yanında yürü
yerek.
"Gerçekten mi?"

"Ah evet," dedi Marvin. "DeğiĢtirmelerini de rica ettim ama kimsenin umurunda değil."
 "Tahmin edebiliyorum."
O sırada Ford'dan belli belirsiz fısıltı ve homurtular geliyordu. "Peki iyi, pek güzel,"
deyip duruyordu kendi kendine, "Zaphod Beeblebrox..." "Yine ne oldu biliyor musunuz?"
"Hayır, ne?" dedi Arthur, aslında bilmek istemeyerek.

"ġu kapılardan birine daha vardık."

Koridorun yan duvarında sürgülü bir kapı vardı. Marvin Ģüphe ile baktı ona.

"Evet," dedi Ford sabırsızlıkla. "Giri
yor muyuz?"
"Giriyor muyuz?" diye taklit etti Marvin. "Evet bu köprünün giriĢi, sizi köprüye getirmem söylendi. Muhtemelen entelektüel kapasitelerinden kuĢku duyamayacağım birilerinden bugün alacağım en büyük emir.

YavaĢça, büyük bir nefretle, avının üzerine yürüyen bir avcı gibi kapıya yürüdü. Birdenbire açıldı kapı.

"TeĢekkür ederim," dedi kapı, "basit bir kapıyı çok mutlu ettiğiniz için."

Marvin'in gırtlağının derinliklerinde diĢliler gıcırdadı.



"Komik," dedi cenaze merasimindeki gibi bir tonla, "hayat
nasıl da tam daha kötü olamayacağım düĢündüğünüz anda oluveriyor."

Kapıdan içeri attı kendini, geride Ford ile Arthur u birbirlerine bakıp omuz silkerken bırakarak. Ġçeriden Marvinin sesini duydular yine.

"Yabancıları görmek istersiniz diye düĢündüm." de
di.
"Bir köĢeye oturup paslanmamı mı, yoksa önceden dikildiğim yerde mi durmamı
istersiniz?"
"Evet, içeri al onları Marvin." dedi bir baĢka ses.

Ford'a bakan Arthur onun güldüğünü görünce ĢaĢırdı.
 "Neden...?"
"ġĢĢĢt," dedi Ford, "Ġçeri gir."

Köprüye girdi.

 Arthur sinirli sinirli izledi onu. Ġçeride bir koltukta ayaklarını yönetim konsoluna uzatmıĢ sallanarak sol eliyle sağ kafasındaki diĢlerini karıĢtıran bir adam görünce irkildi. Sağ kafa tamamiyle kendini iĢine vermiĢ görünüyordu. Ama soldaki geniĢ, rah
at ve
umursamaz bir sırıtıĢla sırıtmaktaydı. Arthur'un görüp de inanamadığı Ģeylerin sayısı oldukça çoktu. Bir süre ağzı bir karıĢ açık olduğu yerde donakaldı.

Tuhaf adam Ford'a tembel tembel el salladı ve korkutucu yapmacık bir umursamazlıkla,
 "Ford, se
lam, nasılsın?" dedi. "Gemiye atlayabildiğine memnun oldum."

Ford yumuĢayacak gibi değildi.

"Zaphod," dedi yayvan yayvan, "seni görmek ne güzel, iyi görünüyorsun, ek kol yakıĢmıĢ sana. Ġyi gemi çalmıĢsın."

 Arthur gözlerini faltaĢı gibi açıp baktı Ford'a.

"Yani bu adamı tanıyor musun?" dedi parmağını sertçe Zaphod'a doğru sallayarak.

"Tanımak mı?" diye bağırdı Ford, "o..." durakladı, tanıĢtırmayı tersten yapmak geldi aklına,




"Zaphod, bu benim arkadaĢım Arthur Dent," dedi, parçalanan gezegeninden b
en
kurtardım onu."

"Ha, öyledir." dedi Zaphod, "selam Arthur, kurulabildiğine sevindim." Sağ kafası teklifsizce döndü "selam" deyip diĢlerin karıĢtırılması iĢine geri döndü.

Ford sürdürdü tanıĢtırmayı "Arthur," dedi, "bu benim yarı yarıya kuzenim Zaphod
Beeb..."
"Biz tanıĢıyoruz," dedi Arthur keskince.

Çevre yolunda seyrederken hani birkaç hızlı arabayı geçersiniz de kendinizden pek
memnunken birden ka
zayla dörtden üçüncü yerine birinciye takıverirsiniz vi
tesi,
motorunuz kaportadan darmadağınık fırlayacakmıĢ gibi olur, hızınız kesilir, iĢte bu tavır da Ford'un hızını aynen böyle kesti.
 "Eeee...ne?" dedi.
"TanıĢıyoruz dedim."

Zaphod beceriksizce ĢaĢırmıĢ gibi yapıp damaklarından birini Ģaklattı.

"Hey... eem, tanıĢmıĢ mıydık? Hey... eeem..."

Ford gözlerinde kızgın bir parıltı ile Arthur'a döndü.

Tam kendini yeniden evine dönmüĢ gibi hissederken birden evren hakkında Ilford menĢeli bir sivri sineğin Pekin hakkında bildiği kadar Ģey bilen bu ilgisiz ilkel tarafından madara edilmek ona dokunmuĢtu.
 "Ne dem
ek yani tanıĢıyoruz?" diye sordu. "Bildiğin gibi bu Betelgeuse Bes'de Zaphod Beeldebrox, Croydon'dan allahın cezası Martin Smith değil"

"Ben ilgilendirmez," dedi Arthur soğuk soğuk. "Biz tanıĢıyoruz değilmi Zaphod
Beeblebrox, yoksa Phill mi demeliyim?" "N
e!" diye bağırdı Ford.

"Biraz hatırlatmanız gerek" dedi Zaphod. "Türler konusunda hafızam berbattır."

"Bir partideydik" diye sürdürdü Arthur.

"Ah, evet, Ģüphelenmeliydim." dedi Zaphod.

"Yeter artık Arthur!" dedi Ford.

 Arthur vazgeçmiyordu. "Altı ay önce verilen bir parti. Dünya'da Ġngiltere'de..."




Zaphod dudaklarını kısıp gülümseyerek baĢını salladı.

"Londra," diye üsteledi Arthur "Islington*'

"Hah," dedi Zaphod suçlu suçlu, "Ģu parti."

Bu Ford'un hiç hoĢuna gitmemiĢti. Bir Arthur'a, bir Zaphod'a bakıyord
u. "Ne?" dedi
Zaphod'a. "Senin de o sefil gezegende bulunduğunu söyleme bana."

"Yo, tabi ki değildim," dedi Zaphod soğukça. "Yani, belki kısa bir süre için Ģöyle bir uğramıĢ olabilirim, hani geçerken..."

"Ama onbeĢ yıl orada mahsur kaldım ben!"
 "Evet, ama
bunu bilmiyordum ki, değil mi ya?"

"Peki ama ne yapıyordun orada?"

"Öylesine bakınıyordum iĢte."

"Bir partiye davet edilmeden daldı," dedi Arthur, hırsından titreyerek, "bir kıyafet
balosuydu..."
"Öyle olması gerekir, değil mi ama?" dedi Ford.
 "Bu partide
," diye diretti Arthur, "bir kız vardı... pekala artık hiçbir Ģeyin önemi yok. Bütün oraları duman oldu gitti."

"Allahın cezası gezegenin için surat asmayı bırakmanı dilerim," dedi Ford. "Kim di bu hanım?"

"Öyle biri iĢte. Peki, tamam, pek iyi gitmiyordu
 ara
mız bütün akĢam uğraĢmıĢtım. Kahretsin çetin ceviz çıkmıĢtı. Güzel, çekici, müthiĢ akıllı, sonunda onunla biraz yalnız kalabilmiĢtik, tam konuĢacak kıvama getiriyordum ki senin bu arkadaĢın yanaĢıp Ģöyle dedi; Hey, bebek, bu herif içini mi bayıyor? N
iye gelip benimle ko
nuĢmuyorsun? Ben baĢka bir gezegendenim. Kızı bir daha hiç görmedim."

"Zaphod;! diye bağırdı Ford.

"Evet," dedi Arthur, ona bakıp aptal görünmemeye çalıĢarak "Yalnızca tek kafası ve iki kolu vardı ve kendini Phil olarak tanıtmıĢtı, a
ma. ."
"Ama kabul et " sonunda baĢka gezegenden olduğu ortaya çıktı," dedi Trillian köprünün öte ucundan ortaya çıkarak. Arthur'a bir ton tuğla gibi gelen hoĢ bir gülücük yollayıp yine geminin kontrolüne döndü.

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından Arthur'un çalkalanmıĢ beyninden bir kaç kelime süzülüp geldi.




"Trillian MacMillian?" dedi. "Ne arıyorsun burada?"

"Senin gibi," dedi Trillian "otostop çektim. Bir matematik ve bir astrofizik diploması ile baĢka ne yapılabilir ki? Ya bu ya da her pazartesi sadaka kuyruğu."

"Sonsuzluk eksi bir" diyerek çatırdadı bilgisayar "Olasılıksızlık toplamı Ģimdi denkleĢti."

Zaphod çevresine bakındı. Ford'a Arthur'a ve sonra da Trillian'a.

"Trillian," dedi, "Olasılıksızlık Motoru'nu kullandığımız sürece buna benzer Ģeyl
er gelecek mi ba
Ģımıza?"

"Gayet olası, korkarım ki" dedi Trillian.

 Altın Kalp Ģimdi geleneksel foton motoru ile uzayın karanlığında sessizce yol alıyordu. Dört kiĢilik mürettebat kendi iradeleri ya da basit rastlantılar ile değil de insanlar arasındaki

iliĢkiler de atom veya moleküller gibi, fiziğin birtakım sapkınlıkları sayesinde bir araya geldiklerini bilmekten dolayı son derece rahatsızdılar.

Geminin yapay gecesi çöktüğünde her biri ayrı kabinlere çekilip düĢündüklerini akla uygun hale getirmeye çalıĢabildiklerine Ģükrediyorlardı.

Trillian uyuyamamıĢtı. Bir Kanepeye oturup Dünya ile tek ve son bağlarının
-
beraberinde getirebilmek için Zaphod'a ısrar ettiği iki beyaz fare
-
bulunduğu küçük bir kafesi seyretmeye koyuldu. O gezegenden bir daha hiç geri dönmemecesine ayrılmıĢtı, ama gezegenin yok olduğu haberi karĢısında olumsuz tepki göstermekten
ra
hatsızdı. ġimdi, ona öyle uzak ve gerçekdıĢı geliyordu ki neyi düĢünmesi gerektiği bir türlü aklına gelmiyordu. Fareler dikkatini bütünüyle çekene dek ka
feste
ciyaklamalarını, oyuncak değirmenlerinde heyecanla koĢmalarını izledi. Aniden silkilenerek kalktı ve yanıp sönen ıĢıklara bakmaya gitti. DüĢünmemeye çalıĢtığı Ģeyin ne olduğunu bilmeyi isterdi.

Zaphod uyuyamamıĢtı. O da düĢünmeye uğraĢtığı Ģeyin ne

olduğunu bilmeyi isterdi. Hatırlayabildiği kadarıyla uzaklara dalıp gitmenin baĢının etini yiyen esrarlı duyumundan rahatsız oluyordu çoğu zaman bu düĢüncesini bir kenara koyup endiĢelerinden sıyrılabiliyordu ama Ford Prefect ile Arthur Dent'in geliĢiy
le yeniden
ayaklanmıĢtı düĢünceleri. Bir Ģeklde bu olay göremediği resmi tamamlıyordu.




Ford uyuyamamıĢtı. Yeniden yollara düĢmenin heyecanı içindeydi. Tam umudunu kesmeye baĢlamıĢken onbeĢ yıllık fiili hapis sona ermiĢti. Zaphod ile biraz takılmak çok eğlenceli olacakmıĢ gibi geliyordu ama yarı kuzeninde anlayamadığı iĢkillendirici tuhaf bir Ģeyler vardı. Galaksi BaĢkanı olması gerçeği açıkça ĢaĢırtıcıydı, iĢi terk ederkenki davranıĢı da öyle. Bunun ardında bir neden var mıydı? Bu soruyu Zaphod'a sormak
ya
rarsızdı, çünkü yaptığı hiçbir Ģeyin arkasında bir neden varmıĢ gibi görünmezdi: anlaĢılmazlığı sanat haline getirmiĢti. Hayatta her Ģeye olağandıĢı bir deha ve basit ye
-
teneksizliğin karıĢımıyla sarılırdı, çoğu zaman hangisinin hangisi olduğu anlaĢılmazdı.

 Arthur uyumuĢtu: Fena halde yorgundu.
 * * *
Zaphod'un kapısında bir tıkırtı duyuldu. Kayarak açıldı kapı.
 "Zaphod...?" "Evet?"
Trillian, arkasından vuran oval ıĢıkta bir gölge olarak durdu.

"Sanırım aradığın Ģeyi bulduk."

"Ya, öyle mi?"
 * * * Ford uy
uma çabasını yarıda kesti. Bulunduğu kabinin bir köĢesinde küçük bir bilgisayar ekranı ve bir klavye vardı. Rehber için Vogonlar konusunda yeni bir madde yazmak amacıyla bir sure aletin baĢında oturdu ama aklına yeteri kadar parlak bir fikir
gelmeyince bun
dan da vazgeçip bir sabahlığa sarınarak köprünün yolunu tuttu.

Ġçeri girdiğinde aletlerin üzende heyecanla eğilmiĢ iki gölge görüp ĢaĢırdı.

"Gördün mü? Gemi yörüngeye girmek üzere" di
yordu Trillian. "Orada bir gezegen var.
Tam da öngördüğün koordinatlard
a."
Zaphod bir ses duyup döndü.

"Ford", diye fısıldadı. "Hey, gel de Ģuna bir bak."

Ford gidip baktı. Ekranda yanıp sönen bir dizi Ģekil vardı.

"Bu Galaktik koordinatları tanıdın mı?" dedi Zaphod.

"Hayır."

"Sana bir ipucu vereceğim Bilgisayar!"
 "Selam biz
im takım!" diye coĢkuyla seslendi bil
gisayar.
"Gayet sosyal olduk değil mi?"




"Kes sesini," dedi Zaphod, "ekranları göster bize."

Köprünün ıĢıkları söndü. Konsolların üzerinde oynayan ıĢıklar dıĢarıyı görüntüleyen ekranlara bakan dört çift gözde parıldıy
ordu.
Ekranlarda kesinlikle hiçbir Ģey görünmüyordu.

"Bunu tanıdın mı?" diye fısıldadı Zaphod.

Ford geri çekildi.

"Eee, hayır," dedi.

"Ne görüyorsun?"

"Hiçbir Ģey."

"Tanımadın mı?"

"Neden söz ediyorsun?"

"AtbaĢı Nebulasında bulunuyoruz. Koca geniĢ kara tek
 bir bulut."
"Ne yani, bunu boĢ bir ekrana bakarak mı anlayacaktım?"

"Galakside boĢ bir ekran görebileceğin tek yer karanlık bir Nebulanın içidir."

"Pek güzel."

Zaphod güldü. Açıkça bir Ģeylerden dolayı çocukça bir heyecan duymuĢtu.

"Hey, bu gerçekten müthiĢ, bu kadarı çok fazla!"

"Bir toz bulutuna saplanmakta bu kadar büyütülecek ne var?" dedi Ford.

"Burada ne bulmayı tasarlamıĢtın?" diye sordu Zap
hod.
"Hiçbir Ģey"

"Bir yıldız? Bir gezegen?"

"Hayır."

"Bilgisayar!" diye bağırdı Zaphod, "görüĢ açısını
 bir-
seksen dereceye çevir ve gördüklerin hakkında tek kelime söyleme!"

Bir an hiçbir Ģey olmuyormuĢ gibi göründü, sonra dev ekranın kenarında bir parıltı belirdi. Küçük bir tepsi büyüklüğünde kırmızı bir yıldız ekranda kayarken onu bir diğeri
izledi -
ikili bir sistem. Sonra büyük bir hilal görüntüsünün bir köĢesini dilimledi
-
gezegende gecenin yaĢandığı zifiri karanlık bölümde bir yarım kızıl fener gibi asılı
duruyordu.

"ĠĢte onu buldum!" diye bağırdı Zaphod, konsola yumruğunu indirerek. "Buldum onu!"

Ford ĢaĢkınlıkla baktı görüntüye.
 "Nedir bu?" dedi.
"Bu..." dedi Zaphod, "varolan en olanaksız ge
zegen."
(Her Otostopçu'nun Galaksi Rehberi'nden alıntı, sayfa 634784, Bölüm 5a. madde:
Magrathea)
GeçmiĢte, tarihin sisleri içinde, eski Galaktik Ġm
paratorl
uğun büyük ve görkemli günlerinde yaĢam vahĢi, zengin ve büyük ölçüde vergiden muaftı.

Kuvvetli uzay gemileri egzotik güneĢler arasında ma
cera ve ganimet arayarak Galaktik
uzayın en uzak uçlarında ilerlerdi. O günlerde yürekler cesur, bahisler yüksek, er
kekler
gerçek erkek, kadınlar gerçek kadın, alfa Centauri'li tüylü küçük yaratıklar da gerçek  Alfa Centauri'li tüylü küçük yaratıklardı. Ve bütün hepsi gözüpekçe bilinmeyen tehlikelere atılırlar, görkemli iĢler yaparlar, insanoğlunun gitmediği sonsuzluklar
a
gitmeye cüret ederlerdi, iĢte Ġmparatorluğun tavrı böyle verildi.

Doğal olarak birçokları fena halde zengin oldular ama bu tamamen doğal bir Ģeydi ve bunda utanılacak bir Ģey yoktu çünkü kimse gerçek anlamda fakir sayılmazdı
- en
azından söz edilmeye değecek hiç kimse. Zengin ve baĢarılı birçok tüccar için yaĢam kaçınılmaz olarak çok sıkıcı ve iç bayıcı bir hale geldi, onlar da kusuru, üze
rinde
yaĢadıkları gezegende aramaya baĢladılar
-
Hiçbiri tümüyle doyumlu değildi: ya iklim öğleden sonranın " ikin
ci
yarısında hoĢ değildi, veya gün yarını saat fazlaydı ya da deniz kesinlikle pembenin yanlıĢ bir tonundaydı.

ġaĢkınlık verici özel bir zenaat dalı için uygun koĢullar böylece yaratıldı: ısmarlama lüks gezegen yapımı. Bu zenaatin asıl yeri hiper uzay mühend
islerinin beyaz
deliklerden emdikleri madde ile rüya gezegenleri döktükleri Magrathea gezegeniydi
-
hepsi Galaksi'nin en zengin adamlarının doğal olarak bekledikleri standartlara tamı tamına uygun sevimli ürünler. Bu iĢ o denli baĢarılıydı ki Magrathea kısa bir süre sonra
Ga
laksi'nin geri kalanını sefil bir yokluğa sürükleyerek bütün zamanların en zengin gezegeni oldu. Böylece sistem bozuldu, imparatorluk çöktü ve bir milyar aç dünyanın üzerine, yalnızca okumuĢların geceler boyu planlı bir ekonominin faydaları üzerine yazdıkları kendini beğenmiĢ makalelerin kalem gıcırtılarının bozduğu, asık suratlı bir sessizlik çöktü.




Magratheo da silinip gitti ve anısı bir süre sonra sisli bir masala dönüĢtü.

ġu aydınlanmıĢ günümüzde tabii ki hiç kimse bunun tek kelimesine dahi inanmıyor.

 Arthur tartıĢanların gürültüleriyle uyanıp köprüye yollandı. Ford ellerini kollarını sallayıp
duruyordu.
"'Sen delisin Zaphod" diyordu, "Magrathea bir mit, bir peri masalı, annelerin büyüyünce ekonomist olmak isteyen çocuklarına geceleri anlattıkları bir hikaye, bir..."

"Ve Ģu anda yörüngesinde bulunduğumuz Ģey," diye üsteledi Zaphod.

"Bak, Ģahsi olarak Ģu anda neyin yörüngesindesin bi
lemem, ama bu gemi..."
"Bilgisayar!" diye bağırdı Zaphod.

"Hayır, olamaz."
 "Herkese selam! Ben Eddi
e, gemi bilgisayarınız, Ģu anda zımba gibiyim çocuklar, çalıĢtıracağınız bütün programların üstesinden gelebilirim."

 Arthur soru soran bakıĢlarla baktı Trillian'a. Trillian sessizce beklemesini iĢaret etti.
 'Bilgisayar," dedi Zaphod "bize tekrar bu
lunduğumuz yörüngeyi bildir."

"Gerçek bir zevk," diye homurdandı bilgisayar, "ġu anda üçyüz mil yükseklikte efsane gezegen Magrathea çevresinde yörüngedeyiz."

"Hiçbir Ģey demek değil bu," dedi Ford. "Kendi adıma bu bilgisayara güvenmiyorum." .

"Size yardım edebilirim tabii ki" diye yüreklendirdi bilgisayar daha çok Ģerit yazarak. "Eğer yararı olacaksa kiĢilik problemlerinizi de on ondalık basamağa kadar çö
-
zümleyebilirim "
 Trillian araya girdi.
"Zaphod," dedi "her an gezegenin, adı her neyse, gündüz tarafına dön
ebiliriz," dedi.
"Hey, ne demek istiyorsun yani? Gezegen tam öngördüğüm yerde öyle değil mi?"

"Evet, orada bir gezegen var, doğru. Kimseyle tartıĢmıyorum ben yalnızca Magrathea'yı diğer herhangi bir soğuk kaya parçasından ayırt edemem. Eğer il
-gileniyors
an Ģafak sökmek üzere."

"Tamam. Tamam," diye söylendi Zaphod, "en azından gözlerimiz Ģenlensin biraz.
Bilgisayar!"
"Herkese selam! Sizin için..."

"Sadece çeneni kapa ve bize gezegeni göster yine."




Karanlık Ģekilsiz bir kütle bir kez daha ekranları kap
lad
ı. Gezegen altlarında dönmekteydi.

Bir süre sessizce izlediler, ama Zaphod heyecandan yerinde duramıyordu.

Kısık bir sesle "ĠĢte Ģimdi gece yüzünü aĢıyoruz..." dedi. Gezegen dönmeyi sürdürdü.

"Gezegen yüzeyi Ģu anda üçyüzmil altımızda..." diye devam etti. Kendisini coĢkuya boğan bu anın, herkes için çok önemli bir an olduğu duygusunu yaratmaya ça
-
balıyordu. Magrathea! Ford'un Ģüpheci tepkisi onu kırmıĢtı. Magrathea!

"Birkaç saniye içinde," diye sürdürdü "görebiliyor olmalıyız... iĢte!"
 Ve o an geldi. En p
iĢkin yıldızlararası serseri mayın bile uzaydan izlenen gündoğumu manzarası karĢısında ürpermekten kendini alamaz, hele çift güneĢli bir sis
temdeki
gündoğumu Galaksi'nin harikalarından biridir.

Mutlak karanlık aniden göz kamaĢtırıcı bir ıĢık noktası ile delindi. Yanlara doğru hafif bir açı uzayarak ince hilal Ģeklinde bir bıçak ağzı haline geldi ve birkaç saniye sonra her iki güneĢ de ortaya çıktı. Ġki ıĢık fırını, ufuğun karanlık kıyısını akkoru ile dağlıyordu. ġiddetli renk çubukları altlarındaki ince a
tmosferi dilimlemekteydi.
"ġafağın alevleri...!" diye soluklandı Zaphod. "Ġkiz güneĢler Soulianis ile Rahm...!"

"Veya her neyse," diye yavaĢça söylendi Ford.

"Soulianis ile Rahm!" diye üsteledi Zaphod.

GüneĢler uzayın zifiri karanlığında parıldarken hafif

mistik bir müzik köprüyü okĢamaktaydı: Marvin alaylı hırıldanıyordu, insanlardan öylesine nefret ediyordu ki.

Ford önlerindeki ıĢıktan manzaraya bakarken heyecandan yanıp tutuĢuyordu ama bu yalnızca tuhaf yeni bir gezegen görmenin verdiği heyecandı, onun

için bu yeterliydi. Zaphod'un görüntüye gülünç fanteziler ekleyip onu etkilemeye çalıĢması onu hafifçe yaralamıĢtı. Bütün bu Magrathea zırvası çocukça geliyordu. Bir bahçenin güzel olduğunu görmek için illa da altında perilerin yaĢadığına inanmak mı ge
rekiyordu?
Bütün bu Magrathea muhabbeti Arthur için tümüyle anlaĢılmazdı. Trillian'a yanaĢıp neler döndüğünü sordu.

"Yalnızca Zaphod'un bana söylediklerini biliyorum" diye fısıldadı Trillian. "Açıkça görülüyor ki Magrathea öyküsü çok eskilere uzanan hiç kimsenin inanmadığı bir



efsane gibi bir Ģey. Dünya'nın Atlantis'i gibi, ama bir tek farkla, efsaneler Magrathealıların gezegen imal ettiklerini söylüyor."

 Arthur ekranlara bakarken önemli bir Ģeyler kaçırdığı hissine kapıldı. Birdenbire bunun ne olduğunun ayırdına vardı.

"Bu gemide çay bulunur mu?" diye sordu.

 Altın Kalp yörüngesinde ilerlerken altlarındaki gezegen daha ayrıntılı görünmeye baĢladı Çifte güneĢler artık karanlık gökyüzünde asılı duruyorlardı, Ģafağın fiĢek gösterisi sona ermiĢti gezegen günün

olağan ıĢığında kasvetli ve yasaklanmıĢ gibi görünüyordu
-
gri tozlu ve üzerindeki belli belirsiz yer Ģekilleri ile. Bir temel boĢluğu gibi ölü ve soğuk görünüyordu. Zaman zaman uzaktaki ufukta bir Ģeyler vaadeden biçimler
beliriyordu-
nehir yatakları, belki dağlar, hattâ belki de kentler
-
ama daha yaklaĢtıkça çizgiler soluklaĢıyor, belirsizliğe gömülüyor, sonunda ortaya hiçbir Ģey çıkmıyordu. Zaman ve üzerinde yüzyıllar ve yüzyıllar boyu sürüklenen ince bayat havanın ağır hareketleri gezegen yüzeyini bulanıklaĢtırmıĢtı.

 Açıkça çok çok yaĢlıydı gezegen.

 Altlarındaki gri manzarayı izlerken bir anlık Ģüphe uyandı Ford'un içinde. Zamanın yoğunluğu endiĢelendirdi onu, elle tutulabilecek bir Ģey gibiydi. Gen
zini temizledi. "Pekala, diyelim ki..."
"Ama öyle"
dedi Zaphod.
"Ki öyle değil," diye sürdürdü Ford. "Ne istiyorsun? Orada hiçbir Ģey yok."

"Yüzeyde yok" dedi Zaphod.

"Peki bir Ģeyler olduğunu varsayalım, burada endüsti arkeolojisi adına bulunmadığını sanıyorum. Neyin peĢindesin?"

Zaphod'un baĢlarından biri uzaklara daldı. Diğer baĢı birincisinin neye baktığını görmek için döndü, özel bir
-
Ģeye bakmıyordu.

"Evet" dedi Zaphod sakince, "kısmen merak, kısmen macera isteği, ama galiba en çok para ve Ģöhret için..." Ford ona keskin bir bakıĢ fırlattı Zaphod'un
burada neden
bulunduğu konusunda en ufak bir fikri olmadığı izlenimine kapıldı.

"Biliyor musunuz bu gezegenin görünüĢünden hiç hoĢlanmadım." dedi Trillian ürpererek.



"Aman boĢver aldırma," dedi Zaphod, "üzerinde bir yerlerde eski Galaktik imparatorluğu'nun

malvarlığının yarısı olduktan sonra biraz rüküĢ görünmeyi kal
-
dırabilir."

Kahretsin, diye içinden geçirdi Ford. Buranın yitip gitmiĢ bir eski uygarlığın merkezi olduğu gibi birkaç aĢırı derecede olağanüstü Ģey farzedilse bile, bu göz alabildiğince büyük hazinenin bugün bir değer taĢımasının olanağı yoktu. Omuzlarını silkti.

"Ölü bir gezegen iĢte." dedi.

"BoĢlukta asılı kalmaktan sıkıldım," dedi Arthur huy
suzca. * * *
Stres ve tedirginlik günümüzde Galaksi'nin her yanında görülen ciddi toplumsal
sorunlar
dır, bu sorunun ağırlaĢmaması için aĢağıdaki gerçekler peĢinen açık
-
lanmaktadır.

Söz konusu gezegen gerçekten Magrathea'dır.

Kısa bir süre sonra antik bir savunma sistemince baĢlatılacak olan ölümcül füze saldırısı ise üç kahve fincanının ve bir fare kafesinin kırılmasına, birilerinin üst
- kolunun
berelenmesine ve bir kase dolusu petunya ile masum bir spermeçek balinasının zamansız ortaya çıkıĢına ve ani ölümüne neden olacaktır.

Bir esrar havasının korunması amacı ile kimin üst kolunun berelendiği kon
usunda bu
noktaya kadar bir açıklama yapılmamıĢtır. Bu gerçek bir Ģey değiĢtirmeyeceği için rahatlıkla havada kalabilir.

Güne oldukça keyifsiz baĢlayan Arthur'un kafasında, bir önceki günden kalan sarsıntılı kırıntılar birleĢmeye baĢlamıĢtı. Ona hemen hemen, ama tamamen değil, bütünüyle çaya benzemeyen plastik bir bardak dolusu sıvı veren bir Beslen
-Matik makinesi
buldu. Makinenin çalıĢması çok ilginçti. Ġçecek düğmesine basıldığında makine kiĢinin tad alma bezlerini kısa bir an içinde detaylı olarak inceler, ıĢınlarla metabolizmanın analizini yapar ve neyin hoĢa gidebileceğini belirlemek için kiĢinin sinir sisteminden




beynin tad alma merkezlerine küçük deneysel sinyaller yollardı. Yine de kimse bunları neden yaptığını tam olarak bilmiyordu çünkü hiç değiĢmeksizin verdiği Ģey bir fincan
dolusu, hemen hemen ama ta
mamen değil, bütünüyle çaya benzemeyen sıvıydı.
Beslen-
Matik, günümüzde Ģikayet bölümü Sirius Tau yıldız sisteminin üç büyük gezegenindeki bütün belli baĢlı kara parçalarını kaplayan, Sirius Sibernetik ġirketi'nce
ta
sarlanmıĢ ve imal edilmiĢti.

 Arthur sıvıyı içince bir canlılık hissetti. Tekrar ekranlara bakıp birkaç yüz millik çorak griliğin daha kayıp geçmesini izledi. Birdenbire kendisini rahatsız eden bir soruyu sormak geldi aklına.
 "Emniyetli mi?"
"Magrathea beĢ milyon yıldır ölü." dedi Zaphod, "tabii ki emniyetli. ġimdiye kadar hayaletler bile yerleĢip çoluk çocuğa karıĢmıĢlardır."

Tam o anda tuhaf ve açıklanamayan bir ses aniden köprüde yayıldı... Uzaklarda kalmıĢ bir karnaval müziği boĢ, tiz, sahici olmayan bir ses. Bunu aynı derecede boĢ, tiz ve sahici olmayan b:r konuĢma izledi. Ses Ģöyle di
yordu "Selam sizlere...
Ölü gezegenden birileri onlarla konuĢuyordu.

"Bilgisayar!" diye bağırdı Zaphod.
 "Herkese selam!"
"Ha, bize yayın yapan beĢ milyon yıllık bir kayıt yalnızca."

"Bir ne? Kayıt mı?"

"ġĢĢt!" dedi Ford. "Devam ediyor."

Ses yaĢlı, kibar, neredeyse cana yakındı ama ĢaĢmaz bir tehditle ifadenin altı çizilmiĢti.

"Bu kaydedilmiĢ bir duyurudur." diyordu ses, "ne yazık ki Ģu anda hiç k
imse yerinde
değil. Magrathea ticaret konseyi değerli ziyaretiniz için teĢekkür eder..."

("Antik Magrathea'dan bir ses!" diye bağırdı Zap
hod. "Tamam. Tamam," dedi Ford.)
"".... fakat ne yazık ki," diye sürdürdü ses, "bütün gezegen geçici olarak kapalıdı
r.
TeĢekkür ederiz. Adınızı ve sizi bulabileceğiniz bir gezegenin adresini bırakmak isterseniz, lütfen düdük sesinden sonra konuĢunuz."




Kısa bir parazit izledi bunu, sonra sessizlik.
 "Bizden kurtulmak istiyorlar," dedi Trillian sinirli sinirli. "Ne yapaca
ğız?"

"Yalnızca bir kayıt bu," dedi Zaphod. "Devam ediyoruz. AnlaĢıldı mı bilgisayar?"

"AnlaĢıldı," dedi bilgisayar ve gemiye biraz daha hız verdi.
 Beklediler.
Bir kaç saniye sonra karnaval müziği yine duyuldu, ardından da ses.

"" ĠĢyerimiz açılır açılmaz

günün en moda olan der
gilerinde ve renkli eklerinde gerekli
duyuruları yapacağız. Böylece müĢterilerimizin yine çağdaĢ coğrafyanın en iyi örneklerini seçebilecekleri konusunda sizleri temin etmekten mutluluk duyarız." Ġfadedeki teh
dit daha keskin bir
tona bürünmüĢtü. "ġimdilik müĢterilerimize nazik ilgileri için teĢekkür eder, uzaklaĢmalarını rica ederiz. Hemen!"

 Arthur arkadaĢlarının sinirli gözlerinde gezdirdi bakıĢlarını.

"Öyleyse gitmemiz daha iyi olur, değil mi?" diye öneride bulundu Arthur

"ġĢĢt!" dedi Zaphod. "EndiĢelenecek hiçbir Ģey yok."

"Öyleyse herkes neden bu kadar gergin?"

"Sadece merak!" diye bağırdı Zaphod. "Bilgisayar, atmosfere girmeye baĢla ve iniĢe hazırlan."

Bu kez müzik baĢtan savma, ses özellikle soğuktu.
 "Gezegenimize olan ilgi
nizin," dedi "eksilmeden sür
mesi memnun edici. Sizi temin
ederim ki Ģu anda geminize yaklaĢmakta olan güdümlü füzeler bütün ısrarlı müĢterilerimize sunduğumuz hizmetin bir parçasıdır , tam donanımlı nükleer baĢlıklar da hiç Ģüphe yok ki ince bir ayrıntıdır. ĠliĢkimizin ilerideki hayatlarınızda da sür
mesi
dileğiyle... teĢekkürler." Se
s kesildi. "Oh," dedi Trillian. "Eeem..." dedi Arthur. "Sonra?" dedi Ford.
"Bana bakın," dedi Zaphod, "aklınızı baĢınıza toplayın. Bu yalnızca kayıtlı bir mesaj.
Milyonlarc
a yıl önce kaydedilmiĢ. Bizi bağlamaz, anladınız mı?"

"Füzelerden," dedi Trillian yavaĢça, "ne haber?"

"Füzeler mi? Güldürmeyin beni?"




Ford Zaphod'un omuzuna vurarak ekranını gösterdi. Arkalarında, uzakta iki gümüĢ ok atmosferde tırmanarak gemiye doğru geliyordu. Görüntünün çabucak büyütülmesine yakın çekime geçtiler. Ġki sahici kütlevi roket gökyüzünde ĢimĢekler çakarak ilerliyordu. Olayın aniliği sarsıcıydı.

"Bizimle ilgilenmek için iyi bir yol seçmiĢler," dedi Ford. Zaphod ĢaĢkınlıkla onlara baktı.
 "Hey
, bu bir felaket!" dedi. "AĢağıda birileri bizi öldürmeye çalıĢıyor!"
 "Felaket," dedi Arthur.
"Ama bunun anlamını kavrayamadınız mı?"

"Evet. Öleceğiz."

"Evet, ama bundan baĢka,"

"Bundan baĢka?"

"Demek ki doğru yoldayız!"

"Yoldan ayrılmamız ne kadar sürer?
"
Saniyeler geçtikçe ekrandaki füzelerin görüntüleri büyüyordu. ġimdi de baĢlarını gemiye doğru çevirmiĢ dikine geliyorlardı, görülebilen tek yerleri savaĢ baĢlıklarıydı.

"Meraktan soruyorum," dedi Trillian, "ne yapıyoruz Ģimdi?"

"Yalnızca soğukkanlılığınızı yitirmemeye bakın," dedi Zaphod.

"Hepsi bu mu?" diye bağırdı Arthur.

"Hayır, ayrıca... eeem... savunma önlemleri alacağız!" dedi Zaphod ani bir panik atağıyla. "bilgisayar, ne gibi savunma önlemleri alabiliriz?"

"Ehm, korkarım hiçbir Ģey yapamayız ço
cuklar" dedi bilgisayar.
",,.veya bir Ģeyler," dedi Zaphod "...eeem..." dedi.

"Yönlendirme sistemlerimde bir sıkıĢma var gibi görünüyor," diye açıkladı bilgisayar rahatça, "çarpıĢma eksi kırkbeĢ saniye. Eğer rahatlamanızı sağlayacaksa bana Eddie
diyebilirsiniz"
Zaphod aynı anda birkaç aynı derecede belirleyici yöne kaçmaya çalıĢtı. "Tamam!" dedi. "Eem... gemiyi elle yöneteceğiz."

"Bunu uçurabilir misin?" diye memnuniyetle sordu Ford.

"Hayır, ya sen?"

"Hayır."
 "Trillian, sen?"
"Hayır."

"Ġyi," dedi Zaphod rahatlayarak. "Öyleyse birlikte yapacağız."




"Ben de yapamam" dedi Arthur. Kendini ka
nıtlamanın zamanının geldiğini hissetmiĢti.
 "Bunu tahmin ediyordum zaten," dedi Zaphod. "Pe
kala bilgisayar bütün kumandayı ele
almak istiyorum. "Kumanda sizde" dedi bilgisayar.
Birçok büyük masanın sürgülü duvarları kayarak açıldı ve içlerindeki kumanda tabloları önlerine serildi. Polyester ambalaj ve rülo selefon topları ekibin önüne se
rildi:
Kumanda panelleri daha önce hiç kullanılmamıĢtı.

Zaphod vahĢice baktı olanlara
.
"Tamam Ford" dedi, "tam yol geriye sancak tarafına on derece. Veya bunun gibi bir Ģey..."

"ġansınız açık olsun çocuklar," diye cıvıldadı bilgisayar, "çarpıĢma eksi otuz saniye..."

Ford kumanda panellerinin üzerine atıldı... yalnızca birkaçı ilk bakıĢta anlaĢılabilir gelmiĢti ona, hepsini çekti. Yönlendirici roketler gemiyi her yöne aynı anda itmek isterken gemi sarsıldı ve gıcırdadı. Kumanda panellerinin yarısını bıraktığında gemi dar yarıçaplı bir yay çizerek geldiği yöne, doğruca gelen füzelerin üzerine yö
neldi.
Herkes duvarlara doğru fırlarken bir anda duvarlardaki hava yastıkları ĢiĢmeye baĢladı. Birkaç saniye için eylemsizlik kuvvetleri onları yerlerine mıhlayarak nefessiz ve hareketsiz bıraktı.

Zaphod son bir çabayla, delice bir çabayla doğrulup,

sonunda yön verme sisteminin bir parçası olan küçük bir kola vahĢi bir tekme attı.

Kol kapanıverdi. Gemi sertçe kıvrılıp yukarı fırladı. Kumanda odasındakiler Ģiddetle kabinin karĢı tarafına fırladı. Ford'un Her Otostopçunun Galaksi Rehberi de kontrol
kon
solünün baĢka bir kısmına çarpmasının bir sonucu olarak dinlemek isteyen
herkese Antarean pa
pağanı bezlerini Antares dıĢına kaçırmanın en iyi yollarını anlatmaya baĢladı. (Küçük bir çubuğun ucuna geçirilmiĢ Antarean papağanı bezi mide bulandırıcı ama aynı zamanda çok aranan bir kokteyl çeĢnisidir, bu çeĢni için diğer enayileri etkilemek isteyen enayiler tonla para öder), aynı anda çarpmanın baĢka bir sonucu olarak gemi gökyüzünde bir taĢ gibi düĢmeye baĢladı.





Tam bu anda ekipdekilerden birinin omzu
fena halde berelendi. Bu noktanın belirtilmesi gerekiyor çünkü önceden açıklandığının aksine gemidekilerin tümü yarasız beresiz kurtulmuĢ olacaklardı. Sonuçta ölümcül nükleer füzeler gemiyi ıskaladılar. Gemidekilerin güvenliği tam olarak sağlandı.
 * * *
"ÇarpıĢma eksi yirmi saniye çocuklar..." dedi bil
gisayar.
"Öyleyse tekrar çalıĢtır Ģu kahrolası motorları!" diye feryat etti Zaphod.

"Oh, bittabii, çocuklar," dedi bilgisayar. GevĢek bir gümbürtüyle motorlar tekrar çalıĢtı, gemi dalıĢtan yumuĢakça doğrularak burnunu yeniden füzelere çevirdi.

Bilgisayar Ģarkı söylemeye baĢladı.

"Fırtınada yürürken...' diye inledi burnundan, "baĢını dik tut..."

Zaphod ona sesini kesmesi için bağırdı ama sesi çok
-
doğal olarak yıkımın neden olduğunu sandıkları patırtı içind
e gitti.
"Ve... karanlıktan... sakın korkma/" diye figan etti Eddie.

Gemi aslında baĢaĢağı doğrulmuĢtu ve Ģimdi tavanda uzanıyor olduklarından ekiptekilerden herhangi birinin yönlendirici sistemlere eriĢmesi olanaksızdı.

"Fırtına sona erdiğinde..." diye yanık yanık söyledi Eddie.

Ġki kütlevi füze geminin üzerine ĢimĢekler çakarak gelirden olduklarından daha ürkünç görünüyorlardı. .. altın bir gökyüzü
-
Fakat olağandıĢı Ģanslı bir rastlantı sonucu uçuĢ ro
-
talarını düzeltemediği için dengesizce sağa sola yal
p
alanan gemi füzeleri, sıyırıp geçti.

"Ve bülbülün tatlı gümüĢ sesi... Gözden geçirilmiĢ çarpıĢma zamanı onbeĢ saniye arkadaĢlar... Rüzgarda yürü hiç durmadan ..."

Füzeler keskin bir dönüĢ yaparak gemiyi yeniden izlemeye baĢladılar.

"Ġste buraya kadar," dedi Arthur onlara bakarak. "ĠĢte Ģimdi tam anlamıyla öleceğiz, öyle değil mi?"

"ġom ağzını kapasan iyi olur" diye bağırdı Ford.

"Evet öleceğiz, ölmeyecek miyiz?"

"Evet, öyle"

"" Rüzgarda yürü..." diye Ģakıdı Eddie.



Bir fikir geldi Arthur'un aklına. Ayağa kalkmaya çabaladı.

"Neden kimse Ģu Olasılıksızlık Motoru Ģeyini çalıĢtırmıyor?" dedi Zaphod. Uygun biçimde programlanmadığında her Ģey olabilir.

"ġu aĢamada farkeder mi?" diye bağırdı Arthur.

"Hayallerin yıkılmıĢ olsa bile... diye Ģakıdı Eddie.
  Arthur ta
van ile duvarın birleĢt'ği noktadaki büyük dökme kıvrım parçalarından birine doğru tırmandı.

"Yürü, yürü, yüreğinde umutla..."

"Arthur Olasılıksızlık Motoru'nu neden çalıĢtıramıyor bilginiz var mı?" diye bağırdı
Trillian
"Hiç yalnız, kalmayacaksın yürürken... ÇarpıĢma eksi beĢ saniye, sizi tanımak çok güzeldi çocuklar, Tanrı sizi korusun...

"Hiç.. .yal. ..nız. ..kal. ..ma...ya., .sak. ..sın.. .yü... rür... ken!"

"Size soruyorum" diye bağırdı Trillian, "bileniniz var mı..."

O anda baĢ döndürücü bir ıĢığı izleyen müthiĢ bir pat
lama duyuldu.
Bundan sonra gerçekleĢen ilk ses Altın Kalp'in oldukça alımlı yeni bir iç dizayn ile normale dönüp yoluna devam etmesiydi: Biraz daha geniĢleyen içerisi yeĢil ve mavinin lezzetli solgun gölgeleri ile bezenmiĢti. Tam ortada özel olarak bir yere çıkmayan sarmal bir merdiven yerden fıĢkıran eğrelti otları ve sarı çiçekler arasından yükseliyordu, hemen yanındaki taĢ güneĢ saati kalesinin üzerinde bilgisayarın ana terminali duruyordu. Dağılımı ustaca yapılmıĢ ıĢıklandırma
ve aynalar keyifle
düzenlenmiĢ; geniĢ bir bahçeye bakan limonlukta bulunulduğu duygusunu veriyordu. Limonluğun çeperinin kıyısında oya gibi iĢlenmiĢ demir ayaklar üzerinde duran mermer masalar vardı. Mermerin parlak yüzeyine bakıldığında aletlerin bulanık görüntüleri seçilebiliyordu, masaya dokunulduğunda ise alet ellerin altında maddeleĢiveriyordu. Doğru açıdan bakıldığında aynalar nereden yansıdıkları belli olmasa da gerekli bütün göstergeleri yansıtıyordu. Gerçekten nefes kesici güzellikteydi her Ģey
.
Hasır bir iskemlede gevĢemekte olan Zaphod Be
- eblebrox, "Ne oldu?" dedi.



"Yalnızca, diyordum ki," dedi Arthur küçük bir baĢlıklı havuzun kenarına yayılmıĢ yatarken, "Ģuralarda bir yerde Olasılıksızlık Motoru kolu vardı..." Kolun olması gerektiği
yere d
oğru salladı elini. Orada saksı içinde bir bitki duruyordu artık.

"Peki ama nerdeyiz" dedi, elinde iyice soğutulmuĢ bir bardak Pan Galaktik Gargara
Bomba ile sarmal merdivende oturan Ford.
"Tamı tamına önceden olduğumuz yerde sanırım..." dedi Trillian, çe
vrelerindeki
aynalar birdenbire altlarında uzanan Magrathea'nın kupkuru manzarasını göstermeye baĢlarken.

Zaphod oturduğu yerden fırladı.

"Öyleyse füzelere ne oldu?" dedi.

Yeni ve hayret verici bir görüntü aynalarda göründü.

"Bir kase petunya ile ĢaĢkın görünüĢlü bir balinaya dönüĢmüĢler sanki" derdi Ford endiĢeyle.

"Sekizmilyon yediyüzaltmıĢ bin yüzyirmisekizde bir!" diye araya girdi hiç değiĢmemiĢ olan Eddie "düzeyinde bir Olasılıksızlık Faktörü ile," Zaphod Arthur'a baktı.

'Bunu hesaplamıĢ mıydın. Dünyalı? diye sordu.

"Aslında," dedi Arthur, "yaptığım tek Ģey..."

"Çok iyi fikir biliyor musun. Kontrol ekranlarını görmeden bir an için Olasılıksızlık Motorunu çalıĢtırmak. Hayatlarımızı kurtardın evlat, bunu biliyor muydun?

"Yo," dedi Arthur, "önemli bir Ģey değil canım..."

"Ya, öyle mi?" dedi Zaphod. "Peki unut gitsin öy
leyse. Pekala bilgisayar indir bizi yere." "Ama..." "Unut gitsin dedik."

 * *
Unutulan baĢka bir Ģey de olasılık dıĢı olmasına karĢın bir sperm halindeki balinanın, yabancı bir gezegenin yüzlerce kilometre üzerinde ansızın yetiĢkin bir balinaya dönüĢmesiydi




Bu bir balina için doğal bir durum olmadığından bu zavallı masum yaratığın, bir balina
olmama hali ile ta
nıĢmasından önce, bu balina olarak kendi kimliği ile tanıĢması için çok az zamanı vardı.

 AĢağıda yaĢamaya baĢladığı anda bitene kadar düĢüncelerinin tam bir kaydını
bulabilirsiniz.
 Ah...! Ne oluyor? diye düĢünmüĢtü.
 Eee, affedersiniz, kimim ben? Merhaba?
Niye buradayım? YaĢamımın amacı nedir?
 Kimim ben demekle ne kastediyorum? Sak
inleĢ bakalım, sıkı dur simdi... ah! çok ilginç bir duyum bu, nedir acaba? Bir çeĢit... esneme, soğuktan yanma hissi gibi bir Ģey var Ģeyimde... neyimde... ne
yimde... en iyisi
Ģeylere adlar bularak baĢlayayım eğer sözgelimi dünya diyeceğim Ģeyde iyi bir
t
artıĢma diyeceğim Ģey konusunda ilerleme sağlamak adına Ģeylere isim bularak baĢlamak daha iyi olur.

Ġyi. Vaay, gittikçe güçleniyor. Ve de, hey, çevremde ıslık çalıp gürleyerek aniden kafam deyiverdiğim Ģeyi yalayarak geçen Ģey? Belki de Ģey diyebilirim buna... rüzgar! Ġvi bir ad mı bu? Ġdare eder... belki de ilerde ne iĢe yaradığını anlarsam daha uygun bir ad takabilirim ona. Çok önemli bir Ģey olsa gerek çevrede bu kadar çok olduğuna göre. Hey bu Ģey de ne? Bu... kuyruk diyelim tamam kuyruk. Hey! Çok da iyi sallıyorum değil
mi?
Vay be! Vay be! Çok iyi geldi bu! Çok da iĢe yaramadı aslında ama daha sonra ne iĢe yaradığını bulabilirim. ġimdi acaba Ģeylerin mantıklı ve açık görüntülerini oluĢturdum
mu?
Hayır.

BoĢver, hey, gerçekten heyecan verici, keĢfedilecek, üflenilecek öyle çok Ģey var ki, sabırsızlanıyorum.

Belki de rüzgardandır.

Gerçekten de çok var çevrede ondan, değil mi?




Vaay! ĠĢte! Bana doğru büyük bir hızla gelen bu Ģey de nedir? Çok çok hızlı. Öyle büyük ki. Düz ve yuvarlak, büyük ve geniĢ sesler içeren bir ad bulmak gerekli. ġöyle... ooo... oop... opr... toprak! ĠĢte buldum! Uygun bir ad
-toprak!
 Acaba iyi arkadaĢ olabilecek miyiz onunla?
 * * *
 Ani ve ıslak bir pat sesinin ardından, sessizlik.

ġurası ilginçtir ki kasadaki petunyaların düĢerken aklından geçen tek Ģey "Oh hayır,
yine mi" oldu. Bir
çokları, eğer petunyaların bunu neden düĢündüğünü tam olarak bilmiĢ olsaydı bugün evrenin doğası hakkında bildiklerimizden çok daha fazla Ģey biliyor olacağımız yo
rumu
nu yaptılar.

"Bu robotu da yanımıza alıyor muyuz?" dedi Ford, köĢede küçük bir palmiye ağacının altında kamburunu çıkartmıĢ Ģekilsizce duran Marvin'e hoĢnutsuzlukla ba
karak.
Zaphod bakıĢlarını Altın Kalp'in az önce inmiĢ olduğu kıvrak toprakları görüntüleyen ayna ekranlardan çevirerek,

"Oh, Ģu Paranoid Android,"dedi. "Evet, onu da götürüyoruz."

"Ama manik depresif bir robot ile ne yapmayı umu
yorsun?
"Sorunların farkında olduğunu sanıyorsun" dedi Marvin yeni kapatılmıĢ bir tabuta konuĢur gibi, "eğer s
en-
manik depresif bir robot olsaydın ne yapardın? Hayır, boĢuna yanıt aramak için uğraĢma, ben senden elli bin kere daha zeki olduğum halde yanıtı bilmiyorum. Sizin düzeyinizde düĢünmeye çalıĢmaktan baĢıma ağrılar gi
riyorlar!"'
Trillian kabininin kapısından fırladı.

"Beyaz farelerin kaçmıĢ!" dedi.

Derin endiĢe ile ilgi ifadesi Zaphod'un iki yüzünü aynı anda kaplamayı baĢaramadı.

"BaĢlarım Ģimdi beyaz farene," diye yanıtladı kadını.

Trillian ona kırgın bakıĢlar fırlatıp kayboldu yine.

Ġnsanoğlunun (bağımsız gözlemcilerin büyük çoğunluğunun düĢündüğü gibi) Dünya
gezegeninde va
rolan yaĢam biçimleri içinde ikinci değil de üçüncü en zeki yaratık




olduğunun genel olarak farkına varılmıĢ olsaydı Trillian'ın sözleri daha fazla dikkat çekebilirdi.
 * * *
"Ġyi aksamlar çocuklar."

Ses hem oldukça tanıdık hem de oldukça farklıydı. Anaerkil bir tınısı vardı. Ses ekip gezegen yüzeyine çıkmalarını sağlayan hava kilitli servis kapısına eriĢtiği zaman anonsa baĢlamıĢtı.

ġaĢkınlıkla baktılar birbirlerine.
 "Bilgisayar bu,"
diye açıkladı Zaphod. "Acil durumlarda kullanılabilecek yedek bir kiĢiliğinin olduğunu keĢfettiğimde daha iyi iĢ görebileceğini düĢündüm."
 * * *
Bu sizin tuhaf yeni bir gezegendeki ilk gününüz," diye sürdürdü Edd'e'nin yeni sesi, "giysilerinize sıkı sıkı sarının ve sakın patlak gözlü yaramaz uzay canavarlarıyla oynamayın."

Zaphod parmaklarıyla sabırsızca kapıyı vurdu.

"Özür dilerim" dedi "sanırım bir hesap cetveli taĢısak daha yararlı olur."

"Tamam!" diyerek sustu bilgisayar. "Hanginiz söy
ledi bunu?"
"Lütfen çıkıĢ kapağını açar mısınız sayın bilgisayar?" dedi Zaphod kızmamaya çalıĢarak.

"Biriniz çıkıp da söylediğini sahipleninceye kadar açmayacağım," diye üsteledi bilgisayar birkaç devresini kapatarak.

"Tanrım," diye bağırdı Ford. bölme perdesine yaslanıp ona kadar saymaya baĢladı. Bir gün duygusal yaĢam biçimlerinin bunu yapmayı unutacakları ko
nusunda umutsuzca
endiĢeleniyordu. Ġnsanlar bilgisayarlardan bağımsız olduklarını sadece sayı sayarak gösterebilirlerdi.

"Hadi ama," dedi Eddie sertçe.
 "Bilgis
ayar..." diye baĢlayacak oldu Zaphod...

"Bekliyorum," diye onun sözünü kesti Eddie "Gerekirse bütün gün beklerim...'




"Bilgisayar... " diye yineledi Zaphod, bilgisayarı altedebileceği ustaca bir mantık oyunu bulmaya çalıĢıyordu, sonra onunla onun çöplüğünde çekiĢmemeye karar verdi, "eğer Ģu kapağı hemen Ģu anda açmazsan ana veri depolarını siler seni de koskocaman bir balta ile yeniden programlarım, anlaĢıldı mı?"

Eddie sarsılmıĢtı, durakladı ve söylenenleri tarttı.

Ford içinden saymayı sürdürdü. Bu bir bilgisayara karĢı takınılabilecek en saldırgan tavırdır, bi insana yaklaĢıp kan... kan... kan... kan... demekle aynı etkiyi yapar.

Sonunda Eddie sessizce, "Sanıyorum bu ikilemin üzerinde hepimizin düĢünmesi
gerekiyor" dedi ve servis ka
pısı açıldı.
 Buz gib
i bir rüzgar yüzlerini yaladı, kollarını kovuĢturup rampanın üzerinden Magrathea'nın tozlu ze
minine idiler.
"GözyaĢları temizler ancak bunu," diye bağırdı arkalarından Eddie kapağı kapamadan önce.

Birkaç dakika sonra onu bütünüyle ĢaĢırtan, bir ko
muta
karĢılık olarak kapıyı tekrar açıp kapattı.

BeĢ gölge ağır çorak arazide yürümeye baĢladı. Gezegen yüzeyinin bazı yerleri soluk gri bazı yerleri soluk kahverengiydi; geri kalan bölümünün ise görülecek her
hangi bir
ilginç yanı yoktu. Tüm bitki örtüsünü çok uzun zaman önce yitirmiĢti' ġimdi iki santim kalınlığında toz tabakasıyla örtülü kurumuĢ bir bataklığı andırıyordu. Hava çok soğuktu.

Zaphod hayal kırıklığına uğramıĢtı. Kendi kendine bir süre gezindi, daha sonra da biraz ilerdeki küçük bir yükseltinin ardında kayboldu.

Rüzgar Arthur'un gözlerini ve kulaklarını ısırıyor, bayat ve keskin hava genzini yakıyordu. Ama en çok daralan Ģey kendi kafasıydı.

"Harikulade..." dedi, kulakları kendi sesiyle tır
-
malanmıĢtı. Bu ince atmosferde ses çok kötü iĢitiliyord
u.



"Harabe bir delik bana soracak olursan," dedi Ford. "Bir ahırda daha çok eğlenebilirim. Gittikçe yükselen bir sıkıntı duyuyordu içinde. OnbeĢ yıllık bir sürgünden sonra

galaksideki bunca yıldız sisteminin, birçoğu vahĢi ve egzotik hayat fıĢkıran bunca
g
ezegenin içinde, bu mezbeleliğe gelmek zorunda kalan o değil miydi? Görünürde bi hamburgerci bile yoktu. Eğilip yerden bir topak soğuk toprak kopardı bunun altında binlerce ıĢık yılını aĢıp gelmeye değecek hiçbir Ģey yoktu.

''Hayır," diye ısrar etti Arthur, "anlamıyor musun, hayatımda ilk kez bir baĢka gezegenin üzerinde sahiden geziniyorum... bütünüyle yaban bir dünya...! Bir mez
-belelik olsa bile farketmez."
Trillian kollarını kavuĢturup ürpererek kaĢlarını çattı Gözünün ucuyla beklenmedik hafif
bir hare
ket gördüğüne yemin edebilirdi, ama dönüp o yöne baktığında görebildiği yalnızca yüz metre ötede sessiz ve sakin duran gemiydi. Bir saniye sonra yükseltinin
te
pesinden kendilerine el sallayıp gelmelerini iĢaret eden Zaphod'u görünce içi rahatladı.
 Heyeca
nlı görünüyordu, ancak rüzgar ve ince atmosfer yüzünden söylediklerini tam olarak duyamıyorlardı.

Yükseltiye yaklaĢtıklarında bir çember Ģeklinde olduğunu gördüler... Yüzelli metre geniĢliğinde bir krater. Kraterin dıĢ yüzü çevresindeki eğimli yüzey siyahlı kırmızılı parçalarla bezenmiĢti. Durup parçalardan birine baktılar. Islaktı. Lastik gibi bir Ģeydi.

Birden dehĢetle bunun taze balina eti olduğunu farkettiler.

Kraterin ağzında Zaphod onları bekliyordu.

"Bakın." dedi, krateri göstererek.
 Tam ortada ka
derine üzülecek kadar yaĢayamayan zavallı bir balinanın patlamıĢ vücudu yatıyordu. Sesizliği yalnızca Trillian'ın boğazındaki istemsiz kasılmalar boz
-
maktaydı.

"Gömmeye çalıĢmak yararsız görünüyor" diye mırıldandı Arthur, söylediğine piĢman
olarak. "Geli
n" hadi." dedi Zaphod, Kratere inmeye baĢlamıĢtı.




"Ne, aĢağıya mı?" dedi Trillian ciddi bir tiksinmeyle.

"Öyle," dedi Zaphod, "hadi bakın size ne göstereceğim."

"Görüyoruz," dedi Trillian.

"O değil."dedi Zaphod, "baĢka bir Ģey. Hadisenize."
 Hepsi tere
ddüt geçirdi onu izlemekte.

"Hadi ama," diye ısrar etti Zaphod. "Ġçeriye bir giriĢ buldum."

"Ġçeriye mi?" dedi dehĢet içinde Arthur.

"Gezegenin içine! Bir yeraltı geçidi. Balinanın çarpma kuvveti kırıp ortaya çıkarmıĢ, iĢte gitmemiz gereken yer orası. BeĢ

milyon yıl boyunca insanoğlunun ayak basmadığı yere, zamanın kendisinin dipsiz derinliklerine."

Marvin olup biteni gırgıra alan Ģarkısını mırıldanmaya baĢlamıĢtı yeniden.

Zaphodun tokatıyla sustu.

Küçük iğrenme titremeleriyle Zaphod'un peĢinden kraterin

dibine yöneldi. Kraterin talihsiz yaratıcısına bakmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı.

"Hayat," dedi Marvin hüzünle "ya tiksindirir ya da görmezden gelirsin, sevmem asla mümkün değil."

Yerde balinanın çarpmasıyla bir delik açılmıĢ moloz ve içorganları ile örtülü bir tüneller ve geçitler ağı ortaya çıkmıĢtı. Zaphod tünellerden birine doğru yol açmaya giriĢti ancak Marvin bunu ondan çok daha hızlı yapabiliyordu. Karanlık derinlerden nemli bir esinti geldi. Zaphod el feneriyle aydınlatmaya çalıĢtığı
tozlu ka
ranlıkta çok az Ģey seçilebiliyordu.

"Efsanelere göre," dedi, "Magrathealılar hayatlarının büyük bir bölümünü yeraltında geçirirlermiĢ."

"Neden o?" dedi Arthur. "Yüzeyde çevre çok mu kir
-
lenmiĢ yoksa nüfus patlaması mı olmuĢ?"

"Hayır, sanmıyorum,"" dedi Zaphod. "Sanırım dıĢarıdan pek hoĢlanmıyorlarmıĢ."

"Ne yaptığını bildiğinden emin misin?" dedi sinirli sinirli karanlığı gözleyen Trillian. "Saldırıya uğradığımızı sanırım unutmadın."

"Bak yavrum, bu gezegendeki canlı nüfusun sıfır artı dördümüz olduğu konusunda sana garanti veriyorum, hadi, gel de girelim Ģuraya. Eeem, hey Dünyalı...
 "Arthur," dedi Zaphod.



"Evet, robotla birlikte kalıp, geçidin bu ucunu gözetiver, olur mu?

"Gözetmek?" dedi Arthur. "Neye karĢı? Az önce burada kimsenin olmadığını söyledin."

"Evet, pekala, yalnızca güvenlik için tamam mı?" dedi Zaphod.

"Kimin güvenliği? Seninki mi benimki mi?"

"ġirin çocuk. Tamam, gidiyoruz iĢte."

Zaphod, Trillian ve Ford'un önünden aceleyle geçide inmeye baĢladı.

"ĠnĢallah hepiniz berbat bir gün geçirirsiniz orada," diye serzeniĢte bulundu Arthur.

"Merak etme," diye rahatlattı Marvin onu, "öyle ola
cak."
Birkaç saniye, içinde gözden kayboldular.

 Arthur bir süre ortalıkta küskün küskün dolandıktan sonra bir balina mezarının gezinmek için hiç de iyi bir yer olmadığına karar verdi.

Onu bıkkın gözlerle izleyen Marvin devrelerini kapattı.
 * * *
Zaphod çıldırma sınırındaki sinirliliğini gizlemek için dik ve geniĢ adımlarla geçitten aĢağıya hızla inmeye baĢladı. Bir yandan da el fenerinin ıĢığını çevre
sinde
gezindiriyordu. Duvarlar koyu renk fayansla kaplı ve soğuktu, hava ise eskilikten ağırlaĢmıĢtı.

"ĠĢte, ne demiĢtim size?" dedi. "Canlı barındırmayan bir gezegen. Magrathea," deyip fayans zemini kaplayan toz ve moloz içinde geniĢ adımlarla yürümeyi sürdürdü.

Trillian buradan daha az sefil olmasına karĢın Londra'nın yeraltını anımsadı.

Duvarlardaki fayanslar yer yer parlak renkli, basit açılar oluĢturan mozaiklerle
kesiliyordu.
Trillian durup içlerinden birini inceledi ancak akla uygun bir anlam verem
edi. Zaphod'a seslendi.
"Hey, bu garip Ģekillerin ne olduğuna dair bir fikrin var mı?"

"Sanırım bunlar yalnızca bir çeĢit garip Ģekiller," dedi Zaphod, geriye Ģöyle bir göz
atarak.
Trillian omuz silkip ardından yetiĢti aceleyle.




Zaman zaman Ford'un terkedi
lmiĢ bilgisayar donanımıyla dolu olduğunu keĢfettiği, odalara açılan kapılar beliriyordu önlerinde. Zaphod'u bunlardan, birine bakması için sürükledi Ford. Trillian da peĢlerinden gitti.

Bak, dedi Ford, "buranın Magrathea olduğunu düĢündün..."

"Öyle," dedi Zaphod, "mesajı da dinledik değil mi?"

"Tamam, öyleyse burası Magrathea diyelim... Ģimdilik. ġimdiye kadar hiç sözünü etmediğin bir Ģey var, Galaksi'nin içinde nasıl buldun burayı? Bir yıldız atlasına bakmadığın çok açık."

"AraĢtırma. Hükümet arĢivleri
. Dedektiflik. Biraz da yerinde tahmin. Kolay."
"Sonra da gelip burayı aramak için Altın Kalp'i çaldın öyle mi?"

"Birçok Ģey aramak için çaldım onu."

Ford ĢaĢırarak 'Birçok Ģey mi?" dedi . "Ne gibi yani?"
 "Bilmem?" "Ne?"
"Ne aradığımı bilmiyorum."
 "Neden bilmiyorsun7"
"Çünkü... çünkü... sanırım bilersem onları arayamam da ondan."
 "Ne, delirdin mi sen?"
"Henüz eleyemediğim bir olasılık bu," dedi sessizce Zaphod "Kendi hakkımda yalnızca aklımın Ģu andaki durumunda kavrayabileceği kadar Ģey bilebiliyorum ġu a
ndaki
durumum da pek iyi değil."

Uzunca bir süre kimsenin ağzını bıçak açmadı. Ford kafası bir anda endiĢelerle dolan Zaphod'a dikmiĢti gözlerini.

"Dinle, eski dostum, eğer istersen..." diye baĢlayarak oldu sonunda Ford.

"Hayır, dur biraz... ben sana bir Ģey diyeceğim," dedi Zaphod.

"Ben her zaman baĢıboĢ dolaĢırım böyle. Birdenbire bir Ģey yapmak gelir aklıma ve hey, neden olmasın deyip, yapıveririm. Galaksi BaĢkanı olabileceğimi düĢündüm ve oldum, çok basit. Bu gemiyi çalmaya, Magrathea'yı aramaya karar
verdim. Hepsini
yaptım iĢte. Tabii, en iyi Ģekilde yapmak için uğraĢıyorum, doğru, ama her zaman yolunda gidiyor iĢlerim. Borcunu hiç ödemediğin halde iptal edilmeyen bir
Galaktik-
kredi kartı gibi. Ne zaman durup da bunu niye yapmak istedim?... nasıl




yapac
ağımı nasıl tasarladım diye düĢünmeye baĢlasam bundan vazgeçmek için önlenemez bir tutku du
yuyorum.
ġu anda olduğu gibi. Bundan bahsetmek çok büyük çaba gerektiriyor.

Zaphod bir süre durakladı. Bir sessizlik oldu. Sonra kaĢlarını çatıp devam etti. "Geçen

gece yine beynimin bir kısmının gerektiği gibi çalıĢmamasından endiĢelendim. Sonra farkına vardım, beynimin sanki bir baĢkası tarafından iyi fikirler elde etmek için kullanıldığı ve bana bunlar hakkında bir Ģey söylenmediğiydi. Ġki fikri bir araya getird
im
ve birlerinin bu amaçla beynimin kullanamadığım bir kısmını kilitlemiĢ olabileceğine karar verdim. Bunu doğrulamanın bir yolu olup olmadığını merak ettim.

"Geminin tıp bölümüne gidip kendimi kafatası tarayıcı ekranına taktım. Her iki kafamı
da belli ba
Ģlı bütün görüntü testlerinden geçirdim.. BaĢkan olmadan önce hükümet tıp memurları denetiminde geçirmek zorunda olduğum bütün testler, teyid ediliyordu. Hiçbir Ģey görünmedi. En azından beklenmedik bir Ģeyler. Testler benim zeki, hayalci, tepkisiz, güvenilmez, dıĢa dönük olduğumu gösterdi tahmin edilebileceği gibi. Bunlar dıĢında hiçbir anormallik yoktu. Böylece rastgele yeni test
ler icad etmeye koyuldum.
Hiçbir Ģey yoktu. Sonra bir kafamdan elde ettiğim sonuçları diğer kafamdan elde ettiklerimin üzerine koymayı denedim. Yine bir Ģey yoktu. Sonunda aptallaĢtım, yani davranıĢlarımı yalnızca bir paranoya krizi olarak ele alıp hepsini boĢ verdim. Her Ģeyi toparlamadan önce en son yaptığım, üst üste çakıĢtırdığım görüntüleri yeĢil bir renk filtresi altında
in
celemek oldu. Çocukken yeĢil takıntımın olduğunu anımsıyor musun? Hep Ticaret filolarının birinde pilot olmak isterdim değil mi?

Ford baĢını salladı.

"Ve her Ģey karĢımdaydı," dedi Zaphod, "gün gibi ortada. Her iki beynimin ortasında çevrelerindeki hiçbir Ģey ile iliĢkili olmayıp yalnız kendi aralarında iletiĢim kurabilen belli bir bölüm. Piçin bir bütün sinir düğümlerini dağlayıp beyinciğin iki lobunu çevrelerinden soyutlamıĢtı."

Ford soluk almaya çabalayarak baktı ona. Trillian bembeyaz kesilmiĢti.

"Bunu sana birileri mi yaptı?" diye fısıldadı Ford.

"Öyle."





"Kim olduğu hakkında bir fikrin var mı? Veya neden?"

"Neden? Bunu yalnızca tahmin edebilirim. Ama kimin yaptığını biliyorum."
 "Biliyor musun? Nereden biliyorsun?"
"Çünkü adlarının baĢ harflerini dağlanan sinir bağlarına yakarak yazmıĢlar. Benim görebilmem için bırakmıĢlar."

Ford derisinin büzüĢmeye baĢladığını duyumsayarak dehĢetle ona baktı.

"Adlarının baĢ harfler Beynine mi yazılı?"

"Öyle."

"Peki, Tanrı aĢkına neydi onlar?"
 Zaphod bir an sessiz
ce baktı onlara. Sonra bakıĢlarını uzaklara çevirdi.
 Z. B." ded; sessizce.
O anda arkalarında çelik bir kapak kapandı ve odaya bir gaz dolmaya baĢladı

 Arthur Magrathea'nın yüzeyinde karamsar karamsar dolaĢtı. Ford onu düĢünerek zaman geçirmesi için Her Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni bırakmıĢtı. Rastgele birkaç düğmeye bastı.
 * * *
Her Otostopçunun Galaksi Rehberi çok düzensiz hazırlanmıĢ bir kitap olduğundan
derleyicilerine za
manında iyi bir fıkirmiĢ gibi gelen birçok bölümü Kap
sar. Bunlardan biri (Ar
thur'un bulduğu). Maksimegalar Üniversitesi'nin sessiz genç öğrencisi, antik filoloji, geçiĢken etik, dalga salınımsal tarihsel algılama teorisi ko
-
nularında parlak akademik çalıĢmalar yapmıĢ Veet Voojagig'in deneyimleriyle ilgilidir. Bu öğrenci Zaphod Bebblebrox ile bir gece Pan Galaktik Gargara Bomba içtikten sonra geçmiĢ birkaç yıl içinde satın aldığı tükenmez kalemlere ne olduğu konusunda gitgide artan bir takıntı edinmiĢtir.

Bunu galaksideki belli baĢlı bütün tükenmez alem kayıp merkezlerine uğradığı
ve
sonunda zamanında kamuoyunun ilgisini çeken tuhaf küçük bir kuram ortaya attığı uzun ve sancılı bir dönem izlemiĢtir. Kozmos'da bir yerlerde, diyordu, insansı, sürüngensi, yaĢadığı bütün gezegenler arasında tamamen tükenmez kalem varlık biçimlerine adanmıĢ bir gezegen vardır. Ve bu ge
zegendedir ki ilgilenilmeyen
tükenmez kalemlere uygun yüksek dereceli uyarımlara karĢılık vererek ve sonunda




genel anlamda iyi yaĢamanın tükenmez kalem dengine ulaĢan tümüyle tükenmez kalemlere uygun bir hayatı ta
darlar.
Ve her Ģey kağıt üzerindeki kuramlarda iyi ve hoĢ görünüyordu, ta ki Veet Voojagig
aniden bu gezegeni bul
duğunu, orada ucuz, yeĢil, içi değiĢiebilir bir tükenmez ailesinin limuzininde Ģoför olarak çalıĢtığını, sonra götürülüp hapsedildiğini, burada bir
kitap
yazdığını ve en sonunda kendini toplum içinde gülünç duruma düĢüren herkese yapıldığı gibi vergi sürgününe gönderildiğini iddia edene dek.

Günün birinde Voojagig'in varolduğunu iddia ettiği bu gezegenin uzay koordinatlarına gönderilen bir araĢtırma ekibi, burada durmaksızın hiçbir Ģeyin doğru olmadığını tekrarlayan, ama daha sonra yalan söylediği anlaĢılan yaĢlı bir adamın yaĢadığı küçük bir göktaĢı buldular.

Yine de, bu adamın Brantivogon bankasındaki hesabına her yıl yatırılan 60.000
 Altairian do
ları ve tabii ki Zaphod Beeblebrox'un yüksek karlı elden düĢme tü
kenmez
kalem iĢleri yanıtlanamayan iki soru olarak kaldı.
 * * *
 Arthur bunu okuyup kitabı bıraktı.
 Robot yerinde, tamamiyle hareketsiz duruyordu.
 Arthur kalkıp kraterin tepesine doğru yürümeye baĢladı. Kraterin çevresini dolaĢtı. Ġki güneĢin olağanüstü biçimde Magrathea üzerinde batıĢını izledi.

Kraterin içine geri döndü. Robotu uyandırdı, çünkü manik depresif bir robot bile konuĢmak için hiç yoktan iyiydi.

"Gece çöküyor," dedi. "Bak robot, yıldızlar çıkıyor."

Karanlık bir Nebulanın göbeğindeyken çok az yıldızı, o da çok soluk olarak görebilmek mümkündür, ama yine de görülebiliyorlardı.

Robot uysalca yıldızlara bakıp tekrar aĢağıya indirdi bakıĢlarını.

"Biliyorum." dedi. "Ne sefillik değil mi?
"
"Ama bu gün batımı! En iyi rüyalarımda bile böylesini görmedim..." O iki yıldız! AteĢten dağlar eriyip uzaya yayılıyor gibiydi.

"Gördüm," dedi Marvin. "Cansıkıcı."

"Bizim orada yalnızca tek bir güneĢ vardı," diye sürdürdü Arthur. "Dünya denen bir
gezege
nden geliyorum bildiğin gibi."




"Biliyorum," dedi Marvin, "sözünü edip duruyorsun. Berbat geliyor kulağa."

"Hayır hayır, güzel bir yerdi "

"Okyanusları da var mıydı?"

"Ah evet," dedi Arthur iç geçirerek, "büyük, engin , köpüklü okyanusları..."
 "Okyanuslara
katlanamıyorum." dedi Marvin.

"Söyle bana," diye sordu Arthur, "diğer robotlarla anlaĢabiliyor musun?"
 "Nefret ediyorum?" dedi Marvin. "Nereye gidiyorsun?"
 Arthur daha fazla dayanamamıĢtı. Yine kalktı ye
rinden.
"Bir tur daha atacağım galiba," dedi.
 "Sen
i suçlayamam," dedi Marvin ve bir saniye içinde yeniden uykuya dalmadan önce beĢyüzdoksanyedibin milyon koyun saydı.

 Arthur görevini aksatmadan yerine getirebilmek için kollarını hareket ettirerek kan dolaĢımını hızlandırmaya çalıĢtı bir süre. Ve ardından yeniden kraterin duvarına doğru yürüdü zorlukla.

 Atmosfer çok ince olduğundan ve ay da olmadığından gece çok çabuk çökmüĢtü ve ortalık daha Ģimdiden zifiri karanlıktı. Bu yüzden Arthur burun buruna geldiği yaĢlı adamı seçememiĢti.

Son ıĢık parıltılarının ufkun gerisindeki karanlıkta yok olmasını izleyen yaĢlı adamın arkası Ford'a dönüktü. Uzun boylu, yaĢlıydı ve tek parça gri bir entari giymiĢti. Arthur'a döndüğünde ince ve saygıdeğer ifadeli, kaygıların yıprattığı ama zalim olmayan yüzü göründü, güvenle sırtınızı dönebileceğiniz bir yüz. Ama henüz tamamıyla dönmemiĢti geriye, Arthur'un ĢaĢkınlıkla attığı çığlığa bile tepki göstermemiĢti.

GüneĢin son ıĢıklarının da tümüyle kaybolmasının ardından Arthur'a döndü. Yüzü bir yerlerden vuran ıĢıkla aydınlanmaktaydı; Arthur ıĢığın kaynağını aradığında birkaç metre ötede bir tür tekne gördü... Küçük bir hoverkraft, diye tahmin yürüttü. Çevresinde soluk bir ıĢık havuzu oluĢturuyordu.

 Adam Arthur'a baktı, üzgün görünüyordu.

"Ölü gezegenimizi ziyaret etmek için soğuk bir gece seçtiniz," dedi




"Kim... Kimsin sen?" diye kekeledi Arthur.
 Adam bakıĢlarını çevirdi. Yüzünü yine o hüzünlü ifade kaplar gibi oldu.

"Adım önemli değil," dedi.

 Aklına bir Ģey gelmiĢ gibi göründü. KarĢılıklı konuĢmaya pek istekli olmadığını açıkça
belli ediyordu. Arthur bir tuhaf hissetti kendini.
"Ben... eee... ürküttünüz beni..." dedi tekleyerek.

 Adam tekrar ona dönüp kaĢlarını hafifçe kaldırdı.

"Hı?" dedi.

"Ürküttünüz beni dedim."

"Korkmayın, size zararım dokunmaz."

 Arthur kaĢlarını çattı ona. "Ama ateĢ açtınız bize! Füzeler vardı..." dedi.

 Adam krater kuyusuna göz gezdirdi. Marvin'in gözlerinden yayılan hafif ıĢık balinanın koca cesedine soluk kırmızı gölgeler düĢürüyordu.

 Adam hafifçe cıkladı.

"Otomatik bir sistem," dedi ve hafifçe iç geçirdi. "Gezegenin karnındaki antika bilgisayarlar karanlık milyonlarca yıl boyunca çalıĢtılar, asırlar tozlu veri bankalarına ağır gelmiĢ olmalı. Sanırım bu monotonluğu bozmak için fırsat bildiler geliĢinizi."

 Arthur'a ciddi bir ifadeyle bakarak, "büyük bir bilim aĢığıyım, biliyor musunuz?" dedi.

"Ya... eee... sahiden mi7" dedi Arthur, adamın meraklı ve nazik tavrını rahatsız edici bulmaya baĢlamıĢtı.

"Ah, evet," dedi yaĢlı adam ve konuĢmayı kesti yine.

"Ah," dedi Arthur, "eee..." Tam seviĢmenin en ha
re
ketli anında kadının kocasının odaya girip pantolonunu değiĢtirmesi ve havadan sudan kısa birkaç laf edip çekip gitmesinin ĢaĢkınlığını yaĢayan acemi çapkın gibi his
sediyordu kendini.
"Solgun görünüyorsunuz." dedi nazik bir ilgiyle yaĢlı adam.

"Eeem, hayır... pekala, evet. Doğrusunu isterseniz, buralarda birilerini bulmayı beklemiyorduk. Hepinizin ölü veya onun gibi bir Ģeyler olduğunuzu duyar gibi
olduydum...
"Ölü?" dedi yaĢlı adam. "Üzerime iyilik sağlık, hayır, yalnızca uyuduk."
 "Uyudunuz mu?" dedi Arthur inanmayarak.
"Evet, ekonomik kriz boyunca," dedi yaĢlı adam, açıkça Arthur'un sözlerinden bir Ģey anlayıp anlamadığına aldırmayarak


 Arthur yine sormak durumundaydı.
 "Eee,... ekonomik kriz mi?"
"Evet, beĢ milyon yıl önce Galaktik ekonomi çöktü ve ısmarlama gezegenler de lüks tüketim malzemesi haline geliverdi... anlarsınız iĢte..."

Duraklayıp Arthur'a baktı.

"Gezegen imal ettiğimizi biliyorsunuz, değil mi?" diye sordu.

"Tabii, evet," dedi Arthur, "Duyar gibi olmuĢtum..."

"Çok cazip bir iĢti," dedi yaĢlı adam gözlerinde arzulu bir bakıĢla, "kıyıları yapmak her zaman en sevdiğim iĢti. Fiordları ince ince iĢlemekten sonsuz zevk duyardım... her neyse iĢte," dedi tekrar sözünün ucunu bulmaya çalıĢarak, "kriz geldiğinde uyuyarak
zaman ge
çirmenin birçok sıkıntıyı önleyeceğine karar verdik. Böylece bilgisayarları kriz sona erdiğinde bizi uyandırmaları için programladık."

 Adam belli belirsiz esneyip iç geçirdikten sonra sürdürdü.

"Bilgisayarlar Galaktik borsa endeksine bağlıdır, böylece kriz atlatılıp da e
konomi,
oldukça pahalı olan hizmetlerimize yeniden ihtiyaç duyacak kadar düzeldiğinde uyan
-
dırılacağız."

 Arthur, düzenli bir Guardian okuyucusu olarak derinden sarsıldı.

"Bu oldukça nahoĢ bir davranıĢ, değil mi?"

"Öyle mi?" diye sordu yaĢlı adam yumuĢakça.

"Özür dilerim, geliĢmelerden biraz uzak kaldım ga
liba"
Krateri göstererek,
 "Bu robot sizin mi?" diye sordu.
"Hayır," diye ince metalik bir ses geldi kraterden,
 "Ben beninim."
"Eğer buna robot denebilirse," diye yakındı Arthur, 'Daha çok bir çeĢit ele
ktronik somurtma makinesi."
"Getirin onu," dedi yaĢlı adam. YaĢlı adamın sesinde ansızın duyduğu bu kesin ifadeyi duymak ĢaĢırtmıĢtı Arthur'u. Marvin'e seslendiğinde robot yersiz bir topallama numarasıyla yokuĢu tırmanmaya baĢladı.

"Bir kez daha düĢünüldüğünde," dedi yaĢlı adam, "bırakın onu orada. Siz gelin benimle. Büyük Ģeyler olacak." Görünürde bir iĢaret verilmediği halde karanlığın içinde yavaĢça onlara doğru sürüklenen aracına doğru döndü.




 Arthur büyük zahmetlerle geri dönüp kratere inme numarası yaparken Marvin'e baktı.

"Gel," dedi yaĢlı adam, "hemen gel yoksa geç ola
cak."
"Geç?" dedi Arthur. "Ne için geç?"

"Adın ne insanoğlu?"
 "Dent. Arthur Dent," dedi Arthur
"Geç, geç Dent arthurdent'te olduğu gibi," dedi yaĢlı adam sertçe. "Bir çeĢit tehdit bu anlıyor musun?" Yine arzulu bir bakıĢ yerleĢti yaĢlı yorgun gözlerine.

"Onları Ģahsen pek tanımam, ama çok etkili olabildiklerini duymuĢtum."

 Arthur gözlerini kırpıĢtırdı.

"Ne olağanüstü bir kiĢi." diye söylendi kendi ken
dine.
"Pardon?" dedi yaĢlı adam.

"Ha, yok bir Ģey afedersiniz," dedi Arthur utanarak. "Pekala, nereye gidiyoruz?"

"Uzay aracıma" dedi yaĢlı adam Arthur'u sessizce yanlarına gelmekte olan araca
buyur ederken.
"Irkımın beĢ milyon yıllık uykusundan uyandığı ge
zegenin derinliklerine iniyoruz.
Magrathea uyanıyor "

 Arthur yaĢlı adamın yanına otururken istemsizce ürperdi. Aracın Karanlık gökyüzünde süzülürken yaptığı sessiz kesik hareketler, geminin tuhaflığı Arthur'u huzursuz etmiĢti.

YaĢlı adama baktı, yüzü kontrol panelindeki küçük ıĢıkların donuk parıltısıyla aydınlanmıĢtı.

"Affedersiniz," dedi ona, "bu arada sizin adınız neydi?"

"Benim adım?" dedi yaĢlı adam, ve aynı uzak keder geldi yine yüzüne. Durakladı. "Adım," dedi, "... Slartibartfast."

 Arthur öksürdü.

"Pardon?" diye geveledi ağzında
.
"Slartibartfast," diye yineledi sessizce yaĢlı adam.
 "Slartibartfast,"
YaĢlı adam ciddi bir ifadeyle, "Önemli olmadığını söylemiĢtim," dedi.

Uzay aracı karanlık gökyüzünde süzülüyordu.

Bazı Ģeylerin aslında göründükleri gibi olmadıkları önemli ve çok bilinen bir gerçektir. Örneğin, Dünya denen gezegende, insanoğlu her zaman kendisinin yu
nuslardan daha
zeki olduğunu var saymıĢtır çünkü bir sürü Ģey becermiĢtir... tekerlek, New York, savaĢlar, vesaire... bu arada yunusların bütün yaptığı ise suya dalıp çı
kmak ve



eğlenmek olmuĢtur. Buna karĢılık, yunuslar da her zaman kendilerinin insan oğlundan çok üstün bir zekaya sahip olduklarına inanmıĢlardır... tamamıyla aynı nedenlerden dolayı.

ġurası ilginçtir ki yunuslar Dünyanın yaklaĢan yıkımının farkındaydılar ve insanları bu tehlike karĢısında uyarmak için birçok giriĢimlerde bulundular: ama iletiĢim çabalarının birçoğu futbol toplarını zıplatmak ya da yiyecek için ıslık çalmak Ģeklinde eğlendirici giriĢimler olarak yanlıĢ yorumlandı, sonunda yunuslar her Ģeyi

boĢ verip Vogonlar gelmeden az önce kendi yöntemleriyle Dünyayı terk ettiler.

En son yunus mesajı da yanlıĢ anlaĢılmıĢ, "Yıldızlarla Bezeli Sancak" marĢını ıslıkla çalarken bir halkadan çift ters takla atarak geçmesi son derece iyi eğitimin sonucu bir
bec
eri gösterimi olarak alınmıĢtır. Aslında mesaj Ģöyleydi: Elveda ve bütün balıklar için teĢekkürler.

Gerçekte gezegende yunuslardan daha zeki tek bir tür vardı, onlar da zamanlarının çoğunu davranıĢ araĢtırma laboratuarlarında tekerleklerin içinde koĢarak
ve insanlar
üzerinde korkutucu derecede ince ve ustaca deneyler yaparak geçirdiler. Ġnsanların bir kez daha bu iliĢkiyi tamamıyla yanlıĢ yorumlamaları bütünüyle bu yaratıkların planlarına uygun düĢüyordu.

Karanlık Magrathean gecesinde soluk ve yegane ıĢık noktası olan küçük gemi soğuk karanlıkta sessizce süzüldü. 'Çevikçe hızlandı. Arthur'un yol arkadaĢı kendi düĢüncelerine dalmıĢ görünüyordu, Arthur onu konuĢmaya zorlayacak bir iki fırsattan
yararlanmak is
tediyse de rahat olup olmadığına iliĢkin bir
soruyla sus
turulmuĢtu.

 Arthur uçuĢ hızlarını ölçmeye çalıĢtı ama dıĢarıda mutlak bir karanlık vardı ve gerekli
kerteriz nok
talarından yoksundu. Hareket duygusu o kadar yumuĢak ve belirsiz di ki hiç hareket etmediklerine kanaat ge
tirecekti neredeyse. Son
ra uzakta beliren küçücük bir ıĢık parıltısı birkaç saniye içinde öyle büyüdü ki,  Arthur bu cismin muazzam bir hızla kendilerine doğru gelmekte olduğunu fark edip ne çeĢit bir araç olduğunu kestirmeye çalıĢtı. Onu dikkatle gözledi ama net bir Ģekil seçemedi gözleri. Sonra içinde bulunduğu uzay aracının aniden ıĢığın içine ka
fadan
dalması, onda çarpıĢtıkları duygusu yaratmıĢtı




Göreli hızları inanılmaz görünüyordu ve her Ģey nefes alıncaya kadar kısa sürede olup bitmiĢti.

Farkına vardığı bir sonraki Ģey çevrelerinin gümüĢi bir sis ile sarılmıĢ olduğuydu: BaĢını sertçe geriye çevirdiğinde küçük siyah bir noktanın arkalarında hızla kü
-
çülmekte olduğunu gördü, olan biten anlaması için sa
niyeler gerekiyordu.
Yerdeki bir tünele dalmıĢlardı. Aslında çarpıĢtıklarını sandığı Ģey akıl almaz bir hızla içine girdikleri tünelin ağzındaki sabit ıĢıktı. Çevrelerini saran gümüĢi sis içinde birkaç yüz kilometreyle yol aldıkları tünelin dairesel duvarlarıydı.

DehĢet içinde gözlerini kapadı.

Uzunluğunu kavrayamadığı bir süre sonra hızlarında hafif bir düĢüĢ olduğunu hissetti ve ardından durmak için düzenli olarak yavaĢladıklarını fark etti.

Tekrar gözlerini açtı. Hâlâ gümüĢ tüneldeydiler, birbirleriyle kesiĢen tünellerden oluĢan bir ulaĢım ağında ilerliyorlardı. Sonunda çelikten inĢa edilmiĢ küçük bir bölmedeydiler. Birçok baĢka tünel de burada sona eriyordu. Arthur bölmenin diğer ucunda soluk rahatsız edici büyük bir ıĢık dairesi gördü: Rahatsız ediciydi çünkü gözü yanıltıyordu, ıĢığı gerektiği gibi odaklamak ya da ne kadar uzak veya yakın olduğunu söyleyebilmek imkansızdı. Arthur (oldukça hatalı olarak) bunun morötesi ıĢık olabileceğini tahmin etti.

Slartibartfast dönüp mağrur yaĢlı gözleriyle Arthur'a baktı.

"Dünyalı," dedi, "Ģu anda Magrathea'nın kalbinin de
rinliklerindeyiz."
"Benim Dünyalı olduğumu nereden bildiniz?" diye sordu Arthur.

"Bunları ilerde daha iyi anlayacaksın" dedi yaĢlı adam nazikçe, "en azından," diye ekledi sesinde hafif bir Ģüphe ile, "Ģimdi olduğundan daha iyi."

Devam etti: "Geçmek üzere olduğumuz bölmenin gerçekte gezegenimizin içinde yer almadığı konusunda seni uyarmalıyım. Biraz fazlaca... büyük. Hiperuzayın uçsuz bucaksız bir bölgesine açılan bir kapıdan geçmek üzereyiz. Seni rahatsız edebilir bu."

 Arthur snirli sesler çıkardı.
 Slartibartfast bir d
üğmeye dokunup, pek de rahatlatıcı olmayan bir ses tonuyla ekledi:
"Tozumuzu sil
keleyecek bu. Sıkı dur."


 Araç dosdoğru ıĢıktan dairenin içine doğru fırladı ve Arthur ansınız sonsuzluğun neye benzediği konusunda oldukça açık bir fikir sahibi oldu.
 * * *  A
slında sonsuzluk değildi bu. Sonsuzluk düz ve tekdüze görünür. Geceleyin gökyüzüne bakmak sonsuzluğa bakmaktır... uzaklık algılanamaz, öyleyse bir anlamı da yoktur. Aracın girdiğ bölme hiç de sonsuzluk değildi; çok çok çok büyüktü, öyle büyüktü ki sonsuzluğun ken
disinden daha fazla sonsuzluk izlenimi veriyordu.
Uzayaracı arkalarında ıĢıldayan duvarda Ģimdi belli belirsiz bir iğne deliği gibi görünen kapıdan çıkıp açık havada usulca yükselerek akıl almaz bir hıza eriĢtiğinde Arthur'un duyuları birbirine karıĢtı.
 Duvar.
Duvar hayal gücüne meydan okuyordu... Onu ayar
-
tıyor ve yenilgiye uğratıyordu. Duvar öylesine felç edici derecede uçsuz bucaksız ve dümdüzdü ki, tepesi, dibi ve kenarları görüĢ alanının dıĢında kalıyordu. Keskin baĢ dönmesi Ģoku insanın ölümüne yol açabilirdi.

Duvar kusursuzca düz duruyordu. GörünüĢte yukarıya sonsuza uzanırken, aĢağıda bulanıklaĢıp yiterken, her iki yana taĢarken, aynı zamanda hafif bir eğim yaptığını anlamak için en duyarlı lazerli ölçüm gereçlerini kullanmak gerekirdi. Onüç ıĢık saniyesi ötede duvarın uçları kavuĢuyordu. Diğer bir deyiĢle duvar içi boĢ bir kürenin iç çeperiydi, üç milyon mil çapında ve aklın alamayacağı bir ıĢıkla dolup taĢan bir küre.

"HoĢgeldin," dedi Slartibartfast uzayarası sersemletici uzayda sesten üç katı hızla algılanamaz biçimde ilerlerken, "hoĢgeldin fabrika alanımıza."

 Arthur büyük bir dehĢet ile çevresine bakındı. Önlerinde, bu uzaklıktan ayırdedilmesi, hattâ tahmin edilmesi bile mümkün olmayan sarkan tuhaf cisimler, boĢlukta asılı gölgeli yusyuvarlak Ģekillerin çevresinde sallanan ince metal ve ıĢık çizgileri uzanıyordu.

"Burası," dedi Slartibartfast," gezegenlerimizin birçoğunu yaptığımız yerdir."

"Yani," dedi Arthur, kendini toparlayıp sözcükleri seçmeye uğraĢarak, "herĢeye yeniden baĢlayacağınızı mı söylemeye çalıĢıyorsunuz?"





"Hayır, hayır, üzerime iyilik sağlık," diye bağırdı ansızın yaĢlı adam, "Hayır, Galaksi henüz biz taĢıyabilecek kadar güçlü değil. Hayır, bir baĢka boyuttan gelen çok özel müĢteriler için olağandığı bir iĢ yapma
k
üzere uyandırıldık. Ġlgini çekebilir... Önümüzde,
ileride."
 Arthur gösterdiği asılı duran yapıyı fark edene kadar adamın parmağını izledi. Bu yapı gerçekten de çevrelerinde herhangi bir etkinlik göstergesi bulunmayan diğer yapılar arasında tekti, ama aynı zamanda heybetli görüntüsü nedeniyle parmakla gösterilmeyi her Ģeyden çok hak ediyordu.

O anda yapının üzerinde çakan bir ıĢık karanlık kürenin üzerindeki Ģekilleri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkardı. Arthur kendisine kafasındaki donanımın bir parçası
olan
sözcükler kadar bildik gelen bu kaba saba Ģekilleri hemen tanıdı. Birkaç saniye
sersemletici bir ses
sizlikte oturup kafasındakilerle orada gördükleri arasında anlamlı bir bağ kurmaya baĢladı.

Beyninin bir tarafı ona baktığı Ģeyi pekala da tanıdığını

ve Ģekillerin ne ifade ettiğini söylerken diğer tarafı gayet mantıklı biçimde fikri kabullenmeyi reddediyor, bu yöndeki her türlü akıl yürütme üzerinde sorumluluk üstlenmekten kaçınıyordu.

IĢık bir kez daha çaktığında hiç Ģüphesi kalmamıĢtı. "Dünya..." diye fısıldadı Arthur.

"Öyle, Dünya II demek daha doğru aslında," dedi Slartioartfast neĢeyle. "Orijinal planları kullanarak bir kopyasını yapıyoruz."
 Bir duraklama oldu.
"Yani Ģimdi bana" dedi Arthur, yavaĢça ve kendini kontrol ederek. "Ġlk dünyayı... siz
in
yaptığınızı mı söy
lemek istiyorsunuz?"
"Ha, evet," dedi Slartibartfast. "Hiç Ģu yere gitmiĢ miydiniz... galiba Norveç deniyordu
oraya?"
"Hayır," dedi Arthur, "gitmedim."

"Yazık," dedi Slartibartfast. Orası benimdi. Bir ödül kazanmıĢtım. O güzelim oy
a gibi
iĢlenmiĢ girinti çıkıntılı kıyılar. Ġmha edildiğini duyduğumda çok üzüldüm."




"Siz üzüldünüz!"

"Öyle. BeĢ dakika sonra hiçbir Ģey kalmıyor geride Gayet sarsıcı bi' olaydı
 "Ha?" dedi Arthur.
"Fareler çok kızgındı"

"Fareler çok mu kızgındı?"

"Evet, öyle," dedi yaĢlı adam yumuĢakça.

"Elbette, sanırım köpekler, kediler ve ördek gagalı Avustralya kunduzları da öyle,
ama..."
"Ah, ama onlar parasını ödememiĢlerdi, öyle değil mi?"

"Bakın," dedi Arthur, "her Ģeye boĢ verip delirmem size çok zaman kazandırır mı?"

Uzay aracı bir süre uçuĢunu derin bir sessizlik içinde sürdürdü. Sonra yaĢlı adamı sabırla açıklamaya çalıĢtı.

"Dünyalı, üzerinde yaĢadığınız gezegen farelerce ısmarlanmıĢ,. parası farelerce ödenmiĢ ve farelerce iĢletilmekteydi. Yapılma amacına ulaĢılmasından beĢ da
kika
önce yok edildi, böylece bir yenisini yapmak durumunda kaldık."

Yalnızca bir kelime ulaĢmıĢtı Arthur'a.
 "Fareler mi?" dedi.
"Gerçekten öyle Dünyalı."

"Bakın, afedersiniz... Ģu peynir takıntısı olan ve altmıĢların baĢlarında çevrilen
k
omedilerde kadınları masaların üzerine, çıkartırıp çığlık attıran Ģu küçük beyaz tüylü Ģeylerden mi söz ediyoruz?"

Slartibartfast Ģefkatle öksürdü.

"Dünyalı," dedi, "bazen konuĢma biçimini takip etmek zor oluyor. Bu magrathea gezegeninde beĢ milyon yıldır

uykuda olduğumu ve sözettiğin altmıĢların baĢındaki komediler konusunda çok az Ģey bildiğimi hatırla lütfen. Adına fare dediğin Ģu yaratıklar göründükleri gibi değillerdir aslında. Tam olarak müthiĢ zeki, çok boyutlu yaratıkların bizim boyutumuza indirgenmiĢ Ģekilleridirler. Peynir ve çıkardıkları cik cik
sesi sadece bir maskedir."
YaĢlı adam durakladı, sempatik bir hüzünle kaĢlarını çatarak sürdürdü.

"Korkarım ki üzerinizde deneyler yapıyorlardı."

 Arthur bir süre düĢündü bunu, sonra yüzü aydınlandı.



"Am
a hayır," dedi, "yanlıĢ anlaĢmanın kaynağını buldum. Hayır, bakın, gerçekte biz onlar üzerinde deney yapıyoruz. Genellikle davranıĢ araĢtırmalarında kullanılırlar, Pavlov ve bunun gibi Ģeyler. Yani olan Ģey farelerin bütün deneylerden geçmesi, zilleri çalmayı öğrenmeleri, labirentlerde koĢturmaları, ve öğrenme sürecinin bütün doğasının araĢtırılabilmesini sağlayacak Ģeyler yapmalarıdır. DavranıĢları üzerindeki gözlemlerimizden kendimiz hakkındaki her tür..."
  Arthur'un sesi kesiliverdi.
"Böylesine bir ustalık..." dedi Slartibarttast, "hayran olmamak elde değil."
 "Ne?" dedi Arthur.
"Gerçek doğalarını nasıl da gizlemiĢler ve sizin düĢüncenizi nasıl da yönlendirmiĢler. Birdenbire labirentte yanlıĢ yöne koĢmaya baĢlayarak, yanlıĢ peynir parçasını yiyerek, beklenmedik Ģekilde karnındaki bir ur nedeniyle ölerek, ... dikkatlice hesaplandığında toplu etkileri çok büyük."

Söylediklerinin etkisini artırmak için durakladı.

"Görüyorsun, Dünyalı, bunlar gerçekten özellikle akıllı hiperzeki tüm boyutlu varlıklar.
Gezegeniniz ve hal
kınız on milyon yıllık bir araĢtırma programını yürüten organik bir bilgisayarın matrisini oluĢturuyordu... "Bırak da bütün öyküyü anlatayım sana. Biraz
zaman alacak."
"Zaman," dedi Arthur hafifçe, "Ģu anda benim için bir sorun oluĢturmuyor
."
Bilindiği gibi yaĢamla ilintili birçok sorun vardır, bunlardan en çok bilinenleri insanlar niye doğar? Niye ölür? Niye aradaki zamanın büyük bir kısmını dijital saat taĢıyarak geçirmek isterler.

Milyonlarca yıl önce tüm
- boyutlu hiper zeki bir var
lık

soyu (kendi tüm
-boyutlu
evrelerindek fiziksel görünümleri bizimkinden farklı olmayan) en gözde eğ lenceleri Brockian Kriket Oyunu'na (görünür bir neden olmaksızın aniden birine vurup kaçmak Ģeklinde oynanan ilgi çekici bir oyun) ara vermelerine yol açan
 ya
Ģamın anlamına iĢkin giriĢtikleri ağız dalaĢına köklü bir çözüm getirmeye karar verdiler. Bunun üzerine ken
-
dilerine görkemli bir süper bilgisayar yaptılar. Bilgisayar öylesine muazzam bir zekaya
sahipti daha veri ban
kaları bağlanmadan önce birileri koĢup da kapatmaya fır
sat



bulamadan "düĢünüyorum öyleyse varım'dan baĢlayarak sütlacın ve gelir vergisinin varlığını çıkarsayacak kadar ileri gitmiĢti.

Küçük bir kent boyutlarındaydı. Ana kontrol panosu, özel olarak tasarlanmıĢ yönetim odasında ultra kırmızı deri kaplı ince iĢlenmiĢ maun ağacından yapılma dev bir masaya monte edilmiĢti.

Koyu renkli halı göz alıcı motiflerle bezeliydi," egzotik saksı bitkileri ve baĢlıca bilgisayar programcılarıyla ailelerinin isimlerinin yer aldığı ince oymalar odanın iç
ine
rast gele saçılmıĢtı, gösteriĢli pencereler ise ağaçların çevrelediği bir toplantı alanına
ba
kıyordu.

Büyük açılıĢ günü geldiğinde mütevazı giyimli iki programcı ellerinde çantalarıyla geldiler ve saygıyla odaya alındılar. O gün o büyük anda tüm ırkları temsil ettiklerinin bilincindeydiler, yine de masaya saygılı bir tavırla oturup çantalarını açtıklarında ve deri kaplı defterlerini çıkardıklarında son derece serinkanlı ve ses
sizdiler.
 Adları Lunkwill ve Fook idi.

Bir sure saygılı bir sessizlikle oturdular, sonra, Fook ile sessizce göz göze gelen Lunkwill öne doğru uzanıp küçük siyah bir panele dokundu.

Tiz uğultular devasa bilgisayarın artık tamamıyla çalıĢır durumda olduğunu belirtiyordu. Bir duraklamadan sonra zengin tonlu ve derin bir ses konuĢmaya baĢladı
onlarla.
ġöyle dedi: "Zaman ve Mekan. Evreni'nin en büyük ikinci bilgisayarı olan ben, Derin DüĢünce'nin varlığa çağrılmasını gerektiren o yüce görev nedir?"

Lunkwill ile Fook ĢaĢkınlıkla bahirlerine bakakaldılar.

"Bilgisayar, görevin..." diye baĢladı Fook.

"Hayır, dur bir dakika, bu doğru değil," dedi Lunkwill, endiĢeyle.

"Bu bilgisayarı özellikle Ģimdiye kadarkilerin en büyüğü olarak tasarladık, ikine iyi iĢimize yaramaz. Derin DüĢünce," diye seslendi bilgisayara, "sen tasarlamıĢ ol
-
duğumuz gibi bütün zamanların en büyük, en güçlü bilgisayarı değil misin?"




"Kendimi ikinci en büyük olarak tanımladım," diye ahenkli bir tonla konuĢtu Derin DüĢünce, "ve de öy
leyim."
Tekrar endiĢeli bir bakıĢma oldu programcılar arasında. Lunkwill boğazını temi
zledi.
"Bir yanlıĢlık olmalı," dedi, "Bir yıldızdaki bütün atomları bir milisaniyede sayabilen Maksimegalon'daki Milyar Gargantubeyin'den daha büyük bir bilgisayar değil misin?

"Milyar Gargantubeyin?" dedi Derin DüĢünce açık bir tiksinmeyle. "Tam bir çörkü
,
sözünü etmeye değ
mez."
"Peki ya sen," dedi Fook endiĢeyle öne eğilerek, "beĢ hafta süren bir Dangrabad Beta kum fırtınasındaki her kum parçasının çizdiği yolu hesaplayabilen IĢık ve Dehanın Yedinci Galaksisindeki katrilyon Yıldız DüĢünürü'nden daha iyi

bir çözümlemeci değilmisin?

"BeĢ hafta süren bir kum fırtınası mı?" dedi kibirle Derin DüĢünce. "Büyük Patlamanın
kendisindeki atom
ların vektörlerini bulan bana mı söylüyorsunuz bunu? Lütfen beni bu hesap makinası takımı ile rahatsız et
meyin."
Ġki programcı bir an rahatsız edici bir sessizlikle oturdular. Sonra Lunkwill tekrar eğildi öne.

"Fakat sen," dedi, "Çiçero 12'nin Sihirbaz ve Yenilmez Büyük Hiperbolik Tüm
-
Öz Nötron VuruĢturucusundan daha Ģeytansı bir tartıĢmacı değil misin?"

"Büyük Hiperbolik Tüm
-
Öz Netron VuruĢturucu," dedi Derin DüĢünce r'leri yutarak, "Arkturya'lı bir Mega

EĢeğin bütün ayaklarını sayabilir, sonra da eĢeğe Ģöyle bir tur attırıp getirir."

'Öyleyse sonun nedir?" diye sordu Fook.

"Sorun yok," dedi Derin DüĢünce muazzam parlak ton
larla.
"Sadece Zaman ve Mekan Evreni'nin ikinci en büyük bilgisayarıyım."

"Ama neden ikinci ?" diye üsteledi Lunkvviil. "Niye ikinci deyip duruyorsun? Titan Döven Çokkabuklu Keskin Zekayı kastetmiyorsun değil mi? Ya da DüĢün TaĢın'ı? Ya
da..."
Bilgisayarın konsolunda kibirli ıĢıklar yanıp söndü.



"Bu sibernetik alıklar için tek bir birim düĢünce bile ziyan edemem!" diye parladı. "Yalnızca benden sonra gelecek bilgisayardan söz ediyorum!"

Fook'un sabrı taĢmıĢtı. Defterini kenar; itip bağırdı, 'gereksiz bir kehanete dönmeye baĢladı hava artık'

"Gelecek hakkında hiçbir Ģey bilmiyorsunuz," diye yanıtladı sertçe Derin DüĢünce, "oysa ben sayısız devrelerimde gelecekteki olasılıkların sonsuz delta ırmaklarında yelken açabilir ve günün birinde en küçük iĢ
letim parametrelerini hesaplamaya
gücümün yetmeyeceği ama sonunda kaderin beni tasarlamak zorunda bırakacağı bir bilgisayarın geleceğini öngörebilirim."

Fook derinden bir iç geçirdi ve göz ucuyla Lunkwill'e bakıp.

"Sorumuzu sorabilir miyiz artık?" diye fısıldadı
.
Lunkwill beklemesini iĢaret etti.

"Bu sözünü ettiğin hangi bilgisayar?" diye sordu.

"Artık ondan hiç söz etmeyeceğim," dedi Derin DüĢünce. "ġimdi. Bundan baĢka ne için çalıĢmamı istedinizi söyler misiniz? KonuĢun."
 Birbirlerine omuz silktiler. Fook kend
ini topladı.

"Ey Derin DüĢünce Bilgisayarı," dedi, "Senin, üzerinde çalıĢman için tasarladığımız iĢ Ģu. Söyle bize..." diyerek durakladı, "... Yanıtı!"

"Yanıt?" dedi Derin DüĢünce. "Neyin Yanıt'ı?"

"YaĢam!" diye üsteledi Fook.
 "Evren!" dedi Lunkwill. "Her
Ģey!" dediler koro halinde.

Dern DüĢünce bir an düĢünmek için durakladı.

"KarıĢık," dedi sonunda.
 "Peki yapabilir misin?" Yine kesin bir duraklama.
"Evet," dedi Derin DüĢünce, "yapabilirim."

"Bir yanıt var mı? dedi Fook soluksuz bırakan bir he
yecanla. "B
asit bir yanıt?" diye ekledi Lunkwill.

"Evet," dedi Derin DüĢünce. "YaĢam, Evren ve Her Ģey. Bir yanıt var. Ama," diye ekledi, "düĢünmem lazım.'

 Ani bir gürültüyle dikkatleri dağılıverdi: Ardına kadar açılan kapıdan iki kızgın adam
kaba saba soluk mavi giy
sileri ve Cruxman Üniversitesi kemerleriyle kendilerini engellemeye çalıĢan iki kapıcıyı bir yana iterek hıĢımla içeri daldı.




"Kabul talep ediyoruz!" diye bağırdı adamların genç olanı genç güzel bir sekreterin
boynundan tutarak.
"Hadi," diye bağırdı yaĢlı

olanı, "bize engel olamazsınız?" Kıdemsiz bir programcıyı kapıdan dıĢarı itek
ledi.
"Bize engel olamazsınız dedim!" diye bağırdı genç olanı, oysa odanın içindeydi ve kimse onu durdurmaya kalkıĢmıyordu.

"Sen de kimsin?" dedi Lunkwill, yerinden kızgınlıkla fırlayarak. "Ne istiyorsun?"

"Ben Majikthise!" diye açıkladı yaĢlı olanı.

"Ve ben de talep ederim ki ben Vroomfondel'im!" diye bağırdı genç olanı.

Majikthise Vroomfondel'e döndü. "Tamam," diye açıkladı kızgınlıkla, "bunu talep
etmesen de olurdu? "Tamam!"
diye bağırdı Vroomfondel yanındaki masayı yumruklayarak. "Ben Vroomfondel ve bu bir talep değil, elle tutulur bir gerçek ! Talep ettiğimiz elle tutulur gerçeklerdirl"

"Hayır değil!" diye itiraz etti incinen Majikthise. "Bu özellikle talep etmediğimiz bir

Ģey!"

Nefes almak için güçbela duraklayan Vroomfondel bağırdı. "Elle tutulur gerçekler talep
etmiyoruz! Talep et-
ğimiz elle tutulur gerçeklerin tam bir yokluğudur. Vro
omfondel
olabileceğim gibi olmayabilirim de."

"Peki allahın belaları sizler kimsiniz" diye haykırdı fena halde bozulan Fook.
 "Biz," dedi Majikthise, "Filozofuz."
"Olamayabiliriz de," dedi Vroomfondel programcılara, uyarmak için parmağını
sallayarak.
"Evey öyleyiz," diye ısrar etti Majikthise. "Kesin olarak Filozofların, Bilgilerin, Aydınların ve diğer DüĢünen KiĢilerin AlaĢımı Birliği'nin bir temsilcisi olarak bu
lunuyoruz burada
ve bu makinenin, hemen Ģimdi kapatılmasını istiyoruz. "Derdiniz nedir?" dedi Lunkwill.

"Sana derdimin ne olduğunu söyleyeyim ahbap," dedi Majikthise, "tecrit edilme, iĢte
derdimiz bu!"
"Tecritin," diye bağırdı Vroomfondel, "dert olabileceğini ya da olmayacağını talep
ediyoruz!"
"Makinelerinizi toplama çıkarma yapmak için kullanın" diye uyardı Majikthise, "Biz de evrensel gerçeklikle uğraĢalım ve sizlere müteĢekkir

olalım. Git de yasal durumunu araĢtır sen ahbap. En üstün Gerçek Yasası'na göre bu çalıĢan düĢünürlerimizin devrolunamaz hakkıdır. Allahın cezası bir makine gidip de En Üstün Gerçeği bulursa anında iĢten atılırız öyle değil mi? Yani gece yarılarına dek oturup Tanrı'nın olup




olmadığını tartıĢmak neye yarar bu makine gidip de ertesi sabah size onun kahrolası telefon numarasını verirse?"

"Doğru," diye bağırdı Vroomfondel. "kesin çizgilerle belirlenmiĢ Ģüphe ve belirsizlik alanları talep ediyoruz!"

 Ansızın gök gürültüsünü andıran bir ses patladı odada. "Bu noktada bir gözlem yapabilir miyim?" diye sordu Derin DüĢünce.

"Greve gideceğiz!" diye bağırdı Vroomfondel.

"Çok doğru!" diye katıldı Majikthise. "Ulusal Filozofları greve götüreceğiz."

Odanın içindeki uğultu düzeyi, ustaca iĢlenip cilalanmıĢ tahta kutular içindeki ek bas hoparlörler Derin DüĢünce'nin sesine biraz daha güç vermek için devreye girince birdenbire iyice yükseldi.

"Bütün söylemek istediğim," diye kükredi bilgisayar "bütün devrelerim Ģu anda ger
i
çevrilemez biçimde YaĢam, Evren ve Her ġey'e ait En Önemli Bilinmez'in yanıtını hesaplamak için çalıĢmaya baĢladı," duraklayıp herkesin dikkatini çekmiĢ olmaktan doyum alarak daha alçak sesle sürdürdü, "ama programın çalıĢması biraz zaman
alacak." Fook s
abırsızca saatine baktı.

"Ne kadar sürer?" dedi.

"Yedi buçuk milyon yıl," dedi Derin DüĢünce.

Lunkwill ve Fook birbirlerine bakıp gözlerini kırpıĢtırdılar.

"Evet," diye onayladı Derin DüĢünce, "biraz düĢünmem gerektiğini söylemiĢtim değil mi? Bana öyle g
e
liyor ki böyle bir programın çalıĢmasının genel olarak bütün felsefe alanında büyük yankılar uyandıracağını düĢünüyorum. Benim hangi yanıtla çıkageleceğim konusunda herkes kendi teorilerini türetecek, böyle bir Ģeyi medya pazarında sizden daha iyi kim paraya çevirebilir ki? Birbirinizle it dalaĢına girerek, sürekli kavga çıkartarak, basında birbirinize çirkef atarak, üç kağıda yatkın yöneticiler çalıĢtırarak, kulağa hoĢ geliyor değil mi?



Ġki filozof ağızlan açık dinlediler.
 "Allah Kahretsin." dedi Maj
ikthise, "ĠĢte buna düĢünmek derim. Buyur bakalım Vroomfondel, niye hiç böyle Ģeyler düĢünmeyiz?"

"Ne bileyim." dedi Vroomfondel ĢaĢkın bir fısıltı ile, "sanırım beyinlerimiz çok fazla eğitildiği için Majikthise "

Böyle dedikten sonra, topukları üzerinde çark edip kapıdan en iyi rüyalarında bile göremedikleri bir hayata doğru yürüdüler.

"Evet son derece ibret verici." dedi Arthur Slartibartfast hikayenin dikkat çekici noktalarını ona açıklayınca, "ama bütün bunların Dünya ile, Fareler ile ve öbür Ģeyler
le
ne ilgisi var anlayamadım."

"Ama bu öykünün yalnızca yarısı Dünyalı," dedi yaĢlı adam. "Eğer yedi buçuk milyon yıl sonra, büyük yanıt gününde neler olduğu ile ilgileniyorsan seni Duyu
- Teyp
kayıtlarımı bizzat incelemen için çalıĢma odama davet etmeme izin ver. Daha önce Yeni Dünya'nın yüzeyinde Ģöyle bir gezinmek istemezsen eğer. Korkarım henüz yarı yarıya tamamlandı
-
daha yerkabuğuna yapay dinazor iskeletleri gömmeyi bile bitiremedik, sonra daha Senozoik Çağ'ın Üçüncü ve Dördüncü Zamanları var, ve..."

"Hayır teĢekkürler," dedi Arthur, 'hiçbir Ģey eskisi gibi olmayacak.'

"Hayır," dedi Slartibartfast, "olmayacak," dedi ve uzayaracını döndürerek kafa uyuĢturan duvara doğrulttu burnunu.

Slartibartfast'ın çalıĢma odası, içinde bomba patlamıĢ bir halk kütüph
anesi gibi
karmakarıĢıktı. Ġçeri girdiklerinde yaĢlı adam kaĢlarını çattı.

"Fena halde yazık," dedi, "yaĢam
-
desteği bilgisayarlarımızın birinde bir diot lambası patlamıĢ. Temizlikçilerimizi yeniden hayata döndürmeye gittiğimizde yaklaĢık otuzbin yıldır ölü oldukları keĢfettik. ġimdi cesetlerini ortalıktan kim toplayacak merak edi
-
yorum. Pekala, oraya otur da seni alete takayım."

 Arthur'a stegosorus göğüs kafesinden yapılmıĢ gibi duran bir iskemleyi iĢaret etti.



"Stegosorus dinazorun göğüs kafesinden yapılmıĢtır," diye açıkladı yaĢlı adam ince dengelerle ayakta duran kağıt yığınları ve çizim aletleri arasında gezinip birtakım tel parçalarını çekiĢtirerek. "ĠĢte," dedi, "tut bunları," ve bir çift ucu kazınmıĢ telin ucunu
 Arthur'un eline tu
tuĢturdu.
 Telleri
tutar tutmaz bir kuĢ ona doğru uçtu.

Havada asılı duruyor ve kendi vücudunu göremiyordu. Altında güzel, ağaçlıklı bir Ģehir meydanı vardı, meydanın çevresinde göz alabildiğince geniĢ, havalı ama kılıksız beyaz beton binalar uzanıyordu
-
birçoğunun sıvaları yağmurdan çatlamıĢ ve lekelenmiĢti.

 Ama bugün güneĢ parıldıyor, insanın içini rahatlatan bir meltem ağaçların arasında
hafif hafif dansediyor, mey
danın ve çevresindeki bütün sokakların Ģen Ģakrak coĢ
kulu
insanlarla tıkıĢ tıkıĢ dolu olması tuhaf bir Ģekilde bütün binaların sessizce mırıldandığı
izlenimi uyan
dırıyordu. Bir yerlerde bir bando çalıyor, parlak renkli bayraklar meltemde çırpınıyordu, her yerde karnaval havası egemen olmuĢtu.

Havada bedensiz bir isim gibi asılı kalan Arthur ken
dini
fena halde yalnız hissetti, ama bunu düĢünmeye vakit bulamadan meydanda gürleyen bir ses herkesin dikkatini kendine çekti.

Meydana tamamiyle hakim bir binanın önüne kurulmuĢ parlak renkli kumaĢlarla bezeli bir kürsüde biri kalabalığa sesleniyordu.
 "Ey D
erin DüĢünce'nin gölgesinde bekleyen insanlar!" diye bağırdı. "Vroomfondel ile Majikthise'nin, Evrenin bilinen En Büyük ve En gerçekten Ġlginç Alimlerinin Saygıdeğer Torunları... Bekleme Süremiz doldu."

Kalabalıkta müthiĢ bir alkıĢ koptu. Bayraklar, fla
m
alar ve izci bayrakları havada dalgalandı. Dar sokaklar daha çok ters dönmüĢ, bacaklarını çılgınca sallayan kırkayaklara benziyordu.



"Yedibuçuk milyon yıl ırkımız bu Büyük ve Umutlu Aydınlanma Günü'nü bekledi!" diye bağırdı amigo. "Yanıt Günü!"

CoĢkulu kalabalıktan çığlıklar koptu.

"Artık hiçbir zaman," diye bağırdı adam. "hiçbir zaman sabahları uyandığımızda Ben kimim? Hayattaki amacım nedir? Gerçekten, kozmik anlamda konuĢursak kalkıp iĢe gitmemem bir Ģey değiĢtirir mi diye düĢünmeyeceğiz. Çünkü bugün en
 sonunda
ebediyyen Hayat, Evren ve Her Ģeyin huzursuz edici küçük sorularına açık ve basit bir yanıt alacağız!"

Kalabalık bir kez daha coĢkuyla hep bir ağızdan bağırdında Arthur kendini kalabalığa
seslenen ko
nuĢmacının arkasındaki binanın birinci katındaki büyük heybetli pencerelerden birine doğru havada kayarken buldu.

Pencereye doğru uçarken anlık bir paniğe kapıldı, ama bir saniye kadar sonra, katı cama dokunmaksızın içinden geçmiĢ olduğunu gördü.

Odadakiler Arthur'un bu ilginç giriĢini fark etmemiĢ, ĢaĢırtıcı biçimde sanki orada yokmuĢ gibi davranmıĢlardı. Tüm yaĢadıklarının bir fötr Ģapkanın içine yerleĢtirilmiĢ altı kanallı yetmiĢ milimetrelik bir görüntü kaydı, olduğunu kavramaya baĢladı.

Oda Slartibartfast'ınkine çok benziyordu. Yedi buçuk milyon yıldır iyi bakılmıĢ ve hemen hemen her yüzyılda bir düzenli olarak temizlenmiĢti. Ultramaun masanın köĢeleri erimiĢti, halı biraz daha soluktu, ama büyük bilgisayar terminali deri kaplı masanın üzerinde fabrikadan dün çıkmıĢ gibi pırıl pırıl duruyordu.

Ġki

ciddi giyimli adam terminalin önünde saygıyla oturmuĢ beklemekteydi.

"Neredeyse zamanıdır," dedi biri, Arthur adamın boynunun yakınında ince havanın içinde bir sözcüğün aniden belirivermesine çok ĢaĢırdı Sözcük LOONQAWL idi ve birkaç kez yanıp söndükten

sonra yok oldu. Arthur bunu özümseyemeden diğer adam konuĢtu ve boynunda PHOVCHG sözcüğü göründü.

"YetmiĢ bin kuĢak önceki atalarımız bu programı çalıĢtırmıĢlar," dedi ikinci adam, "ve bütün bu zaman içinde bilgisayarın konuĢtuğunu ilk biz duyacağız."




"M
üthiĢ bir olay bu Phouchg," diye katıldı ilk adam, Arthur birdenbire altyazılı bir belgesel izlediğinin farkına vardı.

"Büyük sorunun yanıtını ilk duyanlar olacağız." dedi Phouchg.
 "Hayat...!" "Evren...!" dedi Loonquawl.
"Ve Her Ģey...!"

"ġĢĢt," dedi Loonquawl hafif bir iĢaretle, "sanırım Derin DüĢünce konuĢmaya hazırlanıyor."

Konsolun önündeki ıĢıklar birer ikiĢer hayata dönerken ümitli bir bekleyiĢle bir anlık bir duraklama oldu. IĢıklar kontrol için birer kez yanıp söndüler. ĠletiĢim kanalından alçak
y
umuĢak bir uğultu duyuldu.

"Günaydın," dedi sonunda Derin DüĢünce.

"Eeem... Günaydın, Ey Derin DüĢünce," dedi Loonquawl sinirli sinirli "Ģey var mı... eee,
yani..."
"Size bir yanıt mı?" diye araya girdi Derin DüĢünce vakur bir tavırla. "Evet. Var."

Ġki adam ümitle ürperdi. BekleyiĢleri boĢa çıkmamıĢtı.

"Gerçekten de var mı?" diye soludu Phouchg.

"Gerçekten de var," diye onayladı Derin DüĢünce.

Her Ģeye mi? Hayat, Evren ve Her Ģeyi içeren Büyük soruya mı?"
 "Evet."
 Adamların ikisi de bu an için eğitim görmüĢ
lerdi, ha
yatları bunun için bir hazırlıktı, daha doğduklarında yanıta Ģahit olacak kiĢiler olarak seçilmiĢlerdi böyle olduğu halde heyecanlı çocuklar gibi nefesleri kesiliyor, kıvranıyorlardı.

"Peki yanıtı vermeye hazır mısın?" diye üsteledi Loonquawl.

"Hazırım."
 "Hemen mi?"
"Hemen," dedi Derin DüĢünce.

Ġkisi de kuruyan dudaklarını yaladılar.

"Yine de." diye ekledi Derin DüĢünce, "yanıttan hoĢnut olacağınızı sanmam."
 "Farketmez!" dedi Phouchg. "Bilmemiz, gerek! Hemen!"
"Hemen mi?" diye sordu Derin DüĢün
ce. "Evet! Hemen..."



"Pekala," dedi bilgisayar ve sessizliğe gömüldü yine. Ġki adam kıpırdandı. Gerilim katlanılmaz boyuttaydı.

"Sahiden hoĢlanmayacaksınız ama," diye gözlemde bulundu Derin DüĢünce.

"Söyle hadi!"

"Pekala," dedi Derin DüĢünce. "Büyük sorunu
n..." "evet...!"
"Hayat, Evren ve Her Ģeyin..." dedi Derin DüĢünce.
 "Evet...!"
"Yanıtı..." dedi Derin DüĢünce ve durakladı.
 "Evet...!!!...???
"Kırkiki " dedi Derin DüĢünce sonsuz bir gurur ve ciddiyetle.

Uzun süre kimsenin ağzını bıçak açmadı.

Phouchy gözucuyla dıĢarıdaki meydanda gerilmiĢ bekleyen yüzleri görebiliyordu.

"Linç edileceğiz öyle değil mi?" diye fısıldadı.

"Zor bir görev," dedi Derin DüĢünce yumuĢakça.

"Kırkiki!" diye bağırdı Loonquawl. "Yedibuçukmilyon yıllık bir çalıĢmanın ürünü olarak
bunu
mu göstereceğiz?"
 "Dikkatlice kontrol ettim," dedi bilgisayar, "ama ke
sinlikle yanıt bu. Ġçtenlikle söyleyebilirim ki, gerçek sorun sizin sorulacak soruyu bilmemeniz bence.

"Ama bu Büyük Soru! Hayat, Evren ve Her ġeyi Ġçeren En üstün Soru," diye uludu
Loonquawl.
"Evet," dedi Derin DüĢünce enayileri terleten birinin havasıyla, "ama aslında nedir o?"

 Adamlar önce bilgisayara, sonra da birbirlerine bakarlarken üzerlerine yavaĢça alıkça bır sessizlik çöktü.

"Evet, biliyorsun iĢte, Her Ģey... Her Ģey..." diye söylendi zayıfça Phouchy.

"Tam olarak öyle!" dedi Derin DüĢünce. "Yani sorunun ne olduğunu bilirsek eğer, yanıtın ne anlama geldiğini de bilebilirsiniz."

"Ya, mükemmel," diye atıldı Phouchy defterine uzanıp yüzündeki ince teri silerek.
 "Bak, pekala,
pekala," dedi Loonquawl, "lütfen soruyu söyler misin bize?"

"Yüce soruyu?"



"Evet!"
"Hayat, Evren ve Her ġey' in sorusunu?"
 "Evet!"
Derin DüĢünce bunu tarttı bir süre.

"KarıĢık," dedi.

"Fakat yapabilir misin bunu?" diye bağırdı Loonquawl.

Derin DüĢünce yeniden düĢünmeye baĢladı, bu sefer daha uzun sürdü düĢünmesi. Sonunda: "Hayır," dedi kesin bir tarzda.

Ġki adam ümitsizlik içinde sandalyelerin yığıldılar.

"Ama kimin yapabileceğini söyleyebilirim," dedi Derin DüĢünce.

 Aniden kaĢlarını kaldırdı ikisi.
 "Kim?"
"Söyle çabuk!"

 Arthur birdenbire engellenemez bir biçimde aslında varolmayan bedenini terminale doğru giderken buldu. Aslında bunun kaydı yapanın gerçekleĢtirdiği çarpıcı bir zumdan baĢka bir Ģey olmadığını düĢündü.

"Birisinden değil, benden sonra gelecek

bir bilgisayardan söz ediyorum." diye sesini ayarladı Derin DüĢünce, sesi alıĢılmıĢ renk tonlarına kavuĢuyordu.

"En küçük iĢlemsel parametrelerini bile hesaplamaya cüret edemeyeceğim bir bilgisayar ama yine de sizin için tasarlayacağım onu. Yüce Yanıtın
Sorusunu
hesaplayabilecek bir bilgisayar. Öylesine sonsuz ve ustaca bir karmaĢıklıkta olacak ki organik yaĢamın kendisi bile iĢlem matrisinin bir parçasını oluĢturacak. Ve siz de yeni biçimler alarak bizzat bilgisayarın içine girecek ve on milyon yıllık bir programın çalıĢmasını yürüteceksiniz! ĠĢte! Bu bilgisayarı tasarlayacağım size. Aynı zamanda sizin için adlandıracağım onu. Adı Ģu olacak... Dünya"

Phouchg ağzı açık bakakaldı Derin DüĢünce'ye.

"Ne donuk bir isim," dedi bütün vücudunu kabartılar kaplarke
n. Loonquawl spazmlar
geçirdi. Bilgisayar kontrolü lekelendi ve çatladı, duvarlar çatırdayıp kıvrıldılar ve oda kendi tavanına, yukarıya doğru çöktü...

Slartibartfast Arthur'un önünde iki telin ucunu tutmuĢ duruyordu.

"Kaydın sonu," diye açıkladı.




"Zaphod! Uyan!" "Hmmmnnnnvvrr?" "Hey, hadi, uyan."
"Bırak da iyi yaptığım Ģeye dört elle sarılayım ha?" diye söylendi Zaphod ve sesten uzaklaĢarak tekrar uykusuna döndü.
 i "Seni tekmelememi istiyor musun?" dedi Ford.
"Çok mu hoĢuna gidecek?" dedi Zaphod, mahmu
r.
"Hayır."

"Benim de. Öyleyse neden? Rahat bırakın beni." Zaphod olduğu yerde büzüldü.

"Gazdan çift doz yuttu," dedi Trillian ona bakarak, "çift nefes borusu."

"KonuĢmayı da kesin," dedi Zaphod, "uyumaya çalıĢmak zaten yeterince zor. Bu yer de ne böyle?

Soğuk ve sert."

"Altından," dedi Ford.

MüthiĢ bir balet hareketiyle Zaphod ayağa fırladı ve ufku taramaya baĢladı çünkü altından toprak ufka kadar uzanıyordu, kusursuz düz ve katı. ġey gibi parlıyordu... ne gibi parladığını söylemek olanaksız çünkü Evrend
e
hiçbir Ģey katı altından yapılma bir gezegen gibi parıldayamaz.

"Bütün bunu buraya kim getirdi?" diye bağırdı Zaphod, gözlen yuvalarından fırlamıĢtı.

"Heyecanlanma," dedi Ford, "yalnızca bir katalog bu."
 "Bir kim?"
"Bir katalog," dedi Trillian, "bir yanı
lsama."
"Nasıl söylersiniz bunu?" diye bağırdı Zaphod, yerde emekleyip altına bakarken. Yeri
elleriyle yokluyor, par
maklarıyla vuruyordu. Çok ağır ve biraz yumuĢakçaydı, tırnağıyla çizebiliyordu. Çok sarı ve çok ıĢıltılıydı, üzerine hohladığı zaman nefesi, soluğun altının üzerinde bıraktığı çok özel buğuyu bırakıyordu.

"Trillian ve ben bir süre önce geldik," dedi Ford. "Birileri gelene kadar bağırıp çağırdık, sonra da gelenleri bıktırana kadar bağırıp çağırdık, sonunda ilgilenmek için hazırlanana kadar oyalamak için bizi gezegen kataloglarına koydular. Bu yalnızca
Duyu-Teyp."
Zaphod acı acı baktı ona.




"Kahretsin," dedi, "baĢkasınınkini göstermek için beni kusursuz güzellikteki kendi düĢümden uyandırdınız." Öfke ile oturdu yere.

"ġu ilerideki vadiler ne öyle?" dedi.

"Ayar damgası," dedi Ford. "Gidip baktık."

"Seni daha önce uyandırmadık," dedi Trillian.

"Bundan önceki gezegen dizboyu balıktı."

"Balık?"

"Bazıları çok tuhaf Ģeylerden hoĢlanıyorlar."

"Ondan önce de," dedi Ford, "platin vardı. Biraz tek düze.

 Ama bunu görmek isteyeceğin düĢündük."

Baktıkları her yerden tek parça bir yalaz halinde gelen ıĢık denizleri gözlerini kamaĢtırıyordu.

"Çok hoĢ," dedi Zaphod sinirli sinirli.

Gökyüzünde kocaman yeĢil bir katalog numarası göründü: Yanıp söndükten sonra
d
eğiĢti, çevrelerine baktıklarında çevreleri de değiĢmiĢti.
 Tek bir ses halinde, "Vay," dediler.
Deniz mordu. Üzerinde durdukları kıyı küçük sarı ve yeĢil çakıllardan oluĢmuĢtu
-Muhtemelen fena halde de
ğerli taĢlar. Uzaktaki dağlar yumuĢak ve lüle lüle gö
-
rünüyordu, zirveler ise kıpkırmızıydı. Yakında fırfırlı leylak renkli bir güneĢ Ģemsiyesi ile gümüĢ püsküllü ağır gümüĢ bir bahçe masası duruyordu

Gökyüzünde kocaman bir yazı katalog numarasının yerini aldı. ġöyle diyordu yazıda,
zevkleriniz ne olursa ols
un, Magrathea size sunar. Bununla övünmeyiz.

Çırılçıplak beĢyüz kadın gökyüzünden paraĢütlerle inivordu.

Bir anda manzara kayboldu ve kendilerini ineklerle dolu bir ilkbahar kır manzarasında
buldular. "Ah!" dedi Zaphod. "Beyinlerim!"
"KonuĢmak istiyor musu
n?" dedi Ford.
"Evet, pekala," dedi Zaphod ve her üçü de manzaralara aldırmadan oturdular.

"ġunu anladım," dedi Zaphod "Beyinlerime her ne olduysa, ben yaptım onu. Öyle yaptım ki hükümetin tarama cihazları algılayamadı. Kendim dahil hiçbir Ģey bil
-miyor
dum. Oldukça çılgın, değil mi?"



Diğer ikisi kafalarını sallayarak onayladılar.

"ġöyle düĢündüm sonra, kimsenin Galaktik Hü
-
kümeti'nin hattâ kendimin bile bildiğimi
bilmesini is-
temeyeceğim kadar gizli Ģey ne olabilirdi." Bunun yanıtını bilemem. Bu çok
a
çık. Ama birkaç Ģeyi bir araya getirdim, artık tahmin yürütebilirim. BaĢkanlık yarıĢına ne zaman kalkıĢtım? BaĢkan Vooden Vranx'ın ölümünden kısa bir süre sonra. Vooden'i hazırlar mısın Ford?"

"Ya," dedi Ford, "çocukken tanıĢtığımız Ģu adam, Artkturan kaptanı. Esaslı adamdı. MegaĢilebine daldığında bize at kestanesi vermiĢti. Senin tanıĢtığı en akıl almaz velet olduğunu söylemiĢti.

"Nedir bütün bunlar?" dedi Tirillan.

"Tarih öncesi, dedi Ford, "Betelquese'de birlikte, çocukken. Arkturan MegaĢilepleri
Gala
ktik Merkezi ile dıĢ bölgeler arasındaki ağır mal ticaretinin büyük bir bölümünü yaparlardı. Betelguse ticaret öncüleri pazar bulur, Arkturanlar da malları taĢırdı. Dordellis savaĢlarında kökleri kazınmadan önce uzay korsanları ile baĢları dert
teydi. Meg
aĢilepler Galaktik biliminin bildigi en müthiĢ savunma kalkanları ile donanmak zorundaydılar. Gerçekte kaba saba gemilerdi, irifkıyım. Bir gezegen çev
resinde
yörüngedeyken güneĢ tutulmasına neden olabiliyorlardı.

"Bir gün, bizim küçük Zaphod birine saldırmaya karar verdi. Stratosferde kullanılmak üzere tasarlanmıĢ üç motorlu bir kaykay ile, tam bir çocuk.

UnutmuĢum bunları, deli maymun iĢinden daha çılgıncaydı. Ben de onunla gittim çünkü yapamayacağına dair çok gizli biriktirdiğim bir para koymuĢtum orta
ya,
düzmece kanıtlarla geri dönmesini istemiyordum. Ne oldu peki? Güçlendirip bambaĢka bir Ģeye dönüĢtürdüğü motorlu kay kaya binerek birkaç haftada üç
-
beĢ ıĢıkyılı katedip nasıl yaptığımızı hâlâ anlayamadığım bir Ģekilde bir megaĢilebe daldık, elimizde
oy
uncak tabancalarla köprüye gidip at kestaneleri istedik. Görülmedik çılgınca bir Ģey. Bir yıllık harçlığıma mal oldu. Ne için? At kestaneleri."

"Kaptan gerçekten müthiĢ bir adamdı, Yooden Vranx," dedi Zaphod. "Bize yiyecek ve içki verdi
- Galaksi'nin oldu
kça garip yerlerinden
-
bir sürü de at kes
tanesi tabii ki,



inanılmaz güzel vakit geçirdik. Sonra bizi geri ıĢınladı. Betelgeuse devlet
h
apishanesinin en yüksek güvenlik önlemleri olan kısmına. Sağlam adamdı. Son
radan
Galaksi BaĢkanı oldu.

Zaphod durakladı
.
Çevrelerindeki karanlık bir sis onları sararken fili andıran iri Ģekiller gölgeler içinde belli
be'irsiz sinsice ge
ziniyorlardı. Hava zaman zaman birtakım hayali varlıkların diğer hayali varlıkları katlederken çıkardıkları sesler tarafından yırtılıyordu. Bu iĢten para
ka
zanabildiklerine göre böyle Ģeylerden hoĢlanan insanlar da var demekti.
 "Ford," dedi Zaphod sessizce. "Evet?"
"Yooden ölmeden az önce beni görmeye geldi."

"Ne? Bana hiç söylemedin."

"Hayır."

"Ne dedi? Seni niye görmek istedi?"
 "Bana Al
tın Kalp'ten söz etti: Gemiyi çalmam onun fikriydi."

"Onun fikı mi?"

"Öyle," dedi Zaphod "çalmanm tek yolu da açılıĢ törenine katılmaktı "

Ford bir süre ağzı açık baktı ona, sonra kahkahalara boğuldu.

"Yani bana," ded "yalnızca bu gemiyi çalmak için Galaksi BaĢkanı olmaya karar verdiğini mi söylemek is
tiyorsun?"
"Tam olarak öyle," dedi Zaphod birçok insanın yumuĢak duvarları olan bir odaya kapatılmasını sağlayabilecek bir sırıtıĢla.

"Ama neden?" dedi Ford. "Bu gemide ne var ki bu kadar meraklısın?"
 "Bil
mem," dedi Zaphod, "eğer bu geminin neden bu kadar önemli olduğunu bilinçli olarak bilseydim beyin tarama cihazlarında görünürdü ve testleri asla geçemezdim. Sanırım Yooden bana Ģu anda hâlâ kilitli olan birçok Ģey anlattı.
 "Yani gidip kendi beynini Yooden'in sana an
lattıkları Ģeyler nedeniyle kurcaladığını mı düĢünüyorsun?"

"Çok iyi sohbeti vardı."

"Evet, ama eski dostum Zaphod, kendine göz kulak olmalısın ."
 Zaphod omuz silkti



"Yani, bütün bunlara neden olan Ģeyin hiçbir izi kalmamıĢ mı?" diye sord
u Ford.
Zaphod bunun üzerinde yoğunlaĢarak düĢündü, kafasından birtakım endiĢeler geçiyor
gibiydi.
"Hayır," dedi sonunda, "kendime sırlarımın hiçbirine girme izni vermiyorum hâlâ," diye ekledi biraz daha düĢünüp, "Bunu anlayabiliyorum. Ancak kendime zerre
 kadar
güvenmiyorum."

Bir an sonra katalogdaki en son gezegen de önlerinde yok oldu ve gerçek yaĢama döndüler.

Cam masalar ve tasarım ödülleriyle dolu peluĢlarla kaplı bir bekleme odasındaydılar.

Uzun boylu bir Magrathea'lı adam önlerinde du
ruyordu. "Fard
er sizi Ģimdi kabul edecekler " dedi.

"ĠĢte öğrendin," dedi Slartibarttast, çalıĢma odasındaki ürkünç karıĢıklığı bir parça düzene koymak için sağı solu ellemekteydi. Bir kağıt tomarının en üstündeki kağıdı aldı, koyabileceği bir yer aradı. Uygun bir ye
r bu
lamayıp eski yerine bırakmasıyla birlikte kağıt tomarı devrilip etrafa saçılıverdi.

"Derin DüĢünce tasarladı dünyayı, biz inĢa ettik onu ve siz de üzerinde yaĢadınız."

"Ve de Vogonlar gelip programın sona ermesinden beĢ dakika önce yok ettiler onu,"
d
iye ekledi Arthur acıy
la.
"Evet," dedi yaĢlı adam, umutsuzca odada göz gezdirmek için duraklayarak. "On milyon yıllık planlama ve emek böyle yok oldu gitti. On milyon yıl, Dünyalı... böylesi bir zaman süresini kavrayabiliyor musun? Bu zamanda bütün bir galaktik uygarlık beĢ kez
tek bir so
lucandan türeyebilir. Hepsi gitti." Durakladı.

"Bu sizin için yalnızca bürokrasi demek," diye ek
ledi.



"Biliyor musun," dedi Arthur düĢünceli, "bütün bunlar birçok Ģeyi açıklıyor. Hayatım boyunca dünyada bir Ģeyler olduğu, büyük, hattâ uğursuz bir Ģeyler olduğu, ama kimsenin bana bundan söz etmediği gibi tuhaf ve anlaĢılmaz bir hisle yaĢadım.

"Hayır," dedi yaĢlı adam, "bu yalnızca tamamen nor
mal bir paranoya. Evrendeki herkeste var bu." "Herkeste mi?" dedi Arthur. "P
ekala, eğer herkeste varsa belki bir yararı vardır! Belki de bildik Evren'in dıĢında bir yerlerde..."

Belki. Bize ne?" dedi Slartibartfast Arthur'u pek heyecanlandırmadan. "Belki de ben yaĢlı ve yorgunum," diye sürdürdü ama gerçekten neler olduğunu bulmanın olasılığı o denli anlamsızca uzak ki yapılacak tek Ģeyin kendini dinlemeyip bir Ģeylerle uğraĢmak olduğunu düĢünürüm her zaman. Bak bana: kıyılar tasarlarım. Norveç için aldığım bir ödülüm bile var."

Bir döküntü yığınını eĢeleyip Norveç'in bir maketi Ģeklinde dökülmüĢ üzerinde isminin kazılı olduğu büyük perspleks bir kütleyi çekip çıkardı.

"Bunun ne anlamı var?" dedi. "Benim yapamayacağım bir Ģey yok. Hayatım boyunca fiordlar yapıp durdum. Çabucak uçup giden bir an boyunca moda oldular ve ben önemli bir ödül aldım."

Omuz silkerek elinde evirip çevirip ödülü, ve sonra rastgele atıverdi bir kenara, yumuĢak bir yere düĢmesi için özen göstererek.

"Bu yeni inĢa edeceğimiz Dünya'da bana yapmak için Afrika'yı verdiler ve tabii ki yine
her yerine fiordlar y
apacağım çünkü bir kez sevmiĢ bulunuyorum onları ve ayrıca bunların bir kıtaya sevimli bir barok hissi verdiğini düĢünecek kadar eski zevklerin var. Bana bunun ekvatora uygun olmadığını söylüyorlar. Ekvatora uygunlukmuĢ!" BoĢ bir kahkaha attı. "Ne değiĢir?

Tabii ki bilim bazı muhteĢem Ģeyler baĢardı, ama ben her gün mutlu olmayı çok daha fazla yeğlerim."

"Öyle misiniz peki?"



"Hayır. ĠĢte bu noktada çöküyor her Ģey."

"Ne yazık," dedi Arthur yakınlıkla. "Bunun dıĢında oldukça iyi bir yaĢam tarzına
benziyor oysa."
Duvarda bir yerde küçük beyaz bir ıĢık yandı.

"Gel," dedi Slartibartfast. "farelerle tanıĢacaksın. Gezegene geliĢiniz hatırı sayılır bir heyecana neden oldu. Duyduğuma göre Evren'in tarihindeki üçüncü en olanaksız olay olarak karĢılandı."

"Ġlk ikis
i neydi?"
"Ah, muhtemelen yalnızca rastlantılar," dedi Slar
-
tibartfast umursamadan. Kapıyı açıp
 Arthur'un gelmesini bekledi.
 Arthur çevresine bir kez daha bakındı, sonra da kendisine, PerĢembe sabahı çamurda yattığı terli darmadağınık giysileri üzerindey
di.
"YaĢam tarzımla ilgili müthiĢ dertlerim var," diye söylendi kendi kendine.

"Efendim?" dedi yaĢlı adam yumuĢakça.

"Oh, yok bir Ģey," dedi Arthur, "yalnızca Ģaka."

Dikkatsiz sözlerin hayatlara malolduğu bilinir, ama bu sorunun ciddiyetine yine de
gereken
önem verilmez.

Örneğin Arthur "YaĢam tarzımla ilgili müthiĢ dertlerim var," dediği anda uzay zamanın sürekli dokusunda açılan garip bir kurt yeniği bu sözleri zamanın çok çok gerisine, uzayın neredeyse sonsuz uçlarına, tuhaf ve savaĢçı varlıkların korkunç bir yıldızlar arası savaĢın kıyısında dengede durdukları uzak bir Galaksi'ye taĢıdı.

Ġki rakip lider son kez görüĢüyordu

GörüĢme masasında ürkütücü bir sessizlik egemendi. VI' hurgların komutanı, mücevherlerle bezeli siyah savaĢ giysileri içinde ihtiĢamla oturuyor ve karĢısında yeĢil, hoĢ kokulu bir sis bulutu içinde oturan düĢmanına tepeden bakıyordu. DüĢman
komutan G'Gugvuntt'ta ya
nında, besili ve korkunç silahlarla donatılmıĢ bir milyon yıldız savaĢçısı, komutanlarının tek bir iĢaretiyle ölüm kusmaya hazır bekliyordu. ÇatıĢma konusu VI'hurgların komutanının, G'Guvuntt'tan annesine iliĢkin söylediği ileri geri sözleri, geri almasını istemesiydi.



Yaratık kavurucu hastalıklı buharı içinde kımıldandı, tam o anda YaĢam tarzımla ilgili müthiĢ dertlerim var

sözleri toplantı masası üzerinde esti.

Ne yazık ki, Vl'hurg dilinde bu akla gelebilecek en ağır küfürdü ve artık yüzyıllar boyu sürecek korkunç bir savaĢın baĢlamasını engelleyebilecek herhangi bir Ģey yoktu.

Sonunda binlerce yıl süren savaĢın ardından Galaksilerinin büyük bir kısmı yok olduktan sonra, aslında herĢeyin korkunç bir hata olduğu anlaĢıldı, böylece iki düĢman savaĢ filosu geriye kalan birkaç sorunu da savaĢa yol açan lafın kaynağı olduğu anlaĢılan bizim Galaksimize bir saldırı düzenlemek amacıyla aralarında çözümlediler.

Binlerce yıl daha dev savaĢ gemileri uzayın ücra boĢ köĢelerinden kalkıp rastgeldikleri ilk gezegene çığlıklar atarak dalıĢa geçtiler
-
bu gezegen Dünya idi
- ama boyutlar ile
ilgili korkunç bir hesap hatası nedeniyle bütün savaĢ Filosunu küçük bir köpek yanlıĢlıkla yutuverdi.

Evrenin tarihindeki neden ve sonucun karĢılıklı karmaĢık etkileĢimini inceleyenler bu tür Ģeylerin her zaman olageldiğini, ancak bunu önleyecek gücümüzün olmadığını söylerler.

"Na'apalım, hayat bu," de
rler. * * *
Kısa bir uzay aracı yolculuğu Arthur ve YaĢlı Magrathea'lıyı bir kapıya ulaĢtırdı.  Araçtan çıkıp kapıdan geçerek cam masalar ve perspleks ödüllerle dolu bir bek
leme
odasına ulaĢtılar. Hemen hemen aynı anda odanın diğer tarafındaki kapının üze
rinde
bir ıĢık yandı ve içeri girdiler.

"Arthur! Emniyettesin!" diye bağırdı bir ses.

"Öyle miyim sahi?" dedi Arthur, çok ĢaĢırmıĢtı. "Ha, iyi öyleyse."

IĢık oldukça göz alıcıydı, bu yüzden egzotik sofra takımları, tuhaf etler ve acaip meyvelerle donanmıĢ

geniĢ bir masanın çevresinde oturan Ford, Trillian ve Zaphod'u görebilmesi biraz zaman aldı. Tıkınıyorlardı.
 "Neler oldu size?" diye sordu Arthur.



"ĠĢte," dedi Zaphod, bir elindeki pirzolayı kemirirken. "Genel olarak oldukça tuhaf olan
ev sahiplerimiz k
afalarımızı ĢiĢirdiler, beyinlerimize zapping yaptılar, ve Ģimdi de bunları telafi etmek için harika bir yemek veriyorlar. ĠĢte," dedi kötü kokulu bir parça eti bir kaseden alırken, "biraz Vegan Gergedanı pirzolası yeseydin. Eğer böyle Ģeylerden hoĢlanıyorsan çok lez
zetlidir."
"Ev sahipleri mi?"dedi Arthur. "Hangi ev sahipleri? Etrafta hiç..."

Küçük bir ses, "Yemeğe hoĢ geldin, Dünyalı yaratık." dedi.

 Arthur etrafına bakınıp birden bir çığlık attı.

"Öğk!" dedi. "Masada fare var!"

Herkes gözlerini dikip Art
hur'a bakarken huzursuz bir sessizlik egemen oldu.
Masada viski bardağına benzeyen Ģeylerin içinde otu
ran iki beyaz fareye bakmakla
meĢguldü o. Sessizliği fark edip etrafındaki insanların yüzlerine baktı.
 "Oh!" dedi, aniden durumu kavrayarak "Oh, afedersi
niz, buna hiç hazır değildim..."

"Seni tanıĢtırayım," dedi Trillian. "Arlhur. bu Benjy fare."

"Selam," dedi farelerden biri. Bıyıkları viski bardağı Ģeklindeki zımbırtının içindeki dokunmatik panel olması gereken bir Ģeye dokununca panel hafifçe öne doğru kı
-
mıldadı.
 "Ve bu da Frankie fare"
Diğer, fare Ģöyle dedi. "TanıĢtığımıza memun oldum," ve o da aynı hareketi yaptı.

 Arthur ağzı açık bakıyordu.
 "Ama bunlar..."
"Evet," dedi Trillan, "bunlar Dünya'dan birlikte getirdiğim fareler."

Trillian'ın gözlerinin içine bakan Arthur kabullenme anlamında küçücük bir omuz silkme hareketi görür gibi oldu.

"ġu Arcturan MegaeĢek kebabı kasesini uzatır mısın bana?" dedi Trillian.

Slartibartfast nazikçe öksürdü.
 "Eee, afedersiniz," dedi.
"Evet, teĢekkürler Slartibartfast,"
dedi Benjy fare kes
kince," çıkarabilirsin."

"Ne? Oh... eee, pekala," dedi yaĢlı adam, biraz ĢaĢırmıĢ olarak, "Ben de gidip fiordlarımla ilgileneyim bari."




"Ah, aslında buna gerek kalmadı," dedi Frankie fare "Yeni Dünya'ya ihtiyacımız olmayacakmıĢ gibi görünüyor." Küçük pembe gözlerini fır fır döndürdü: "Yok edilmeden birkaç saniye öncesine dek orada bulunmuĢ olan gezegenin bir yerlisini bulduğumuz Ģu anda artık gereksiz."

"Ne?" diye bağırdı Slartibartfast, soluksuz olarak. "Bunu söylemeye hakkınız yok!
 A
frika'ya yerleĢtirmek için bin tane buzul kütlesi oluĢturdum."

"Belki de onları yerlerinden sökmeden önce kısa bir kayak tatili yapabilirsin," dedi Frankie kırıcı bir tonla. "Kayak tatili!" diye bağırdı yaĢlı adam "Bu buzullar sanat eseri! Göz alıcı oyma Ģekiller, yükseklerde süzülen buzdan doruklar, krallara layık derin çatlaklar! Bu yüksek sanat eseri üzerinde kayak yapmak dinime küfretmek gibi bir Ģey
olur"
"TeĢekkürler Slartibartfast," dedi Benjy kesinlikle. "Hepsi bu kadar."

"Evet efendim," dedi soğukça yaĢlı adam, "çok teĢekkür ederim. Peki, hoĢçakal Dünyalı," dedi Arthur'a, "umarım yaĢam tarzın yoluna girer"

Odadakilerin geri kalanına belirgin bir selam verdikten sonra döndü ve üzgün üzgün dıĢarı çıktı.

 Arthur ne diyeceğini bilemeden arkasından baktı.

"ġimdi," dedi Benjy fare, "iĢimize bakalım."

Ford ve Zaphod kadehlerini tokuĢturdular.

"ĠĢimize!" dediler.
 "Pardon?" dedi Benjy.
Ford çevresine bakındı.

"Afedersiniz, kadeh kaldırıyoruz sanmıĢtım."

Ġki fare sabırsızca cam araçlarının içinde koĢuĢturdu
lar. Sonunda kendilerini
toparladılar, Benjy öne uzanıp Arthur'a seslendi.

"ġimdi, Dünyalı," dedi, "bulunduğumuz durum Ģu. Bildiğin gibi aĢağı yukarı son on milyon yıldır Ģu Yüce Soru denen acaip Ģeyi bulmak için gezegeninizi yö
netiyoruz." "Neden?" dedi Arthur keskince



"Yo olmaz, bunu daha önce düĢündük," dedi Frankie araya girerek, "ama yanıta uymuyor. Neden? Kırkiki. gördün mü olmadı."

"Hayır," dedi Arthur, "demek istediğim bunu niye yapıyordunuz?"

"Ha anladım," dedi Frankie. "Evet, sanırım yalnızca alıĢkanlık, acımasızca içten söylemek gerekirse. Ve aĢağı yukarı iĢin özü de burada yatıyor
-
gırtlağımıza dek hasta etti bu iĢ bizi, ve bu kahrolası Vogonlar yüzünden her Ģeye yeniden baĢlama olasılığı açıkça söylemek gerekirse sinir krizleri geçirtiyor ban
a, anlatabiliyor muyum? Benjy ve
benim iĢimizi çabuk bitirip gezegeni kısa bir tatil için erken terketmemiz tam anlamıyla bir Ģanstı, böylece arkadaĢlarınızın yardımıyla Magrathea'ya kadar gelebildik."

"Magrathea kendi boyutumuza bir geçittir," diye be
lirtti Benjy.
"O zaman," diye sürdürdü sıçangil meslektaĢı, "kendi boyutumuzda 5 boyutlu bir gösteri ve eğitim dizisi yapmak üzere müthiĢ yağlı bir kontrat teklifi almıĢtık, bunu kapmayı çok istiyorduk.'

"Ben de olsam öyle yapardım, sen yapmaz miydin Ford? dedi Zaphod yanıt
bekleyerek.
"Ha, evet." dedi Ford, "atlardım üzerine, ok gibi"

 Arthur bunun nereye varacağını merak ederek ona baktı.

"Ama görüyorsunuz ki önce sonuca ihtiyacımız var," dedi Frankie, "yani hâlâ Ģu veya bu Ģekilde Nihai Soru'ya ihtiyacımız
var demek istiyorum."
Zaphod Arthur'a doğru eğildi.

"Görüyorsun," dedi, "yalnızca çok sakin görünerek stüdyoda oturup da YaĢam Evren ve Her Ģey'in yanıtını bildiklerini söyleyip sonunda da bunun aslında Kırkiki olduğunu açıklarlarsa gösteri çok kısa sürer.

Gerisi yok, görüyorsun."

"Kulağa hoĢ gelen bir Ģeyler gerekli bize," dedi Benjy'.

"Kulağa hoĢ gelen bir Ģeyler mi?" diye bağırdı Arthur. "Kulağa hoĢ gelen bir Nihai Soru mu? Ġki fareden mi?"

Fareler öfkelendi.

"Pekala, yani idealizme evet, saf araĢtırmanın asaletine evet, bütün Ģek:ıleriyle gerçeğin izini sürmeye evet, ama korkarım bir noktada asıl gerçeğin, Evren'in çok




boyutlu sonsuzluğunun neredeyse tamamıyla bir avuç manyak tarafından yönetilip yönetilmediği gerçeğinin varlığından kuĢku duyuyorsun. Ve iĢ bunu bulmak için bir diğer on milyon yıl harcamak ve diğer tarafta parayı alıp kaçmak arasında bir seçim
yapmaya ge
lince kendi hesabıma sporu seçerim," dedi Frankie.

"Ama..." diye umutsuzca baĢlayacak oldu Arthur.

"Hey, dinle önce Dünyalı," diye sözünü kesti Zaphod.

"Bu bilgisayar matrisinin son kuĢak ürünlerindensin, tamam mı, gezegenin yok olana kadar da oradaydın değil mi?"
 "Eeem..."
"Yani beynin bu muazzam bilgisayar tasarımının organik bir parçasıydı," dedi Ford gayet aklı baĢında olduğunu düĢünerek.

"Doğru mu?" dedi Zaphod.

"Pekala," dedi Arthur endiĢeyle. Kendini hiçbir zaman bir Ģeyin organik bir parçası olarak hissettiğini hatırlamıyordu. Bunu her zaman sorunlarından biri olarak görmüĢtü.

"Diğer bir deyiĢle dedi Benjy, tuhaf küçük aracını Arthur'un üzerine sürerek, "sorunun yapısının beyninin yapısına kodlanmıĢ olması kuvvetle muhtemel, onu senden satın
almak istiyoruz." "Neyi, soruyu mu?" dedi Arthur. "Evet," dedi Ford ve Trillian.
"Bir sürü para," dedi Zaphod.

"Hayır, hayır," dedi Frankie, "satın almak istediğimiz Ģey beynin kendisi."
 "Ne!"
"Kim kaçırmak ister ki?" diye sordu Benjy.

"Beynini elektronik olarak okuyabileceğinizi söylüyorsunuz sanmıĢtım," diye çıkıĢtı
Ford.
 Ah elbette," dedi Frankie, "ama önce onu dıĢarı çıkarmalıyız. Hazırlanması gerek."

"iĢlemden geçmeli," dedi Benjy.

"DoğranmıĢ olarak."

"Sağ olun" diye bağırdı Arthur, iskemlesini devirip korkuyla masadan uzaklaĢırken.

"Her zaman yenisi takılabilir" dedi Benjy akıllıca, "eğer sizin için gerçekten önemliyse."




"Evet, elektronik bir beyin," dedi Frankie, "basit bir tane yeterli olur." "Basit bir tane!" diye feryat etti Arthur.
"Evet," dedi Zaphod kötü kötü sırıtarak, "yalnızca Ne ve Anlayamadım ve Çay Ne Tarafta? demek için programlamanız gerekir, kim ayırdedebilir ki?"
 "N
e?" diye bağırdı Arthur, daha da gerileyerek.

"Anladınız mı Ģimdi ne demek istediğimi?" ded Zaphod ve o anda T'illian'ın yaptığı bir Ģey yüzünden acıyla haykırdı.

Ben ayırdedebilirım farkı," dedi Arthur.

"Hayır ayırdedemezsin," dedi Frankie fare, "farketmemek üzere programlanmıĢ olacaksın."

Ford kapıya doğru ilerledi.

"Bakın, özür dilerim eski dostum fareler," dedi "Sizinle bir iĢimiz kaldığını sanmıyorum."

"ĠĢ yapmayı düĢünmeye yeğleriz," dedi koro halinde fareler, ıslık Ģeklindeki seslerindeki bütün çekiciliği bir anda yitirmiĢ olarak. Küçük tiz bir çığlıkla fareler cam araçları ile masadan havalanıp iyice gerileyip kör bir köĢeye büsbütün sıkıĢıp büzüĢmüĢ ne bir Ģey yapabilecek ne de düĢünebilecek durumda olan Arthur'a doğru süzüldüler. Trillian onu kolundan tutmuĢ bütün gücüyle Ford ve Zaphod'un açmak için çabaladıkları kapıya doğru sürüklemeye çalıĢıyordu. Arthur tepesinde uçan kemirgenlerce hipnotize edilmiĢ gi
biydi.
Trillian ona bağırıyor, o ise ağzı açık bakıyordu.

Son bir hamle ile kapıyı açtı
Ford ile Zaphod. Ka
pının öbür yanında yalnızca Magrathea'nın iri kıyım ayak takımı izlenimi bırakan küçük bir grup çirkin adam du
-
ruyordu. Çirkin olan yalnızca kendileri değildi, ellerindeki tıp aletleri de güzel olmaktan çok uzaktı. Saldırdılar.
 Yani A
rthur'un kafatası kesilip açılmak üzereydi, Trillian ona yardım edemiyordu, Ford ve Zaphod'un üzerine kendilerinden daha ağır silahlarla donanmıĢ bir haydutlar takımı çullanmak üzereydi.

Yine da tam o anda gezegendeki her alarm cihazının kulakların zarını
 patlatan bir
Ģamata ile çalmaya baĢlaması olağanüstü bir Ģanstı.




"Acil durum, acil durum" diye inledi Magrathea'nın her yanındaki sirenler "Gezegene düĢman gemisi indi. Silahlı yabancılar bölüm 8A 'da. Savunma istasyonları, sa
vunma
istasyonları!"
 Yere
düĢüp kırılan cam araçlarının parçaları arasında dolaĢan fareler öfkeyle havayı kokladılar.

"Lanet olsun," diye söyledi Frankie fare, "bütün bu Ģamata bir kilo Dünyalı beyni için." Parlayan pembe gözleri ve statik elektrikten dimdik olmuĢ yumuĢak beyaz tüy
leri ile
oradan oraya koĢturuyordu.

"ġu anda yapabileceğimiz yegane Ģey," dedi Benjy yere çömelip düĢünceli düĢünceli bıyıklarını çekiĢtirirken, "uğraĢıp bir soru uydurmak, makul görünen bir Ģey keĢfetmek."

"Zor," dedi Frankie. DüĢündü. "Hem sarı hem de t
eh
likeli olan Ģey nedir?Ne dersin?

Benjy bunu bir süre tarttı.

"Yo, iyi değil," dedi. "Yanıta uymuyor."

Birkaç saniye sessizliğe gömüldüler.

"Tamam," dedi Benjy. "Altıyla yediyi çarparsak ne çıkar."

"Hayır, hayır, çok kliĢe çok basit," dedi Frankie, "ba
-
hisçilerin ihtiyacını karĢılamaz."

Tekrar düĢündüler.

Frankie Ģöyle dedi: "ĠĢte sana bir fikir. Kaç tane yoldan geçmeli bir adam"

"Hah!" dedi Benjy. "ĠĢte gelecek vaaden bir soru!"

Cümleyi ağzında biraz evirip çevirdi "Evet," dedi "bu mükemmel! Ġnsanı anl
ama
bağlamaksızın çok anlamlı duruyor. Kaç yol yiirümeli bir adam? Kırkiki. Mü
kemmel,
mükemmel, bu onları kandırır. Frankie, bebeğim, oldu bu iĢ!"

Heyecanla coĢkulu bir dansa baĢladılar.

Yakınlarında yerde bazı tasarım ödülleriyle kafalarına vurularak bayıltılmıĢ birkaç çirkin adam yatıyordu.

Yarım mil uzakta dört gölge bir koridorda çıkıĢ yolu aranarak koĢuyordu. GeniĢ bir bilgisayar bölmesine ulaĢtılar. TelaĢla çevrelerine bakındılar.




"Hangi yöne sence Zaphod?" dedi Ford.

"Rastgele bir atıĢla, buradan gidelim derim," dedi Zaphod, sağdaki bir bilgisayar
konsoluyla duvar ara
sındaki geçide koĢacak. Diğerleri de, ardından henüz koĢmaya baĢlamıĢtı ki birkaç santim önünde patlayarak arabölmenin bir bölümünü yıkan Öldür
-
Matik silahının mermisince yayılan e
nerji Zaphod'u durdurdu.
Hoporlerden çıkan ses çevrelerinde yankılandı. "Tamam Beeblebrox. olduğun yerde kal. Çevren sarıldı

"Aynasızlar!" diye fısıldadı Zaphod, sürünerek iler
- lerken. "Sen bir tahminde bulunmak istemez misin Ford?" "Tamam, buradan," dedi
Ford ve dördü de iki bilgisayar konsolu arasındaki geçide koĢtular.

Geçidin öbür yanında tepeden tırnağa silahlanmıĢ uzay elbiseli bir Ģekil elindeki ölümcül Öldür
-
Matik silahını sallıyordu onlara

"Seni vurmak istemeyiz Beeblebrox!" diye bağırdı Ģekil.
 "
Bana uyar!" diye bağırdı geriye Zaphod ve iki veri iĢleme birim arasındaki geniĢ açıklığa daldı.

Diğerleri de onun ardından dümen kırdılar.

"Ġki kiĢiler," dedi Trillian. "KöĢeye kıstırıldık"

Büyük bir bilgisayar ve bankası ile duvar arasındaki bir köĢeye sıkıĢmıĢlardı.

Soluklarını tutup beklediler.

 Ansızın iki aynasızın aynı anda üzerlerine ateĢ açmasıyla hava enerji toplarıyla patladı.

"Hey, bize ateĢ ediyorlar," dedi Arthur, sıkıca tortop olmuĢ halde. "Bunu yapmayı istemiyorlar sanıyordum.
 "Evet, ben de
öyle dediklerini sanıyorum," diye katıldı Ford.

Zaphod tehlikey göze alıp kafasını çıkardı.




"Hey." dedi, "bize ateĢ etmek istemediğinizi söylediğinizi sandım!" ve yine daldı aĢağı.
 Beklediler.
Bir an sonra bir ses yanıtladı, "Aynasız olmak kolay değil"'
 "
Ne diyor?" diye fısıldadı Ford ĢaĢırarak.

"Aynasız olmak kolay değil diyor.'

"Ama bu kesinlikle onun sorunu, öyle değil mi?

"Ben de öyle düĢünüyorum."

Ford bağırdı, "Hey, dinleyin beni! Zaten baĢımızda bize ateĢ açan sizin gibi bir bela
varken bir de kendi dert
lerinizi bize yansıtmaktan kaçınırsanız hepimiz için iĢin altından
kalkmak daha kolay olacak!"
Yeni bir duraklama ve yine hoparlör.

"ġimdi buraya bak arkadaĢ," dedi hoparlördeki sesi, "sağır kıt zekalı, habire tetiğe asılan, kısa saçlı küçük domuz gözlü, konuĢmayı bilmeyen moranlar yok karĢınızda, biz, baĢka koĢullarda tanıĢmıĢ olsaydınız muhtemelen oldukça sevimli bulacağınız iki
zeki de
likanlıyız. Ben bildiğiniz aynasızlar gibi etrafta insanlara rastgele atep edip
sonra da pis uzay devriyesi barl
arında yüksekten atıp tutmuyorum! Etrafta insanlara rastgele ateĢ edip sonra kız arkadaĢıma saatlerce dert yanıyorum!

"Ben de roman yazıyorum!" diye seslendi diğer aynasız.

"Ama hiçbirini henüz yayımlamadılar, yani sizi uyarmam yerinde olur, kafam çok am
a
çooook bozuk"

Ford'un gözleri yuvalarından fırlamıĢtı. "Kim bu he
rifler?" dedi.
"Ne bileyim," dedi Zaphod, "sanırım ateĢ etmeleri daha iyiydi,"

"ġimdi sessizce geliyor musunuz," diye bağırdı yine aynasızlardan biri, "yoksa sizi uçurmamızı mı bek
leyeceksiniz?"
Siz hangisini yeğlersiniz?" diye bağırdı Ford.

Bir milisaniye sonra Öldür
-Matik mermiler birbiri ar
dına önlerindeki bilgisayar konsoluna yağmaya baĢlayınca çevrelerindeki hava yine enerji doldu.

 AteĢ saniyeler boyu katlanılmaz, bir yoğunlukla sürdü.

Durduğunda, yankılar da susana dek sessizliğe yakın birkaç saniye geçti.



"Hâlâ orada mısınız?" diye bağırdı aynasızlardan biri.

"Evet," diye karĢılık verdiler.

"Bunu yapmak hiç hoĢumuza gitmiyor," diye bağırdı öbür aynasız.

"Farkındayız," diye bağırdı
Ford.
"ġimdi beni dinle, Beeblebrox, ve de iyice dinlemen iyi olur!"

"Neden?" diye karĢılık verdi Zaphod.

"Çünkü," diye bağırdı aynasız, "çok zekice, oldukça ilginç ve insancıl olacak! ġimdi... ya hemen teslim olur ve sizi azıcık pataklamamıza izin verirsiniz, ama çok da değil çünkü gereksiz Ģiddete kesinlikle karĢıyız, ya da bu gezegeni ve yolda karĢımıza çıkan
bir ikisini daha ha
vaya uçururuz.

"Ama bu çılgınlık!" diye bağırdı Trillian. "Bunu yapamazsınız!"

"Evet, yaparız," diye bağırdı aynasız, "yapamaz

mıyız?" diye sordu yanındakine.

"Tabii, evet, yapmalıyız, hiç Ģüphe yok buna," dedi öbürü
 "Ama neden?" diye sordu Trillian.
"Çünkü duyarlılık ve bunun gibi Ģeylerden haberdar aydın liberal bir aynasız olsanız da yapmanız gereken Ģeyler vardır!"
 "Bu herifl
ere inanmıyorum," diye mırıldandı Ford kafasını sallayarak.

 Aynasızlardan biri diğerine bağırdı "Biraz daha ateĢ açsak mı onlara?"

"Evet, neden olmasın?"

Yeniden yaylım ateĢine baĢladılar.

Isı ve gürültü oldukça fantastikti. Bilgisayar konsolu yavaĢ yavaĢ

dökülmeye baĢlamıĢtı. Ön tarafın tamamına yakını erimiĢ, koyu metal derecikler oluĢturarak otur
-
dukları yere doğru döne döne akıyordu. Birbirlerine daha çok sokulup ateĢin sona ermesini beklemeye baĢladılar.




 Ama sonu gelmedi, en azından bir süre için. AteĢ aniden durduğunda çevreyi saran sessizlik birtakım tuhaf gürültüler ve düĢme gürültüleriyle bölündü. Dördü birbirlerine baktılar. "Ne oldu?" dedi Arthur. "Durdular," dedi Zaphod omuz silkerek.
 "Neden?" "Nereden bileyim, gidip kendilerine sor istersen." "Yo..." Beklediler "Alo?" diye seslendi Ford.
Yanıt yok.

"Çok sıkıcı."

"Belki de bir tuzaktır."

"O kadar zeki değiller."

"O düĢme sesleri neydi' peki?"
 "Bilmem."
Birkaç saniye daha beklediler. "Tamam," dedi Ford. "gidip bir bakacağım." Diğerlerine baktı
 birer birer.
"Hiç kimse, Hayır gidemezsin, ben gideceğim de
meyecek mi?"
Herkes baĢını salladı.

"Peki o zaman." dedi ve ayağa kalktı.

Bir an için hiçbir Ģey olmadı.

 Ardından, birkaç saniye daha hiçbir Ģey olmadı yine. Ford yanan bilgisayardan tüten
koyu d
umanın ardından bakındı.

Ġtiyatla ortaya çıktı.

Hâlâ hiçbir Ģey olmuyordu.

Yirmi metre ötede dumanın içinden aynasızlardan birinin uzay elbiseli bulanık Ģeklini görebiliyordu. Yerde buruĢuk bir yığın halinde yatıyordu. Diğer yönde, yirmi metre ötede ikinci adam yatıyordu. Görünürde baĢka kimsecikler yoktu.

Bu çok tuhaf olay Ford'u ĢaĢırttı.




YavaĢça, sinirli sinirli ilkine yöneldi. YaklaĢtığında gövde kesinlikle hareketsizdi, ona ulaĢıp ayağını parmağından sarkmakta olan Öldür
-
Matik silahının üzerine koyduğunda
da kesinlikle hareketsizdi.
Uzanıp silahı yerden aldı, hiçbir dirençle karĢılaĢmamıĢtı.

 Aynasız apaçık ölüydü:

Çabuk bir inceleme onun Blaygulon Kappa'dan olduğunu ortaya koydu
- metan
soluyan bir varlık biçimi, Magrathea'nın ince oksijen atmosferinde yaĢaması uzay elbisesiyle sağlanıyordu.

Sırt çantasındaki küçük yaĢam desteği sistemi bilgisayarı beklenmedik bir Ģekilde parçalanmıĢ gibiydi.

Ford hatırı sayılır bir ĢaĢkınlıkla dürtükledi aleti. Bu minyatür elbise bilgisayarları
genellikle gemideki
ana bilgisayarın tam bir kopyasını içerirler ve ona ethaaltı ile doğrudan bağlıdırlar. Böyle bir sistem hepten oluĢacak bir bağlantı arızası dıĢında
-bu
Ģimdiye kadar hiç duyulmamıĢ bir Ģeydi
-
her durumda kusursuz çalıĢırdı.

Yüzükoyun yatan diğer Ģekle koĢtuğunda onun baĢına da, muhtemelen aynı anda, tamamıyla aynı olanaksız Ģeyin gelmiĢ olduğunu gördü.

Bakmaları için diğerlerini de çağırdı. Geldiler, ĢaĢkınlığını paylaĢtılar, ama merakını değil.

"Hadi çıkalım Ģu delikten," dedi Zaphod. "Aradığım Ģey her
neyse, burada olsa bile
artık istemiyorum onu. Ġkinci Öldür
-
Matik silahını aldı, tamamıyla zararsız bir
-
muhasebe bilgisayarına ateĢ etti ve diğerlerinin önünde koridorlardan birine doğru koĢtu. Birkaç metre ötede durmakta olan bir uzay aracına tosluyordu
az daha.
 Araç boĢtu, ama Arthur onun Slartibartfast'ın aracı olduğunu anladı.

KarmaĢık kullanma panelinde ona bir not bırakılmıĢtı. Notun üzerine çizilmiĢ bir ok kontrol düğmelerinden birini iĢaret ediyordu.



ġöyle di
y
ordu notta. Galiba en iyisi bu düğmey
e bas
malı. Uzayaracı R 17'nin üstünde bir hızla çelik tünelden geçerek atan Ģafakla aydınlanan gezegenin yüzeyine çıktı. Soluk gri ıĢıklar gezegenin yüzeyinde donuklaĢıyordu.

R beden ve ruh sağlığına ve diyelim beĢ dakikadan daha fazla geç kalmamak gibi

etkenlere bağlı akla uygun bir yolculuk hızı olarak tanımlanır. Yani açıkçası, koĢullara bağlı olarak hemen hemen sonsuz değiĢken bir değerdir. Çünkü ilk iki değer yalnızca mutlak olarak alınan hızla değil, üçüncü etmenin bilincinde olmakla da değiĢir.  Aklıselimle ele alınmadığında bu denklem hatırı sayılır gerilim, ülser ve hatt
a
ölüme
bile neden olabilir.
R17 sabit bir hız değildi, ama çok hızlı olduğu açıktı.

Uzay aracı kendini R17 ve üzeri hızlarla fırlatıp donmuĢ yüzeyde beyazlamıĢ bir kemik gibi çıplak duran ve geldiklerini gördüğünde, muhtemelen kendi çıkarı uğ
runa onlara
doğru atılmaya kalkıĢan Altın Kalp'in yanına indirdi onları.

Ürpererek, dördü de durup gemiye baktılar.

Yanında baĢka bir gemi vardı.

Bu Blagulan Kappa polis aracıydı, yusyuvarlak köpekbalığı benzeri bir alet, kirli yeĢil renkte, üzerinde Ģablonla yazılmıĢ değiĢik boyutlarda düĢmanlık kusan yazılar vardı. Harfler dönüp de bakanlara geminin nereden geldiğini, polisin hangi kısmına bağlı olduğunu ve güç giriĢinin nerede olduğunu

söylüyordu.

Ġki kiĢilik mürettebatı o anda yerin kilometrelerce altındaki duman dolu bir odada boğulmuĢ yatan bir gemi için bile fazla doğadıĢı bir karanlık ve sessizlik için
deydi. Bu
ölümün ancak hissedilebilen ama açıklanıp betimlenmesi olanaksız garip yüzüydü.

Ford bunu hissedebiliyordu ve çok garip buluyordu
-
bir gemi iki polis aynı anda ölmüĢ
gibiydiler. Oysa Ev
rende iĢlerin böyle yürümediğini deneyimleriyle öğrenmiĢti.

Diğer üçü de bunu hissediyordu, ama keskin soğuğu daha da çok hissediyorlardı ve bu yüzden akut bir meraksızlık krizine tutulup aceleyle Altın Kalp'e girdiler.




Ford orada kalıp Blagulon gemisin incelemeye gitti. Yürürken az daha soğuk tozda yüzükoyun yatan hareketsiz çelik bir gövdeye basıyordu..

"Marvin!" diye haykırdı. "Ne yapıyorsun?"

"Benimle ilgilenmek zorunda hissetme kendini lütfen," dedi boğuk bir vızıltıyla.

"Fakat nasılsın metal adam?" diye sordu Ford.

"Büyük çöküntü içinde."
 "Ne oldu burada?"
"Bilmiyorum." dedi Marvin. "Hiç girmedim oraya."

"Neden," dedi Ford yanına çömelip ürpererek, "tozun üzerinde yüzükoyun yatıyorsun?"

"Sefil olmanın çok etkin bir yolu," dedi Marvin. "Benimle konuĢmak istiyormuĢ gibi yapma, benden nefret ettiğini biliyorum."

"Hayır etmiyorum."

"Evet ediyorsun, herkes ediyor. Bu Evrenin görünüĢünün bir parçası. Yalnızca birileriyle konuĢmam gerekli ama konuĢtuğumda herkes benden nefret etmeye baĢlıyor. Robotlar bile nefret ediyor benden. Eğer beni görmezden gelirsen buradan çekip gidebilirim."

Bir kaldıraç hareketiyle kendini ayağı dikerek kararlı biçimde yüzü ters yöne dönük
durdu.
"Bu gemi nefret ediyor benden," dedi kederli bir Ģekilde polis aracını kastederek.
 "Bu gemi mi?" dedi Ford ani bir heyecanla. "Ne oldu ona? Biliyor musun?"
"Benden nefret etti çünkü konuĢtum onunla."

"KonuĢtun mu onunla?" diye haykırdı Ford. "Ne demek onunla konuĢtum?"

"Basit. Çok sıkkındım ve çökmüĢtüm. Ben de gidip kendimi geminin dıĢ bilgisayar bağlantısına taktım. Bilgisayarla uzun uzun konuĢup ona Evren üzerine görüĢlerimi açıkladım," dedi Marvin.
 "Sonra en oldu
?" diye üsteledi Ford.



"Ġntihar etti" dedikten sonra geniĢ adımlarla Altınkalp'e doğru yürüdü Marvin.

O gece, Altın Kalp kendisiyle AtbaĢı Nebulası arasına birkaç ıĢık yılı eklemekle meĢgulken, Zaphod köprüdeki küçük palmiye ağacının altına uzanmıĢ kütle
vi Pan
Galaktik Gargara Bombalarla beynine bir Ģekil vermeye çalıĢıyordu; Ford ile Trillian ise
bir kenarda otur
muĢ hayat ve ondan kaynaklanan olayları tartıĢıyorlardı; Arthur ise yatağında Ford'un Her Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni karıĢtırıyordu. Bura
da
yaĢamak zorunda olduğuma göre, hakkında
b
ir Ģeyler

öğrenmeye baĢlamam iyi olur diye düĢünüyordu.

ġu maddeye rastladı.

ġöyle diyordu okuduğu madde: "Belli baĢlı her Galaktik Uygarlığın tarihi üç ayrı ve belirgin aĢamadan geçmek zorundadır. YaĢamayı Sürdür
me, Sorgulama ve Bilgelik,
diğer bir deyiĢle Nasıl, Niçin ve Nerede aĢamaları.

"Örneğin, ilk aĢama Ģu soru ile tanımlanabilir, Nasıl Yiyebiliriz? Ġkinci aĢama Niçin yiyoruz? ve üçüncü aĢama ise öğlene nerede yiyelim?"

Geminin iç haberleĢme cihazı çalmadan önce buraya kadar gelmiĢti.

"Hey Dünyalı? Aç mısın evlat?" dedi Zaphod'un sesi.

"Eee, öyle gibi biraz atıĢtırabilirim belki," dedi Art
hur.
"Tamam canım, sıkı dur," dedi Zaphod "Evrenin Ucundaki Restoran'da ayaküstü bir Ģeyler atıĢtıracağız."

(i) BaĢkan: Açık haliyle Kraliyet Galaktik BaĢkanı. Krallık kelimesi Ģimdiki yönetim biçimi anakronizm olmasına karĢılık korunmuĢtur. Kraliyet soyundan gelen son Kral neredeyse ölüydü, bu böyle olmuĢtu yüzyıllar boyu. Hayatının son anında sonsuza dek korunacağı bir değiĢmezlik alanına konmuĢtu. Akrabalarının hepsi çoktan ölmüĢtü.
Herhangi bir politik darbe ol
madan güç odağı pratikçe ve basitçe merdivenin birkaç basamak aĢağısına inmiĢti. ġimdi, asıl görevi Krala danıĢmanlık olan, bir kurul yetkiliydi, seçimle iĢbaĢı
na gelen bir



Hükümet Kurulu ve onlara baĢkanlık eden, onların seçtiği bir BaĢkan. Gerçekte hiçbir
yetkisi yoktu.